Doğu Anadolu’nun Türklüğü

 

Okumuşumuz olsun, cahilimiz olsun, Doğu illeri hal­kına hemen “Kürt” der, çıkar. Hiç hatırına getirmez ve hattâ bilmez ki, Doğu illerinde yerli şehir Türkleri, Türk­menler, Karakalpaklar, Azeriler de yaşamaktadır. Kürt diye anılan insanlar Kurmanç ve Zaza adı veri­len iki büyük zümreye ayrılmaktadır. Bunlardan Zazalar, Kürtlüğü kat’iyen kabul etmeyip, Kurmançların Kürt ol­duğunu, kendilerinin ise Zaza olduğunu söylerler. Ancak bazı görüşler bu hükmün istisnasını teşkil eder. “Kürtçü” görüşü savunanlara göre, bir Kürt ırkı vardır ve Kurmançlarla Zazalar bu ırkın şubelerini teşkil eder. Beynelmilel cereyanlar da böyle sun’î bir ırk yaratıp, Tür­kiye’yi parçalamak istediğinden, yurt sathında filizlenme imkânı bulan bu muzır fikirleri yeşertmek için çırpınırlar. Elinizdeki kitapta da çeşitli örnekleri olduğu gibi Doğu ve Güneydoğu Anadolu, otantik kültür değerleri açısından Batı Anadolu’dan daha Türk’tür. Mesela coğrafî şartlardan dolayı Hakkâri ve Tunceli’nin nüfus hareketliliği son derece zordur. Böyle olmakla beraber bu illerde yapılan halı-kilimlerle Sibirya, Orta Asya ve Moğolistan’daki Türklerin yapmış oldukları ha­lı-kilimlerin üzerindeki damgalar niçin aynıdır? Diğer yandan dünyada bilinen ilk koç-koyun başlı mezar taşları 1772’de Rus arkeologlarca Altaylarda bulmuş (altı adet) olup, tarihleri M.Ö. X. asır olarak belirtilmişken, nasıl oluyor da bu mezar taşlarının son örnekleri Tunceli ile Hakkâri’de karşımıza çıkıyor? Prof. Dr. Mehmet Eröz, büyük bir titizlikle saha araştırmalarına dayanarak yaptığı araştırmalarında belli bölgelerin muhtelif zümrelerle anılır olmasını kabul etmemiş, lengüistik, etnografik ve tarihî vesika ve kaynaklara dayanarak Doğu Anadolu’nun Türklüğü’nü göstermiştir.

İçindekiler

Birinci Basımın Önsözü ………………………………………………………………..9

İkinci Basımın Önsözü ……………………………………………………………….11

Söz Başı ……………………………………………………………………………………13

Bir Kürt Milliyetinden Söz Edilebilir mi? …………………………………..17

Doğu Anadolu Halkı …………………………………………………………17

“Kurmanç” ve “Zaza” Sözlerinin Aslı ………………………………….18

“Kürt” Sözü Ne Manâya Geliyor? ……………………………………….26

Kurmançça ve Zazaca Konuşan Kürt Oymakları …………………………50

Şerefnâme’ye Göre Kürtler …………………………………………………….58

Kürtlerde Şahıs İsimleri ……………………………………………………58

Kürtlerde Kabile ve Aşiret İsimleri …………………………………….70

Doğu Anadolu Yer Adları (Şerefnâme’de geçen) ………………….76

Örf, Âdetler ……………………………………………………………………77

Karakeçililer …………………………………………………………………………79

Karakeçililerde Maddî Kültür …………………………………………….90

Ziya Gökalp’ın Karakeçililer Hakkındaki Fikirleri ve Diğer Kurmanç Oymakları ………….98

Pazarcık’ta (Maraş) Kurmançça Konuşan Aşiretler …………………..104

Güneydoğu Zazaları ……………………………………………………………114

Kürtçe Diye Bir Dil Yoktur ………………………………………………….124

Doğu Anadolu Köy Adları ………………………………………………….146

Türk Soy, Uruk, Ulus, Boy ve Oymak Adları ile Kurulan Doğu Anadolu Köyleri ……………………..149

Küçük Boy ve Oymak Adlarını Alan Köyler ……………………….151

Totemik İzler Taşıyan Doğu Anadolu Köyleri ……………………..179

Eski Türk Kültürü ile ilgili Olarak İsimlendirilmiş Olan Doğu Anadolu Köyleri …………………………188

Türkistan, Azerbaycan ve Diğer Türk İllerindeki Köy ve Kent İsimlerini Alan Doğu Anadolu Köyleri ..203

Eski Türk Ünvanlarını, Yerleşme ve Akrabalık Kelimelerini İsim Olarak Alan Köyler ………………….207

Coğrafî Duruma Göre İsimlendirilen Köyler ………………………210

Sonsöz ……………………………………………………………………………………215

Faydalandığımız Kaynaklar………………………………………………………..225

Dizin ………………………………………………………………………………………231

 

Birinci Basımın Önsözü

Bu kitap, daha önce çeşitli yerlerde yayımlanmış olan, bu konudaki yazılarımızın bir araya getirilmesi ile meydana çıkmıştır. Aynı konu etrafındaki bahisler arasında bir tutarlılık, bir insicam olduğu söylenebilir. Her bahis başlı başına bir ağırlık taşımakta; üzerinde titizlikle ve gayretle çalışılmış olmanın damgasını ihtiva etmektedir. Bu bakımdan küçük bazı tekrarların bile yarayışlı olacağına inanıyoruz. Mes’elenin daha sistemli bir şekilde incelenmesi, uzun çalışmaları gerektirmektedir. Tarihî, etnografik ve dille ilgili bütün vesikalar aranmalı; yerinde, cemiyet ve kültür araştırmaları yapılmalıdır. Böyle yoğun bir çalışmanın sonundadır ki, bir senteze, bir terkibe varılabilir; bir eser meydana getirilebilir. İnşallah böyle bir eseri hazırlayacağımızı umuyoruz. Böyle olmakla beraber, şu haliyle bile bu kitap, günün ihtiyaçlarına, Türkiye’nin bu konu ile ilgili meselelerine, bir derece cevap verebilecek seviyededir sanırız. Daha önce yayınlanan bazı bölümlerinin gördüğü ilgi ve teşvik dolayısıyla, bu hükme varıyoruz. Epeyce mektup aldık. Meselâ Siverek’ten Karakeçili Aşireti Beyi Mükrim Bey yazdığı mektupta, “İlminizle, bizim Türklüğümüzü ispatladığınız için size minnettarız,” diyordu. Doğubeyazıt’ın veya Diyadin’in “Kanlı” köyünden olup, yedeksubaydan arkadaşım, geçen yıl Hakkın rahmetine kavuşan, genç yaşta göç eden, ortaokul hocası Fevzi Aladağ, bu yazıları okuyunca son derece sevinmiş, bizi candan kutlamıştı. İstanbul Hukuk Fakültesi’ne de devam ediyordu.

İkinci Basımın Önsözü

kİtabımızın birinci baskısı, daha önce yayımlanmış olan makale ve kitapçıklara dayanıyordu. Bu baskısında, birinci baskıyı esas almakla birlikte, birçok eklemeler yaptık ve bölümler arasındaki organik bağı arttırmaya, tekrarları önlemeye çalıştık. Yer yer tekrarlar ve bağlantı noksanları olursa, hoş görüleceğini umarız. Mevcut kaynakların hepsini gördüğümüzü söylemekten uzağız. Okunacak, görülecek pek çok vesika ve eser var. Epeyce saha araştırması yapmış bulunmamıza rağmen, yenilerini de yapmak gerekiyordu. Elimizdeki imkânlar ölçüsünde yapabileceğimizi yaptık. Bu eksikliklerine rağmen, kitabımızın, büyük bir ihtiyaca cevap vereceğine ve millî birliğimize yardımcı olacağına inanıyoruz. Dış güçlerin ve onların emrindeki iç bölücülerin, bizden koparmaya çalıştıkları insanların, milletimizin bir bölümünü meydana getirdiklerini, ilmî delillerle gösterdiğimizi sanıyoruz. Onların içinden çıkıp, onları bizden koparmaya çalışan bölücülerin yakasına devletimizin yapışması, bu vatandaşlarımızı muhakkak ki üzmüyor, şaşırtmıyor, kayguya düşürmüyor olmalıdır. Bundan sevinç duymaları, buna memnun olmaları gerekir; öyle olduğunu da duyuyoruz. Devletin demir pençesinin, bölücünün nefesini kesmesi demek, Kurmanç ve Zaza topluluklarına, devletin yabancı olması demek değildir. Tam aksine, devletimizin, diğer bütün vatandaşlara yaptığı gibi, bu cemaatleri de şefkatli himayesi altına aldığı mânâsına gelir. Bunun başka türlü yorumlanması ya bilgisizliğin, ya da kötü niyetin eseridir. Hatalar olabilir; yaşın yanında kuru da yanabilir. Fakat niyet iyi olunca, hakikat anlaşılır, hatadan dönülür.

Söz Başı

Rahmetli Eröz hoca, dünyada ve Türkiye disiplinler arası çalışmaların yaygınlık kazandığı 1990’lardan çok önce, yani meslek hayatına atıldığı ve yazı yazmaya başladığı ilk günden itibaren disiplinler arası bir anlayış ve bir hekim mantığı ile Türkiye’nin sosyal yapı sorunlarıyla ilgilenmeye başlamıştır. Özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu ile Alevîlik-Bektaşîlik konusundaki çalışmaları takdire şayandır. O âdeta Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun bu günkü durumunu, sanki o günlerde görmüş gibi konu hakkında çok sayıda araştırma yapmıştır. Bir akademisyeni veya araştırmacıyı yazı yazmaya sevk eden ve daha iyi yazmasını sağlayan okuyuculardan gelen eleştiri ile ilgilerdir. Ancak Eröz kimseden bir şey beklemeden hatta babasından gelen eleştirilere rağmen üniversitenin duvarlarını aşarak Türkiye’nin sosyal yapısı hakkında yapmış olduğu saha araştırmalarını, teorik bilgileriyle yoğurup okuyuculara sunmuştur.  Fakat okuyuculardan yeterli eleştiriler gelmediğinden bazı konularda derinlemesine araştırma yapmamıştır. Mesela hoca 1965’de yazdığı  “Kürtlerin Menşei ve Türkmenlerin Kürtleşmesi” (İ. Ü. İktisat Fak. Sosyoloji Konferansları, Beşinci Kitap, 19641965) adlı makalesindeki “Kürtleşen Türkler” kavramını kullanmış. Bu kavram hakkında hiçbir eleştiri ve yorum gelmemiş olmakla beraber, kedi araştırmalarıyla konu.  

Hasan Hayri Bey ve M. Şerif Fırat gibi, Ziya Gökalp de ‘Kürtleşme’ hâdisesinden bahseder… Vaktiyle biz de aynı şekilde, bir ‘Kürtleşme’ hâdisesinden bahsediyorduk. Fakat sonraki araştırmalarımızın ışığında, bu kültür değişmesine, böyle bir karşılık bulmanın doğru olmadığı kanaatına vardık… Bundan dolayı biz bu vetîreye (prosese), ‘Yabancılaşma’, ‘Türkçeyi kaybetme’ adını veriyoruz demiş. Eğer hoca “Kürtleşen Türkler” makalesini, yazdığı yıllarda tartışma olmuş olsaydı, belki de görüşlerini değiştirmek için on yıl bekleyemeyecekti.

Onun yukarıdaki ifadelerine rağmen, yakın arkadaşları dahi, bu kavramsal değişikliği tartışmadıkları gibi, günümüzde bile bazı “Türk milliyetçileri” veya “Ülkücüler”, “Kürtleşme”, “Kürtleşen Türkler”, “Türk Kürtleri”, “Zaza Türkleri” gibi kavramları kullanmakta hiçbir sakınca görmemektedir. Üniversiteler kurumsal olarak, akademisyenler de bireysel olarak var oldukları illerin hatta bölgenin sosyal sorunlarına eğilmek zorundadır. Fakat Türkiye’deki üniversiteler (özellikle yerleşke ve lojman anlayışından dolayı) adeta birer askerî karargâh, akademisyenler de halkla teması olmayan komutanlara dönüşmüştür. Diğer yandan Ankara’ya (Ankara’dan kasıt hükümet ile siyasî partiler) bakan akademisyenlerin üniversitelerde hâkim olması, adeta akademik mantığın intiharını hazırlayan süreci başlatmıştır. Çünkü Ankara’ya bakan üniversite yönetimi ile akademisyenlerin, onların beklenti ve taleplerinin dışında kurumsal veya bireysel bir söylem veya siyasî görüş sunmaları mümkün değildir. Bu sorunu aşmak için akademisyenlerin Ankara’ya bakmaktan vazgeçip, üniversitelerinde halkla temasa geçmekten başka çıkış yolu yoktur. Böyle bir çıkış, bizleri rahmetli Eröz’ün yüksek lisans öğrencisi olduğu yıllarda yürümeye başladığı yola, yani halkla tanışmaya, onları anlamaya götürecektir. Bilindiği gibi sosyal bilimler teori ve kavramlarla yapılır. Eğer size ait kavramlarınız ve teorileriniz yoksa, yaptığınız, derlemeden başka bir şey değildir. Bu nedenle Türkiye’deki sosyal bilimlerin en problemli alanların başında teorisizlik ve kavramsızlık gelmektedir. Mesela çok temel kavramlardan biri olan “millet” ile “ırk” kavramlarının ne olduğu karıştırılmaktadır. Oysa bu kavramlar gayet açıktır, “millet” sosyoloji ve tarih, ırk ise biyoloji kaynaklıdır. Bu bağlamda elinizdeki kitapta, çok konuşulan, fakat neredeyse hiç bilinmeyen ya da bilmezden gelinen Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun sosyal yapısı hakkındaki önemli bilgi ve belge okuyucularla paylaşılmıştır. Elinizdeki kitapta da çeşitli örnekleri olduğu gibi Doğu ve Güneydoğu Anadolu, otantik kültür değerleri açısından Batı Anadolu’dan daha Türk’tür. Mesela coğrafî şartlardan dolayı Hakkâri ve Tunceli’nin nüfus hareketliliği son derece zordur. Böyle olmakla beraber bu illerde yapılan halı-kilimlerle Sibirya, Orta Asya ve Moğolistan’daki Türklerin yapmış oldukları halı-kilimlerin üzerindeki damgalar niçin aynıdır? Diğer yandan dünyada bilinen ilk koç-koyun başlı mezar taşları 1772’de Rus arkeologlarca Altaylarda bulmuş (altı adet) olup, tarihleri M.Ö. X. asır olarak belirtilmişken, nasıl oluyor da bu mezar taşlarının son örnekleri Tunceli ile Hakkâri’de karşımıza çıkıyor?* Bu satırların yazarı yirmi dört Oğuz boyundan biri olan Avşarlar’ın (Türkiye’de nüfusu en büyük olan boy)  Torunlar oymağındandır. Bilindiği gibi Avşarlar, Oğuzların dışa en kapalı boylarından biridir. Torunlar ise Avşarların Bey grubundan olup, Avşar boyu içinde dışarıya en kapalı olan oymaktır. Buna rağmen Türkiye’deki Torunların bir kısmı Zazaca, bir kısmı Kürtçe, bir kısmı Türkçe konuşmaktadır. İnanç olarak bir kısmı Sünnî, bir kısmı Alevîdir. Diğer yandan Van’da yapmış olduğumuz bir araştırmada Kürtçe ve Türkçe konuşan Torunların, köklerini Nâdir Şah’a bağladıklarına şahit olmuştuk. Bunlardan Kürtçe konuşana göre Nâdir Şah bir Kürt beyi, Türkçe konuşana göre bir Türk beyidir. Tarihî kayıtların açıkça ifade ettiğine göre Nâdir Şah İran’da “Avşar Devleti” adıyla devlet kurmuş olan bir Avşar beyidir. Avşarlardaki bu sosyal yapı özelliği Beydili, Döğer gibi diğer boylarda da görülmektedir. Yani bu boylardan olan bazı oymak veya aşiretlerin durumu Torunlardan farklı değildir. Bu durumdan haberdar olmayan ya da olmak istemeyen, fakat insanlara konuştukları dilden hareketle kimlik pazarlayan, “etnik kimlik inşacıları”nın nasıl bir kimlik hazırlayacakları merak edilmeye değer.

Nasıl ki insanların amaçları ve rüyaları varsa, rahmetli Eröz hocanın da ifade ettiği gibi devletlerin de amaçları, rüyaları olur ve bunlardan vazgeçmeleri mümkün değildir. Bu durumda bizlere düşen görev, o devletlerin oyunlarını bozmak olmalıdır. Aksi halde “dış güçler” yakınmasından kurtulmak mümkün değildir.

…………………….

Sayın Prof.Dr. Mehmet Eröz

Prof. Dr. Mehmet Eröz (1930-20 Haziran 1986): İstanbul Ticarî İlimler Akademisi’nden 1955’te mezun oldu. 1958’de İstanbul Üniversitesi İşletme İktisadı Enstitüsünde Yüksek lisans yaptı. Şeker Fabrikaları A.Ş’ de bir süre müfettiş olarak görev aldı. 1961’de İktisat Fakültesinde Z. Fahri Fındıkoğlu’nun asistanı oldu. “Göçebe Ekonomisi ve Türk Göçebelerinde İçtimaî Organizasyon” adlı doktora teziyle, 1965 yılında sosyoloji doktoru unvanını aldı. Marksizm, Leninizm ve Tenkidi adlı teziyle 1971’de doçent oldu. Türkiye’de Alevilik ve Bektaşilik adlı teziyle 1977’de profesör oldu. Eröz, Türkiye’de disiplinler arası anlayışla, araştırma yapmanın gereğini gündeme getirmiş ve bu anlayışla saha çalışmaları yapmış Türkiye’nin yetiştirdiği ilk sosyologdur. O daha “İşletme İktisadı Enstitüsü” (1957-1958) Yüksek Lisans öğrencisiyken saha çalışmalarına başlamıştır. 1965’te tamamladığı doktora tezini “iktisat, sosyoloji, antropoloji, halk edebiyatı, kültür tarihi, dinler tarihi” gibi bilim dallarının bilgilerini kullanıp saha çalışmaları yaparak hazırlamıştır. Aslında Eröz, bütün çalışmalarında araştırmasının özelliğine göre bilimler arası bir anlayışı her zaman takip etmiştir. Haddizatında Eröz’ün çalışmalarını ve onu diğerlerinden farklı kılan da bu yöntem anlayışıdır.

Eserleri (Kitapları) (İlk baskıları esas alınmıştır.)

  1. Doğu Anadolu Hakkında Sosyo-Kültürel Bir Araştırma, Baylan Yayınları, Ankara, 1973.
  2. İktisat Sosyolojisine Başlangıç, İstanbul Üniversitesi İktisat Fak. Yayın, İstanbul,  1973. (4. Baskı, Ötüken Neşriyat, Haziran 2014)
  3. Doğu Anadolu’nun Türklüğü, Türk Kültürü Yayınları, İstanbul, 1975 (3. Baskı, Ötüken Neşriyat, Kasım 2015)
  4. Marxizm-Leninizm ve Tenkidi, İrfan Yayınları, İstanbul, 1974.
  5. Türk Kültürü Araştırmaları, Kutluğ Yayınları, İstanbul, 1977.
  6. Türk Ailesi, Millî Eğitim Basımevi, İstanbul, 1977.
  7. Türkiye’de Alevîlik ve Bektaşîlik, Otağ Yayınları, İstanbul, 1977. (3. Baskı, Ötüken Neşriyat, Ağustos 2015)
  8. Millî Kültürümüz ve Meselelerimiz, Doğuş Yayınları, İstanbul, 1983.
  9. Hristiyanlaşan Türkler, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1983.
  10. Türk Milleti ve Türk Milliyetçiliği, Harp Akademisi Basımevi, İstanbul, 1984.
  11. Yörükler, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayınları, İstanbul, 1991.
  12. Türk Millî Bütünlüğü İçerisinde Doğu Anadolu (B. Ögel; B. Kodaman; H. D. Yıldız; F. Kırzıoğlu; A. Çay ile ortak), Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1986.

Ayrıca 1961 yılından itibaren İş ve Düşünce Dergisi, İktisat Fakültesi Mecmuası, Türk Yurdu, Türk Kültürü, Milli Hareket, Millî Işık, Bilgi, Büyük Türkiye, Töre, Bozkurt, Belgelerle Türk Tarihi, İslam Araştırmaları, Ticaret Odası Dergisi, Devlet Dergisi gibi muhtelif dergilerle armağan kitaplarında ve toplu konferans yayınlarında birçok makalesi yayınlanmıştır.

 

Yazar
Kırmızılar

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen