Yazarlık Dersleri – 4 Yoğunlaştırma Ve Çoğaltma

Roman kurgusu içinde birtakım olayları dümdüz anlatmayınız. Birtakım olayları atmosfer katarak beslemeniz gerekiyor. Bir önceki derste Baykuşlar Geceleyin Öter adlı romanımı örnek göstermiştim. Bu dersimizi de yine aynı romandan yürüyerek işleyelim. Baykuşlar Geceleyin Öter adlı romanımda terastan düşerek ölmüş bir genç kız var. İntihar mı, cinayet mi yoksa dikkatsizlik veya baş dönmesi gibi bir kaza mı romanın sonlarına doğru açıklığa kavuşuyor. Peki ben bu terastan düşme vakasını nasıl yazdım? Roman metni içerisinde “Kız terastan düşmüş, acaba cinayet mi?” demekle olmuyor. Popüler piyasa romanlarında böyle yapılabilir. Gerçek romanda ise olaylar için atmosfer hazırlayacaksınız. Peki ya ben Baykuşlar Geceleyin Öter’de ne yaptım?

Ayna motifini kullandım. Gizemli bir aynada terastan düşen kızın hayaleti görünüyor. Daha pek çok değişik unsurları kullanarak bu vakanın atmosferini yoğunlaştırdım. Böylelikle de romana merak, gerilim, ahlakî çıkarımlar, toplumsal eleştiriler yükledim. Ki ayna motifi aslında mitolojik bir unsurdur. Burada konuyu dağıtmamak maksadıyla mitik ayrıntıya girmeyeceğim. Ayna, su, cam gibi görüntüyü yansıtabilen her türden şey mitolojik işleve sahiptir. Demek ki romanımın atmosferini mitik unsurlarla da çoğaltmışım. Polisiye unsur da var. Ve dahası Bergson felsefesini kullandım bu romanda. Zaman kavramına değindim. Vesaire vesaire. Mitoloji, Bergson ve zaman kavramı konularına ilerleyen derslerimizde yeri geldikçe hep değineceğiz. Bu derste asıl vurgulamak istediğim husus ise yoğunlaştırma ve çoğaltmadır.

Sinema filmlerinde süre kısıtlı olduğu için yoğunlaştırmadan kaçınmak mecburiyeti vardır. Oysaki roman metninin hacmi yazara çok daha fazla imkânlar sağlar. Az önce belirttiğim üzere “Kızcağız terastan düşüp ölmüş” diye geçiştirseydim gerçek hayatlarımızın karmaşıklığını kurmaca hayata yansıtamamış olurdum. Polonyalı sosyolog Zygmunt Bauman “Bir olaya odaklanırız fakat bu olayı etkileyen pek çok “odak dışı” etkenin bulunduğunu göz ardı ederiz,” diyor. Bauman’ın ne demeye çalıştığını kendi romanım üzerinden basite indirgeyerek izah edeyim:

Söz konusu kız terastan düşmüştür. Biz burada o kızın terastan niçin düştüğüne odaklanırız. Cineyet mi, kaza mı, intihar mı? Buna odaklanırız. Hâlbuki o kızın terastan düşmesiyle ilintili birtakım “odak dışı” unsurlar veya ayrıntılar söz konusudur. Kız terasa neden çıktı? Hava almak için mi çıktı yoksa bir meselesi bulunduğu için mi çıktı? İşte bu ayrıntı “odak dışı” unsurdur. Terasa hava almak için çıktıysa önemsiz bir ayrıntıdır. Ve fakat meselesi bulunduğu için terasa çıktıysa şu halde roman kurgusu içinde o kızın terastan düşmezden önceki meselesini kurcalamamız gerekir. Çünkü onun meselesi önemsiz bir ayrıntı değildir. Çünkü onun meselesi onun ölümünden önceki hikâyesidir ve onun ölümünden sonraki gelişmelerde bu eski hikâye yine karşımıza çıkacaktır. İşte böylece roman kurgusunda çoğaltma veya yoğunlaşma zuhur edecektir. Biz buna roman metnine (roman kurgusuna) derinlik katma da diyebiliriz.

Terastan düşmüş olan kızın hayaletinin bir aynada belirdiğinden söz etmiştim. Bu aynanın da kendine göre bir hikâyesi muhakkak vardır. Bir obje olarak o aynanın hikâyesi de romana derinlik kazandırır. Ayna ve hayalet motifleri gerçek dışı görünse bile yazarın ustaca ikna etme gücü sayesinde gerçek dışı gibi görünen unsurlar romanda sırıtmazlar. Yazarın ikna etme becerisi güdük kalırsa bu durumda ayna ve hayalet unsurları karşısında okurlarımız dudak bükerler ve romanı inandırıcı değil de saçma bulurlar.

Amerikalı yazar Henry James’ın “Yürek Burgusu” adlı romanı bir hayalet hikâyesidir. Bir malikanede görünüp duran hayaleti anlatır. Ne var ki Yürek Burgusu’nu okuyanlar roman kurgusunda inandırıcı olmayan bir şeyler yakalamakta zorlanırlar. Henry James bu romanı öylesine ustalıklı kurgulamıştır ve yazmıştır ki hayalet hikâyesi sırıtmıyor. Asıl söylemeye çalıştığım şey şudur: Hayalet unsuru gerçek dışı olsa bile bu unsur sağlam kurgulanmış bir romanın kendi gerçekliğidir. Kurmaca gerçekliktir.

Kurmaca gerçekliğe değişik bir örnek vereyim: Müslümanların gözünde Katolik Kilisesi saçmalıklarla doludur. Katolik Kilisesi’nin dogmaları bize göre palavradır. Ne var ki yeryüzünde bir milyar kadar insan Katolik Kilisesi’ne bağlıdır. Nasıl oluyor da bir milyar insan Katolik Kilisesi’nin yalanlarına inanıyor? Bu sorunun cevabı çok basittir: Katolik Kilisesi olur olmaz bir yığın ayrıntıyı kurumsal hale getirmiştir. Kilise inançlarının karmaşık bir yapısı vardır. İşte bu karmaşık yapı Katolik Kilisesi’nin yoğunlaştırılması ve çoğaltılmasıdır. Yoğunlaşma ve çoğaltma sayesinde o karmaşık inanç örgüsü bir milyar insanda gerçeklik algısı (gerçek din inancı) oluşturmaktadır. Roman kurgusunu böyle düşünürsek usta bir yazar UFO unsurunu da hayalet unsurunu da inandırıcı bir şekilde okurlarına aktarabilir. Her kurmaca yapıt bir parça yalandır. Fransız eleştirmen René Girard’ın meşhur kitabının adı da zaten şöyledir: Romantik Yalan ve Romansal Hakikat.

Odaklanılan durum karşısında “odak dışı” durumları gözden kaçırmaya Zygmunt Bauman çok güzel bir misal veriyor: “Tarımdan alınan ürünü artırmakta kullanılan suni döllendiriciler ürünü birkaç katına çıkarır. Gelgelelim, yağmur damlaları gübrenin büyük bir kısmını yeraltındaki su kaynaklarına taşır. Böylelikle başka bir uğursuz sorun ortaya çıkar. Gübrelerin sızdığı yeraltı su kaynaklarının temizlenmesi gerekmektedir. Su kaynaklarını temizleme işlemi ise zehirli yosunlara beslenme alanı açabilir çünkü temizleme işleminde kullandığımız şeyler de sunidir.”[1] Bauman’ın örneğini ben burada kendi maksadımıza uygun biçimde özetledim.

Her romancı kendi çapında sosyologtur. Çünkü romanlarımıza malzeme toplarken toplumu gözlemliyoruz, inceliyoruz, övüyoruz, yeriyoruz ve toplumu anlamaya uğraşıyoruz. Roman sanatı bireyi anlatır. Roman sanatı Batı’da bireyleşmenin teşekkülüyle beraber doğmuştur. Ve fakat romancı sıfatıyla anlattığımız bireyler toplumun içinde yaşarlar. Toplum dışında birey yoktur. Ya ne vardır? Toplumdan kaçmış birey vardır. Bir ormanda veya bir başka yerde inzivaya çekilmiş kişilerin öykülerini zaman zaman işitiriz. Manisa Tarzan’ı böyle biridir. Bauman’ın kitabının adı Sosyolojik Düşünmek’tir. Romancı da sosyolojik düşünmekle yükümlüdür. Romancıdan akademik düzeyde sosyolog olması beklenmez ama romancının sosyolojik düşünmesi istenir.

Tarımda kullanılan gübrelerden yeraltı su havzalarına geçtik ve oradan da zehirli yosunlara değindik. Terastan düşen kızı anlattığım romanda ise o kızın terasa çıkmasından önceki ayrıntıların önemini vurguladım. Terastan düşüp ölmesinden sonra da ayrıntılar önem kazanıyor. Yoğunlaştırma veya çoğaltma dediğim şey işte budur. Kızın düşüp ölmesiyle birlikte hikâyeye polis girecektir, kızın yaşamış olduğu muhitin insanları girecektir, belki haber peşinde koşan gazeteciler musallat olacaktır vesaire vesaire. Hiçbir olay tek başına değildir. Toplumdan kaçarak doğada inzivaya çekilmiş kişinin de çoğaltılmış bir hikâyesi muhakkak vardır. Neler yaşadı da toplumdan kaçtı? Niçin ormana ya da ormansız çıplak dağlara yahut da meselâ bir mağaraya sığınmayı tercih etti? Her ayrıntı önemlidir ve her ayrıntının bir veya birkaç sebebi vardır. Hasan İzzettin Dinamo’nun “Koyun Baba” adlı romanında koyun postuna bürünerek mağarada inzivaya çekilmiş bir şehirli adamın öyküsü anlatılır. Koyun Baba lâkaplı bu adam eskiden şehirde yaşayan bir entelektüeldir. Şehirden niye kaçtı? Niye ormana sığınmadı da mağaraya kapandı? Yazar da okur da bütün bu ayrıntıları merak eder ve sorgular. Gelgelelim bir romanı haddinden fazla ayrıntıya boğmak da yanlıştır. Yazar, ayrıntılar yüzünden boğulursa yapıtı sığ kalır. Sığ kalmasa bile işin içinden çıkamaz. Her roman bir hayatın (veya bir olayın) özetidir. Aşırıya kaçmamak gerekir. Kaldı ki hayatın kendisi olaydır. Yaşamak olayıdır.

Hayatın özeti, yoğunlaştırma ve çoğaltma bahisleri bağlamında bu dersimizi “Romantik Yalan ve Romansal Hakikat” kitabının yazarı eleştirmen René Girard’ın bir cümlesiyle noktalayalım: “Romancı her şeyden önce en yoğun arzuya sahip olan kişidir.”[2]

Metin Savaş

 

[1] Zygmunt Bauman, Sosyolojik Düşünmek, sayfa 212-213, Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2012

[2] René Girard, Romantik Yalan ve Romansal Hakikat, sayfa 185, Metis Eleştiri, İstanbul 2013

Yazar
Metin SAVAŞ

Metin Savaş, 1965 yılında Balıkesir’de, kalabalık ve nispeten varlıklı, klasik bir taşra ailesinin içinde doğdu. Lise eğitimini Vefa Lisesindeyken yarıda bırakarak çalışma hayatına atılmak zorunda kaldı. Babasının iş dünyas�... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen