Almanya-ABD güvenlik ortaklığı çatırdıyor mu?

İkinci Dünya Savaşı sonrasında ABD’nin Avrupa’da oynadığı rol çerçevesinde, bu ülkenin kanatları altında ekonomik gelişmesine odaklanan Almanya, bu sayede bir yandan dünyanın en büyük dördüncü ekonomik gücü olurken bir yandan da Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte Doğu Almanya’yı ilhak ederek birliğini sağladı. İki Almanya’nın birleşmesinin ardından, Almanya’nın tekrar eski hegemonik politikalarına dönme riski, özellikle Avrupa’da hep tartışıldı. Ancak Hıristiyan Demokrat Başbakan Helmut Kohl zamanında Almanya, Batı dünyasında ABD’nin liderliğini sorgulayacak adımlar atmaktan kaçınmaya devam etti. Sosyal Demokrat Gerhard Schröder’in 1998-2005 arasındaki başbakanlığı döneminde Almanya’nın, 2003 Irak Savaşı sırasında olduğu gibi, Washington’dan ziyade Paris ve Moskova ile ortak hareket ettiği görüldü. Ancak Hıristiyan Demokrat Başbakan Angela Merkel ile birlikte Berlin-Washington-Paris ekseni yeniden inşa edildi.

*****

Prof. Dr. Kemal İNAT[i]  

Donald Trump’ın Washington’da başkanlık koltuğuna oturmasının ardından ABD’nin birçok müttefikiyle ciddi sorunlar yaşadığı görülüyor. Bunlardan birisi de gerek Avrupa Birliği’nin (AB) gerekse NATO’nun önemli üyeleri arasında yer alan Almanya. Obama döneminde ABD ile oldukça yakın ilişkilere sahip olan ve Atlantik’in öte yakasındaki müttefikini güvenlik ve siyaset alanlarında lider kabul eden Almanya, yeni ABD başkanıyla ciddi sorunlar yaşamaya başladı. Gerek Trump ve yardımcısı Mike Pence’in gerekse Berlin’deki Büyükelçisi Richard Grenell’in Almanya’yı hedef alan eleştiri ve tehditleri Almanya’daki birçok politikacının huzurunu kaçırmış durumda. Hatta bu huzursuzluk, ABD ile ilişkilere her zaman en fazla önem veren ve iş çevrelerinin partisi olarak bilinen Hür Demokrat Parti (Freie Demokratische Partei [FDP]) Başkan Yardımcısı Wolfgang Kubicki’nin hükümetten ABD Büyükelçisi Grenell’in istenmeyen kişi (persona non grata) ilan edilmesini talep etmesine kadar vardı.

Donald Trump’ın, yardımcısı Mike Pence’in ve ABD’nin Berlin Büyükelçisi Richard Grenell’in Almanya’yı hedef alan eleştiri ve tehditleri, Almanya’daki birçok politikacının huzurunu kaçırmış durumda.

Askeri harcamaların azaltılması

Kubicki’nin bu talebinin arkasındaki temel neden, Amerikan Büyükelçisinin diplomatik geleneklere aykırı olarak, elçi olarak bulunduğu Almanya’nın içişlerine müdahale anlamına gelecek açıklamalar ve eylemlerde bulunmasıydı. Grenell’in son skandalı, Maliye Bakanı Olaf Scholz tarafından açıklanan bütçe tasarısına yönelik eleştirileri oldu. Bu tasarıya göre Almanya’nın askeri harcaması, ABD’nin NATO üyeleri için talep ettiği gayrisafi yurtiçi hasılanın (GSYH) yüzde 2’si sınırının altında kalıyordu. Almanya 2020 yılı için askeri harcamasını GSYH’nin yüzde 1,37’si oranına çıkarıyor, ancak sonraki yıllar için yeniden bir düşüş öngörüyordu. Bu planın açıklanması üzerine, Amerikan Büyükelçisi Grenell “Almanya’nın zaten kabul edilemez oranda düşük olan askeri harcamalarını daha da düşürmeyi planlaması diğer NATO üyeleri için rahatsız edici bir sinyal olacaktır” sözleriyle rahatsızlığını dile getirmişti. Daha önce de Almanya’yı ve Alman şirketlerini Kuzey Akım-2, İran yaptırımları ve Huawei şirketiyle iş yapma konularında uyaran Grenell’in bu ifadeleri, birçok Alman siyasetçi için bardağı taşıran son damla oldu ve Alman medyasında Amerikan Büyükelçisini eleştiren çok sayıda haber ve analiz yayımlandı.

Ticarî üstünlüğü koruma arzusu

Trump ve elçisinin Almanya’ya yönelik tavrını ülkelerinin egemenliğine saygısızlık olarak gören Alman siyasetçileri rahatsız eden diğer sorun alanlarına biraz daha yakından bakıldığında, bunların tamamının Almanya’nın ekonomik çıkarlarıyla yakından ilgili olduğu görülüyor. Avrupa’nın en büyük ekonomik gücü olan Almanya, bu gücünü devam ettirebilmek için özellikle ticaret devleti olmasının avantajını korumak istiyor. Bu çerçevede diğer bütün dünya ülkeleriyle olduğu gibi, ABD yaptırımlarının hedefi olan İran, Rusya ve Çin ile de ticaretini ve yatırım ilişkilerini sürdürmek istiyor. ABD ise kendi güvenlik tanımlamalarına göre, bu ülkeleri Batı’nın çıkarları için tehdit olarak görüyor ve müttefiklerinin de bu politikasına ayak uydurmalarını bekliyor. Kendisini NATO ittifakının doğal lideri olarak gördüğü için, müttefiklerine bu yönde baskı yapabileceğini düşünüyor.

İki ülke arasındaki meselelerde ABD yönetiminin takındığı dayatmacı tavrın, Almanya’yı ABD ile var olan güvenlik ortaklığının geleceğine dair nasıl bir tutum izlemeye sevk edeceği sorulmaya değer bir sorudur

Enerjide Rusya’ya bağımlılık

Almanya ise İran, Rusya ve Çin konusunda Trump yönetiminin izlediği politikaların rasyonel olduğunu düşünmüyor. Özellikle Rusya konusunda Berlin’in ABD’nin politikasından ayrıştığı görülüyor. Ekonomik büyümesinin sürdürülebilir olması açısından çok önemli gördüğü enerji arz güvenliği konusunda en önemli tedarikçisi olan Rusya ile yakın çalışmayı sürdürmek isteyen Almanya, Ukrayna gibi Doğu Avrupa ülkelerinde yaşanan ve ortaya çıkabilecek yeni çatışmalardan etkilenmeyecek şekilde, Rusya’dan Baltık denizi altından doğrudan kendi topraklarına ulaşacak boru hatlarına yatırım yapmayı önceliyor. Bu çerçevede yapımına başlanan Kuzey Akım-2 doğalgaz boru hattı Almanya’nın önemli enerji projeleri arasında görülürken, Amerikan Büyükelçisi Grenell’in doğrudan bu projeyi hedef alan açıklamalar yapması ve projenin inşasına katkıda bulunacak şirketleri ABD yaptırımlarıyla tehdit etmesi Berlin’de büyük endişeyle karşılandı. Söz konusu boru hattıyla Alman topraklarına ulaşacak gazın bir kısmının diğer AB ülkelerine de ulaştırılacak olmasından dolayı, proje aynı zamanda AB enerji politikalarını da ilgilendiriyor. ABD’nin AB nezdindeki Büyükelçisi Gordon Sondland’ın “Henüz bu projeyi durdurmak için bütün araçları kullanmadık” şeklindeki tehdidi de Berlin’deki endişenin artmasına yol açtı. Trump ve Avrupa’daki elçilerinden gelen eleştiri ve tehditlere rağmen Alman hükümeti geri adım atmadı; projenin tamamlanması yönündeki politikasını sürdürmeye devam ediyor.

ABD’nin Kuzey Akım-2’nin durdurulması konusunda Almanya’ya yönelik baskıları ise hem güvenlik hem de ekonomik gerekçelerle açıklanabilir. Güvenlik açısından bakıldığında, ABD yönetimi, Ukrayna ve Gürcistan’ın toprak bütünlüğüne yönelik saldırıda bulunan ve Avrupa’da zehirli maddelerle muhaliflere yönelik suikastlar düzenlediği düşünülen Rusya’nın, ekonomik işbirlikleriyle ödüllendirilmemesi gerektiğini düşünüyor. Obama döneminden beri Moskova’nın saldırganlığına karşı ülkelerinin pasif bir politika izlediğini düşünen ve bundan rahatsız olan ABD’deki sert güç taraftarları, Rusya’nın çevrelenmesine yönelik bir politikaya yönelirken, Almanya gibi müttefik ülkelerin de bu politikaya destek vermesini bekliyorlar. Bunun yanında Almanya’nın enerji konusunda zaten belirli oranda bağımlı olduğu Rusya ile yeni enerji işbirliklerine girmek yerine, ABD’den sıvılaştırılmış kaya gazı alması gerektiğini düşündükleri söylenebilir. Almanya’nın bir yandan Rusya ile gaz ve petrol anlaşmaları yapıp bu ülkeye milyarlarca dolar öderken, kendisini Rusya karşısında koruması için ABD’den yardım beklemesini eleştiren Trump’ın Almanya’yı enerji konusunda tamamen Rusya’ya bağımlı ilan eden konuşmaları, Washington ile Berlin’in ilişkilerinin geldiği noktayı göstermesi açısından önemli.

İran’a yönelik yaptırımlar

Almanya ile ABD arasında ekonomik yönü ağır basan sorunlardan bir diğeri de İran yaptırımları konusu. 2015 yılında ABD’nin de katılımıyla imzalanan İran Nükleer Anlaşması’nın (Joint Comprehensive Plan of Action [JCPOA]) ardından 2016’da kaldırılan yaptırımlarla birlikte, bu ülkeyle ekonomik ilişkilerini geliştirme konusunda en fazla adım atan ülkelerden biri Almanya idi. İran’ı ihracat ürünleri için gelişmekte olan bir pazar olarak da değerlendiren Almanya, aynı zamanda bu ülkedeki yatırımlarını da hızlı bir şekilde artırmayı planlıyordu. Ancak Trump’ın başkan olmasıyla birlikte JCPOA’dan çekilen ABD’nin İran’a yönelik yaptırımları yeniden yürürlüğe koyması ve bu yaptırımlara aykırı davranacak şirketlere yaptırım uygulayacağını ilan etmesi, Alman şirketlerinin İran’ı terk etmesine yol açtı ve bu durum da Alman hükümetini ciddi şekilde rahatsız etti. Bu meselede Washington ile doğrudan çatışmak istemeyen Almanya’nın, yanına Fransa ve Birleşik Krallık gibi diğer Avrupa ülkelerini de alarak JCPOA’ya sahip çıkmaya ve Amerikan yaptırımlarına karşı koymaya çalıştığı görüldü. Bu çerçevede kurulan Instex şirketi çerçevesinde oluşturulan bir takas mekanizmasıyla ABD yaptırımlarını bypass etmeye çalışan Berlin ve diğer Avrupa başkentlerinin, bu çabalarının bugüne kadar genel olarak başarısız kaldığı görülüyor. İran konusunda ABD’nin kendi iç hukuku çerçevesinde aldığı yaptırım kararlarını (müttefikleri dahil) diğer ülkelere dayatması, Washington’un baskıları karşısında bunalmış Almanya’nın Trump yönetimine bakışını daha da olumsuzlaştırıyor.

Huawei yaptırımı

Berlin’in Washington’dan gelen dayatmalar konusunda rahatsızlık duyduğu bir başka konu da Çin merkezli Huawei şirketine yönelik yaptırımlar. Casusluk ve İran yaptırımlarına aykırı davranmak suçlamasıyla bu firmaya karşı yaptırım uygulayan ABD, Almanya’nın 5G teknolojik altyapısının inşasına yönelik ihaleye Huawei’yi dahil etmemesi konusunda uyarılarda bulunuyor ve bu uyarıların dikkate alınmaması durumunda Berlin ile istihbarat işbirliğine son vereceği tehdidini öne sürüyor. İki ülkenin NATO çatısı altında müttefik olmaları ve Berlin’in dünyanın birçok bölgesindeki ABD liderliğindeki askeri operasyonlara verdiği destek düşünüldüğünde, Trump yönetiminin Almanya’yı istihbarat paylaşımını kesmekle tehdit etmesinin Berlin’de yol açtığı rahatsızlık ve endişenin boyutları anlaşılabilir.

Güvenlik ortaklığının geleceği

İki ülke arasındaki bu meselelerde ABD yönetiminin takındığı dayatmacı tavrın Almanya’yı ABD ile var olan güvenlik ortaklığının geleceğine dair nasıl bir tutum izlemeye sevk edeceği sorulmaya değer bir sorudur. İkinci Dünya Savaşı sonrasında ABD’nin Avrupa’da oynadığı rol çerçevesinde, bu ülkenin kanatları altında ekonomik gelişmesine odaklanan Almanya, bu sayede bir yandan dünyanın en büyük dördüncü ekonomik gücü olurken bir yandan da Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte Doğu Almanya’yı ilhak ederek birliğini sağladı. İki Almanya’nın birleşmesinin ardından, Almanya’nın tekrar eski hegemonik politikalarına dönme riski, özellikle Avrupa’da hep tartışıldı. Ancak Hıristiyan Demokrat Başbakan Helmut Kohl zamanında Almanya, Batı dünyasında ABD’nin liderliğini sorgulayacak adımlar atmaktan kaçınmaya devam etti. Sosyal Demokrat Gerhard Schröder’in 1998-2005 arasındaki başbakanlığı döneminde Almanya’nın, 2003 Irak Savaşı sırasında olduğu gibi, Washington’dan ziyade Paris ve Moskova ile ortak hareket ettiği görüldü. Ancak Hıristiyan Demokrat Başbakan Angela Merkel ile birlikte Berlin-Washington-Paris ekseni yeniden inşa edildi.

Bush ve Obama dönemlerinde büyük ölçüde sorunsuz devam eden bu ittifak, Trump’ın ABD başkanı olmasıyla birlikte büyük meydan okumalarla karşı karşıya kaldı. Ülkesinin Almanya’ya sunduğu güvenlik şemsiyesi karşılığında Berlin’in agresif ticaret politikasının mağduru olduğunu düşünen Trump, bir yandan bu “haksızlığa” son vermeye çalışırken bir yandan da İran, Rusya ve Çin’den kaynaklandığını düşündüğü tehditlere karşı da Almanya’yı kendisiyle aynı “hizaya getirme” arzusunda. ABD-Almanya güvenlik ve ekonomik ortaklığının Trump’tan gelen bu baskılara dayanacak kadar esnek olup olmadığını ise zaman gösterecek. Eğer bu ortaklık yeterince esnek değilse ve kırılırsa, bunun bütün Avrupa ve dünya açısından ciddi sonuçları olacaktır.

———————————————-

Kaynak:

https://www.aa.com.tr/tr/analiz/almanya-abd-guvenlik-ortakligi-catirdiyor-mu/1454692

————————

[i]  Prof. Dr. Kemal İnat Sakarya Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesidir

Yazar
Kırmızılar

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen