Kök Kubbemiz

Macit ŞAYİN 

“Osmanlı unsurlarının, özellikle musiki paydasındaki bütünleşmesi, dikkat çekicidir. Nitekim Yahya Kemâl; ‘Hâkimiyetimiz altında bulunan milletlere musikideki vahdeti yayabilmiş olsa idik, tek bir millet olurduk.’ diyor ve Türk musikisindeki Rum, Ermeni, Yahudi ve diğer unsurları da katarak yüzde yüz millilikten bahsediyorÇünkü kastedilen Türklüğün içinde söz konusu bütün unsurlar zaten zımnen vardır.”

Türk müzik tarihi üzerine son zamanlarda yayımlanmış en kapsamlı eserlerden Dr. Fatma Adile Başer’in Osmanlı Ermenileri’nde Türk Müziği adlı kitabında geçen yukardaki alıntı, müziğin kültürel varlık alanında ne kadar hayati bir önem taşıdığını bir mütefekkir şair ile bir müzikolog gözünden anlatıyor. Kökleri binlerce yıl öncesine dayanan Türk müziği, içeriğindeki ontolojik estetiğin gücü ile diğer sanat kollarından mimariye, sosyal hayattan devlet yönetimine kadar hayatımızın bütün alanlarına nüfuz ederek sanat dalı olmanın ötesinde bir işleve sahip olmuştur. Şiirlerinde çağıl çağıl musiki akan Yahya Kemâl’in “Belki hâlâ o besteler çalınır / Gemiler geçmiyen bir ummanda” mısraları ile biten büyük bestekâr Buhurizade Mustafa Itri için yazdığı şiir, bir bestekârı konu edinen ender edebiyat örneklerindendir. Müziğin, kültür varlığının devamlılığına olan katkısı inkâr edilemez. Bu konunun daha anlaşılır hale gelmesinde müzik tarihi çalışmalarının ne kadar ehemmiyetli olduğunu, kültürel hayata yön veren sanatkâr, münevver ve ilgili diğer kurumlar tarafından daha dikkatle değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum.

Gök kubbemizde herkese yer var

İlk gençlik yıllarımdan beri ne zaman Süleymaniye Camii’ne girsem ruhumun kanatları bir kalp çarpıntısı temposuyla çırpınır durur. Mekândan içeri adımınızı attığınız anda başka bir gökyüzü altında nefes aldığınızı iliklerinize kadar hissedebilirsiniz. Onun gök kubbesinde, bugüne kadar doğmuş ve doğacak olan bütün insanlığa kucak açılır ve “Ne olursan ol gel!” denilen yerin Süleymaniye’de cisimleştiği duygusuyla sizi kendi iklimine alıverir. Mimar Sinan vatanın her köşesini benzersiz eserlerle donatmıştır. Selimiye’yi bir tapu senedi olarak miras bırakan Büyük Usta, Süleymaniye’yi de aşkının nişanesi edasıyla payitahtın sinesine yerleştirmiştir.

Yesevi ve Yunus’tan Yahya Kemâl’e

Süleymaniye’de Bayram Sabahı’nda “Çok şükür Allah’a, gördüm, bu saatlerde yine / Yaşayanlarla beraber bulunan ervahı mısralarında ağlayan Üsküplü çocukla  “Bir bitmeyen susuzluğa benzer bu ağrıyı” aynı gök kubbenin altında hissettiğimin idrakine varmak için uzun yıllar gerekecekti. Yahya Kemâl’in  “Kendi gök kubbemiz altında bu bayram saati / Dokuz asrında bütün halkı, bütün memleketi” dizelerinde asıl atfının yanı sıra farklı anlam katmanlarından bakmanın, ufkumuzu genişletmeye yardımcı olacağını düşünüyorum. Büyük şair olmanın yanı sıra mütefekkir kişiliğiyle de tanıdığımız Yahya Kemâl Gök kubbemizin” altına “bütün halkı, bütün memleketi” doldurarak şiirinin mânâ zeminine aynı zamanda bir adalet toplumu tanımını da gizlediğini görüyoruz. Zaten o kubbenin altına sığınanların insanca yaşamak bakımından herhangi bir ayrıma tutulamayacağı, yüzyıllar önce “Kamu âlem birdir bize / Düşmanımız kindir bizim” andıyla ilan edilmişti. Hiç kuşkusuz milli şairimiz Yahya KemâlYunus’un şifresini çağdaşlarından önce çözebilmiş ve o hikmetin pınarını bütün kalbiyle hissederek Yesi’nin altını kalın harflerle çizmişti.

Bu düşüncelerin zihin dünyamın gündeminde yeniden ön plana çıkmasına sebep olan alt metnin ne olduğunu çözmeye çalışırken Post Yayın Dağıtım’ın son kitabının haberlerini almaya başlamıştım. Yayınevinin çizgisinin kısa zamanda ulaştığı nitelikli düzey, yeni çıkaracağı kitaplar hakkındaki beklenti çıtamızı yüksek tutmamıza sebep oluyor. Bununla birlikte eserin “Türk Din Musikisi ve Etnomüzikoloji” alanında uzman olduğunu bildiğimiz Dr. Fatma Adile Başer’e ait olması ise ayrı bir heyecan ve merak unsuruydu. Müzik tarihimizin önemli bir dönemine ışık tutacağı anlaşılan kitap, hem müzik hem de tarih meraklılarının ilgi alanını kapsıyor. Ayrıca Sayın Başer’in daha önce okuma şansı bulduğum çeşitli makale, tebliğ ve araştırma yazılarında kullandığı duru Türkçesindeki zarif üslubu göz önüne alacak olursak kitabın okuyucuyu fazlasıyla tatmin edeceğini düşünüyordum.

Merakla beklediğim kitap Osmanlı Ermenilerinde Türk Müziği adı altında okuyucusuyla buluştu. Kitapla karşılaşmam, Süleymaniye’nin hür kubbesi düşüncesinin zihnimi tekrar meşgul etmesine sebep oldu. Bu düşünceler içinde kitabın arka kapağını okumamla beraber hiç tereddütsüz Tatyos Efendi bahsine göz atma gereği duydum, aynı zamanda kanuni ve kemani olan Tatyos Efendi, Türk müziğinde devrinin önemli bestekârlarındandır. Kitapta sayıları binin üzerinde musikişinastan bahsedilmesine ve birçoğu hakkında ayrıntılı bilgi verilmesine rağmen bu bestekâra olan ilgimin sebebi, onun en zarif eseri olduğunu düşündüğüm; Mâni Oluyor Hâlimi Takrîre Hicâbım” şarkısının düşüncelerimde Süleymaniye’nin hür kubbesi fikrinin müzik üzerinden biraz daha netleşmesine olan katkısındandır. Zihin dünyam Süleymaniye’de Bayram Sabahı ile daha geniş bir ufka ulaşmıştı ve bu hürriyet alanının sınırları din, mezhep, soy vb. ayırt etmeden şemsiyesi altında bulunan istisnasız her kulu kapsıyordu. Sadece kapsamakla kalmıyor, adalet merkezli dünya görüşüyle birlikte yaşadığı çok çeşitli kültürleri bünyesinde gönüllü olarak harmanlıyordu. Yazarın “Nitekim koşma, mani destan vb. yanında aruz kullanarak gazeller söyleyebilecek bir Türkçe dil zevki geliştirebilmiş Ermeni halkının, müzikte de Türk’le aynı çizgide buluşmuş olması yadırganacak bir durum değildir. Hatta müzikte Türkleşmek, Türkçeyi dil olarak kullanmaktan çok daha kolay ve etkili olmuştur…” (1)  tespitinde “Kendi Gök Kubbemiz”de “kendimiz” tanımının hangi ufuklarda seyrettiğini,  müzik tarihi üzerinden nasıl anlam kazandığını açıkça görüyoruz. Eserin asıl gücü ve değeri bu ifadelerin altını belgelerle besleyen, ispatlayan ve konu hakkında daha önce üretilmiş şehir efsanelerini çürüten bilimsel düzeyinden gelmektedir kanaatindeyim.

Dr. Fatma Adile Başer’in son yıllarda Türk müziği üzerine yazılmış önemli yazılarından biri olduğunu düşündüğüm, “kendimiz” yani “biz”in Türk müziği üzerinden enfes biz çözümlemesini içeren Medeniyetimizin Sûr-ı İsrâfîli (4) başlıklı yazısını da konuya ilgi duyanların mutlaka okumaları gerektiğini düşünüyorum.

“Kendi Kök Kubbemiz”

Gök kubbemizin aynı zamanda hür kubbemiz olduğunun kanıtlarından biri sayılabilecek olan kitabı kendi penceremden okumaya, incelemeye çalıştım. Fakat kitabın muhteviyatının hacmi itibarıyla daha ileri okumaları gerektirdiğini özellikle vurgulamak gerekiyor. Ayrıca belirtmek isterim ki bu türden bilimsel çalışmalarda akademik literatürün kullanılması zorunluluğunun sıradan bir okuyucu için oluşturduğu engeli aşmak kolay olmasa gerek fakat yazarın bu konuda da özel bir çaba sarf etmesine gerek kalmadan konuya ilgi duyan her düzeyden okuyucunun ünsiyet sağlayabileceği bir anlatım üslubunu benimsemiş olduğunu memnuniyetle gözlemledim.

Özlenen kültürün; yaşanan hayatın gerçekleriyle buluşması, yeni ve bize ait anlamlarla diriltilmesi, köklerine tutunmasıyla mümkündür. İşte, o “kök”ün (1) en güçlü kollarından biri de hiç şüphesiz müziktir. Çünkü musiki edebiyatımız, itikadımızın köklerini estetize eden bir özgün sanat bir olmanın yanı sıra anlam dünyamızın çoğulculuğa gösterdiği hoşgörünün anahtarlarını da barındırmaktadır. Bu pencereden bakıldığında inancımızın ruhunu bünyesinde taşıyan Türk müziğine Yahya Kemâl’in “kendi gök kubbemiz”den ve Dr. F. Adile Başer’in “Türk Kültür Sistemindeki Paradigma Bağlamında ‘Kök’ ün ‘Makam’a Evrilme Süreci” (2) başlıklı tebliğinden mülhem “Kendi Kök Kubbemiz” demekte bir beis görmüyorum.

DrFatma Adile Başer Hanımefendi’nin büyük emekler sarf ederek ortaya çıkardığı anlaşılan bu kitabın, musiki kültürümüzün kaynak eseri olarak kütüphanelerde yerini almaya başladığından eminim. Sadece Türk müziği değil, dünya müziği hakkında araştırma yapan müzikolog ve her seviyeden araştırmacının da başvuru kaynağı olacağı şüphesiz. Diğer taraftan kitabın, bir arada yaşayan farklı kültürlerin müzik sanatı yoluyla birbirleri üzerindeki olumlu etkileri, bu etkinin toplumsal barışa olan katkısı bağlamında sosyologların ve diğer bilim alanlarının da ilgisini çekeceğini ve katkı sağlayacağını düşünüyorum.  Bu katkının niteliği ve sonuçları hakkındaki görüşleri, müelliften hoşgörüsüne sığınarak kitabın 27. sayfasının birinci paragrafını düşünen zihinlere tadımlık olarak alıntılıyorum:

Biz ‘Türk müziği’ terimini, özgün bir medeniyet çevresinin müziği olarak kendi doğru mecrası içinde kullanmayı tercih ediyoruz. Bu medeniyet çevresi bağlamında; Ermeni, Süryani, Asuri, Yahudi, Keldani, Fars,  Arap, Rum, Macar, Sırp, Slav… vb. topluluklar arasında Türk müziği ortak paydasında kültürel yakınlıklar ve akrabalıklar söz konusudur. Türk müziğinin göz ardı edilmesi halinde o ‘çevre’nin unsurları arasındaki müzikal ilişkilerinde bağı çözülür ve anlamsızlaşır. Özellikle Osmanlı medeniyet havzasında şekillenerek günümüze intikal eden akraba müzik kültürlerini incelediğimizde, söz konusu toplumların menfaat, yaşayış, tecrübe ve zevkte… Müşterek bir dünya kurabildiklerinin açık göstergesi Türk musikisinin bizatihi kendisidir. Aynı şekilde Ermeni ve Türk toplumlarının birbirine yakın ve akraba kılan en önemli kültürel değerin de yine müzik olduğunun altını çizerek belirtmemiz gerekiyor.”  

Bu görüşlerden yola çıkarak musikimizin Türk medeniyeti harcının adeta çimentosu gibi bir işlevi olduğu sonucunu çıkarabiliriz.

Müziğin kültürler arası barışa ve kaynaşmaya olan katkısını yukarda sözünü ettiğimiz beste üzerinden dikkatlerinize sunmak istiyorum. Sözleri Nigar Osman Hanım’a ait olan Tatyos Efendi’nin meşhur bestesi Mâni Oluyor Hâlimi Takrîre Hicâbım şarkısı, bestekârın bu hürriyet cezbesine musiki yoluyla katıldığını gösteriyor. Ermeni Türk’ü bir bestekârın güfte tercihleri arasında Türklerin bilinen en karakteristik özelliklerinden olan utanma duygusunun konu edildiği bir güftenin bulunması, aslında hiç de şaşılacak bir şey olmamakla beraber bugün üzerinde etraflıca düşünmemiz gereken ehemmiyetli bir ayrıntıdır. Ayrıca kitabın konusu olan diğer Ermeni Türk’ü musikişinasların Mevlevihanelere olan yakınlığı, insanlığın nasıl bir medeniyetle kutlandığının bugüne kadar ihmal edilmiş bir boyutuna kanıtlarıyla ışık tutuyor. Mevlevihanelere yakınlık, Ermeni Türk cemaati, kültürümüzle daha yakından bağ kurmalarını sağlamakla kalmamış; bir yandan Türk müzisyenleri yetiştiren cemaatin, diğer yandan dini müziklerinde de zamanla çok ciddi bir değişime giderek kültürel bağların tesisinde önemli mesafeler kat etmiştir. Eserde konunun bu veçhesinin de tafsilatlı bir şekilde incelemeye tabi tutulduğu görülüyor.

Kitabı yayın hayatımıza kazandıran Post Yayın’ın bir defa daha anmadan geçmek haksızlık olurdu. Esasen Türk kültürüne hizmetin insanlığa hizmet manasını taşıdığı düşüncesinden hareketle Post Yayın’nın bugüne kadar izlediği yayın çizgisiyle milli kültürümüze ve insanlık medeniyetine daha büyük hizmetlerde bulunacağını düşünüyorum.

“Kök Kubbemiz”deki bulutların dağılması yolunda büyük katkıları olacağına inandığım Osmanlı Ermenileri’nde Türk Müziği’nin yazarı değerli bilim insanı Müzikolog Dr. Fatma Adile Başer’e Türk müziğine ve kültürüne yaptığı katkılardan dolayı en kalbi teşekkürlerimizi sunuyor, çalışmalarının devamının geleceğini ümit ediyoruz.

  • Post Yayın DağıtımBaskı: İstanbul – Ocak 2018 Dr. Fatma Adile Başer XIX Yüzyıl Merkezli Olarak OSMANLI ERMENİLERİ’NDE TÜRK MÜZİĞİ Sayfa:39
  • Kubbealtı Lugati Kök bahsi
  1. (Orta Türk. [Oğuzca. ve Kıpçak.] kök “menşe”)
    Bitkilerin, toprağın altında kalan ve topraktaki besi maddelerini emmelerine yarayan kısmı, cezr: “Saçak kök.” “Kazık kök.” “Yumru kök.” Sızlatır bâzı saatler dayanılmaz bir acı / Kökü toprakta kalıp kendi kesilmiş ağacı (Yahyâ Kemal). Yaprakların, köklerin, otların çürümesiyle vücûda gelmiş bir nebâtî gübre… (Refik H. Karay). Şimdi kökleri bol, serin dereler içinde ve dalları ılık, şefkatli ışıklar altında gelişen Defne’nin erikleri kıvâmını bulmuştu (Refik H. Karay).
  2. Bâzı şeyleri bulunduğu yere kuvvetle bağlayan dip bölümü, derinlerdeki alt ucu: “Diş kökü.” “Sinir kökü.”

 

 

Yazar
Kırmızılar

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen