Dönemin Maarif Vekili Hamdullah Suphi Tanrıöver İstiklâl Marşının Kabûlünü anlatıyor

Hamdullah Suphi Tanriover

Dönemin Maarif Vekili Hamdullah Suphi Tanrıöver İstiklâl Marşının Kabûlünü anlatıyor[i]:

Bana istiklâl marşının nasıl bir hava içinde doğduğunu sordunuz. Her ot, her çiçek, her ağaç ve her hayvan, bir iklim içinde doğar. Bunların şekilleri, renkleri ve kokuları üstünde, o iklimin tesiri, dünyanın bildiği bir hakikattir. Sanat eserlerinin de tıpkı bunlar gibi, muayyen bir iklim içinde doğduğunda kimse şüphe etmiyor.

1920 senesinde, Nisan ayında, Ankara’da Büyük Millet Meclisi açıldığı vakit, Anadolu, her taraftan kabarıp gelen, yabancı istilâ dalgaları ortasında kalmışti. Ben Meclisin o günkü halini tarif ederken, vaktiyle şöyle bir cümle kullandım: «Biz Millet Meclisinin sıraları üstünde denize döküldükten sonra bir kayaya tırmanan kazazedeler gibi toplanmıştık».

Devlet orduları tanzim edilmeden evvel, halk kuvvetleri Garbi Anadoluda, Adana ovalarında, Urfada, Maraşta, Gaziantepte silâha sarılarak istilâya karşı mücadeleye girdiler. Birinci Millet Meclisi, seyredildiği vakit orada görü­len tenevvü derhal dikkate çarpardı. Hocalar, şeyhler, Bektaşi ve Mevlevi tarikati mensupları, eski mektep hocaları, zabitler saymakta devama lüzum yok, şarktan gelen uzun sakallı ve heybetli ağalar ve birçok serhad çocukları. Mebus intihap edilenlerden bir kısmı davete icabet etmemişti. Ankaraya gelenler iradesi olan, cesareti olan, yeni bir boğuşmanın getireceği ciras cins tehlikelerden korkmıyan kimselerdi.

Anadoluda ilk zaferi bize Karabekir Kâzım Paşa verdi. Sarıkamış, Kars ve Gümrüyü aldıktan sonra, halk, zaferin bizim için hâlâ mümkün olduğunu idrâk etti. Bu zaferde ilk ışığı gördü ve istiklâl için ilk müjdeyi aldı. Ben bu haberi Antalya belediye önünde toplanan halka verdiğim gün ne duyuyordum size tarif edemem. Baş kumandanlık kanunu müzakere edilirken ben Sandıklı civarında rasgeldiğim bir kuvvetten Millet Meclisinde vecdile bahsettim.

Bu kuvvetin başında Refet Paşa vardı. Biten Birinci Cihan harbinin sayısız cephelerinde yani mezbahlarda tükettiği Türk kuvvetleri bana ilk defa olarak Sandıklı civarında onun kumandası altında tekrar gö­ründü. Refet Paşa, Demirci Mehmet Efe, Çerkeş Ethem ve Yunan ordusile muzaffer çarpışmalardan sonra Sakarya muharebesi başlamadan evvel Millî Müdafaa Vekâletini üzerine almış ve orta Anadoluyu gece gündüz devam eden bir akın halinde cepheye sevketmeğe başlamıştı.

Arada birinci ve ikinci İnönü zaferini idrak ettik. Fakat Meclis açılmadan evvel, düşmanın işgali altına girmiş, toprakları kurtarmak için baş­ladığımız mücadelede, talih bize müsait görünmüyordu, Çünkü Yunan orduları Akhisarı, Manisayı, Bursayı aldıktan sonra, Eskişehiri, Kütahyayı ve Afyonu da aldılar, orta yaylâya doğru ilerlemeğe başladılar. Elimizde maddî ve manevî ne kadar kuvvet varsa ya bunları toplıyacak, düşman karşısına çıkacak, ve onunla son bir hesaplaşma imkânını arıyacaktık. Yahut her şey kaybolacaktı.

Millet Meclisi telkine, irşada ehemmiyet vermek lüzumunu anlıyordu. 1336 senesi Mayıs ayında, Şair Mehmet Âkif Beyi ve beni Konya camilerinde vaize memur etmişti.

Haziranın ilk haftasında ben Konyaya hareket ettim. Bundan on gün sonra da Mehmet Âkif Bey geldi. Antalyada Paşa camiinde, Uluburluda yeni camide, millî mücadele lehine yaptığım telkinlerden sonra Konya halkına hitap eden bu üçüncü mevzien idi. Bu şehir orada daha evvel çıkan ihtilâllerle millî mücadeleye karşı bir vaziyet almış hissini veriyordu. İtiraf edeyim ki merkez yani Ankara irşada istihkak ettiği ehemmiyeti vermekte gecikmişti.

Tafsilât üzerinde durmak istemem fakat yalnız kuvvetli bir delil olduğu için şu noktayı zikredeyim, her ikimizin Ankaraya avdetimizden bir ay kadar sonra, Konyadan bir heyet geldi ve Çorum mebusu Dursun Beyle beraber, Dahiliye vekili Ata Beyi ziyaret etti. Ve bu Vekile onun bana kelime kelime tekrar ettiği şu sözleri söyledi:

“— Eğer Millet Meclisi hakikî vaziyeti anlatmak için bize gönderdiği mebusları daha evvel yollamış olsaydı, orada ne isyan çıkar, ne isyanı bastırmak için asker şevkine lüzum kalırdı.”

Diğer taraftan düşman ordularının istilâsı, yer yer baş gösteren dahilî isyanlar, İstanbul hükümetinin aleyhimize harekete geçirdiği kuvayı inzibatiye her gün vahameti arttırıyor, diğer taraftan Millet Meclisi çıkardığı kanunlar ve hazırladığı ordularla tehlikeyi yenmeğe, ve kurtuluşu temin etmeğe çalışıyordu. Bu arada bir tedbir olarak acaba halka, bu kurtuluş mücadelesinin heyecanının verecek bir şiirin, yardımına el uzatmak doğru olmaz mıydı?

Ben Maarif Vekâletinde memleket şairlerine müracaat ederek, bir istiklâl marşı yazmalarını rica ettim. Vekâlete yedi şiir geldi. Mehmet Akif Bey, kazanacak şaire nakdi bir mükâfat vâdedildiği için bu müsabakaya iştirak etmemişti Ben ona şahsan ayrıca müracaat ettim. Ve bize millî bir marş temin edecek şairin bir para cazibesine kapılmaktan çok uzak olduğunda kimsenin tereddüt etmiyeceğini kendisine temin ettim. O da bildiğiniz marşı yazarak bize gönderdi.

Bu marş Anadolu mücadelesinin mühim bir sahifesidir. Ben neticeyi Millet Meclisine arzettiğim gün, bir ç’ok müzakereler oldu, ismini size söylemek istemediğim bir hatip.

─ «Şiirin, hakikatleri söylemeğe tahsis edilmiş olan Millet Meclisi kürsüsünde yer bulamıyacağını» iddia etti. Fakat bastırıp mebuslara tevzi ettiğim şiirler arasında Mehmet Akifin yazdığı, ezici bir ekseriyetin tasvibini kazanmıştı.

Balıkesir mebusu Beşir Bey onu kürsüye çıkarak okumamı teklif etti. Hayatımda nadir duyduğum bir heyecanla Mehmet Âkif’in şiirini okudum. Onu ezici bir ekseriyet ayakta dinledi, zaten o kendi gönlünde bu şiirin lehine kararını vermişti. Bu şiirin nasıl alkışlandığını size tarif etmem müşküldür. Bundan sonra eski Ulaştırma Bakanımız General Ali Fuadın babası, İsmail Fazıl paşa, şiirin bir defa daha hatiplerin durduğu yerden değil, Meclis reisinin bulunduğu yerden okumasını teklif etti. Onu riyaset mevkiinden tekrar okudum.

*****

Nihal Atsiz3

Mehmet Âkif[ii]

Yazan : Nihâl Atsız

Âkif şair, vatanperver ve karakter adamı olmak bakımdan mühimdir.

Şairliğine kimse itiraz edemez. Onun oldukça bol manzum eserleri arasında öyle parçalar vardır ki Türk edebiyatı tarihinde ölmez mısralar sırasına girmiştir.

Vatanperverliği tam ve tezatsız bir vatanperverliktir. Akif, sözle vatanperver olduğu halde fiille bunu tekzip edenlerden değildi. Vatanperverâne şiirler yazdığı halde en sefil bir namert ve en rezil asker kaçağı hayatı yaşıyanlar henüz aramızda bulunduğu için Âkif’in vatanperverliği yüksek bir değer kazanır.

Karakter adamı olmak bakımından ise Âkif eşsizdir. O, daima bulunduğu kabın şeklini alan bir mayi veya cıvık bir halita değil; şeklini sıcakta, soğukta, borada, kasırgada muhafaza eden katı bir cisimdir.

İslamcı olmasını kusur diye öne sürüyorlar, İslâmcılık dünün en kuvvetli seciyesi ve en yüksek ülküsü idi. Bugünkü Türkçülük ne ise dünkü İslâmcılık da o idi. Esasen İslâmcılık Osmanlı Türklerinin millî mefkûresiydi. Ondördüncü asırdanberi Türklerden başka hiçbir müslüman millet, ne Araplar, ne Acemler, ne de Hintliler İslâmcılık mefkûresi görmüş değillerdi. Bir Osmanlı şairi olan Âkif’te millî mefkûre kemaline ermiş, fakat yeni bir millî mefkûrenin doğuş zamanına rastladığı için geri ve aykırı görünmüştür.

Mazide yaşıyanların fikir ve mefkûreleri bize aykırı gelse bile onları zaman ve mekân şartları içinde mütalea ettiğimiz zaman haklarını teslim etmemek küçüklüğüne düşmemeliyiz.

Çanakkale şehitleri için yazdığı şiir kâfidir. Başka söz istemez…

Âkif inandı, dönmedi ve öyle öldü

——————

[i] http://earsiv.sehir.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/handle/11498/39668/001522525006.pdf?sequence=1

[ii] http://earsiv.sehir.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/handle/11498/39668/001522525006.pdf?sequence=1

Yazar
Kırmızılar

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen