Abdurrahim KARAKOÇ

Abdurrahim Karakoç

1932 yılının Nisan ayında Kahramanmaraş iliEkinözü ilçesinde dünyaya geldi. Dedesi, babası ve kardeşleri de şair olduğu için küçük yaşlarda şiire merak sardı. Ayrıca kardeşleri de kendisi gibi küçük yaşlardan beri şiir yazmaktadır.
İlk yazdığı şiirleri 2 kitap olacak hacimde iken beğenmeyip yaktı ve 1958 yılından itibaren yazdıklarını ‘Hasan’a Mektuplar’ ismi altında 1964 yılında 10.000 adet bastırdı. Fedai Yayınları arasında çıkan bu eser kısa zamanda tükendi ve 2. baskısını yine 10.000 adet bastırdı.

1958 yılında bulunduğu kasabada belediye mesul muhasibi olarak memuriyete girdi. 1981 yılı Mart ayında emekli oldu.

Mücadeleci şiirlerinin çokluğu şartlardan kaynaklanmaktadır. 27 Mayıs Darbesi, zinde güçler, demokrasi maskaralığı ve haksızlıklar hiciv şiirlerini besledi. 30’a yakın mahkemeye verildi, hepsinden beraat etti. Avukat tutmadı, hep kendi kendini savundu. Hiçbir iktidarla barışık olmadı.

Şiirlerinde esas unsur insandır. Serdengeçti, Töre-Devlet, Ocak, Yeni Düşünce, Yenisey, Alperen yayınları olarak şimdiye kadar 12 şiir kitabı, bir tane de makalelerinden derlenen nesir kitabı çıktı.

1985 yılından beri gazetecilik yapmaktadır. Bir ara siyasete girdi ve ayrıldı. Niçin girip, niçin ayrıldığını bir röportajda şöyle cevaplandırdı: ‘Allah rızası için girmiştim, Allah rızası için ayrıldım’.

Şiir Kitapları

  • Hasan’a Mektuplar (1965)
  • Akıl Karaya Vurdu(1965)
  • Eli Kulakta (1969)
  • Hakim Bey(1970)
  • Vur Emri (1973)
  • Kan Yazısı (1978)
  • Suları Islatamadım (1983)
  • Beşinci Mevsim (1985)
  • Dosta Doğru, Akıl Karaya Vurdu (1994)
  • Yasaklı Rüyalar (2000)
  • Gökçekimi (2000)
  • Gerdanlık – I (2000)
  • Gerdanlık – II (2002)
  • Parmak İzi (2002)
  • Yağmur Yerden Yağar (2002)
  • Anadolu’da Bahar(2006)
  • Barış Çağrısı-Dünya Barışına Çağrı Grubu-Meneviş Yayınları(2009)
  • Aynanın İki Yüzü

 

 Şiirlerinden Örnekler

Acaba 

Uyuyan göllere ay ışığında 
Sevginin resmini çizsem kim anlar? 
Tomurcuk ayrılıp, gül açtığında 
Yağmurun saçını çözsem kim anlar? 

Bir mekân kaplamış ne varsa nerde 
Kendi ötesini saklar her perde 
Sonsuzluğun sona erdiği yerde 
Huduttan bir kulaç kazsam kim anlar? 

Aşk, kömür beyazı; kin, süt karası 
Eklenir yarama her dost yarası 
Et oldum bıçakla kemik arası 
Cellatla ahdimi bozsam kim anlar? 

Doğumda yalan var, ölümde gerçek 
Bir şeyler anlatır balık, kuş, çiçek 
Kırık gönülleri toplayıp tek tek 
Toplayıp göğsüme dizsem kim anlar? 

Gün geldi zamanı gömdüm kabire 
Dağ oldu aklımın verdiği fire 
Bağlasam telaşı çelik zincire 
Sabrın derisini yüzsem kim anlar? 

İçte deprem olur dışın düğümü 
İhlâssız çözülmez işin düğümü 
Aklımdan geçeni, düşündüğümü 
Okusam kim dinler, yazsam kim anlar? 

Bayramlar Bayram Olsa

Güneş yükselmeden kuşluk yerine 
Bir adam camiden döndü evine 
Oturdu sessizce yer minderine 

Kızı “Bayram” dedi, yalın ayaklı 
Adam “Bayram” dedi, tam ağlamaklı.. 

Eli öpüldükçe içi burkuldu 
Konuşmak istedi, dili tutuldu 
Güç belâ ağzından bir “off! ” kurtuldu 

Oğlu “Bayram” dedi, sırtı yamalı 
Adam “he ya” dedi, gözü kapalı.. 

Düşündü kış yakın, evde odun yok 
Tenekede yağ yok, çuvalda un yok 
Yok yoka karışmış; tuz yok, sabun yok 

Avrat “Bayram” dedi, eğdi başını 
Adam “evet” dedi, sıktı dişini.. 

Çalışsa ne iş var, ne cepte para 
Dağ oldu içinde büyüyen yara 
Dikti gözlerini karşı duvara 

Takvim “Bayram” dedi, silindi yazı 
Adam “öyle” dedi, bağrında sızı.. 

Döndürse yönünü herhangi dosta 
Yaralı, gariban, dul, yetim, hasta 
Yıllar, aylar, günler erirken yasta 

Yer-gök “Bayram” dedi, ağzını açtı 
Adam “Bayram” dedi, evinden kaçtı.. 

Ülkü Türküsü

Bir beyaz rahmettir, bir yeşil murat 
Görmeyen ne bilir oy bu sevdayı! 
Tüter buram buram, yücelir kat kat 
Arttırır gün, hafta, ay bu sevdayı. 

Değişir bu mevsim, bu poyraz keser 
Yurdumda davamın rüzgârı eser 
Gün gelir anlayıp bağrına basar 
Şehir bu sevdayı, köy bu sevdayı. 

Yeminim var oğlum kızım üstüne 
Yazdım nakış nakış özüm üstüne 
Çilesi belası gözüm üstüne 
Derdimin dermanı say bu sevdayı. 

Mukaddes hareket, mübarek mânâ 
Türk-İslâm ülküsü büyür yan yana 
Alır bir kaynaktan döker ummana 
Irmak bu sevdayı, çay bu sevdayı. 

Batılın çokluğu uzaktır bizden 
Severim, tutarım hak olan azdan 
En soylu türküden, en doğru sazdan 
Dinle bu sevdayı, duy bu sevdayı. 

Bedenime korkak yürek yüklemem 
Tatlı diye öz canımı saklamam 
Öldüğümde çalgı, çelenk beklemem 
Al götür kabrime koy bu sevdayı. 

Beşinci Mevsim

Düştü can evime dördüncü cemre 
Dünyayı üçüncü gözümle gördüm. 
Dört yüz seksen beş gün çekti bir sene 
On altıncı aya takvimsiz girdim. 

Aynalara baktım korku gösterdi 
Saatler her sabah kırkı gösterdi 
Namlular, nişanlar Türkü gösterdi 
Hayatım boyunca hedefte durdum. 

Gül sundum yediler, koklamadılar 
Armağan can verdim saklamadılar 
Gittim… gelir diye beklemediler 
Kaybolan gölgemi yollara sordum. 

Getirdim yanıma ayı bir karış 
Ölçtüm ki dağların boyu bir karış 
Şehiri bir adım, köyü bir karış 
Damlada denizdir en küçük derdim. 

Savurdum, eledim, seçtim zamanı 
Yaprak yaprak, tel tel açtım zamanı 
Haftada üç asır geçtim zamanı 
Nereye gittimse zamansız vardım. 

Yırtıldı ruhlara çizdiğim resim 
Yazık, kulaklara sığmadı sesim 
Yaşadığım şimdi beşinci mevsim 
Çağın çilesini sırtıma sardım. 

Hakim Beğ

Gene tehir etme üç ay öteye 
Bu dava dedemden kaldı hâkim beğ. 
Otuz yıl da babam düştü ardına 
Siz sağ olun, o da öldü hâkim beğ. 

Kırk yıl önce; yani babam ölünce 
Kadılıklar hâkimliğe dönünce 
Mirasçılar tarla, takım bölünce 
İrezillik beni buldu hâkim beğ. 

Yaşım yetmiş iki, usandım gel-git 
Bini buldu burda yediğim zılgıt 
Eğer diyeceksen: bana ne, öl git! 
Oğlumun bir oğlu oldu hâkim beğ. 

Sekiz evlek tarla, bir geverlik su 
Yüz yılda höküme bağlanmaz mı bu? 
Kazanmasam da hu, kazansam da hu! 
Canım ta burnuma geldi hâkim beğ. 

Keşife-meşife, damgaya, harca 
Kanımız kurudu harca da, harca.. 
Sayenizde avukatlar yıllarca, 
Fakiri yoldu da yoldu hâkim beğ. 

Mübaşir itekler, kâtip zavırlar 
Değişti bizde de göya devirler 
Yüz yıl önce adam yiyen gâvurlar 
Tapucuyu aya saldı hâkim beğ. 

Kabahat sizde mi, kanunlarda mı? 
Şaşırdım billâhi yolu yordamı.. 
Kızma sözlerime alam kadanı 
Sıkıntıdan içim doldu hâkim beğ. 

Mülkün temeliydi adalet hani? … 
Bizim hak temelde saklı mı yani? 
Çıkartıp ta versen kim olur mâni? 
Yoksa hırsızlar mı çaldı hâkim beğ? ! 

Hem davacı pişman, hem de davalı.. 
Bu yolda tükettik çulu, çuvalı. 
Sabret makamından çalma kavalı, 
Sürüler ekine daldı hâkim beğ. 

İsyanlı Sükut

Gitmişti makama arz-ı hâl için 
‘Bey’ dedi, yutkundu, eğdi başını. 
Bir azar yedi ki oldu o biçim.. 
‘Şey’ dedi, yutkundu, eğdi başını. 

Kapıdan dört büklüm çıktı dışarı 
Gözler çakmak çakmak, benzi sapsarı… 
Bir baktı konağa alttan yukarı 
‘Vay’ dedi, yutkundu, eğdi başını. 

Çekti ayakları kahveye vardı 
Açtı tabakasın, sigara sardı 
Daldı.. neden sonra garsonu gördü 
‘Çay’ dedi, yutkundu, eğdi başını. 

İçmedi, masada unuttu çayı 
Kalktı ki garsona vere parayı 
Uzattı çakmağı ve sigarayı 
‘Say’ dedi, yutkundu, eğdi başını. 

Döndü, gözlerinde bulgur bulgur yaş 
Sandım can evime döktüler ateş 
Sordum: ‘memleketin neresi gardaş? ‘ 
‘Köy’ dedi, yutkundu, eğdi başını. 

Yürüdü, kör-topal çıktı şehirden 
Ağzına küfürler doldu zehirden 
Salladı dilini.. vazgeçti birden, 
‘Oy’ dedi, yutkundu, eğdi başını. 

Tanrı Katına
Yerleri gökleri yaratan Tanrım 
Sana Sen’den şikayetim var benim 
Hâkim-i mutlaksın haktır kararın 
Anlatayım hallerimi gör benim  

Bir gönül verdin ki oldum esiri 
Bulur kusursuzda yüz bin kusuru 
Biri bire bölsen çıkar kesiri 
Bu gidişle iflah olmam zor benim  

Üfledim ötmedi aşkın düdüğü 
Aşamadım arpa boyu gediği 
Bana çirkin elin güzel dediği 
Ya aklım yok ya gözlerim kör benim  

Yalanı gerçekte saklanmış gördüm 
Gündüzlerde gece yazda kış gördüm 
Hayat diye verdiğini düş gördüm 
Tüm nedenler benliğimi yer benim  

Hava gurbet toprak gurbet su gurbet 
Alev alev sardı beni bu gurbet 
Esas derdim ne sıladır ne gurbet 
Dost ufuklar düşünceme dar benim

Sana Geliyorum

Görmeden, doğduğum gecenin seherini, 
Ellerim değmeden anama 
Ve günah izi yokken dudaklarımda, 
Bebeklere has bir dille ağlayarak, 
SANA geliyorum SANA 
Çırılçıplak! .. 

Bir garip ağaç oldum aşk ülkesinde, 
Köklerim sığmadı zamana; 
Silktim ham meyvelerimi utandım da, 
Kutsal duygularınla donandım yaprak yaprak. 
SANA geliyorum SANA 
Dal budak! .. 

Ne bir dürüm ekmek var heybemde, 
Ne içecek suyum kana kana… 
Bir tutam umutla düştüm yollara, 
Bazen yürüyerek, bazen koşarak, 
SANA geliyorum SANA 
Yalın ayak! .. 

Yollar uzadıkça yük ağırlaştı, 
Ateş düştü gönlümdeki harmana. 
Bıraktım ağrıyı, sızıyı bir yana; 
Hasretinden ıpıl ıpıl yanarak, 
SANA geliyorum SANA 
Bir avuç toprak! .. 

Seyrettim uzaktan benliğimi ki, 
Et, kemik, kan değilmiş mânâ. 
Habibin hakkına, İsmin hakkına 
Af dilemek için ağlayarak, 
SANA geliyorun SANA 
Ya HAKK!

 

 

Yazar
Kırmızılar

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen