Atatürk’ün Milliyetçilik Anlayışının Totaliter İdeolojiler Karşısındaki Tavrı

Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra yıkılan Osmanlı İmparatorluğu’nun harabeleri üzerinde yeni bir Türk devleti kurma çabası, Türk toplumu için her bakandan bir yeniden doğuş çabasıdır. Bu yeniden doğuş ve kurtuluş hareketi, her şeyden önce bir kurtuluş hamlesi olmak zorundaydı. Bu yüzden vatanı yabancı istiladan kurtarmak için millî bütünlük, millî birlik ve beraberliğin korunması gerekiyordu.(1) 

Bu bakımdan Millî Kurtuluş Savaşı, dış politika bakımından her türlü yabancı müdahaleyi reddeden, tam manasıyla bağımsız bir devlet; iç politikası bakımından ise halk iradesine dayanan bir hükümet sisteminde “hakimiyet-i millîye” parolası ile yürütülmüştür.

Millî Mücadele, bir hürriyet ve bağımsızlık savaşı görünümünde olmakla birlikte, bunun da ötesinde yalnız Türk milletinin emperyalist milletler karşısındaki haklarını elde etmesini değil, içte de halk temeline dayanan demokratik bir cumhuriyet rejiminin benimsenmesini amaç edinmiştir. Böylece ferdin hakları da garanti altına alınmıştır.

Bunun yanısıra dinî monarşik düzenin zaman içerisinde çürümeye yüz tutması, saltanat ve halifeliğin kaldırılması zorunluluğunu getirmiş, bundan sonra ise çağdaş medeniyete hızlı bir geçiş imkanı mümkün olabilmiştir.(2) 

Atatürk’ün “millî egemenlik” formülünü kendi-sine rehber edinmiş olması ve toplumu adım adım gerçek bir halk idaresine, yani demokrasiye(3) götürme isteği, onu hukukî alanda da XVIII. yüzyıl Fransız ihtilal felsefesi prensiplerinden hareketle kanunlar yapmaya yöneltmişti. Bu bakımdan sosyal muhtevalı hürriyet anlayışlarının çoğunlukta olduğu 1924 Anayasası’nın hazırlanışında 1875 Fransız Anayasası fikirleri etkili olmuştur. (4)

Ancak pratik alanda, hiç tartışmasız 1924 Ana-yasasına giren klasik kamu hürriyetleri tam anlamıyla gerçekleşememiştir. Fakat bu yüzden Atatürk’ü demokratik ideolojiyi reddeden bir diktatör olarak görmemiz mümkün değildir. (5) 

Çünkü onun rejimi otoriter bir rejimdi; ancak su katılmamış bir diktatörlük değildi. Onun kurduğu tek parti sistemi, ne ideoloji yönünden, ne de bünye ve mekanizma yönünden Faşist veya Marksist bir sistemle hiçbir zaman paralellik arzetmemiştir. Totaliter rejimlerde olduğu gibi, ne kişiyi toplum içinde eriten ve otoriteyi tanrılaştıran bir dünya görüşünü, ne de vatandaşını, halkını sıkı bir polis gözetimi altında tutan bir rejimi benimsemiştir. O, daima Türk halkının menfaatlerini korumuş, böylece sürekli zihninde tasarladığı halk idaresi ülküsü ile demokratik prensiplerin üstünlüğünü gaye edinmiştir. (6) 

Gerçi Atatürk Türkiye’de çoğulcu bir demokrasi uygulamasına geçememiştir. Ancak, yeni Türkiye’de tek parti uygulamasını sürekli bir rejim mahiyetinde de görmemiştir. (7) 

Atatürk’ün yaşadığı dönemde vücuda getirilmiş olan 1924 Anayasası, demokratik bir anayasa olmasına rağmen, (8)  zaman içinde meydana gelen zorunluluklar sebebiyle bu anayasanın bazı maddeleri de çağdaş hürriyet anlayışına uygun olarak değiştirilmiştir. (9)   

Böylece modern anlamda sosyal bir devlet kavramı geliştirilmeye çalışılmış, ancak bu yeni devletin sosyalizmden farklı bir refah devleti olduğu her vesile ile vurgulanarak, esas amacın, Atatürk’ün başlattığı millî politikaya uygun olarak, refah devletini gerçekleştirmek olduğu belirtilmiştir. (10)

Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nde gerek Atatürk döneminde, gerekse daha sonra totaliter rejim savunucularına demokratik hürriyetlerden faydalanma hakkı tanınmamıştır. (11) 

Yine Türkiye’de teokratik bir düzen kurmak isteyenlerin faaliyetlerine fikir hürriyetleri adına müsamaha gösterilmemiş, anayasalar, insan hak ve hürriyetlerine dayanan demokratik ve laik cumhuriyet ilkelerinin ve devletin ülkesi ve milleti ile bölünmezliği temel prensibini kişiler, gruplar ve siyasî partiler bakımından uyulması muhakkak prensipler haline getirmiştir. Bunun yanısıra inkılap kanunları tartışma dışı bırakılmıştır. (12)  Bu yüzden cumhuriyet Türkiye’sinde yapılan kanunî düzenlemeler ve getirilen ilkeler, Türk milletinin bir parçası olan Anadolu’daki Türk halkının millî egemenliğini korumaya ve devam ettirmeye yönelik bir yapılanma arzusunun ürünüdür. Dolayısıyla bu yapılanmada Türk milliyetçiliği anlayışı sosyokültürel bir değer olarak hayalperest kavramlardan uzak gerçekçi bir zemine oturtulmuş ve yeni Türkiye Cumhuriyeti’nde Osmanlıcılık politikası yerine millî egemenlik ilkesinin hayat bulduğu bir kaynak haline getirilmiştir. (13)        

Türk milliyetçiliği temeline dayanan Atatürkçülüğün, millet kavramını ve milliyetçilik prensibini reddeden düşünce akımları ile bağdaşamayacağı açıktır. Bu anlamda millet ve milliyet mefhumlarının birer burjuva uydurması olduğunu, Komünizmde bunun yerini proleterya’nın milletlerarası dayanışmasının alacağını ileri süren Marksizm-Leninizm elbette Atatürkçülükle bağdaşamaz. Halbuki milliyet duygusu ve millet gerçeği, milleti inkar eden ideolojilerin yaşandığı ülkelerde de güçlüdür. Çünkü yakın geçmişte Marksist ideolojiyi yaşattığını iddia eden Çin, Rus, Romen, Polonya, Bulgar vb. devletlerin aslında bu isim altında kendi millîyetçiliklerini derinden derine sürdürdükleri görülmüştür.(14) Ayrıca, II. Dünya Savaşı sırasındaki gelişmeler de göstermiştir ki, bu savaşta sınıf menfaatlerinden ve ekonomik kaygılardan çok milletlerin varlığı, bağımsızlığı, düşünce ve inanç hürriyeti, demokratik hayat tarzı gibi konular çok ağır basmıştır.(15) Bu sebeple milletlerin tarihini sadece sınıf kavgalarına bağlamak mümkün değildir. Atatürk de bu konudaki düşüncelerini şöyle ifade etmektedir: “Bilirsiniz ki milliyet nazariyesini, çökertmeye çalışan nazüriyelerin dünya üzerinde uygulama kabiliyeti bulunamamıştır. Çünkü tarih, hadiseler ve müşahadeler (gözlem), hep insanlar ve milletler arasında, hep milliyetin hakim olduğunu göstermiştir; ve milliyet prensibi aleyhindeki büyük ölçüde fiilî tecrübelere rağmen, yine milliyet hissinin öldürülemediği ve yine kuvvetle yaşadığı görülmektedir.”(16) Bundan dolayıdır ki, Atatürk’e göre, insanlara milliyet duygularını unutturup onları bir dünya devleti halinde birleştirme düşüncesi de gerçekçi değildir.(17)

Atatürk’ün milliyetçilik anlayışı demokratik karakteri bakımından da totaliter ideolojilerle bağdaşmaz. Atatürk, herşeyden önce, demokrasi kavramını hürriyetçi siyasî demokrasi anlamında kullanmıştır.(18)

Atatürk, demokrasiye ters düşen bütün ideolojileri eleştirmiştir. Bunlardan Bolşevik nazariyesi hakkında; “Bütün Rus milleti içinden amele, deniz ve kara, kuvvetlerinden ibaret bir ekalliyet (azınlık) İktisadî esaslara müstenit (dayanan), komünist partisi namı altında birleşerek bir diktatörlük vücuda getirmişlerdir. Gayelerinde millî değildirler; şahsî hürriyet ve müsavaat (eşitlik) tanımazlar. Halk hakimiyetine riayetleri yoktur. Dahilde ekseriyeti (çoğunluğu) cebir ve tazyik ile nokta-i nazarlarına itaata mecbur tutarlar; hariçte propaganda ve ihtilal teşkilatı ile bütün dünya milletlerine kendi prensiplerini teşmile (yaymaya) çalışırlar.

Halbuki, hükümet teşkilinden gaye, evvela ferdî hürriyetin teminidir. Bolşevik tarzı hükümetinde istibdat mahiyeti görülmektedir. Bir cemiyetin bir kısım insanlarının nokta-i nazarlarının zorla esiri ve zebunu olarak yaşatmak şekline de tabiî ve makul bir hükümet sistemi nazarıyla bakılmaz.” (19)  demektedir.

Ancak, Millî Mücadele’den yeni çıkmış, kurumlaşabilmek ve kalkınabilmek için gerekli kaynakları sınırlı olan yeni Türkiye devletinin benimsediği “sosyal halkçılık” görüşünü yukarıda sözü edilen Marksist espriden ayrı tutmak gerekir. (20) 

Türk Millî Mücadelesini batı emperyalizmine karşı desteklemesine rağmen, Rusya’da Çarlık rejiminin yıkılması ile başlayan Bolşevik rejim Atatürk tarafından kabul edilmemiştir. (21)  Çünkü, Atatürk’ü bu fikre götüren iki sebep vardı. Bunlardan birincisi, Türk toplumunda çıkarları çatışan sınıflar olmadığını ifade eden “halkçılık” görüşü, diğeri ise “Misak-ı Millî” esasları içinde bağımsız bir Türk devletini öngören ve diğer millî devletler karşısında da saygılı bir tavrı gerektiren ılımlı bir milliyetçilik anlayışıdır. (22)  Zira Atatürk, sosyal bünyemizde Bolşevizmin kabulünü gerekli kılacak problemler olmadığı gibi, dinî prensip ve adetlerimizin de Bolşevizmin Türkiye’de yerleşmesine imkan tanıyamayacağını söylemektedir. (23) 

Bu itibarla Komünizmi içtimai (sosyal) bir mes’ele olarak gören Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’nin Ruslarla olan münasebeti ve karşılıklı yardımlaşmasının ideolojik bir düşünceyle değil, ancak iki müstakil devletin ittihat ve ittifak (siyasî yakınlaşma) esasları ile alakadar olduğunu söylemektedir. (24) 

Atatürk, ayrıca, 14 Ağustos 1920 tarihinde: “Bizim nokta-i nazarlarımız, bizim prensiplerimiz cümlece malumdur ki, bolşevik prensipleri değildir; ve prensiplerini milletimize kabul ettirmek için de şimdiye kadar hiç düşünmedik ve teşebbüste bulunmadık… bize milliyetperver derler, fakat biz öyle millîyetperveranız ki, bizimle teşrik-i ınesai eden bütün milletlere hürmet ve riayet ederiz. Onların bütün milliyetlerinin icabatını tanırız. Bizim milliyetperverliğimiz herhalde hodbinane ve mağrurane bir milliyetperverlik değildir.,, Bolşevizm millet içinde mağdur olan bir sınıf halkı nazar-ı mütalaaya alır. Bizim milletimiz ise hey ‘et- i umumiyesi mağdur ve mazlumdur.” (25)  ve 31 Ekim 1920’de ise Komünizmin sadece Türkiye’de değil, henüz Rusya’da bile tatbik edilmesinin güç olduğunu söyleyen Atatürk, (26)   21 Haziran 1935’te de “Türkiye’de Bolşeviklik olmayacaktır. Çünkü Türk hükümetinin ilk gayesi halka hürriyet ve saadet vermek, askerlerimize olduğu kadar, sivil halkımıza da iyi bakmaktır.” (27) demek suretiyle Rus ve Türk düşüncesindeki farklılıkları millî ideoloji açısından açıklamaktadır.

Dolayısıyle Atatürk’ün Komünizm, bolşevizm hakkındaki fikirleri, bu ideolojilerin Türk inkılabının dayanağı olan halkçılık ilkesine, milliyetçiliğine ve dinî prensiplerine aykırı ve Türkiye halkına uymadığı yolundadır. (28) 

Ancak böyle olduğu halde, bir resmî Türkiye Komünist Fırkası’nın kurulması, (18 Ekim 1920) daha ziyade 1920 sonlarında güçlenen sol akımların kontrol altına alınma isteğinden kaynaklandığını akla getirmektedir. (29)

Türk İnkılabı’nı gerçekleştirenler, gerek Millî Mücadele yıllarında gerekse daha sonra Marksizmle temasa gelmişler, ancak onunla bilinçli olarak bir diyalog kurmamışlardır. Bu bakımdan Marksizm kendilerine sistemli bir görüş halinde değil, fakat “sınıf mücadelesi”, “ateizm”, “enternasyonalizm” gibi genel ve Türk toplumuna uymayan sloganlar halinde görülmüş, dolayısıyle Marksizm ve Komünizme karşı takınılan tavır, bütünüyle olumsuz olmuştur. (30) 

Bu itibarla Taner Timur’un ifade ettiği gibi, “Atatürk’ün: ‘Bolşevik ilkeleri memleketimizde deneriz. Halk tutarsa tatbik ederiz’ derken dahi sonucun menfi olacağından emindi. Bunun böyle olması, Türkiye’nin batı etkisinde kalış şeklinin yarattığı, İktisadî ve kültürel şartlarla ilgilidir,” (31) şeklindeki görüşü, Atatürk’ün Marksizm baklandaki intihalarının, zamanın şartları içerisinde Türk dış politikasın da bu görüşlerde etkili olduğu kanaatini vermektedir.

Atatürk, Hitler ve Mussolini’nin temsil ettikleri demokrasi düşmanı, millet egemenliği ile bağdaşmayan totaliter devlet anlayışlarını da reddetmiştir.    Çünkü Atatürk’e göre, “Demokrasi fikri daima yükselen bir denizi andırmaktadır. Bu fikir karşı konulamaz bir cereyan halini almıştır.”(33) Dünyada hiçbir totaliter tek parti yönetimi gönüllü olarak bir muhalefet partisinin kuruluşuna müsaade etmezken cumhuriyet Türkiyesi’nde bizzat Atatürk bu işin öncülüğünü yapmıştır. Atatürk, sürekli müessese kurarak ve kurduğu müesseseleri yaşatarak Türk toplumunu demokrasiye hazırlamıştır. Kısaca Atatürk’ün otoriter rejiminin gerçek amacı da demokrasinin Türkiye’de yerleşebilmesi, yaşayabilmesi ve gelişmesi için gerekli ortamı hazırlamaktan ibaret geçici bir dönem olmuştur. (34)  Bu anlamda Türkiye’deki tek parti rejimi elbette totaliter sistemlerle mukayese edilemeyecek kadar farklıdır. Çünkü Atatürk, batılı anlamda demokratik olmayan bir toplumda, millî egemenlik ilkesini düşünce sisteminin temeli yaparak demokrasiyi hazırlarken, bir çok totaliter ideoloji hür bir milletleri köle haline getirmiştir.

Bu gerçeğe işaret eden siyaset bilimcisi Maurice Duvarger bazı tek parti yönetimlerinin gerek felsefeleri, gerek yapıları bakımından gerçek anlamda totaliter olmadıklarını belirttikten sonra, buna örnek olarak Türkiye’de uygulanan tek parti yönetimini göstermektedir. Ona göre: bu partinin, yani CHF’nın başta gelen özelliği demokratik ideolojisindedir. Bu ideoloji hiçbir zaman, Faşist ya da komünist partiler gibi bir tarikat ya da kilise niteliği taşımamış, üyelerine bir iman ve mistik bir düşünce empoze etmediği gibi, totaliter rejimlerde devamlı rastlanan “otorite savunusunun yerini Kemalist Türkiye’de demokrasi savunusu almıştır.” (35)  demektedir.

Marksizmin ve Faşizmin tenkidini, 1932-1935 arası Kadrocularında da görmekteyiz. Kadroculara göre, Türkiye’de bir sınıf mücadelesi yoktur. Dolayısı ile Kadro, “milletin hey’et-i umumiyesini bağlayan siyasî ve İktisadî kayıtlara karşı, milletin hey’et-i umumiyesinin isyanı demek olan millî kurtuluş hareketinde (bu hareketin gerekliliğine inanmış), bu hareketi duyan, koruyan ve yaşatan ileri unsurların rehber teşkilatıdır” Bu bakımdan millî bir vasıf taşıyan Türk İnkılabı’nı Kadrocular, hakim sınıfların hakimiyetine dayanan Faşizmden ve proleteryanın diktatörlüğünü ifade eden Marksizm’den ayırmaktadırlar. Ancak Türk İnkılabı’nın ideolojisini yine de “Türk Nasyonalizmi” olarak ifade etmektedirler. (36) 

Fakat Kadrocular Türk İnkılabı’nın İktisadî siyaset ve siyasî rejim konularında bilinen temel görüşleri paylaşmamışlardır. Onlar, özel teşebbüse karşı ve yaygın devletçilik anlayışları ile kendilerinin Marksist ve kollektivist oldukları kanısını uyandırmışlardır. Türk İnkılabı’nın doktriner bir nitelik taşımayan otoriter sistemini, “Millî Rehberlik Formu” ile bir çeşit ideolojik temele oturtma gayretleri ise Faşist bir temayül (yöneliş) olarak görülmüştür. Bütün bunları dayandırmak istedikleri “hareket ve tezat mantığı” yani diyalektik mantık ise tatbik edilmemiş veya keyfi tatbik edilmiş bir temenniden ibaret kalmıştır. 

Her şeyden önce Nazizm, Faşizm ve Marksizm gibi dogmatik totaliter ideolojiler, dogmatik kavramlara dayanmasına karşılık, Atatürkçülük akıl ve bilime dayanan yani zaman içinde değişen gerçekleri kabul eden bir düşünce sistemidir. (38) Atatürk’ün akla ve ilme verdiği önem, onun ilkelerinin de dogmatik ve totaliter bir nitelik kazanarak donup taşlaşmasını önler. (39)    Atatürk bu konuda: “Benim manevi mirasım ilim ve akıldır… Benim Türk milleti için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Benden sonra beni benimsemek isteyenler, bu temel mihver üzerinde akıl ve ilmin rehberliğini kabul ederlerse manevi mirasçılarının olurlar” (40) demek suretiyle, milliyetçiliğin akıl ve bilimle yükseleceği, gerçek milliyetçilerin kendi milletine hizmet edenler olduğu gerçeğini vurgulamış, bütün hayatı boyunca da bu düşüncesini tatbik etmiştir.

Stalin, Hitler ve Mussolini’nin tatbik sahasına koyduğu totaliter rejimlerde millet yeni yetişen genç nesiller olarak anlaşılmaktadır. (41)  Bu düşünceyle, Nisan 1926’da İtalya’da, 1 Aralık 1936’da da Almanya’da, genç neslin “disiplin ve ulusa hizmet” fikri ile yetişmesini amaçlayan kanunlar çıkarılmıştır. (42)

Ancak gerçek Atatürk milliyetçiliği, Türkiye Cumhuriyeti topraklarında yaşayan Türk halkının hak ve özgürlüklerine bir bütün olarak değer vererek ve onların ırk, din ve mezhep farkı gözetilmeksizin topyekün yükselmesi amacını güden bir milliyetçiliktir. Bu bakımdan Atatürk’ün anladığı manadaki milliyetçilik anlayışı, ırkçılık ve Faşizm gibi bir çok ulusları felakete sürüklemiş olan aykırı ideolojilerin düşmanıdır.

Ayrıca milletin, insanın insan tarafından sömürülmesine karşı olan ve İktisadî adaletsizlik yerine sosyal adaletin sağlanmadığını savunan Atatürk millîyetçiliği, Türk milletini tek yönlü fikir ve siyasî esarete götürebilecek olan milletlerarası Komünizme karşıdır. (43) 

Çağanızda adeta dinî inanç katılığındaki dogmatik ve totaliter ideolojilerin hakim olduğu toplumlar hür düşünceden de yoksundurlar. Bu ideolojilerde, kilise disiplininden daha sert bir tek tek parti hiyerarşisi ve disiplini vardır. Bu sebeple bu ideolojiler donmuş, kalıplaşmış, çağın gerisinde kalmış dogmalara saplanıp kalmışlardır. Halbuki Atatürk, gerçek hayatın dışında ve masa başında teoriler geliştirmemiştir. O, ülkesinin ve dünyanın gerçeklerini gözönünde tutarak düşüncelerini Millî Mücadele içinde safha safha açıklamış ve uygulamıştır. Bu sebeple Atatürk’ün akılcılığı, gerçekçiliği ve ilme verdiği önemden dolayı o, bu ideolojilerin içine düştüğü çıkmaza girmemiştir.”(44)

Atatürk, kişilere ve sosyal gruplara geniş hürriyet tanımakla, Türk milleti için totaliter bir idareye yer vermeyen hürriyet düzenini kabul etmiştir. (45)   

Dünyada çok kere milliyetçilik adına girişilen hareketler ve ileri sürülen düşüncelere ters düşen durumlar da olmuştur. Üstün ırk, üstün millet gibi aşırı iddialarla dünyaya hakim olma arzuları, özellikle Almanya, İtalya ve Japonya’yı felaketli sonuçlara ulaştırmıştır. Hitler, Mussolini ve Yaşida milliyetçi olduklarına, uluslarının yararına çalıştıklarına inanmışlardır. Ancak bu liderlerin şahsî hırsları uğruna, milletlerini savaşlara ve felaketlere sürükleyen azamet (büyüklük) sevdasına, milliyetçilik diyemeyiz. (46) 

Halbuki millî duygu, milletinin bütün fertlerini hiç bir sınıf farkı gözetmeksizin sevmek, millî menfaatlerimizi daima ön planda tutmak, Atatürk’ün insanlara değer veren milliyetçiliğinde saklıdır. Türk milleti ile işbirliği yapan bütün milletlere saygı duyan, mağrur olmaktan uzak, ulusal sınırlar içinde kendi gücüne dayanan, millî birlik ve beraberlik ülküsüne bağlı, dış düşmanlara karşı daima uyanık olan bir milliyetçilik anlayışı, (47) totaliter rejim anlayışları ile hiç bir zaman bağdaşamaz.

Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türk halkının Türk milleti olduğunu ve esas itibarı ile millî varlığın temelini, millî bilinçte ve millî birlikte gören Atatürk’ün milliyetçilik anlayışı,  Komünizm, Faşizm ve Nasyonal Sosyalizm gibi totaliter rejimlere karşı bir kalkan, uluslararası ilişkilerde bir benlik unsuru, ilerleme ve yükselmenin ise dinamizmini sağlayan itici bir güçtür. (48)

Osmanlı Devleti’nde Balkan felaketi ile daha da canlanan Türk millîyetçiliği, I. Dünya Savaşı’ndan sonra yaşanan mütarekenin Türk milletine yaşattığı zillet ortamında giderek Kemalist anlayıştaki Misak-ı Millî sınırlarını esas alan bir Anadolu millîyetçiliği fikrine dönüşmüştür. Ancak bu millîyetçiliği, daha önce İtalyan emperyalizmi ile mücadele etmiş Habeşistan veya Japon emperyalizmiyle mücadele eden Çin millîyetçiliği ile bir tutarak, Atatürk’ün anladığı manadaki milliyetçilik anlayışını, sadece yarı sömürge olmaktan kurtulma hareketi gibi görmek de mümkün değildir. Türkleri büyük bir tarih ve kültür farkı ile Uzakdoğu milletlerinden ayıran özellikleri dikkate almadan, sadece İktisadî faktörlerden hareket ederek Uzakdoğu’daki millî direnişler ile Türk Millî Mücadelesi’ni aynı kefeye koyan Sosyalist görüş, burada tarih ve kültür farkını gözardı etmektedir. Yine bu cümleden olarak Türk millîyetçiliği Fransız, Alman, İtalyan millîyetçilikleri ile karıştırılmamalıdır. Dünyanın bütün millîyetçilikleri bugüne kadar, şiddetle kendilerini komşu devletlere karşı koruma içgüdüsünden doğmakla beraber, içinden çıktıkları millî bünyenin talep ettiği hususi bir tekamülü (gelişme) takip etmişlerdir. Bu bakımdan Osmanlı’yı bile reddeden Cumhuriyet dönemi millîyetçiliği kesinlikle Türk’tür. Onu kendi kendisi olmaktan men edecek her düşünceye, her harekete karşı millî bir mukavemetle dimdik ayakta tutan şey de yalnızca budur. (49) 

Dolayısıyla Atatürk’ün anladığı manadaki milliyetçilik anlayışında ilk önce göze çarpan husus, topluma yabancı düşmeyecek ve çağdaş medeniyet seviyesine ulaşırken kendi kendisine yabancılaşmayacak her fikre açık olmakla birlikte; yabancı devletlerin sosyal bünyelerindeki ihtiyaçlarından doğan, ancak, Türk milletinin sosyal bünyesi ile uyuşamayacak bütün fikirleri reddetmesidir. 

Türk Yurdu, Mart-Nisan-Mayıs 1999 /139-140-141, s. 303-310

[1] Yard. Doç. Dr., Pamukkale Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü, Öğretim Üyesi.

 

Kaynaklar

  1. Münci Kapanı, Kamu Hürriyetleri (Doktrin ve Pozitif Hukuk Gelişmeleri, Hürriyetlerin Korunması Problemi), Ankara 1964, s. 85.
  2. Kapani, g.e., s.86.
  3. Burada söz konusu edilen Türk halkıdır.
  4. Çünkü Fransız İhtilali ile birlikte yayılan milliyetçilik haraketlerinin temel felsefesinde, millî egemenlik ilkesi yatmaktadır. Bu kavram hürriyet, eşitlik, demokrasi kavramları ile birlikte düşünülmüştür. 
  5. Kapanı, g.e.,s. 87; Ercüment Kuran, Atatürkçülük Ü- zerine Denemeler,Ankara 1981, s. 22-23, 31, 35, 38; Ergun 
  6. Özbudun, “Siyasî Lider Olarak Atatürk,” Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, 2, Sayı 6, Ankara Temmuz 1986, s. 657; 
  7. Utkan Kocatürk,_Atatürk ‘iin Fikir ve Düşünceleri,Turhan Kitb. Yay., 1984, s. 220-223; Diktatörlükle ilgili olarak ayrıca bkz. Turhan Feyzioğlu, Demokrasiye ve Diktatörlüğe Dair (Afaka/e/er), İstanbul 1957.
  8. Kapani, g.e., s.88; Özbudun, a.g.m., s.658-667.
  9. Ergun Özbudun, “Atatürkçü Düşünce Sisteminin De­mokrasiye Yönelik Niteliği,” Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,(Türkiye’de Demokrasi Hareketleri Konfe­ransı), C. 4, Sayı 1, 6-8 Kasım Ankara 1985, s. 170.
  10. Kapani, g.e.,s. 92-93.
  11. Kapani, g.e.,s. 93-97; Hürriyet anlayışı ile ilgili olarak bkz. Enver Ziya Karal, Atatürk’ten Düşünceler,İstanbul 1986, s. 157-158.
  12. Kapani, g.e.,s. 98-99; Atatürk’ün gerçekçilik politi­kası ile ilgili olarak bkz. Özbudun, “Siyasî Lider Olarak Ata­türk,” s. 652-656; Kuran, a.g.e.,s. 44, 50, 58.
  13. Kapani, g.e., s.101; Kocatürk, a.g.e., s. 186-188, 211- 212; Mustafa Yılmaz, Adilli Mücadele’de Yeşil Ordu,Ankara 1987, s. 126-133, 140-144; Feridun Kandemir,Atatürk’ün Kurduğu Türkiye Komünist Partisi ve Sonrası, İstanbul 1965, s. 111-115,183.
  14. Kapani, g.e.,s. 101-102; Kocatürk, a.g.e.,s. 75.
  15. Kocatürk, g.e., s.24-31, 178-181, 185; Orhan Erman,
  16. Yılmaz Bilgin, Tahir SosyaI, “Atatürk’ün Türk Milliyetçiliği,”
  17. Atatürk ve Diyarbakır,Diyarbakır 1981, s. 260; Bilal Başar,
  18. “Atatürk İlkeleri,” Atatürk ve Diyarbakır,Diyarbakır 1981, s.168.
  19. İnan, g.e.,s. 40; Kocatürk, a.g.e.,s. 186-187.
  20. Taner Timur, Türk Devrimi Tarihi Anlamı ve Felsefi Temeli,Ankara 1968, s. 152.
  21. Timur, g.e.,s. 126-127.
  22. Timur, g.e.,s. 127; Kocatürk, a.g.e., s.183; Cahit Tanyol, Atatürk ve Halkçılık, Ankara 1981, s. 64-70.
  23. Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri,(1906-1938), C. III, Ankara 1981, s. 20, 33,35.
  24. Söylev ve Demeçler, III, s. 20; Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri(1906-1938), C. I, Ankara 1981, s. 94-101.
  25. Söylev ve Demeçler, I, s. 101.
  26. Timur, g.e,s. 127-128; Kandemir, a.g.e,s. 122; Söylev ve Demeçler, C. III, s. 20; Mete Tunçay, Türkiye’de Sol Akımlar, (1908-1925), İstanbul 1978, s. 168.
  27. Söylev ve Demeçler, III, s. 99.
  28. Söylev ve Demeçler, III, s. 51 -52.
  29. Tunçay, g.e.,s. 171-172; Kandemir, a.g.e., s.113- 118; Yılmaz, a.g.e., s. 134-139.
  30. Timur, g.e.,s. 130.
  31. Timur, g.e.,s. 130-131; Söylev ve Demeçler,C. I, s. 136.
  32. Feyzioğlu, g.e.,s. 74; İnan, a.g.e,s. 40-41.
  33. İnan, g.e,s. 29-30; Kocatürk, a.g.e,s. 242.
  34. İsmet Giritli, Kemalist İdeoloji, Siyasî ve Ekonomik Yönleri,Yaşar Eğitim ve Kültür Vakfı Yay., 1981, s. 18; Ahmet Yeşil, Türkiye’de Çok Partili Hayata Geçiş,Ankara 1988, s. 15.
  35. Maurice Duvarger, Siyasî Partiler,Çev. Ergun Özbudun, Ankara 1974, s. 358-362.
  36. Timur, g.e.,s. 142-143; Şevket Süreyya Aydemir, İn­kılap ve Kadro,İstanbul 1986, s. 164-167, 219, 221, 225-227; Temuçin Faik Ertan, Kadrocular ve Kadro Hareketi, Ankara 1994, s. 79, 144.
  37. Timur, g.e., s.145; Ertan, a.g.e.,s. 95-113, 118-125.
  38. Giritli, g.e.,s. 7.
  39. Turhan Feyzioğlu, “Atatürk ve Fikir Hayatı,” Atatürk İl­keleri ve İnkılap Tarihi II, Atatürkçülük,Ankara 1986, s. 118.
  40. Feyzioğlu, g.m.,s. 118.
  41. Brzezinski-Z. Friedrich, Totaliter Diktatörlük ve 0- tokrasi,Çev. Oğuz Onaran, Ankara 1964, s. 41.
  42. Brzezinski-Friedrich, g.e.,s. 42.
  43. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, “Gerçek Atatürkçülük,” A- tatiirkçiilük Nedir?İstanbul 1980, s. 43; Kocatürk, g.e.. s. 179, 187.
  44. Feyzioğlu, g.m.,s. 117.
  45. Giritli, g.e.,s. 27; Feyzioğlu, a.g.m.,s. 143; İnan, a.g.e., s. 58.
  46. Orhan Bilgin Tosyalı-Tosyah Tahir Yılmaz, “Ata­türk’ün Türk Milliyetçiliği,”.Atatürk ve Diyarbakır,Diyarbakır 1981, s. 260.
  47. Tosyah-Yılmaz, g.m., s.260-261; Kocatürk, a.g.e., s. 173, 174, 181, 183.
  48. Asım Duman, “Atatürk İlkeleri ve Devrimleri,” Atatürk ve Diyarbakır,Diyarbakır 1981, s. 190; Kocatürk, a.g.e., s. 183,186-188.
  49. Peyami Safa, Türk İnkılabına Bakışlar,Ankara 1981, s. 185-186.

Yazar
Nevzat GÜNDAĞ

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen