Prof. Dr. Yelda Ongun: Sadece AB Değil, BM, NATO, DSÖ Gibi Uluslararası Kuruluşların Gelecekleri de Sorgulanacak

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Başkanı Zeki Bodur, Başkent Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı Başkanı Prof.Dr. Yelda Ongun ile “Korona Sonrası Yeni Dünya Düzeni ve Rusya” başlığı altında bir söyleşi gerçekleştirdi.

****

Zeki Bodur: Virüs doğal olarak gelişip insanlara geçen bir virüs mü yoksa biyolojik harp vasıtası olarak üretilip bilerek ve /veya kazara yayılan bir virüs mü?

Yelda Ongun: Bu konuda bilim adamlarının açıklamasına baktığımızda şunu görüyoruz: Evet teorik olarak laboratuvarda  yapılabilir ancak bu virüsün böyle oluşuğunu gösteren hiçbir bilgi olmadığı açıklanıyor. Yine bilim adamları mutasyana kolay uğrayabilen bir virüs olduğundan genetik yapısının doğada bulunan korona virüslere çok benzediğinden bahsediliyor. 2002 yılında SARS, yaklaşık bir 8-10 yıl sonra MERS, bundan 10 yıl kadar sonra da Covit 19. Uluslararası bilim ekibi tarafından yapılan bir çalışmada, Covid -19’un doğal  kökenlerinin bulunduğu ve tamamen evrim yoluyla oluştuğu sonucuna varıldığına ilişkin bir açıklama yayınlandı. Bu tür bir pandemi sürprizde değil, aniden ortaya çıkmışta değil. Beklenen bir durum aslında. Salgın hastalıklar ve tıp tarihi uzmanı Yale Üniversitesi’nden  Profesör Frank Snowden, göre bu tip salgınlar “rastgele” ortaya çıkmıyor. Prof. Snowden dört nedenden bahsediyor: Bunlardan ilki İnsanların doğal yaşama müdahalesi, diğeri  kentleşme üçüncüsü  küreselleşme ve son neden de  devletlerin hazırlıksız olması bu sağlık krizinin pandemiye dönüşmesine neden oluyor. Snowden’e göre; 1997’den bu yana virologlar  bu olayları öngörüyordu. ABD Senatosu ve Temsilciler Meclisi küresel pandemi sonucu 2 trilyon dolarlık virüs paketini oyladı. Dünya ekonomisi ve her bir ülkenin ekonomisine etkisini düşünüldüğünde hazırlık amaçlı önceden alınabilecek önlemlerin bütçesinin acil durum tedbirleri bütçesinden az olduğunu değerlendiriyorlar. Özetle, yaklaşık sekiz ya da on yıl sonra yeni bir pandemi olabilir ve aynı hataları tekrarlayarak farklı sonuçlar beklemek çok mantıklı değil. Halde ve gelecekteki salgınlar için hem insanların hem de devletlerin yapması gereken dersleri çıkarılmalıyız. 

Zeki Bodur: Pandeminin küresel sistem üzerine jeoekonomik, jeopolitik, ve jeostrtratejik etkileri ne olabilir?

Yelda Ongun: Salgın etkisini sürdürmeye devam ederken bir yandan da “yeni bir dünya düzeni” nin başlamakta olduğu tartışmaları yapılıyor. Bu tartışmalarda salgın sonrası düzene ilişkin öne çıkan noktaları şu şekilde özetleyebilir:

  • Küreselleşmenin artık düşüşe geçtiği, aslında sanıldığı kadar güvenilir olmadığı gerçeği. Buradan çıkarılan dersle devletlerin birbirleriyle bu kadar entegre olduğu bir dünyaya eskisi kadar itibar etmeyecekleri. Bu noktada deglobalization akımının diğer bir deyişle küreselleşmenin geri çevrilmesi sürecinin hızlanacağı değerlendirilmektedir.
  • Bir diğer nokta; liberalizmin düşüşe geçeceği ve ulus-devlet olgusunun, milliyetçiliğin yükseleceği öngörülmektedir. Ancak bu sürecin zaten salgın öncesinde başladığını söylemek yanlış olmayacaktır. Neo-liberal politikaların neden olduğu sorunlar, ABD’nin artık dünyanın tek lideri olmadığı salgın öncesi de tartışılmaktaydı. Sizinde bildiğiniz gibi Sovyetler Birliği yıkıldıktan sonra ABD’nin başını çektiği tek kutuplu dünya düzenine ilk meydan okuyuş 2007 yılında düzenlenen Münik Konferansında Putin tarafından dile getirilmişti. Üstelik Rusya yalnızda değildi. Çin ve Hindistandan destek görmüştü. Örneğin Stephen Walt, salgından çok daha önce milliyetçiliğin yükselişinin süreceğini, daha az hür bir dünya düzeninin ortaya çıkacağını söylüyordu. Brookings Enstitüsünden Menon daha fakir ve daha küçük bir dünyaya evrileceğimizi vurguluyordu. ABD, dünya savunma harcamasının ve silah ihracatını elinde bulunduran ve pek çok yerde üssü bulunan bir ülke. Ancak bakın bir virüs karşısında ne kadar çaresiz kaldı. Neoliberal politikanın baş aktörü bu süreçte son derece başarısız bir sınav verdi. Bakın ABD’deki olaylar aslında Batı dünyasının içine girdiği yapısal krizin dışa vurumudur. Olayları sadece ırkçılığa bir tepki olarak değerlendirmek eksik bir analiz olur. Neo- liberal düzene karşı birikmiş öfkenin bir tezahürüdür. İnsanları metalaştıran, sınıfsal uçurumu artıran neo-liberal ekonomik düzene tepki. ABD’de ırkçı saldırılar ve bu tür olaylar ilk değil ancak günümüzde meydana gelen sokak olaylarının bu kadar uzun sürmesi, yağmalara özellikle lüks mağazaların talan edilmesine yol açması, diğer halk hareketlerinden farklı olması korona salgınının yaşandığı döneme denk gelmesinden kaynaklanıyor. Salgın nedeniyle hayatını kaybedenlere baktığımızda çoğunluğun siyah Amerikalılar olduğunu görüyoruz. Çünkü bu kesim yapmakta oldukları işler nedeniyle virüse en fazla maruz kalan kesim. Ayrıca salgın sırasında alınan ekonomik tedbirler neticesinde en fazla işten çıkarılanlar da bunlar. Bir de ABD’nin yönetiminde Trump gibi bir liderin oluşu da yani ırkçılığı savunan, halkı kutuplaştırarak siyaset yapan hatta elinde İncil’le poz vererek dini siyasete alet eden bir liderin oluşu da yine olayların eskisinden farklı tezahür etmesinde önemli bir etken. Tekrar başa dönecek olursak, ABD’nin salgın sürecinde bu kadar felç olması bundan böyle uluslararası sistemde önemli değişikliklerin olacağının göstergesi.
  • Yine pandemi sürecinin gösterdiği pek çok ülkenin sağlık sisteminin ve krizlerle mücadele etmek konusunda devletlerin ne kadar yetersiz olduğu gerçeğidir. Bugüne kadar medeniyetin beşiği Batı idi. Batı’nın üstünlüğü, Batı’nın değerleri vs. tüm bunlar yerle yeksan oldu. Batı Medeniyeti imajı zedelendi.
  • AB bu sınavda başarısızdı. Ekonomik anlamda da. İki ihtimal var ya ABD tekrar tıpkı İkinci Dünya Savaşı sonrasında olduğu gibi Avrupa ülkelerini fonlayacak ve güçlendirip etkisi altına alacak ya da bu ülkeler üzerinde Çin’in nüfuzu güçlenecek. Zaten salgın sırasında oldukça şaşırtan görüntülere lahit olduk. Hangimiz hayal ederdik ki, AB ve NATO üyesi İtalya sokaklarında Rus askerlerini göreceğimizi. Konvansiyonel silahların sözünün geçmediği görüldü. AB, üye ülkelerine yardım götürmekte gecikti. AB’den gelmeyen yardım Çin ve Rusya’dan geldi. Zaten İtalya Başbakanı Conte“ AB meğerse hikâyeden ibaretmiş” dedi. Nice sonra AB Komisyonu Başkanı UrulaVon der Leyen ortaya yeni bir Marshall Planı attı. Polonya, Portekiz, Yunanistan’a 37 milyar euroluk destek paketleri onaylandı ama dediğim gibi geç oldu… zaten devletler kendi başlarının çaresine bakmaya başlamışlardı.
  • Yine bu süreçte küresel aktörlerin öncelikle kendi ekonomik çıkarlarını düşündükleri, sağlık sistemlerine yatırım yapmadıkları, savunma sistemine harcama yaptıkları, kimseden kimseye fayda olmadığı görüldü. AB bu süreçten sonra dağılır mı? Sanmam bugünden yarına değil ama bundan böyle siyasi entegrasyonu gerçekleştirmesi zor. Ayrıca belki dağılmayacaktır ama hiçbir şey olmamış gibi de devam etmesini beklememek gerek. Bu süreç atlatıldıktan sonra her şeyin muhasebesi yapılacaktır. Mesela ABD’nin bu döneme kadar Ortadoğu’da, Afganistan’da hovardaca harcadığı paralar bu arada sağlık sistemine yatırım yapmaması tüm bunlar muhtemelen sorgulanacaktır. Zaten bu süreçten sonra insana, iklime, doğaya, sağlık sistemine yatırım yapan devletlerin daha başarılı olduğunu göreceğimiz bir sürecin başlayacağını düşünüyorum. Ayrıca yaşananlar safları, ittifakların oluşumunu etkileyecektir.
  • Bundan sonra muhtemelen daha kapalı bir Avrupa göreceğiz. Almanya, Fransa, Danimarka gibi ülkeler sınırlarını kapattı evet şimdilerde turizm için yeniden açılmaya başladı ama öncesinde de biliyorsunuz göçmenleri istemeyen, aşırı sağ partilerin tüm Avrupa’da son yıllarda Avrupa’da yükselişe geçtiğini, oy oranlarını artırdıklarını görmüştük.
  • Sadece AB değil, BM, NATO, DSÖ gibi uluslararası kuruluşların geleceklerinin sorgulanacağı öngörülmektedir.
  • ABD’nin “önce Amerika” politikası gibi şimdi İngiltere, Fransa gibi ülkelerinde “önce İngiltere” veya “önce Fransa” gibi yaklaşımların ortaya çıkacağı tartışılmaktadır.
  • Yeni dünya düzeninde Çin’in başat güç olarak ortaya çıkmasına kesin gözü ile bakılmakta. Çin’in salgın sürecinde pek çok ülkeye yardım götürdüğünü gördük. İronik olarak salgının çıktığı ülke aynı zamanda kendisini salgınla mücadelede ön plana çıkardı başarılı bir sağlık diplomasisi yürüttü. Çin’in salgın sürecinde yardım götürdüğü ülkeleri salgın sonrasında kendi nüfuz alanına alma ihtimali akla gelmekte.
  • Bir diğer noktada çok -uluslu şirketler. Küreselleşmenin azalmasıyla artık bu şirketlerin kendi ülkelerine dönüşü söz konusu olabilir. Burada karşımıza iş gücü maliyeti çıkıyor. Bu sorunu da karşılayabilmek için robotların kullanılması yaygınlaşacaktır. Bu da işsizliğin artması anlamına gelir. Daha fakir ve işsizlik oranının çok daha fazla olduğu bir dünya.
  • Yeni dönemde devletin tanım ve itibarı salgınlar ve ani krizlerle ne derece başa çıkabildiği, bu süreçlerde ne derece başarı gösterebildiği ile ölçülecektir. Bu da yeni dönemde devletin rolünün artacağını ve otoriter devletlerin, otoriter hükümetlerin ağırlık kazanacağı anlamına gelir.
  • Salgın sonrası tüm dünya ekonomik bir kriz içine girecektir. İktisatçılar bu krizi dünyanın 1929, 2008 krizinden daha ağır atlatacağını öngörmekteler.
  • Yeni dönemde nükleer silahların yerini biyolojik saldırılar, siber saldırıların alacağı, dünyanın yeni güvenlik tehditleri ile karşı karşıya kalacağı değerlendirilmektedir.
  • Yine yeni süreçte daha digital bir dünya içinde olacağız muhtemelen. Bakın küreselleşme düşüşe geçiyor diyoruz ama bir taraftan da küreselleşmenin nimetlerinden de bu süreçte faydalandık. Digital ortamlarda derslerimizi verdik, şu anda yine bu röportajı bu sayede yapıyoruz.

Zeki Bodur: Salgının Rusya ‘ya etkileri ne olmuştur? Rusya’nın salgın sonrasında geleceğe yönelik olarak küresel sistemdeki yeri ne olacak?

Yelda Ongun: Rusya bu süreçle ne kadar başa çıkabildi, etkileri ne oldu? Öncelikle ondan biraz bahsetmek gerekir. Başta Rusya’da hem vaka sayısı hem de ölüm oranları düşüktü. Hatta o süreçte -dış politikasında genellikle sert güç kullanan – Rusya yumuşak gücü devreye soktu ve başarılı bir kamu diplomasisi sürdürdü. AB ülkelerine, hatta ABD’ye maske, önlük, solunum cihazı, tıbbi personel desteği verdi. Ancak Nisan ayının ortalarına doğru Rusya’da tablo değişmeye başladı. Vaka ve ölüm sayıları arttı. Bu aynı zamanda referandumun yapılacağı döneme denk geldi. Biliyorsunuz Putin’in süresi 2024’te dolacak ancak Putin iktidarını iki dönem daha uzatma konusuna yeşil ışık yaktı. Eğer herşey yolunda giderse Putin’in 2036’ya yani 84 yaşına kadar iktidarda kalmasının önü yeni anayasa ile açılmış olacaktı. Ancak dediğim gibi yeni anayasa için yapılacak olan 22 Nisan’daki oylama korona salgını nedeniyle ertelenmek durumunda kaldı. Aynı şekilde 9 Mayıs tarihinde Zafer Bayramı kutlamaları vardı ki bu da Putin’in halka gücünü göstermesini sağlayacak bir kutlama olacaktı ancak bu da ertelendi. Sonrasında Putin bir süre gözükmedi ve o süreçte ön planda Moskova Belediye Başkanı Sobyanin’i gördük. Tüm açıklamaları o yaptı. Belki kötü giden süreçte bir sorumlu aramak gerekirse bu Putin değil başkası olacaktı bu nedenle kendisi yerine Belediye Başkanını o dönemde daha ön plana çıkardı Putin. Salgın döneminde sağlık sisteminin zaafları ortaya çıktı, hastanelerin yetersizliği görüldü. Sağlık çalışanlarına ödenen ücretlerin azlığı ve yetersiz koruma malzemesiyle hizmet verdikleri gündeme geldi. Ayrıca Rusya’nın gerçekleri sakladığı iddiaları da var. Ölü sayılarını düşük gösterdiği söyleniyor. Ancak tüm bunlardan öte Rusya’nın salgın sırasında daha önemli sorunları var. Bu sorunlar Rusya’nın ve Putin’in geleceği açısından da önem arz ediyor.

Birincisi merkezle-federal yapılar arasında yaşanan gerginlikler. Örneğin Çeçenistan Cumhurbaşkanı Kadirov merkezi yönetimden bağımsız olarak şehir karantinası tedbiri aldı. Bu da merkezin eleştirilerine maruz kalmasına neden oldu. Bir de ulus-devletin yükselişe geçmekte olduğundan bahsettik. Bu Rusya gibi çok etnikli bir devlet için tehdit. Ayrıca yeni anayasa da Rus etnik kimliğine daha fazla önem verilmesi, bu yönde vurgu diğer grupları rahatsız ediyor. Salgınla mücadele konusunda merkezle aynı imkânlara sahip olmayan federal yapılarda huzursuzluğun ortaya çıkması muhtemel. Bu da Rusya’da iç huzursuzluk ve istikrarsızlık demek.

Rusya’yı zorlayacak diğer bir konu da ekonomi. Biliyorsunuz 2014’te Rusya Kırım’ı ilhak ettikten sonra AB tarafından ambargo uygulanmaya başlanmıştı. Bu zaten Rusya’nın ekonomisini zora sokmuştu. Sonrasında petrol fiyatlarındaki düşüş, rublenin değer kaybı da eklenince Rusya ekonomik bir krizle karşı karşıya. Özetle Putin için 2024’e giden süreç zorlu olacak ve 2024’teki sınavı aşabilmesi ve yeniden iktidarda kalabilmesi krizin ekonomik, siyasi  etkileriyle başa çıkabilmesine bağlı. Diğer taraftan liberal dünya düzeninin her zaman karşısında yer almış olan Rusya için liberalizmin  düşüşe geçmesi, AB ve NATO’nun zayıflaması  Kremlin açısından yeni fırsatlarda yaratabilir.

Zeki Bodur: Rusya’nın Çin, AB ve ABD ilişkileri nasıl bir yön alabilir? Mücadele mi? İşbirliği mi? Denge mi?

Yelda Ongun: Rusya-Çin: ABD’nin tek kutuplu dünya düzenine karşı duruş iki gücü birbirine yaklaştıran en önemli etkendi. Bu yakınlaşma ekonomik ve güvenlik alanlarında da yayıldı. ŞİÖ, BRICS, Asya Altyapı Yatırım Bankası iki ülke ilişkilerini derinleştirdi. Hatta ikili ilişkilerden kapsamlı stratejik ortaklık kavramını kullanıyor taraflar.

Zeki Bodur: 2017’de Baltık Denizine ortak tatbikat yaptılar.

Yelda Ongun: Rusya’nın Çin’e S-400 füze sistemleri ve SU-35 savaş uçağı satması, 2018 yılında Vostok 2018 tatbikatı ilişkilerin boyutunu göstermesi açısından önemli örnekler. Tüm bunlar ortak tehdit algısına karşı kapsamlı ortaklığın derinleştirilmesi şeklinde okunabilir. Tabii ilişkilerin enerji boyutu da var. Çin’in petrol ithal ettiği ülkelerin başında Rusya geliyor. Rusya-Çin arasındaki bu yakınlaşma ABD’nin endişelerini artırıyor. 2017 Strateji Belgesinde ABD Çin ve Rusya’nın stratejik rakip olduğunu vuruluyor. Pompeo’nun da dediği gibi aslında Çin’in ABD ile yaşadığı her sorun Pekin-Moskova ilişkilerini yakınlaştırıyor. Dolayısıyla ilişkilerin bundan sonra da yakınlaşacağını düşünebiliriz.

Rusya-ABD: Rusya, ABD’nin kendisini çevreleme politikasına karşı, NATO’nun doğuya doğru genişleme politikasına karşı, zaten ABD’nin tek kutuplu dünya sistemine karşı durduğunu, Irak’ı işgaline, Renkli Devrimlerine, Gürcistan’da dur demişti. Son dönemde de Rusya ABD’ye sağlık yardımı yaptı. Ancak iki ülke arasında solunum cihazı krizi yaşandı. ABD, Rusya’dan gönderilen solunum cihazlarını iade etme kararı aldı. Söz konusu cihazların Rusya’da yangın çıkan hastanelerden kullanılan cihazlarla aynı olduğunu iddia etti. (yangınlar solunum cihazlarından kaynakanmış) özetle ikili ilişkilerde güvensizlik ve rekabet mevcut. Ayrıca ABD’nin Çin’i suçlayarak (virüs nedeniyle) yaptırım hazırlığına girişmesine yine Rusya tepki gösteriyor. Çin’e yakın, ABD’ye uzak, rakip bir Rusya bundan sonra da göreceğimiz tablo olur.

Rusya-AB: SB dağıldıktan sonra Rusya -AB ilişkileri Putin döneminde değişti. Eski Sovyet coğrafyasındaki ülkelerin peşpeşe AB’ye üye edilmesi Rusya’nın tepkisini çekmişti. AB’nin Kosova’nın bağımsızlığını tanımasına sert tepki göstermiş, Gürcistan’ın Abhazya ve Güney Osetya üzerindeki egemenlik iddialarına karşı çıkmış ve Ağustos 2008’de Gürcistan’a askerî müdahelede bulunmuştur. Ayrıca NATO’nun Ukrayna, Gürcistan ve Azerbaycan gibi Karadeniz ve Kafkasya ülkeleri ile genişlemesine karşı çıkmakta ve enerji kozunu AB’ye karşı bir silah olarak kullanmaktadır. Bu politika kapsamında daha önce Rusya ile AB arasında imzalanan Stratejik Ortaklık ve İşbirliği Anlaşmasını (SOİA) uzatmayı reddetmiş ve kendi ulusal çıkarları doğrultusnda SOİA’da AB’den önemli değişiklikler talep etmiştir. AB, Kırım’ın Rusya tarafından ilhak edilmesi ve Ukrayna’nın doğusunda çıkan olaylardan sonra 2014’te Rusya’ya yaptırımlar uygulamaya başlamıştı. Buna karşılık Moskova yönetimi de AB yetkililerinin ve kurumların bulunduğu bir kara liste oluşturmuştu.

Geçtiğimiz günlerde Trump’ın Rusya’nın tekrar G7 Zirvesi’ne davet edilmesine yönelik açıklamalarının ardından Borrell, Brüksel’de düzenlediği basın toplantısında, “Mevcut durumda G7, Rusya gidişatını değiştirmeden G8 olamaz.” dedi. G-7; Kanada, Fransa, Almanya, İtalya, Japonya, İngiltere ve ABD’den oluşuyor. AB de G7 içinde temsil ediliyor. Rusya, 2014’te Kırım’ı ilhak etmesinin ardından G7’den çıkartılmıştı. Salgın döneminde Rusya’nın AB ülkelerine yardım götürdüğünü gördük. İmajını yenilemeye çalışıyor. AB ‘nin zayıf düşmüş bu durumunda Rusya’nın etki sahası genişleyebilir, AB üyelerinin Birliği sorguladığı bu dönemde Rusya ile AB üyesi ülkelerin ilişkileri gelişebilir.

Özetle;  Rusya’nın önümüzdeki süreçte gittikçe kızışacak Çin-ABD ilişkilerinde Çin’e daha yakın olacağını, NATO ile rekabetin devam edeceğini, zayıflaması ön görülen AB ülkeleri ile ilişkilerini geliştirme yoluna gidebileceğini değerlendirebiliriz.

Zeki Bodur: ABD’nin 2. Dünya Savaşından sonra kurduğu liberal dünya düzeni korunacak mı? Yoksa Çin odaklı yeni bir dünya düzeni mi kurulacak? ABD, yeni “Birleşik devletlerin Çin halk cumhuriyetine stratejik yaklaşımı yani Çin stratejisi ile Çin odaklı bir dünya düzeni kurulmasını ve Çin’in küresel liderliği ele geçirmesini önleyebilir mi? Yoksa kurduğu dünya düzenini ve küresel liderliği sürdürebilir mi?

Yelda Ongun: 11 Eylül olaylarından sonra dünyanın tek süper gücü olduğunu iddia eden ABD, Afganistan’da, Irak’ta “kendisinin sahip olduğunu iddia ettiği” demokrasi, insan hakları gibi  değerleri yerleştirmekle meşgulken, NATO’yu Doğu’ya doğru genişleterek Rusya’yı çevrelemeye çalışırken, renkli devrimlerle Avrasya ‘da rejimleri bir bir kendine yakın liderlerle  değiştirirken, Arap Baharı ile Ortadoğu’yu şekillendirmek çalışırken, Çin ne yapıyordu?

Zeki Bodur: Sessiz ve  sakin bir şekilde büyümesini sürdürüyordu.

Yelda Ongun: ABD -Çin arasında  salgın öncesinde başlayan bir rekabet zaten söz konusuydu. Ticaret savaşları, 5G teknolojisi üzerinden yürüyen Pazar kapma savaşları, Amerika’nın askeri varlığının büyük kısmını Çin’in merkezinde olduğu yerlere konuşlandırması, Buna karşılık Çin’in Yol-Kuşak projesi, Batılı devletleri ve Rusya’yı yanına çekmesi. ABD’nin en büyük korkusu Çin’in küresel liderlik koltuğuna oturması. İşte korku ile ABD,  Çin’e karşı yeni bir strateji belgesi hazırladı. 21 Mayıs 2020’de Kongreye sundu. Raporun adı “ Birleşik Devletlerin Çin Halk Cumhuriyeti’ne Stratejik Yaklaşımı” . Yeni strateji Çin’e karşı rekabetçi bir yaklaşımı esas almakta ve iki ana hedefe yönelmekte: Birincisi, Çin’in hâlihazırdaki meydan okumalarına karşı kurumların, ittifakların ve ortaklıkların devamlılığını sağlamak. İkincisi, Pekin’ i ABD’nin müttefiklerinin ve ortaklarının yaşamsal çıkarına verdiği zararı sonlandırmaya veya azaltmaya zorlamak. Stratejinin asıl amacı, ABD odaklı dünya düzenin korumak ve Çin odaklı dünya düzeninin kurulmasını engellemek. Belgede ABD Çin’le ilgili şikâyetlerini de sıralıyorve sonrasında da alınması gereken tedbirleri. ABD’nin şikâyetleri arasında Çin’in otoriter rejimi, uluslararası düzeni istismar etmesi, uyguladığı ekonomik politikalar, Uygur Türklerine yönelik uygulamaları, iletişim teknolojisini kontrol etme çabaları, askeri gücü vs. yer almakta.

Rapordan açıkça ABD’nin Çin’e  karşı  rekabet edeceği anlaşılmaktadır. Bu da küresel jeopolitikte  yeni bir Soğuk Savaşın başladığını göstermekte. Baştaki sorunuza dönecek olursak, ABD, Çin’in küresel liderliği ele geçirmesini önleyebilir mi? Bu çok mümkün gözükmemekte.

Zeki Bodur: Türkiye yeni dünya düzenine hazır mı? Türkiye’yi nasıl bir gelecek bekliyor?

Yelda Ongun: Salgın bütün ülkeleri ekonomik olarak sıkıntıya soktu. Stokları yetersiz olan devletler borçlanmaya gidecekler. Bu da ekonomik küçülmeye yol açacak. Türkiye yaşanan tüm bu süreçlerin dışında kalmayacaktır. Zaten kötü olan ülke ekonomisi kolay toparlanmayacaktır. Türkiye hem döviz yokluğu, hem bütçe açığı, hem de yüklü dış borçla yakalandı bu krize. Türkiye bir üretim ülkesi değil, yüksek teknoloji ülkesi de değil.  Tarım ve hayvancılık alanlarında kendi kendine yetebilen, teknolojisi ilerlemiş, sağlık sistemleri oturmuş, sosyal devlet anlayışını uygulayabilen ve bu gibi kriz durumlarında kullanabilecekleri rezervleri olan ülkeler diğer ülkelere göre daha şanslı. Gıda, hatta ilaç ihracatının yasaklanması bazı ülkelerin gündemine girdi bile. Tarımı, hayvancılığı ithalata dayanan Türkiye ne yapacak? Artı İşsizlik rakamları salgın döneminde hiç olmadığı kadar yükseldi. Bunun bir de psikolojik boyutları var. İşsizliği sadece bir kişi olarak düşünmemek gerek, en küçük çekirdek aile üç kişi.

Ekonomik kriz, güvenlik üzerinde de doğrudan etkili. Zira güvenlik en pahalı ve getirisi olmayan, götürüsü çok olan bir harcama kalemidir. Salgın belki dış politikadaki pek çok sorunu gündem dışı bıraktı  ancak bu sorunlar hala bitmiş değil devam ediyor. Suriye, Libya vs. Bundan sonrada devletler sınırları dışında vekâlet savaşları yürütme süreçlerine devam edeceklerdir. Ortadoğu’daki ve Kuzey Afrika’da yaşanan karmaşa devam ederken Çin’in ekonomik yükselişi ile birlikte Uzakdoğu önem kazanmaya başlayacaktır. ABD bir yandan Rusya’yı yalnızlaştırmaya çalışırken diğer yandan muhtemel bir Rus-Çin ittifakını engellemeye çalışacaktır. Bu nedenden dolayıdır ki Uzakdoğu’da Çin’i sert güç tedbirleri kapsamında baskı altına almaya devam edecektir. Belki de NATO’nun gelecekteki misyonu Doğu Asya bölgesinde olacaktır. Dolayısıyla Türkiye hem iç hem de dış politikasını değişen siyasi ve ekonomik konjonktüre göre konumlandırmak durumunda kalacaktır.

Zeki Bodur: Türkiye’nin Rusya ile ilişkileri bağlamında Suriye ve Libya ekseninde ne yönde gelişmeler beklenebilir?

Yelda Ongun: Türkiye-Rusya ilişkileri açısından aslında eski güzel günlerin geride kaldığını söyleyebiliriz. 2008 yılında iki ülke arasındaki ticaret hacmi 38 milyar dolarken, günümüzde 26 milyar civarında. 2011 yılına  kadar iki ülke arasındaki ilişkiler diplomasiden ticarete, enerjiden turizme kadar geniş bir yelpazeden oluşuyordu ancak Suriye ikili ilişkilerde bu tarihten sonra öne çıktı. 2015 uçak krizi önemli bir dönüm noktası oldu. İlişkiler şimdilik işbirliği içinde yürütülüyor gibi gözükse de ben baştan beri Putin’in uçak krizini hiç unutmadığını tekrar Türkiye ile bir yakınlaşma sağlandıysa bu kendi çıkarlarını hatırladığındandır demiştim. Suriye’den sonra  iki ülke yönetimi kendi topraklarından çok daha uzakta, Libya’da da tehlikeli bir denkleme girdi. Türkiye  artık doğalgazda Rusya’nın en büyük alıcılarından biri değil artık. Türkiye “korona gerekçesi” ile 2,5 milyar dolar ödeyerek aldığı  S-400’leri aktifleştiremiyor, (tabii burada  dış politikanın iyice çıkmaza girdiği bir ortamda ABD’yle bozulan ilişkileri düzeltme çabasının olduğunu düşünebiliriz).

Mülâkatın tamamını okumak için lütfen tıklayınız

 
Yazar
Kırmızılar

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen