Makedonya Türklerinin Sessiz Ağıdı: “Yücelciler”

 kirmizilar.com

Anavatan’ın Yücelciler Borcu

Bundan tam altmış dokuz yıl öncesi, 27 Şubat 1948, Makedonya Türkleri için kapkaranlık bir gün. Gölgede kalan dört adam, sessizce sıkılan dört kurşun, hem de sırtlarından. Vurdular ve onların vuruluşu susturdu asırlara sığamayan bir milleti. Bağlar kesildi ve kelâm karanlığa gömüldü. Misakı milli sınırları dışında kalanlar başını öne eğdi. Dört can, dördü de tertemiz insanlardı, Kur’an ile bayrak üzerine yemin etmişlerdi. Kulaklarda çınlıyor şimdi söyledikleri son cümle: “Milletimin kurbanıyım…” Tam altmış dokuz yıl önceydi, onlar ne bir cana kıymışlar ne de birini incitmişlerdi, ellerinde ne bir barut kokusu ne de kurşun izi vardı. Kalem kurşunu ile hasbihal etmişlerdi hep. Düşmanın mahkemesinde, yalancı şahitlerle düzmece bir oyun gölgesinde hâkim kararını açıkladı: İdam! Tito’nun Yugoslavya’sında hem de. Dört cana kıydılar, yüzlerce kişiye de işkence ettiler.

Evet, onlar Yücelciler idi, Makedonya’da İkinci Dünya savaşı döneminde yaklaşık 300 bin Türk’e umut olmuşlardı. Üsküp, Köprülü başta olmak üzere Makedonya’da dağınık şekilde yaşayan Türkleri bir arada tutmaya çalışıyorlardı. Savaşın en çetin döneminde Türklerin kaderi ne olacak diye dert edinmişlerdi. Yücel Teşkilatı’nın gayesi, milli ve manevi değerlere sahip çıkarak Türk kimliğini korumak ve kurulacak devlette hakça temsil edilmelerini sağlamaktı. Stalin destekli Titocular ile İngiliz kraliyetinin desteklediği Mihaylovistler’in arasında kalan Müslüman nüfusun, özellikle de Türklerin çok zarar göreceği aşikârdı. Bütün bu yaşananlarda son bir umut, “Anavatana” olup bitenleri aktarmak ve doğal olarak yardım istemekti. Yücelciler, aralarından beş kişi seçerek Ankara’ya gönderdiler, ancak oradan aldıkları cevap hayalleri yerle bir etti. Elleri boş, yürekleri yaralı, biraz da kırgın döndüler Üsküp’e. Yıllardır yutkunarak söylediğimiz, aklımıza gelince kalbimize bir hançer gibi saplanan İsmet İnönü’nün sözleriyle döndüler. Ardından bir soğukluk yayıldı, bu soğukluğa iten cümleler bir dalga gibi yankılanırken kulaklarda, duvardan duvara çarpıyordu kelimeler: “Misak-ı milli hudutları dışında Türk ve Müslüman unsuru diye bir şey kabul etmiyorum. Zaman çok vahimdir. Türkiye dışarıyla uğraşmamalıdır. Türkiye’nin başını ağrıtmayın.” (Mehmet Ardıcı, Yücelciler 1947, s. 16)

Kocaman bir sessizlik. Bu yolda yalnızız artık! Her şeye rağmen bu dava devam etmeliydi, pes etmek yok. Geçen yıl yine aynı konuda, fakat genelde Yücelcileri tanıtan bir yazı yazdım; idam edilme sebeplerini, ardında bıraktıkları mektupları, emanetlerini, yaptıkları işleri, yayınladıkları ilk gazete, kitap ve dergileri anlattım. Ancak Makedonya Türkleri için bu hafta Yücelciler haftasıdır, bütün bir hafta zarfında onları anmak için türlü faaliyetler yapılıyor. 27 Şubat denildiğinde akla ilk Yücelciler geliyor burada. Türkiye’de son dönemde çokça konuşulan idam meselesi, terör örgütleri, bombalı saldırılar, 15 Temmuz gecesi, suikastlar ve her şeye rağmen başı ağrıyan bir Türkiye var karşımızda. Farklı farklı terör gruplarından devamlı saldırılara maruz kalan bir Türkiye var karşımızda. Tam da o Türkiye bugün hem güçlü durmaya, hem de sınırları dışında da yardıma koşmaya çalışıyor. Diğer taraftan bütün bu terör gruplarına kucak açan Batı dünyası. 15 Temmuz’da katliama göz yuman Batı dünyası, 27 Şubat’ta bu kanlı drama da göz yummuştu. Öyle bir oyun ki bu, düşman bazen mahkemede hâkimdi, bazen de askerin içinde hain. Gözümüz açık, yüreğimiz endişeli, her 27 Şubat tarihi bizim kuşkularımızı yeniden diriltiyor. Özellikle geride bıraktığımız yıl içinde yaşananlar travmalarımızı tekrar canlandırmaya yetti. Ya başarsalardı? Ya darbe planları başarılı olsaydı? Buradaki Türk toplumu için “Artık tek başınasınız!” cümlesi bir travmadır çünkü.

Bir toplumun travmalarını, korkularını, mutluluklarını, kültürleri kadar tanımanız lazım, ancak o zaman bir toplum hakkında sağlıklı fikirler sunabilirsiniz. Su uyur düşman uyumaz, 2016’da bunu çok net ve açık biçimde gördük. Eğer düşmanın suyunda yüzmeye koyulursanız, kulağınıza kirli su girebilir, iltihap kapabilirsiniz. Daha açık anlatmak gerekirse, bazı dengeleri sağlamak için buradaki toplumların yolları idama varmış, yüzleri tanınmayacak şekilde yumruklanıp çeşitli işkencelerden geçmiş, aynı toplumun bir kesim insanları da buna göz yummuş hatta yalan yere şahitlik etmiş. Gün gelir aynı insanlar sizin kulağınıza öyle bir şey fısıldar ki bir anda yeniden yeşertebilirsiniz düşmanın bahçesini. Balkanlar uzaktan göründüğü gibi değil çünkü. Balkanlar hakkında bir fikir üretmek için Bal ve Kan’ı ayırmak lazım önce. Baldan beslenip şehadet şerbetini içenlerle kandan beslenenler arasında dağlar kadar fark var. Bir gün gezmekle, yüzlerce kitap okumakla da anlaşılmaz. Dostu tanımaktan geçer bu yol, şekeri zehirle karıştırmak bize zarar vermez elbet ama ne demiş Mevlana; “O zehri, o şekerle sen bir ediyorsun, etme…”

Evet, bir idamdı, mezarsız dört beden ve onlarca kişi yüzer yıl hapse mahkûm edildi. Bir idam ve yüz binlerce kişi ülkeyi terk etti. İkinci bir göç dalgasına sebep olan bir idam. Bizi bizden koparan bir idam. Sonrasında yıllar fırtına gibi gelip geçse de bu topraklarda bir yerlerde kemikleri sızlayan dört şehidin kanı toprağın yedi kat altına karıştı çoktan. Şuayip Aziz İshak, burada! Ali Abdurrahman, burada! Nazmi Ömer, burada! Âdem Ali, burada! Evet, hepsi burada, çünkü şehitler ölmez. Avukat dahi tutmalarına izin verilmeyen dört şehidimizin mezarı olarak bildiğimiz yer hakkında kesin bir bilgimiz olmamasına rağmen, onları bir arabaya bindirip meçhule göndermişler. Üsküplü yazar Avni Engüllü’ye göre onları götüren şoförün anlattıkları Suşitsa diye bir yerde kurşuna dizdikleriymiş. Ancak aynı isimde Makedonya’da birkaç köy var, en güçlü ihtimal Üsküp’e 18 km yakın olan Suşitsa köyü. Bu yıl yapacaklarımızın başında, bu dört şehidimize birer mezar taşı yaptırmak ve iade-i itibar davasında onları savunup aklamak geliyor. Bu hepimizin borcudur, özellikle bizi “yalnızsınız, başınızın çaresine kendiniz bakın” travmasından kurtaracak olan Anavatanın da borcudur. Kim bilir belki iki dost ülke bu konuda bir anlaşma yapabilir, kim bilir belki de bu millet bir gün onların mezarları başında dua edebilme imkânına erişebilir.

https://www.gercekhayat.com.tr/uskupten-mektuplar/anavatanin-yucelciler-borcu/

kirmizilar.com

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Komünist rejiminin istediği gerçekleşmişti. Dört fedakâr münevverini kaybeden, yüzlerce üyesi de hapse atılan teşkilat büyük bir kederle sükûnete gark oldu. Hatta mesele Makedonya Türkleri için büyük bir travmaya sebep oldu; Yücelciler’in ağıdı yakılmadı, adı anılmadı onlar gibi bir sondan korkan bütün Makedonya Türkleri yaklaşık 40 yıl onları unutmak zorunda kaldılar ya da unutmuş gibi göründüler.

“Yüksel ki yerin bu yer değildir;
dünyaya gelmek hüner değildir.”

Namık Kemal

Osmanlı’nın Balkanlar’dan çekilmesiyle kurulan Yugoslav Krallığı ve II. Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya çıkan sosyalist Yugoslavya döneminde Müslümanların Makedonya’daki Osmanlı bakiyesi kültürel ve sosyal üstünlüğünden rahatsızlık duyuluyordu. Özellikle sosyalist rejimin gelişiyle daha da belirginleşen bu tahammülsüzlük zamanla Türk ve Müslüman halka karşı bir baskı ve asimilasyon politikasına dönüşmüştü. Bölgede kurulan tüm millî ve manevi dayanaklı oluşumlar rejim tarafından kesintisiz izleniyor ve büyümeden yok ediliyordu. Amaç, Balkanlar’ın Türk, Arnavut ve Boşnaklardan arındırılmasıydı. Nihai hedef ise Balkanlar’ın topyekûn Müslümanlardan arındırılmasıydı. İşte bu cadı kazanına dönüştürülmüş topraklarda Makedonya Türklerinin millî ve manevi değerlerine hizmet etmek ve bu değerleri korumak için oluşturulmuş bir teşkilat vardı: Yücel Teşkilatı.

Müderris, aktivist, öğretmen, matbaacı, esnaf, hukukçu ve daha pek çok farklı alandan insanın birlikte faaliyet gösterdiği oldukça heterojen bir yapıya sahipti Yücel Teşkilatı. Makedonya Türklerinin karanlıklar içinde bırakılmış geleceğini aydınlatacak kandili, teşkilat üyelerinin her biri bir yandan yakmaya çalışıyordu, her ne kadar bu uğurda gençlikleri ve hayalleri feda olacak olsa da…

Makedonya’da Yücel Teşkilatı’nın Kurulmasını Zorunlu Kılan Şartlar

Yaklaşık 500 yıl Türk toprağı olmuş Balkanlar’da Türk varlığını tehdit eden en önemli gelişmelerin ilki 1877-1878 Osmanlı Rus-Savaşı olmuştu. Bu savaş neticesinde Sırbistan, Karadağ ve Romanya bağımsızlıklarını kazanmış ve Osmanlı’dan yarı bağımsız bir Bulgaristan Prensliği ortaya çıkmıştı. Yeni şekillenen sınırlar nedeniyle yarım milyondan fazla insan Rus ve Bulgar mezalimine uğramış, can korkusu nedeniyle de yüzbinlerce insan Rumeli ve Anadolu’nun farklı yerlerine göç etmek zorunda kalmıştı. 1912 Balkan Harbi’ne kadar devam eden göçler, Balkan Harbi’ndeki devasa toprak kayıplarımız sonrasında artarak devam etmişti: 600 bin Türk katliam ve göç şartları nedeniyle hayatını kaybederken 400 bin Türk ise Anadolu’ya göç ederek doğduğu topraklardan kopmak zorunda kalmıştı. Göç edemeyen ve Kosova, Makedonya, Batı Trakya ve Rodoplar gibi bölgelerde kalmak zorunda kalan Türkler için ise şartları gün geçtikçe ağırlaşan bir yaşam başlamıştı. Sonraki dönemde de özellikle 1923-1945 yılları arasında Balkanlar’dan toplam yaklaşık 1,5 milyon insan ağır yaşam şartları nedeniyle Anadolu’ya göç etmişti.

Bu süreçte Balkanlar’ı terk etmeyen Türklere düşen, bölgenin yeni ve şedit şartlarına alışmaktı. Alışmak eli kolu bağlı durmak da demek değildi elbette. 1912 ve 1945 yılları arası, Balkan Türklerinin mevcudiyetlerinin garanti altında olmadığı vatanlarında verecekleri sivil var olma mücadelesinin tohumlarının atıldığı bir dönemdi. Bu dönemde, Balkanlar’ın çeşitli bölgelerinde hakları tehdit altında olan Türk, Boşnak ve Arnavutlar bir teşkilatlanma sürecine girmiştiler. Bosna’da Mladi Muslimani’nin kurulduğu yıllardı (1937) ve Makedonya Türkleri de o yıllarda Yücel Teşkilatı’nın temellerini atma telaşı içerisindeydiler. Teşkilat, Makedonya’daki Türklerin millî ve manevi değerlerini korumak ve onlara unutturulan hassasiyetlerini hatırlatmak maksadıyla ortaya çıkmıştı.

Yıldırım Ağanoğlu’nun Yücel Teşkilatı isimli kitabında ifade ettiğine göre teşkilatın kurulmasını sağlayan en önemli gelişmelerden birisi Vardar Makedonyası’nın Alman müttefiklerinden Bulgarlara verilmesi olmuştu. II. Dünya Savaşı yıllarında Üsküp 3 yıl boyunca Bulgarların yönetimindeydi. Bulgarlardan gelebilecek düşmanca tutumları ön görebilen Makedonyalı Türk gençleri buna karşı bir reaksiyon geliştirerek Yücel’i 1941 yılında kurmuşlardı.

Dönemi içerisinde bir zaruret sonucu kurulan teşkilatın kurucu üyeleri; Şuayip Aziz, Şerafettin Ferid, Nazmi Ömer, Muzaffer Ahmet, Fettah Süleyman Pasiç ve Mehmet Dalip’ti. Döneme dair bilgiler aktaran belgelere göre Yücelciler’in toplam üye sayısı beş yüzü bulurken, faaliyet içerisinde bulunan ve teşkilat içinde daha aktif görevlerde yer alan üye sayısı ise elli civarındaydı.

1944’ün sonlarına doğru Almanya’nın Balkanlar’dan, Bulgaristan’ın da Üsküp’ten çekilmesiyle, komünist Yugoslavlar tüm ülkeye hâkim olmuştu. Kasım 1945’te ise Yugoslavya Sosyalist Federe Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla Yücelciler yeni kurulan yönetimde nasıl bir rol alabileceklerine ve Türklerin lehine ne tür faaliyetler yapılabileceğine dair Belgrad Türk büyükelçisiyle görüştüler. Elbette ki tüm faaliyetleri gibi bu da komünist rejimin dikkatinden kaçmadı.

Teşkilat üyelerinin 1945 yılında Belgrad Büyükelçisi Kamil Koperler’le gerçekleştirdiği görüşmelerin ardından teşkilatın yedi kişilik merkez komitesi şu şekilde belirlenmişti: Başkan Şuayip Aziz İshak, veznedar Ali Abdurrahman Ali, sekreter Şerafettin Ferit Süleyman ve merkez komite üyeleri Refik Şerif Mehmet, Kemal Rasim İlyas, Fettah Salih Süleyman Pasiç, Abdülkerim Ethem İbrahim. Teşkilatın etki alanının en geniş olduğu şehirler ise Üsküp ve Köprülü’ydü.

Dönemin Makedonya Türk münevverleri arasında başlayıp dalga dalga bütün ücra köylere kadar yayılan bu teşkilat daha çok millî kültürün korunması, kimliksizleştirmeye karşı durma, asimilasyonları önleme ve komünist rejime uyum sağlamak istememe amacı etrafınca şekillenmişti ve herhangi askerî ya da siyasî başka bir hedefe sahip değildi.

 

kirmizilar.com

Tito liderliğinde kurulan sosyalist rejimin anayasasına göre toplumun her kesimi eşit haklara sahipti, ancak uygulamada öyle olmadı. Tito özellikle Türklere ve Müslümanlara karşı oldukça temkinli davranıyor ve süreç içerisinde filizlenen tüm millî ve manevi hareketleri yok etmeye çalışıyordu. Bu süreçte Yücel Hareketi, bir ihtiyacın karşılığı olarak halkın içinden halka doğru uzanan bir el olmuştu.

 Bu kahramanlık hikâyesinin sonunda ise Yücel Hareketi, Makedonya’daki Türk varlığını korumak için gösterdikleri faaliyetlerin bedelini 4 dava arkadaşlarının kurşuna dizilmesi ve yüzlercesinin de sosyalist Yugoslavya devletinin zindanlarına mahkûm edilmesiyle ödemişti.

“Yücelciler” Neler Yaptı?

Makedonya Türklerinin maruz kaldığı siyasi, sosyal ve kültürel asimilasyon politikalarına karşı Yücel Hareketi, tüm saldırılara aynı cephelerden açtıkları savunma hatlarıyla cevap vermişti. Teşkilat; dinî, millî, kültürel ve edebî bütün alanlarda geniş çaplı bir çalışma faaliyeti yürüttü. Örneğin Yücelciler, dönem içerisinde yok olmakla karşı karşıya kalan Balkan Türk edebiyatını yeniden canlandırmış ve Mehmet Âkif, Namık Kemal ve Yahya Kemal’in eserlerinin Makedonya Türkleriyle buluşmasına ve kaynaklarından biri Balkanlar olan millî edebiyat ırmağının Makedonya’da yeniden çağlamasına vesile olmuştu. Kendileri de birer eğitimci olan Yücelciler’in başlattıkları eğitim ve kültür faaliyetlerinden, Birlik gazetesi, Üsküp Radyosu’nun Türkçe yayını ve Türk okulu “Tefeyyüz” neşet etmişti.  Özellikle 23 Aralık 1944’de teşkilat üyelerinden Nazmi Ömer’in teşvikiyle yayın yapmaya başlayan Birlik gazetesi, “Türk azınlığı arasında millî şuuru kuvvetlendirmek ve Türk halkının komünizme alet hâline gelmesini önlemek” amacıyla yapılan teşkilat çalışmalarının başında geliyordu. Gazetede amblem olarak kullanılan çift minareli cami logosu ise, gazetenin kendisini isnat ettiği manevi değerleri işaret etmesi açısından oldukça önemlidir. Ancak ne yazık ki Birlik, yayımlanan dört sayı sonra komünist Yugoslavya rejiminin yönetimine girmiş ve teşkilat mensuplarının elinden alınmıştı.

 

Üsküp Radyosu’nda ilk Türkçe yayının yapılması da teşkilat bünyesinde verilen Türkçe dersleriyle Makedonya Türkleri için sayısız öğretmen yetiştirmek de Yücelciler’in millî bilinç uyandıran hamleleriydi. Makedonya’nın en ücra köylerine Türkçe yayınları ulaştırarak Makedonya Türklerini Türkiye ve Türkçe sevgisi etrafında kenetlenmeye davet ediyorlardı.

Teşkilatın en önemli icraatlarından sayılabilecek Tefeyyüz İlkokulu da Türkçe eğitim verilen ve hâlâ günümüzde de faal olan bir okul olarak Yücel Teşkilatı’ndan Makedonya Türklerine kalan somut miraslardandır. 

“Yücel Şehitleri” Kimlerdi?

Hareketin başkanlığını yürüten Şuayip Aziz Bey, 1930 yılına kadar Üsküp’te Ataullah Kurtiş Efendi idaresindeki Meddah Medresesi’nde ders görmüş ve daha sonra da Ezher Üniversitesi’nde ilahiyat eğitimi almıştı. 1939’da Ankara İlahiyat Fakültesi’ne başvurarak öğretim görevlisi olmak üzere ailesini de Türkiye’ye getirmek için Yugoslavya’ya geri gittiği sırada, II. Dünya Savaşı’nın patlak vermişti. Bu gelişme onu uğruna mücadele verdiği her şeyden ve Türkiye’den ebedi olarak ayıracak sonun da başlangıcı olmuştu. Tam adıyla Şuayip Aziz İshak Bey, Makedonya Türklerinin bir nevi kutup yıldızıydı, Yücel Teşkilatı’nın başkanı ve teşkilat tüzüğünü kaleme alan kişiydi. Türkiye Cumhuriyeti Üsküp ve Belgrad Konsolosluklarıyla kurduğu temaslarla teşkilat faaliyetleriyle ilgili istişareler gerçekleştirmişti.

Teşkilatın diğer şehidi Ali Abdurrahman Ali ise 1943’te teşkilata dâhil olduktan sonra dönemin Üsküp konsolosuyla istişare amaçlı ilk görüşmeyi gerçekleştiren teşkilat mensubuydu. Yıldırım Ağanoğlu’nun Yücel Teşkilatı adlı kitabında da belirttiği üzere Namık Kemal’in “Yüksel ki bu yer yerin değildir, dünyaya gelmek hüner değildir” mısraını teşkilat mensupları ilk ondan işitmişlerdir. Bu mısra daha sonra teşkilata “Yücel” isminin verilmesine ilham olacaktı.

Teşkilat merkez komite üyesi Nazmi Ömer Yakup ise Belgrad Hukuk Fakültesi’nden mezun olmuş ilk Türk’tü. Teşkilatın en önemli somut eserlerinden Tefeyyüz Okulu’nda da öğretmenlik yapmış olan Nazmi Ömer, Tito rejiminde bir süre Üsküp İdare Mahkemesi genel sekreterliği görevini de üstlenecek derecede donanımlı bir şahsiyetti. Elbette bu görev bir paravandı ve aslolan Nazmi Ömer’in teşkilata mensubiyeti ve teşkilatın bekasıydı.

Toplumun her kesiminden insanın katılım sağladığı teşkilatın son şehidi ise mesleği saraçlık olan Âdem Ali Âdem’di. Her birinin gündelik uğraşlarının ve telaşlarının başında ve sonunda millî ve manevi hedefleri geliyordu. Berber, nalbant, avukat ya da öğretmen olmaları fark etmiyordu hepsi Yücel’in gönül işçisiydi.

Acı Sona Doğru

1944 yılında artık teşkilatın adı başkan Şuayip Aziz İshak Bey’in iradesiyle “Yücel” oldu. 2-3 yıl içerisinde hızla genişleyen teşkilatın yönetim kadrosu, II. Dünya Savaşı’yla bölgede hızla yayılan komünizmin Türklere çıkarabileceği zorlukları tahmin etmiş ve buna karşı bazı rejim organlarına Nazmi Ömer örneğinde olduğu gibi teşkilat üyelerini dahi yerleştirmişti.  Hücre yapılanmalarıyla faaliyetlerini yürüten teşkilatın komünist rejimin Yücel Hareketi’ne karşı başlattığı cadı avında tüm mensuplarını kaybetmemesinin nedeni de bu yapılanma modeliydi. Örneğin Köprülü’de tutuklamalar sırasında bile sadece şehrin iki sorumlusu Ali Halil Mustafa ve Ahmet Halil Mustafa ortaya çıkarılabilmişti.

Yücelciler’e yönelik ilk baskı ve tutuklamalar 1947 Ağustos ayında başlamıştı. Hareketin önde gelen münevver ve yazarları anlaşılmaz bir biçimde suçlu ve terörist ilan edilmiş ve bu süreçte basın-yayın aracılığıyla Yücelciler aleyhine kara propaganda çalışmaları yapılmış, kasaba meydanlarına kurulan hoparlörlerden grup üyeleri aleyhine konuşmalar dinletilmişti. Böylece Yücel Hareketini içinden çıkarmış bir millet olarak Makedonya Türkleri de topyekûn aynı suçla itham edilmiş oluyordu. Tutuklu bulunan hareket mensuplarının avukat tutmalarına dahi izin verilmediği ve yönetimin görevlendirdiği avukatların dahi yargılanma korkusuyla savunma yapamadığı dava süreci 19 Ocak 1948’de başlamış ve 25 Ocak’ta hızla karara bağlanmıştı: “Şuayip Aziz, Ali Abdurrahman, Nazmi Ömer Yakup, Âdem Ali medeni ve siyasi haklarından mahrum ve mallarının müsadere edilmeleri suretiyle idama mahkûm edildiler.” Bu dört idamla da yetinmeyen Yugoslavya yönetimi, yüzden fazla Yücel mensubunu da ağır hapis cezalarına mahkûm etmişti. “Bir dış temsilcinin etkisiyle terörist casus teşkilatı kurarak Makedonya’da yaşayan Türkleri Makedonya Halk Devleti’ne karşı organize ederek devlet düzenini değiştirmeye ve yıkmaya yönlendirmek” suçlamaları etrafında gerçekleşen yargılamanın her duruşması hoparlörlerle Üsküp sokaklarında yayımlanıyordu. Korkuyu ve suçluluk hissini Makedonya Türklerinin iliklerine kadar işlemek ve herhangi bir benzer oluşumun önünü toptan kesmek istiyorlardı.

 

Tito için çalışan UBDA adlı istihbarat örgütünün mahkemeye sunduğu tüm bilgiler tartışmasız kabul edildi, mahkeme bir paravandı ve arkasında herhangi millî ve manevi bir hareket istemeyen Tito vardı.

Mahkeme sürecine kadar aylarca güneşe çıkarılmayan, ağır işkence ve hapis şartlarına mahkûm edilen Şuayip Aziz İshak, Ali Abdurrahman Ali, Nazmi Ömer Yakup ve Âdem Ali Âdem sadece Türk olmak ve Türk kalmak fikrinin müdavimi olmanın bedelini, beş gün süren mahkeme sonrasında 27 Şubat 1948’de, hayatlarıyla ödemişlerdi. Bugün dahi bu insanların mezarlarının nerede olduğu tam olarak bilinmiyor.

Tito rejiminin istediği gerçekleşmişti. Dört fedakâr münevverini kaybeden, yüzlerce üyesi de hapse atılan teşkilat, büyük bir kederle sükûnete gark oldu. Hatta mesele Makedonya Türkleri için büyük bir travmaya sebep oldu; Yücelciler’in ağıdı yakılmadı, adı anılmadı onlar gibi bir sondan korkan bütün Makedonya Türkleri yaklaşık 40 yıl onları unutmak zorunda kaldılar ya da unutmuş gibi göründüler.

kirmizilar.com 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

KAYNAKÇA

Ağanoğlu, Yıldırım. II. Dünya Savaşı’nda Yugoslavya’da Bir Direniş Mücadelesi: Yücel Teşkilatı, İstanbul: Rumeli Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği, 2012

Atalay, Osman. “Yücelciler: Unutulan Kuzey Makedonya kahramanları”, Stratejik Düşünce Enstitüsü, 27 Şubat 2021

Ağanoğlu, Yıldırım. Üsküp Kitabı, İstanbul: Fide Yayınları, 2008

Çalışkan, Berrin. “1953 Göçü Sonrası Yücelciler’in Memleket/Yugoslavya ve Ana Vatan/Türkiye Algıları”, İnsan ve Toplum, 2014

Şerif Emin, Leyla. “Anavatan’ın Yücelciler Borcu”, Gerçek Hayat, 2017

YTB-Şehadetlerinin 73. Yılında Yücel Şehitlerini Anma Programı: https://www.youtube.com/watch?v=inkTbWgE2rA

 

https://ytb.gov.tr/haberler/makedonya-turklerinin-sessiz-agidi-yucelciler

Yazar
Kırmızılar

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen