Doğal Âfetler ve Milli Güvenlik İlişkisi

Depremde deprem yönetmeliğine uygun binaların çoğuna bir şey olmasa da hasarlı yeni binalar şunu gösterdi: Yeni bina inşa edilirken yapı denetimi yanında zemin etüdünün de denetlenmesi gerekliliği. Çökmeyen ancak yan yatan binalar, zemin etüdünün yapılmamış olduğunun göstergesidir. Artık “Bize bir şey olmaz!” veya “Allah kerim!” şeklindeki kadercilik yerine, bu kontrollere önem verilerek fay hattı üzerinde yeni bina inşasına izin verilmemelidir. Bunlara ilaveten yapılaşma sırasında belediye meclislerince 4 katlı binaların yanına 25, 10 katlı binaların yanına 30-35 katlı bina dikilmesine izin verilmemelidir. Binalar, olası bir depremde yıkılarak yolları kapatmayacak yükseklikte inşa edilirken, yeni yerleşim yerlerindeki cadde ile sokaklar deprem riski ve ulaşım hususu göz önüne alınarak geniş tutulmalıdır.

*****

Prof.Dr. Celalettin YAVUZ

6 Şubat 2023’te 9 saat arayla 10 il ile ilçeleri, köy ve mezralarında 7.7 ve 7.6 büyüklüğündeki depremlerle tarihin en büyük doğal âfetlerinden birini yaşadık. Milletimizin başı sağ olsun ve geçmiş olsun. Çok büyük bir coğrafyada, son 100 yılda etkisi itibariyle yaşanmış bu en büyük felakete “Ortadoğu depremi” veya “Mezopotamya depremi diyenler bile var. Yarattığı etkinin 130 ila 500 arasında atom bombası gücünde olduğu ileri sürülen bu felaket aslında bir ülkeye beklenmedik zamanda yapılan, yıkıcılığı atom bombasıyla kıyaslanabilecek saldırılar gibidir.

Yaklaşık bir yıldır süren Rusya-Ukrayna savaşında altyapı ve binalara verilen hasar bile bu depremle kıyaslanamaz. Bu sebepledir ki yıkıcı olan her doğal âfet aslında bir “milli güvenlik” sorunudur. Çünkü can kayıpları, sakat kalmalar, çok sayıda altyapı, konut vb ile milli servet yok olmakta, iş ve aş yerleri ortadan kalkmakta, uzun süreli manevi çöküntüler yaşanmaktadır. Kalkınmaya sarf edilecek kaynaklar yaraları sarmak için harcanmaktadır. Bu analizde son felaket, özellikle “güvenlik politikası” bağlamında ve çözüm önerileriyle birlikte ele alınarak, çıkartılan derslere de yer verilmeye çalışıldı.

Deprem Sonrası Tepkiler

Depremin ardından tv ekranlarında yıkımların izleri görüntüleri yayınlanırken, ayrıca deprem uzmanlarının bilgileri paylaşıldı. Bu uzmanlara göre tam anlamıyla bir deprem kuşağı üzerindeki Türkiye’de 7 ve üzerindeki kuvvette deprem yaratacak en az 20 fay mevcuttur. Depremlerle ilgili tarih tam olarak bilinemediği için mevcut deprem haritalarının bile eksik olduğu ileri sürülmektedir. Ancak tarihi eserlerin ve kalıntıların zenginliği dikkate alındığında, coğrafyamızda tarihin ilk dönemlerinden itibaren yıkıcı depremler yaşandığı açıkça anlaşılabilmektedir. Mesele, geçmişte ağır yıkımlar yaşanan birçok bölgede neden ısrarla yerleşim merkezi kurulmuş olduğudur. Özellikle 1999 Gölcük depremi ve takiben yaşanan depremlerin ardından bu uzmanların felaket tellalı değil, bizleri uyarmaya çalışan bilim adamları oldukları bir kez daha anlaşıldı. Bu kez de aynı uyarıları düzgün ifadelerle paylaştılar.

Depremde milletimizde iki türlü duygu patlaması yaşandı. İlki ve daha güçlü olanı deprem felaketzedelerine yardım üzerineydi. Ağır kış şartlarında nispeten geniş ve sert, yüzlerce yerleşim yerinin ağır hasarlı olduğu bir coğrafyaya süratli bir şekilde ulaşmak mümkün olamadı. Daha önce Ekim 2011’de Van depremine, Ocak 2020’de Elâzığ depremine mümkün olabilecek süratte ulaşarak yaraları saran AFAD, 10 il ve ilçeleri/köyleriyle geniş bir coğrafyaya yayılan bölgede aynı reaksiyonu göstermek için sayı ve imkân açısından aynı reaksiyonu veremedi. Ulaşım engellerine ilaveten deprem yerlerindeki elektrik, doğalgaz ve su hatlarının kesilmesi, hastanelerin bazılarının yıkılması, benzin istasyonlarının atıl kalması, acil müdahale edebilecek itfaiye, iş makinesi operatörü ve hatta hekimler dâhil pek çok sağlık personelinin de göçük altında kalması sebebiyle mülki amirler ile yerel yönetimler de aynı durumdaydılar.

İşte burada Türk milletinin yüceliği ve zor koşullarda organize yeteneği devreye girdi. Peş peşe yardım kampanyaları başlatıldı. Bölgede yakını olan olmayanlar “Belki bir tuğla da ben kaldırırım” diyerek yollara düştüler. Bu duygu patlaması, ülke genelinde moral değerlere katkı sağlarken, deprem bölgelerinde ise önemli aksaklıklara sebebiyet verdi. Depremde hasar gören yollar ve yıkılan yüksek binaların cadde ve sokakları geçişe engellediği için zaten trafik sorunu yaşanırken, bölge dışından gelenlerin araçları ilk günlerde trafiği iyice çıkmaza soktu. İlerleyen günlerde gönüllü mutfak vb tezgâhları kuranlar ise takdirle izlendi.

Deprem bölgelerinin çokluğu sebebiyle TV kanalları bazı yerlere geç ulaştılar. Adana ve Osmaniye gibi ulaşımın kolay olduğu illere, deprem merkezi Kahramanmaraş ve Diyarbakır’dan kesintisiz yayınlar başlatılırken, depremin en çok etkilediği Hatay ve Adıyaman’a çok sonraları ulaşılabildi. Milletimizin beklentisi AFAD’ın en kısa sürede bölgeye müdahale ederek çare üretmesiydi. Yukarıda özetlenen sebeplerle bu beklentiler önemli ölçüde karşılanamadı. 14 milyon nüfuslu bu illerde göçük altındaki yakınlarına ulaşılamadığını çaresizlik içerisinde görenler tepkilerini öfkeye dönüştürdüler.

Beklentilerin Karşılanmasında Yaşanan Sıkıntılar

Elektrik kesintisi, su ve yiyecek eksikliği, ısınma ve barınma sorunları, göçük altındakileri çıkartacak iş makineleri ile kullanıcı eksikliği, hatta tuvalet ihtiyacı gibi sorunlar bölgeye intikal edenlerce bizzat görüldü ama bu sorunları kısa sürede çözebilecek merci bulmakta zorlandılar. “Ateş düştüğü yeri yakar!” sözündeki gibi depremden etkilenen bu insanların bir kısmı da öfkesini sosyal medyada paylaştı. Ancak gene de sorunlara çözüm odaklı yaklaşması, çıkan yangını söndürecek çareler üretmesi gereken ama bunun yerine sadece “Çamur at izi kalsın!” şeklinde eleştiri yapanların limanlarına sığınanlar da oldu.

Sosyal medya vasıtasıyla kasti maksatla çarpıtılan haberler de paylaşıldı. Kırıkhan’da yaşanan yağma ile bazı yardım kamyonlarının yağmalanması sanki her yerde yaşanıyormuş ama devlet müdahale etmiyormuş gibi çarpıtılarak paylaşıldı. Her saniyenin hayati olduğu zorlu kış şartlarında beklentilerin yavaş işleyişi, depremzede yakınlarının bir kısmını yalan yanlış haberlere itimat eder hale getirdi. Günümüzde tv izleyenlerin sayısı azaldığı için cep telefonu ve sosyal medya vasıtasıyla bilgiye ulaşanların bir kısmına, devletin ve bölge yönetiminin çabalarından çok bu yalan yanlış bilgiler ışınlandı. 

Yıkım ne kadar devasa olsa da organize olmakta sıkıntı çekmemeleri beklenen il ve ilçe yöneticileri bunu yaşadılar. Ulaştırma hatlarındaki sorunlar yardım kamyon/tırlarının ulaşımını kısıtladığı gibi, özellikle yiyeceklerin amaca hizmet edemeden bozulmasına sebebiyet verdi. Genellikle kent merkezlerindeki belirli yerlerde dağıtılan yardım malzemelerinin köy ve mezralardakilere de kendi araçlarıyla alabilecekleri bildirildi. Ancak akaryakıt sorunu sebebiyle bu insanların yardım merkezlerine erişebilmeleri de sorundu.

Elektrik yokluğu ve jeneratör eksikliği sebebiyle bölge insanlarının yegane iletişim aracı cep telefonları da kullanılamaz hale geldi. Depremin ilk günü pek çok yerde sokaktaki depremzedelere çadır, battaniye, ısıtıcı, tuvalet ve ilaç ulaştırılamadığından sıkıntılar büyüyünce insanlar çaresizlikten öfkelenmeden edemediler.

Diğer Ülkelerin Destekleri

Türkiye, dünyada nerede bir felaket varsa ilk ulaşan ülkelerden biriydi. Bu felakette adeta ektiklerini biçti. Bir devleti ve sürekli yerleşim yeri bulunmayan Antartika kıtası dışında hemen her kıtadan destek yağdı. Felaket, bir süredir gerilim yaşadığımız Yunanistan ve ABD’yle ilişkileri bile yumuşattı. Yunan gazetelerinden Kathimerini, deprem ile ilgili karikatürü “Hepimiz Türk’üz” ifadesiyle dayanışma vurgusuyla yayınlarken, devlet televizyonu ERT enkaz görüntülerini Karadeniz’in ‘Ben Seni Sevdiğimi de Dünyalara Bildirdim’ türküsü eşliğinde yayınladı. Alman Bild gazetesi manşetinde Almanca, Türkçe ve Arapça “Sizi yalnız bırakmayacağız” başlığını attı.

ABD, AB ülkeleri, bunlara ilaveten ilk yardım grubunu gönderen İsrail ile Yunanistan, Almanya, İngiltere, Fransa, İsviçre, Bulgaristan, Macaristan, Danimarka, İsveç ve Finlandiya, İtalya, Çekya, Hindistan, Lübnan, Avusturya, Polonya, Romanya, Hırvatistan, Sırbistan, Karadağ, Moldova, Ürdün, Meksika, Tayvan, El Salvador, Pakistan, Filipinler, Çin, Kosova ve tabii ki başta Azerbaycan olmak üzere Türk devletleri de kurtarma ekipleri ve destek birimleri gönderdiler. Deprem bölgesine gönderilen AB Sivil Koruma Mekanizması kapsamında ayrıca Polonya, Romanya, Avusturya, Estonya, Malta, Slovakya, Portekiz, Karadağ ve Arnavutluk da destekte bulundular. Mısır Devlet Başkanı Sisi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı ararken İspanya ve Rusya sahra hastanesi gönderdi, Katar konteyner ev desteğini bildirdi. Hollanda hemen yardım kampanyası açtı.

ABD, üzerinde tam teşekküllü hastane imkânları ile hasta ve yaralı naklinde kullanılan helikopterleri mevcut Akdeniz’deki uçak gemisini göndermeyi teklif ettiğinde “Türkiye’yi işgal eder!” diye dar düşünenler oldu.  Bu düşüncedekilerin Türkiye’nin gücünden haberi olmadığı gibi, özellikle müttefikler arasında savaş gemilerinin liman ziyaretlerinin olağanlığından da haberi yok. Her şeye rağmen depremde neredeyse tüm dünyanın Türkiye ile dayanışma içerisinde olduğu görüldü.

Depremden Çıkartılacak Dersler

Yüce milletimiz ve devletimiz, daha önceleri de olduğu gibi bu felaketin de yaralarını saracaktır. Bundan kuşkumuz yok. Ancak “Artık felaketle yaşamaya ayak uyduracak bir düzeye de ulaşmamız gereklidir. Sorunlara eleştirel açıdan değil, Genelkurmay Karargâhında büyüklerimizden öğrendiğimiz “Bir sorunla geliyorsan, ancak çözüm önerisi de getirmiyorsan, sen de bu sorunun parçasısın!” şeklinde, çözüm odaklı yaklaşmanın önemli olduğuna inanıyorum. Öte yandan bu felaketten çıkartılacak dersleri de mutlaka iyi anlamamız, anlatmamız, uygulamamız ve denetlememiz gerektiğine inanıyorum.

Depremde deprem yönetmeliğine uygun binaların çoğuna bir şey olmasa da hasarlı yeni binalar şunu gösterdi: Yeni bina inşa edilirken yapı denetimi yanında zemin etüdünün de denetlenmesi gerekliliği. Çökmeyen ancak yan yatan binalar, zemin etüdünün yapılmamış olduğunun göstergesidir. Artık “Bize bir şey olmaz!” veya “Allah kerim!” şeklindeki kadercilik yerine, bu kontrollere önem verilerek fay hattı üzerinde yeni bina inşasına izin verilmemelidir. Bunlara ilaveten yapılaşma sırasında belediye meclislerince 4 katlı binaların yanına 25, 10 katlı binaların yanına 30-35 katlı bina dikilmesine izin verilmemelidir. Binalar, olası bir depremde yıkılarak yolları kapatmayacak yükseklikte inşa edilirken, yeni yerleşim yerlerindeki cadde ile sokaklar deprem riski ve ulaşım hususu göz önüne alınarak geniş tutulmalıdır.

Marmara’da büyük bir depremin her an yaşanabileceğini ısrarla tekrarlayan yerbilimciler, bu son depremin de yaşanabileceğini Elazığ depreminden sonra defalarca dile getirmişlerdi. Olası depremi asgari kayıplarla atlatabilmek maksadıyla, 8 kuvvetindeki depreme dayanıklı olmayan binaların ve altyapı tesislerinin yenileriyle değiştirilmesi için önlemler alınmalıdır.

Deprem sırasında organizasyonların başarısı için mülki amirlerin haftalık “asayiş” ağırlıklı toplantılarında ayrıca “doğal âfet” konusu da eklenmeli, deprem sonrası imkân ve kabiliyetleri planlayabilmek maksadıyla kentteki odalarla da toplantılar düzenlenmelidir. Her ne kadar Türk Silahlı Kuvvetlerinde (TSK) “İnsani Yardım Tugayı” deprem sırasında seferber edilmişse de “Yüzyılın depremi”nde AFAD gibi her yere kısa sürede yetişemediği görüldü. Daha önce var olan “Emniyet Asayiş Yardımlaşma Planları” (EMASYA) tekrar düşünülebilir. Bu sayede doğal âfetler sırasında bölgedeki veya mücavir sahalardaki askeri birliklerin daha organize ve süratli müdahalesi mümkündür. Her ne kadar AFAD depremlerde en etkili uzman kurum ise de iş makinesi, jeneratör, sağlık teşkili, iletişim ve ulaştırma araçları ile akaryakıt tedariki gibi imkân ve kabiliyetleriyle TSK kurumlarının soğukkanlılıkla organize olabilecekleri bir gerçektir. Bu son depremde bazı devlet görevlilerinin aile fertlerinin selameti için kent dışına çıktıkları anlaşılmaktadır. Askeri kurumlar da aile fertlerinin güvenliklerini, personeli bulundukları yeri terk etmeden organize ve bir disiplin içerisinde sağlayabilir ve kurtarma işlemine süratle başlayabilirler.

Türkiye’nin deprem kuşağı üzerinde bulunduğu ve son depremde yaşananlar dikkate alınarak müfredatının AFAD ve yerbilimci akademisyenlerce hazırlanacağı “Depremle yaşama” benzeri bir dersin ilk veya orta öğretim programına konarak, gelecek kuşakların deprem anında rastgele yerine, bilinçli hareket etmeleri sağlanabilir.

Doğal âfet toplanma yerleri kapalı ve açık alan olarak belirlenmeli, bunların yerleri caddelerde ok işaretleriyle gösterilmeli, bu merkezlerde mobil iletişim imkânı ve acil malzemeler (yedek jeneratör ve yakıtı, seyyar tuvalet, seyyar tuvaletlerin temizliği için ekip, seyyar su tankeri, şarj kaynakları vb) bulundurulmalıdır.

Odalarla normal dönemde, deprem anında bölge dışından gönderilecek yiyeceklerin bozulmadan depolanmasına uygun tesisler belirlenerek “Doğal Âfet Planlarına” eklenmeli, malzemenin dağıtımında yağmanın önlenmesi de tatbikatlarla denenmelidir. Genellikle kent merkezlerindeki bu dağıtımlar, akaryakıt bulamayan ve yıkıma uğramış köylüler tarafından alınamadığından gezici dağıtım birimleri planlanmalıdır.

Deprem anında en çok ihtiyaç duyulanlar arasında gelen vinç ve iş makinesi operatörlerinin iletişim bilgilerinin listelenmesi, her 6 ayda bir güncellenmesi düşünülmelidir. Yurt içinden ve yurt dışından gönderilen destek birimlerinin koordinesi planlanmalıdır.

Büyükşehir belediyelerinin emrinde olan itfaiye grupları ilçe belediyelerine verilmeli, Zonguldak’taki gibi kömür madenlerinde göçük altında kurtarma birimleri olan işletmeler listelenerek, bu ekiplerden depremlerde yararlanması planlanmalıdır.

Sonuç

Tüm bunların ötesinde, yukarıda özetlenenlere ilaveten depremden çıkartılan tüm derslerin kâğıt üzerinde kalmayarak ciddiyetle uygulanması sağlanmalıdır. Böylelikle çok sayıda atom bombası etkisi yaratan önemli güvenlik sorunları aşılabilecektir. Unutmayalım ki her doğal felaket, getirdiği her yük ile bir milli güvenlik sorunudur. Harp Akademilerinde öğretilen en önemli atasözlerinden “Hazır ol cenge eğer, ister isen sulhu salah!” (Barış ve huzur istiyorsan savaşa hazır ol!) ifadesi doğal âfetler için de geçerlidir. Doğal âfet yaşanmadan önce, doğal âfeti en az hasarla atlatacak hazırlığı yapmamız bir milli güvenlik görevidir. Çünkü en önemli milli güvenlik; “Devletin bekası, milletin refahı!”dır. Doğal âfetlerde yaşanan zarar ve kayıplar, milletin refahından ve devletin bekasından götürmektedir.

——————————————-

Kaynak:

https://www.sde.org.tr/analiz/dogal-afetler-ve-milli-guvenlik-iliskisi-analizi-29624

Yazar
Kırmızılar

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen