ABD’nin Afganistan’daki Başarısızlığının Hegemonyasına Etkisi

Üstelik ABD’nin başarısızlığının sistem inşası boyutu da vardır. Zira 20 yıllık işgal sürecinde ABD, Afganistan’da demokratikleşme ve uluslaştırma politikaları izlemiş, anayasa sürecini desteklemiş ve bahsi geçen ülkeye yönelik harekâtını “Sonsuz Özgürlük Operasyonu” şeklinde nitelendirmiştir. Nitekim işgal sonrasındaki Afganistan Hükümeti’nin çalışmaları desteklenmiş ve bu çerçevede çok sayıda siyasi parti, sivil toplum kuruluşu ve radyo kanalı kurulmuştur. Lakin Taliban’ın zaferi, 20 yılda inşa edilmek istenen sistemin çökmesi anlamına gelmektedir. Üstelik bu başarısızlık, Biden’ın “Afganistan’da ulus inşa edemedik.” sözlerine de yansımıştır. Bu da Amerikan hegemonyasının sürdürülebilir olmaktan çıktığına işaret etmektedir.

Ahmed Khan DAWLATYAR1

Amerikan askerlerinin Kabil’deki varlığına rağmen Taliban’ın Afganistan’ın başkentini ele geçirerek ülkedeki başat güç haline gelmesi dikkat çekici bir gelişme olmuştur. Dahası Taliban, 31 Ağustos 2021 tarihinde kadar ülkedeki yabancı unsurların çekilmesini talep etmiş ve başta Amerika Birleşik Devletleri (ABD) olmak üzere tüm Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) üyesi aktörler söz konusu talebe uymuştur. Bu durum, Taliban’ın 20 yıllık savaşın kazanan tarafı olduğunu net bir biçimde ortaya koymuştur. Dolayısıyla çekilme sürecinin ABD’nin küresel hegemonyasına etkisinin olacağı ve hatta hegemonik liderliğini tartışmaya açacağı öne sürülebilir.

Belirtmek gerekir ki; Taliban’ın zaferi, ABD’nin örgüte yönelik uyguladığı “yatıştırma politikası” ve “onurlu çekilme stratejisi”nin iflasıdır. Washington yönetimi, Afganistan’dan çekilirken; bu ülkede oluşacak güç boşluğunu Çin’in dolduracağı anlaşılmaktadır. Halihazırda Pekin yönetimi, küresel ekonominin başat güçlerinden biri olarak zaten Washington yönetiminin uluslararası sistem üzerindeki ayrıcalıklı konumuna meydan okumaktadır. Şimdi bu meydan okuma, barışı inşa edebilen aktör olma iddiasıyla Afganistan’a da taşınmaktadır. Elbette mevzubahis durum, Amerikan dış politikasındaki “öteki” algısının da her geçen gün terörizm olmaktan çıkmasına ve Washington yönetiminin ulusal güvenlik belgelerinde Çin’e odaklanmasına sebebiyet vermektedir.

Afganistan özeline dönmek gerekirse ABD, Taliban’la 29 Şubat 2020 tarihinde Doha Antlaşması’nı imzalayarak örgüte yönelik operasyonlarını durdurmuş ve o dönemdeki Afganistan Hükümeti’ni Taliban’la müzakere yapmaya çağırmıştır. Lakin ABD’nin taraflar arasında herhangi bir uzlaşı sağlanmadan 11 Eylül 2021 tarihine kadar çekileceğini duyurması, uzlaşı olasılığını da baltalamıştır. Bu kapsamda Taliban, önce ilçeleri ve ardından da illeri ele geçirmeye başlamıştır. ABD ise bu duruma müdahale etmemiştir. Nihayetinde Taliban, Kabil’i de ele geçirerek Afganistan’ın geneline hâkim olmuştur. Dolayısıyla yaşanan gelişmeler, yatıştırma politikasının ve onurlu çekilme planının başarısızlıkla neticelenmesine yol açmıştır.

Bu tespitten hareketle, küresel güç mücadelesinin mahiyetine odaklanarak Afganistan’daki durumu yorumlamak gerekirse, Sovyetler Birliği’nin 1989 senesinde ülkeden çekildikten sonra desteklediği hükümetin mücahitlere karşı 3 yıl direndiği hatırlatılmalıdır. Zira Washington yönetiminin desteklediği hükümet, henüz Amerikan askerleri çekilmeden kendi gözleri önünde çökmüştür. Bir anlamda ABD, tüm bu sürece seyirci kalmıştır. Şimdi ise Afganistan’daki güç boşluğunu rakipleri dolduracaktır. Bu da Amerikan hegemonyasının zayıflaması anlamına gelmektedir.  

Öte yandan Afganistan’daki yeni durumun ABD’nin iç politikasında da önemli izler bırakacağı iddia edilebilir. Çünkü ABD, 11 Eylül 2001 tarihli terör saldırılarının ardından terör örgütü El-Kaide ve müttefiki Taliban’a karşı operasyon başlatmış ve bu harekât neticesinde Taliban rejimini devirirken; El-Kaide lideri Usame Bin Ladin’i de öldürmüştür. Lakin 20 yıllık işgalin ardından Taliban yeniden Afganistan’a egemen olmuştur.

Dahası terör örgütü Devlet’ül Irak ve’ş Şam (DEAŞ) tarafından Amerikan askerlerinin de hayatını kaybettiği Kabil Havalimanı saldırısının düzenlenmesi, Washington yönetiminin terörle mücadele konusundaki başarısızlığını ortaya koymuştur. Dolayısıyla terörle mücadele kapsamında harcanan 1 trilyon dolar boşa gitmiştir. Bu çerçevede ABD’nin Afganistan’daki yenilgisi, Vietnam Savaşı’na benzetilebilir. Savaşa dair belirlenen hedeflere ulaşılamamıştır. Bahsi geçen amaçlara ulaşamadan Vietnam’dan çekilme kararı alan dönemin ABD Başkanı Lyndon B. Johnson’un bir sonraki dönem aday olamadığı hatırlanmaktadır. Benzer bir akıbetle ABD Başkanı Joe Biden’ın karşılaşması da muhtemeldir.

Diğer taraftan Taliban’ın muvaffakiyeti, ABD’nin demokrasi, insan hakları ve kadın hakları gibi söylemlerinin de retorikten ibaret olduğunu gözler önüne sermiştir. Çünkü Afganistan’da kalıcı barış sağlanamamış ve Washington yönetimi, insan hakları ve kadın hakları gibi konuları çok da önemsemediğini gözler önüne sermiştir.

Üstelik ABD’nin başarısızlığının sistem inşası boyutu da vardır. Zira 20 yıllık işgal sürecinde ABD, Afganistan’da demokratikleşme ve uluslaştırma politikaları izlemiş, anayasa sürecini desteklemiş ve bahsi geçen ülkeye yönelik harekâtını “Sonsuz Özgürlük Operasyonu” şeklinde nitelendirmiştir. Nitekim işgal sonrasındaki Afganistan Hükümeti’nin çalışmaları desteklenmiş ve bu çerçevede çok sayıda siyasi parti, sivil toplum kuruluşu ve radyo kanalı kurulmuştur. Lakin Taliban’ın zaferi, 20 yılda inşa edilmek istenen sistemin çökmesi anlamına gelmektedir. Üstelik bu başarısızlık, Biden’ın “Afganistan’da ulus inşa edemedik.” sözlerine de yansımıştır. Bu da Amerikan hegemonyasının sürdürülebilir olmaktan çıktığına işaret etmektedir.

Kısacası Taliban’ın Afganistan’a egemen olması, ABD’nin başarısızlığını göstermiştir. Bu nedenle de ilerleyen dönemde müttefiklerinin ABD’ye olan güveni azalacaktır. Çünkü Washington, Afganistan’daki müttefiklerine sahip çıkmamış ve hatta Taliban’la yaptığı anlaşma hakkında Kabil’deki partnerlerini bilgilendirmemiştir.

Neticede ABD, halen askeri, siyasi ve ekonomik bakımdan dünyanın en büyük gücü konumunda olsa da Afganistan’daki başarısızlığı, İkinci Dünya Savaşı sonrasında üstlendiği hegemonik liderliğine ağır bir darbe vurmuştur. Bir diğer ifadeyle “imparatorlukların mezarlığı” şeklinde bilinen Afganistan, ABD’nin yenilgisinin de başlangıç noktası olmuş ve küresel imparatorluk hayalini suya düşürmüştür.

—————————————-

Kaynak:

https://www.ankasam.org/abdnin-afganistandaki-basarisizliginin-hegemonyasina-etkisi/

 

1  Ahmad Khan Dawlatyar, 2013 yılında Kunduz Üniversitesi Hukuk ve Siyaset Bilimi Bölümü’nden mezun olmuştur. Yüksek lisans derecesini Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Siyaset Bilimi Anabilim Dalı’nda “Türkiye Cumhuriyeti ve Afganistan İslam Cumhuriyeti Anayasalarında Güçler Ayrılığı İlkesi Üzerine Karşılaştırmalı Bir Analiz” başlıklı teziyle 2019 yılında almıştır. Çeşitli bilimsel etkinliklere katılan Dawlatyar, Afganistan sorunuyla ilgili bildiriler ve makaleler sunmuştur. Bu kapsamda “Afganistan Sorununun Dini ve İdeolojik Nedenleri” başlıklı sunumu yayınlanmıştır. Halihazırda Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı’nda doktora eğitimine devam etmektedir. ANKASAM bünyesinde yürütülen çalışmalara katkıda bulunan Ahmad Khan Dawlatyar’ın başlıca çalışma alanları Afganistan ve Pakistan’dır. Dawlatyar, anadil seviyesinde Farsça, Özbekçe, Türkçe ve Peştunca dillerine hakimdir. Ayrıca orta düzeyde İngilizce bilmektedir.

Yazar
Kırmızılar

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen