İlk Türk Tıp Okulu’nun Kuruluşu

Tıphane-i Amire Binası’nın 19. Yüzyıl görüntüsü

(Görüntü Altıntaş A. Tıphane’de eğitim. İç: Türk Tıp Eğitiminin Önemli Adımları. Hatemi H, Altıntaş A (editörler). Biofarma, İstanbul: Global Yayıncılık, 2006; s:61’den alınmıştır.)

 

Tıphane-i Amire ve Cerrahhane-i Amire” adlı tıp okulunun açılış tarihi olan 14 Mart 1827, ülkemizde modern tıp eğitiminin başlangıcı olarak kabul edilir (1-3). 14 Mart Tıp Bayramı, ilk kez, 1919 yılında kutlanmıştır. Günümüze kadar gelen bu 14 Mart kutlamaları, artık içinde bulunduğu haftayı da kapsayacak şekilde, Sağlık Haftası olarak kutlanmaktadır. 

İlk Tıp Fakültesi

Tıp Bayramına konu olan modern anlamda ilk tıp okulu (fakültesi) nun açılışından önce de Osmanlı Devleti’nde bir tıp eğitimi vardı. Bu eğitim esas olarak Anadolu Selçukluları’ndan uzanan “usta-çırak” ve “medrese” sistemi üzerinde yükseliyordu. Yeniçağ başlarında Avrupa’da başlayan rönesans ve reform hareketleri birçok alanda olduğu gibi tıp alanını da etkilemiş, bilimsel düşünce yavaş yavaş tıp alanına da egemen olmaya başlamıştı (4-6). 19. yüzyıl başlarında Osmanlı tıbbına iki farklı tıp anlayışı hakim durumdaydı: “Eski tıp anlayışı” ve bilimsel düşüncenin ışığında gelişen “yeni tıp anlayışı – Tıbbı Cedit”(5). yüzyıl başında tıp eğitimi ve tıp hizmetleri doyurucu olmaktan uzaktı. Tıp medreseleri eski parlak dönemlerini geride bırakmış, hatta bazıları kapanmış, azınlıklardan ve Avrupa’dan gelen, yabancı hekimler çoğunluktaydı. “Mütabbib (tabip olmayan sahte hekim)” hekimler serbest hekimlik yaparak, hatta orduda da görev alarak birçok insanın ölümüne sebep olmaktaydılar. Bunların önlenmesi için fermanlar çıkarılmışsa da engel olunamamıştı. Çünkü yeterli tıp eğitimi verilmediği gibi yeterli sayıda hekim de yetiştirilemiyordu (1,6). XIX. Yüzyıl başlarında, tıp biliminin güçlü olduğu ülkelerin dillerinden olan İtalyanca ve Fransızca bilen az sayıda hekim gelişmeleri takip ederek çevresine yararlı olmaya çalışmaktaydı. 

Padişah III. Selim zamanında, yeni usulde tıp eğitimi veren bir “tıp okulu” açılması o zamanın Hekimbaşısı Mustafa Behçet Efendi önerisi ile düşünülmüştü. Mustafa Behçet Efendi çok aydın ve ileri görüşlü bir hekim ve bilim adamı idi (7). Önerisine anatomi (teşrih) derslerini de koymuştu. İleri görüşlü bir padişah olan III. Selim muhtemelen anatomi dersine ulema’dan gelecek tepkilerden çekinmiş ve tıp okulunun kuruluşunu çok istese de işleyişine izin verememiştir (8) Bununla birlikte III. Selim, yine de yararı olur düşüncesiyle Rumlara tıp okulu kurmaları için izin vermiştir. Rum Tıp Okulu açılış tarihi 1805 yılıdır. 

Eski tıp anlayışı güncel sağlık sorunlarını çözmekten uzaktı. Osmanlı hekimlerinin çoğu, maalesef bu kategoride olup çağdaş tıp bilgilerine sahip değildi. Avrupa’da ise okula dayanan “yeni tıp anlayışı” hakimdi. Bu gelişme o kadar belirgindi ki, halk Avrupa’dan para kazanma amacıyla gelen ve yeni tıbbı bildiklerini iddia eden sahte hekimlerin eline düşmüştü; tam bir karmaşa ve çözümsüzlük vardı (9).

Toplum hayatındaki bu gelişmelere ordunun hekim ihtiyacı da eklenince, tıp eğitiminde reform kaçınılmaz olmuştu. Yeniçeri ordusunun Sultan II. Mahmut tarafından 1826’da lağvedilmesi ve yerine İstanbul’da 10 binden fazla askeri bulunan yeni bir ordu (Asakir-i Mansure-i Muhammediye) kurulması, yeni orduya modern anlamda eğitim almış hekim ve cerrah yetiştirilmesi gereğini doğurdu. 

Giriştiği reform hareketlerine tıp eğitiminin de eklenmesi gerektiğini gören Sultan II. Mahmut, 1826 yılının Aralık ayı başında, Sadrazam Benderli Mehmed Selim Sırrı Paşa’ya gördüğü  ihtiyacı tek cümle ile belirtiyordu: “Hekimlerin halleri malum”(10). 

Padişah’ın bu uyarsının ardından, Aralık ayı ortalarında “Serasker Kapısı”nda, Sadrazam’ın ve Hekimbaşı Mustafa Behçet Efendi’nin katıldığı, devletin üst düzey yöneticilerinin de bulunduğu bir toplantı yapıldı. Bu tarihi toplantının en önemli maddesi; “yeni ordunun hekim açığı ve ihtiyacın nasıl karşılanacağı” idi. Hekimbaşı, sorunun iyi ve yeterli hekim olmadığı noktasında toplandığını savundu. Öyleyse yapılması gereken, öncelikle iyi hekim yetiştirmekti. İyi hekim yetiştirmek ise modern hekim okulu gerekliliğini doğurmaktaydı. Toplantı sonucunda çağdaş tıp bilgilerinin öğretilmesi için Tıphane ve Cerrahhane kurulması amacıyla hazırlık yapılmasına, Hekimbaşı Mustafa Behçet Efendi’nin bir teklif ve program hazırlamasına, Maliye’den de kaynak ayrılmasına karar verilir (3,10).  

Osmanlı Devleti’nin III. Selim ve II. Mahmut devri hekimbaşılarından şair ve tabip Hekimbaşı Mustafa Behçet Efendi, 26 Aralık 1826’ da II. Mahmut’a, “yeni tıp okulu”nun kurulmasının gerekçesini içeren, bu okulun nasıl ve nerede kurulacağı konusunda ayrıntılı, ama kolay anlaşılır bilgiler içeren bir takrir (teklif) verdi (Ek 1). Hekimbaşı Mustafa Behçet Efendi, Takrir’inde Padişah’tan bir tıphane kurulmasını ve uygun yetenekte çocuklara tıp eğitimi verilmesini teklif etti. Bu teklife Maliye ve Sadrazam’ın “uygundur” görüşleri ve Maliye’ den kaynak onayı alındı. Takiben bu görüşler ışığında teklif Padişah’a sunulur. Zaten ihtiyacı vurgulayan Padişah tarafından ilk teklife onay verilerek, çalışılmasına devam kararı kolaylıkla çıktı (1).  

Bu onayın ardından Mustafa Behçet Efendi, daha detaylı bir rapor hazırladı. II. Mahmut’ a sunulan bu raporda önce hekim ihtiyacı, yeni ve eski tıp uygulamaları, yetişecek hekimlerin hem eski hem yeni uygulamalardan haberdar olması gerektiği, yeni tıp için de “yabancı lisan”ın bilinmesi gerektiği belirtilir. Raporun devamında ise açılacak okuldaki tıp eğitiminin yapı ve işlevi anlatılır. Buna göre, Batılı tarzında eğitim yapacak bu fakültede, eğitimler Salı ve Cuma günü hariç her gün olmalı, okulda bir hoca, iki muallim görev yapmalıdır(2). Muallimlerden biri Fransızca cerrahlık öğretmeli, diğeri ise yabancı dilde anatomi ve diğer tıp konularını öğretmeliydi. Diğer taraftan hoca ise din bilgisi ve temel tıbbi konuları anlatmalıydı. Eğitimde başarılı olan öğrenciler hastanelere pratik için dağıtılabilirdi (2). 

Bu son raporun da Padişah tarafından uygun görülmesi üzerine, “Tıphane-i Amire ve Cerrahane-i Mamure” adıyla ilk modern tıp okulu (fakültesi) 14 Mart 1827’de açılır (5,10), mekan olarak da İstanbul’da Şehzadebaşı’ndaki Tulumbacıbaşı Konağı kullanılır (Resim 1).

Tıphane-i Amire ve Cerrahhane-i Amire, adından da anlaşılacağı gibi hem hekim hem cerrah yetiştirecekti.

 

İlk Tıp Fakültesi Organizasyonu

Tıphane-i Amire önce üç sınıf olarak kuruldu, 1827-1832 yılları arasında üç sınıf ve cerrahhane olarak eğitim verdi. Sonradan, 1833 yılında Hekimbaşı’nın önerisi ile dördüncü sınıf kuruldu. İlk üç sınıftaki asıl hocalar aşağıda belirtilen dersleri okutacaklardı (2):

1.Hoca: Sarf (morfoloji), Nahiv (dilbilgisi), İmlâ, Kitâbet, Eczâ, Nebâtât, İlmihal.
2.Hoca (Muallim): Fransızca ve Cerrahlık.
3.Hoca (Muallim): Muukaddimât-ı Fünûn-ı Tıbbiye ve Yabancı Dil.

İlk sınıf, “Sınıf-ı Rabi” olarak adlandırıldı. Bu sınıfa 40 öğrenci alındı. Öğrencilere 20’şer kuruş aylık, günde bir ekmek ve 100 dirhem et veriliyordu. Eğitmen olarak Tabib-i Hassa (Saray Hekimi) Es Seyid Ahmed Mısri Efendi hoca olarak tayin edildi, ona da 150 kuruş maaş, günde dört ekmek ve bir okka et bağlandı. İlk sınıfta müfredat olarak önce gramer, cümle bilgisi, imla, hitabet, ardından tedavi bitkileri, ilaçlar, ilaçların hazırlanma yöntemleri ve hastalıklar, sakatlıklar Türkçe ve Fransızca dillerinde okutulacaktı. Ayrıca yazı ve hat sanatı için bir de hattat görev yapacaktı. Bu sınıf öğrencileri boş zamanlarında din bilgisi ve ahlak dersi alacaktı (2,4).

İlk sınıfta başarılı olanlar bir üst sınıf olan “Sınıf-ı Salis” e geçeceklerdi. Dışarıdan eğitimli öğrenci olursa doğrudan Sınıf-ı Salis’e girebilirdi. Nitekim ilk yıl bu sınıf dışarıdan kuruldu. Toplam 20 öğrenci ile eğitim yaptı. Bu öğrencilere 36 kuruş aylık, aynı miktarda ekmek ve et tahsis edildi. Öğrenciler önce Fransızca ve İtalyanca dil bilgisi öğrenecekler ve bazı tıp kitaplarını tercüme edeceklerdi. Bu sınıfa hoca olarak İtalyanca ve Fransızca eğitiminde çok başarılı bir eğitmen olarak bilinen İshak-ı Veledi Antuan 300 kuruş maaş ve uygun tayın ile atandı. Ayrıca bir muallim de Fransızca anatomi dersleri için tayin edildi. Anatomi dersleri resim üstünden veriliyordu. Çok istemesine rağmen Hekimbaşı kadavra eğitimini tepkiler nedeniyle koyduramadı (2).

Üçüncü sınıf, “Sınıf-ı Sani” adıyla kuruldu. İlk eğitim yılında 37 öğrencisi vardı. Öğrenci maaşı 50 kuruş ve tayın olarak belirlenmişti. Hoca olarak yabancı tabip Stefan 750 kuruş maaş ile görevlendirildi. Bu sınıfta Osmanlıca, Fransızca ve İtalyanca hastalıklar, sakatlıklar ve özellikle ilaçlar okutulmaktaydı (2–4). 

Konağın bir odasında da Cerrahhane kuruldu. İstanbul’dan seçilen 20 cerrah, 50 kuruş maaş ile okula alındı. Cerrahlıkta ehliyeti genel kabul gören, yabancı dil bilgisi iyi olan Cerrah Mehmet Necati Efendi tarafından kurşun çıkarmak, damar tedavisi, kemik kırıkları tedavisi, kemik kesmek gibi esas olarak askeri cerrahi bilgiler verilecek, yapılabildiği kadar da çağdaş tıp bilgileri öğretilecekti. Cerrah Mehmet Efendi 300 kuruş aylık ve uygun tayın ile görevlendirilmişti (2). Ardından cerrah adayları hastanelerde pratik yapmaya dağılacaklar, toplam bir yıl sürecek eğitim ile orduya cerrah unvanı ile katılacaklardı. Buradan anlaşılıyor ki, cerrahlık eğitimi daha hızlı ve kısa sürede olacaktı. Yani cerrahlık eğitimi ilk yıllarda bir kurs eğitimi gibi sürdü. Bunda ordunun acil cerrah ihtiyacı olmasının rolü büyüktür. 

Tıp eğitiminin son yılına gelenler, hocaları tarafından sınava alınırlar, başarılı olanlar askeri hastanelere veya ordunun tabur alaylarına muavin tabip unvanı ile tayin edilirlerdi. Tayin yerlerinde bir hekimin gözetiminde birkaç sene çalışıp deneyim kazanan, tabip adayları, gözetmenin uygun görmesi ile serbest hekim olabilirdi (9).

Tıphane-i Amire’de, başlangıç olarak Fransa’dan getirtilen 24 adet fizyoloji, 24 adet dahili hastalıklar, 6 adet resimli anatomi, 2 cilt lügat müfredat kitapları olarak okutuldu (2).

1832 yılına değin Tıphane-i Amire’den 31 adet muavin tabip, 32 adet müstakil tabip ve muavin cerrah mezun olmuştu. Aynı sene cerrahlık öğrencileri Tıphane-i Amire’den alınarak Topkapı’daki Askeri Cerrahhane’ye götürüldüler (4). 

Tıphane-i Amire’de Sınıf-ı Sani, yani son sınıf ilk kez 1833 yılında açılabildi. Hekimbaşı Mustafa Behçet Efendi, son sınıfın daha çok bir ihtisas sınıfı olmasını ister. Bu sınıfa 40 öğrenci 100 kuruş aylıkla alınır. Eğitimde ağırlıklı olarak botanik, fizyoloji, anatomi, kimya konuları işlenir. Hoca olarak Mehmet Raşide Efendi tayin edilir (2). Böylece Tıphane-i Amire tam olarak bir tıp okulu kurumuna dönüşmüş olur. 

Tıphane-i Amire, 1827den 1836’ya kadar Şehzadebaşı’ndaki Tulumbacıbaşı Konağı’nda gündüz eğitimi yaptı. 1836 yılında Sarayburnu’ndaki Askeri Otlukçu Kışlası’na taşındı. Ayrı binada eğitim gören Cerrahhane ile birleşip, eğitim yatılı hale getirildi. 

 

İlk Tıp Bayramı

İlk tıp bayramı, 14 Mart 1919’ da, işgal altındaki İstanbul’da, tıp öğrencileri tarafından kutlanmıştır (1,2). Burada esas olan, işgale tepki sağlanmasıdır. Bu amaçla düzenlenecek gösteri ve toplantılar için bir neden bulunmalıdır. Neden tıp öğrencileri tarafından kolayca bulunur; bir bayram günü tahsis edilir: 14 Mart Tıp Bayramı. İşgale karşı tepkilerini bu şekilde dile getirmeye ve örgütlenmeye çalışan öğrencilerin bu törenine Dr. Fevzi Paşa, Dr. Besim Ömer Paşa, Dr. Akil Muhtar gibi hocalar da katılır. Hatta, belge olmamakla birlikte 14 Mart Tıp Bayramı mazeretini önerenin de Fevzi Paşa olduğu söylenmektedir.  Belki de bu nedenle ki, 14 Martlar sadece mesleki değil, daima sosyal – mesleki konuların da işlendiği sembolik gün haline gelmiştir. Türk Ulusu 14 Martları yapanlara ve kutlayanlara saygı göstermeye, 14 Martlar da kuşkusuz özel konumlarını korumaya devam edecektir. 

Hekimbaşı Mustafa Behçet Efendi

Osmanlı Devleti dönemi Türk Tıp Tarihi’nin en önemli isimlerinden biri olan Mustafa Behçet (Efendi) 1774 yılında doğdu. Mustafa Behçet Efendi, Divan-ı Hümayûn katiplerinden Mehmet Emin Şükühi Efendi’nin oğlu, yine önemli bir isim olan Hekimbaşı Abdülhak Molla’nın da ağabeyidir. Annesi Hekimbaşı Büyük Hayrullah Efendi’nin kızı Nefise Hanım’dır. Kardeşi Abdülhak Molla II. Mahmut dönemi hekimbaşılarındandır (7,9).

Mustafa Behçet Efendi İstanbul’da doğdu ve iyi bir eğitim aldı. Hekimlik haricinde kadılık ve kazaskerlik yaptı (7) (Resim 2).

Resim 1. Hekimbaşı Mustafa Behçet Efendi. (Görüntü Altıntaş A. Tıphane’de eğitim. Türk Tıp Eğitiminin Önemli Adımları. Hatemi H, Altıntaş A (editörler). Biofarma, İstanbul: Global Yayıncılık, 2006; s: 63’den alınmıştır.

 

Tıp tahsilini Süleymaniye Tıp Medresesi’nde yapmıştır. Ardından İtalya’da tıp eğitimi almış, 1791’de aynı medreseye eğitici olarak girmiştir. Mustafa Behçet Efendi 1796’da saray hekimi olmuş, 1803’te, 29 yaşında Padişah III. Selim’in Hekimbaşı’sı olmuştur (9). III. Selim dönemindeyeni tıp eğitimi veren bir Tıphane kurulması için çaba sarf etmiş, ama amacına ulaşamamıştır. Ancak II. Mahmut zamanındaki hekimbaşılığı sırasında (53 yaşında) tıp eğitiminin düzeltilmesi için yeniden büyük bir çaba içine girmiş ve 1827 yılında bu amacına ulaşmıştır.

Doğu ve Batı dillerinden birçoğuna hakim olan Mustafa Behçet Efendi, 18. yüzyılın ünlü bilginlerinden Buffon’un “Historia Natura” adlı eserinin ilk cildinin ikinci kısmını “Marifetü’l-Arz” adıyla çevirmiştir (2,7,9,10). Arap tarihçi Abdurrahman B. Hasan el-Ceberti’nin Fransız işgali altındaki Mısır’ın birkaç yıllık tarihini günü gününe tutulmuş notlarla anlatan eserini de Türkçe’ye kazandırmıştır. Mesleki olarak da “Firengi Risalesi” (Johannes von Plench’den çeviri), “Çiçek Aşısı Risalesi” (Joseph Marshall’den çeviri) ve “Tercüme-i Fisilogica” (JF Fernel’den çeviri) önemli çevirilerindendir. “Kolera Risalesi” ni ise kendisi yazmıştır (2,7,9).

Bu arada, eski çağlardan kalma tedavi yöntemleriyle ilaçlar derlemek amacıyla yazmaya başladığı ve ancak 850 sırrı derleyebildiği “Bin Sır” adlı kitabı ölümü üzerine yarım kalmış, kardeşi Abdülhak Molla’nın bitirmeye çalıştığı bu eseri tamamlayarak yayına hazırlayabilen Abdülhak Molla’nın oğlu Hayrullah Efendi olmuştur. Hekimbaşı Mustafa Behçet Efendi 1834 yılında “Antraks- Şarbon Hastalığı” ndan ölmüştür (7,9).Mezarı Üsküdar Doğancılar’da Nasuhi Dergahı (Camii) haziresindedir (7). 

Mustafa Yahya Metintaş 

Dr. Öğretim Üyesi
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi
Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, Eskişehir

KAYNAKLAR

  1. Eren N, Tanrıtanır N. Cumhuriyet ve Sağlık. Ankara: TTB Yayınları, 1998; s: 6.
  2. Altıntaş A. Çağdaş Tıp Eğitimi’nin başlaması. İç: Türk Tıp Eğitiminin Önemli Adımları. Hatemi H, Altıntaş A (editörler). Biofarma, İstanbul: Global Yayıncılık, 2006; s: 56-60
  3. Demirhan Erdemir A. Tıbbi deontoloji ve genel tıp tarihi. Bursa: Nobel, 1996; s:.223.
  4. Kahya E, Demirhan Erdemir A: Osmanlıdan Cumhuriyete Genel Tıp Tarihi. Ankara: TDV Yayınları, 2000; s: 172-173.
  5. Şehsuvaroğlu BM, Demirhan EA, Cantay G. Türk tıp tarihi. Bursa: Taş Kitabevi, 1984: s: 217.
  6. Aydın E. Türkiye’de Sağlık Teşkilatlanması Tarihi. Ankara: Naturel Yayınları,2002; s:14-17.
  7. TDV İslam Ansiklopedisi, Hekimbaşı Maddesi, CXVII, s: 160.
  8. Maskar Ü. İslam’da ve Osmanlılar’da otopsi sorunu üzerinde bir etüd. İstanbul Tıp Fakültesi Mecmuası 1976; 39: 286-301.
  9. Kahya E, Erdemir AD. Osmanlıdan Cumhuriyete Tıp ve Sağlık Kurumları. Ankara: TDV Yayınları, 2000; s: 286-289.
  10. Altıntaş A. Tıphane’de eğitim. İç: Türk Tıp Eğitiminin Önemli Adımları. Hatemi H, Altıntaş A (editörler). Biofarma, İstanbul: Global Yayıncılık, 2006; s: 61-66.

Yazar
Kırmızılar

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen