Anadolu’da bir alperen: Battal Gazi


 
 
Mustafa ÖZÇELİK
 
*****
 
Battal Gazi ve Eskişehir
 
Müslüman Türkler arasında gazi-veli kimliğiyle ünlenen, hayatı menkıbelere, şiirlere, romanlara ve filmlere konu olan Seyyid Battal Gazi,  doğduğu yer hakkındaki farklı görüşler ne olursa olsun mezarının bulunduğu yer itibariyle Eskişehirli bir isimdir. Onu misyonu yönünden Eskişehirli diğer büyük isimlerle yani Yunus Emre ve Nasreddin Hoca ile birlikte düşünmek doğru olacaktır.  Nasıl Yunus Emre, evrensel sevgi anlayışıyla bu coğrafyada birlik ve dirlik fikrinin kurucusu olmuş; Nasreddin Hoca hikmetli nükteleriyle zor zamanların insanlarını hayata bağlayan bir fonksiyon üstlenmişse Battal Gazi de sadece savaşçı yönüyle değil bilgin ve erdemli kişiliğiyle de benzer bir fonksiyonu üstlenmiştir. Üstelik bu üç ismin tesiri sadece Anadolu’yla da sınırlı kalmamış, Doğu ve Batı da, Orta Asya’dan Endülüs’e çok geniş bir coğrafyada etkili olmuştur.
 
Bu isimlerin bir diğer önemli özellikleri ise; halkla birlikte olmayı, onlarla bütünleşmeyi başarmış olmalarıdır. Bu başarı, Anadolu’da birlik ve dirliğin sağlanmasında ve Selçuklu dağılmasından, beylikler halindeki parçalanmadan sonra Osmanlıların bayrağı altında yeniden birleşmeyi sağlamıştır. Bu yüzden Anadolu’nun geçmişini inceleyenler, bu üç ismin tarihsel kimliğini ve misyonunu ele alırken aynı zamanda bu birlik fikrinin hayat bulduğu Eskişehir’e de bu anlamda bir pay ayırmak durumundadırlar.
 
Adı ve şeceresi
 
Battal Gazi’nin asıl adı Arap kaynaklarına göre “Abdullah” yahut “Abdullah Cafer”dir. “Ebu Hüseyin, “Ebu Muhammed”, Ebu Yahya” şeklinde de anıldığı görülür. Türkler arasında ise onun kahramanlığını belirten “Battal” sıfatıyla anılır. Yine “Gazi”, “Seyyid Battal Gazi”, “Cafer”, “Muhammed Cafer”, “Cafer Gazi” gibi isimlendirmeler de yapılmıştır. Doğum tarihi muhtemelen 674/680’dir.
 
Battal Gazi’nin babası Malatya Serdarı olarak bilinen “Hüseyin Gazi”dir. Annesi “Saide Hatun”, eşi amcasının kızı “Zeynep Hanım”dır.
 
Tarihi Kişiliği
 
Kaynakların çoğu onu, VIII. Asırda Emevilerin Bizans (Rum)’a karşı açtıkları savaşta ün salmış bir Arap kahramanı olarak kabul ederler. Fakat o, daha çok bir Türk kahramanı olarak kabul görmüştür. Bu dönüştürmenin haklı sebeplerinden de söz edilmelidir. Çünkü Battal Gazi’nin mücadelesinin gerçekleştiği coğrafya Anadolu coğrafyasıdır. Bu yüzden İbn’ül-Esir gibi kaynakların bilgilerine göre Arap asıllı değildir. Ayrıca o dönemde Emevi ordusu içinde çok sayıda Türk bulunmaktadır. Bu yüzden büyük bir ihtimalle Türk’tür. Zaten Anadolu halkı da onu asırlar boyunca bir Müslüman-Türk alp-eren, bir gazi-veli kimliğinden algılamıştır.
 
Batatl Gazi’nin yaşadığı zaman, kaynakların çoğuna göre, Emeviler devri yani VIII. asırdır. Halife Abdül Melik bin Mervan tarafından Misis Valiliğine tayin edilmiş (685–705), ardından. Abdülmelik Bin Mervan oğlu Mesleme’nin kumandasındaki Emevi ordusu içerisinde İstanbul kuşatmasında (717–718) bulunmuş, Bizanslılara karşı yürütülen mücadelelerde vefatına kadar aktif rol almıştır.
 
Onun, Anadolu coğrafyasında bizzat katıldığı veya kumandan olarak yönettiği pek çok muharebe vardır. İlgili kaynaklarda Malatya, Kayseri, Afyon ve bilhassa Eskişehir yöresi; yine Suriye bölgesinin adı sıkça geçmesi, onun bu coğrafyada pek çok savaşa katıldığı ve büyük başarılar kazandığı sonucunu doğurmaktadır.
 
Halkın Gözüyle Battal Gazi
 
Battal Gazi, halk arasında menkıbevi kişiliğiyle öne çıkmış ve öyle tanınmıştır. Bu anlamdaki anlatıma hem Arap hem Bizans hem de Türk kaynaklarında rastlanır. Yani o, her üç millet tarafından da bir destan kahramanı olarak anılır. Onun Türkçe menkıbelerde anlatılan hayatı şöyle özetlenebilir:
 
Hz. Peygamber, bir gün oturmuş vahiy beklemektedir. Gelmeyince çok üzülür. Abdülvahap Gazi onun üzüntüsünü gidermek için ona Anadolu’nun güzelliklerinden bahseder. O kadar güzel anlatır ki peygamberin kalbi bu topraklara meyleder. O esnada Cebrail bir vahiy getirir. Buna göre Allah, resulünün bu meylinden dolayı o toprakları ona nasip edecektir. İki yüzyıl sonra onun soyundan Malatya’da bir yiğit dünyaya gelecek adı Cafer olacak, Anadolu’yu fethedecek, kiliseleri yıkıp yerine mescitler ve medreseler yapacak ve İstanbul’un kapısını o açacaktır.
 
Bu rivayette sözü edilen Cafer isimli kişi Battal Gazi’dir. Beklenen zaman gelir ve Battal Gazi doğar. Battal, o zaman ki adıyla Cafer, üç yaşına geldiğinde babası Hüseyin Gazi ava çıkar. Düşmanlarıyla karşılaşır ve giriştiği mücadelede ölür. Böylece Battal Gazi çok küçük yaşta yetim kalır.
 
Eğitim ve Mücadeleleri
 
Battal Gazi bu süreçten sonra ilim tahsiline başlar. Menkıbeye göre dört kutsal kitabı da okur. Tefsir ve hadis öğrenimi görür. Büyük bilginler arasına katılır. Sonra silahşorluğa meyleder. At sürmeyi, süngü oynatmayı, kılıç kullanmayı ve güreş tutmayı öğrenir. Böylece yiğit bir cengâver olur. Bu süreçten sonra ilk işi babasının düşmanlarını öldürmek olur. Bunun üzerine düşmanları Malatya’ya sefer düzenlerler. O yalnız başına düşmanları karşılar. Arkadaşlarının sınırlı yardımı ile büyük bir orduyu hezimete uğratır. Bundan sonra ünü hem İslam ülkelerine hem de bütün Anadolu’ya yayılır. O artık herkesin büyüklüğünü kabul ettiği bir yiğittir. Devrin en önemli kahramanlarından biri olan Ahmer’i yener. Bu olaydan sonra kuvvetinden dolayı “Battal” diye anılmaya başlar. Hayatı bundan sonra savaşlarla devam eder. Tam bir destan kahramanı olarak yalnız başına ordulara saldırır ve onları bozguna uğratır.
 
Erdemli Kişiliği
 
Battal Gazi, millet gözünde sadece kahramanlığıyla bilinmez. O, her bakımdan tam bir model şahsiyettir. O her şeyden önce bilgili bir insandır. Hem kendi kültürüne, inancına hem de başka kültür ve inançlara ilişkin bilgileri çok iyi öğrenmiş ve özümsemiştir. Mesela bir papaz kadar Hıristiyanlığı, bir haham kadar Museviliği iyi bilir.
 
Onun silahşorluğa yönelmesi bu süreçten sonra olmuştur. Bu anlamda da kendini çok iyi yetiştirmiş, savaş ve mücadele için gerekli bütün usulleri ve aletleri kullanma bilgi ve becerisini kazanmıştır. Böylece bilgi ve kılıcın ortak gücüyle o olağanüstü nitelikteki olayların kahramanı haline gelmiştir.
 
Tam bir lider vasfına sahiptir. Hiçbir kararı yalnız başına almaz. Arkadaşlarıyla mutlaka istişare eder. Kahramanlığı ne kadar ünlüyse zekiliği de ünlüdür. Zaten karşılaştığı zor durumlardan böyle kurtulmaktadır. Etkili bir fiziki yapısı ve sesi vardır. Tek başına sarayları basacak kadar cesurdur. Adaletli ve cömerttir. Herkese eşit davranır. Yoksulları gözetir ve korur. Zayıflara, çocuklara ve kadınlara el kaldırmaz. Dini inançları çok kuvvetlidir. Sade bir hayat yaşar, kazandığı ganimetlerden kendine pay almaz.
 
İstanbul kuşatması
 
Battal Gazi’nin İstanbul kuşatmasında gösterdiği kahramanlık; hakkında anlatılan diğer menkıbelerden daha çok yaygınlık gösterir. Buna göre içinde Battal Gazi’nin de bulunduğu Emevi ordusu İstanbul’u kuşatır. Başkomutan Mesleme, İstanbul’a girmeden dönmeyeceğine yemin etmiştir. Bu sebeple yedi yıl süren kuşatmayı ancak Bizanslıların kendisini İstanbul’a bir defalık sokmak ve Ayasofya’yı ziyaret şartıyla kaldırabileceğini haber verir. Kayser bu şartı kabul eder Mesleme, Battal’ı kale kapısında bırakarak, içeri girer ve şehri dolaşır. Ayasofya’ya girer, oradan hatıra olarak bir haç alır. Sonra da sözünde durarak kuşatmayı kaldırır ve Battal’ın nezareti ve koruması altında gemilere binip İstanbul’dan ayrılır.
 
Bu hadiseden sonra Bizanslılar arasında Battal’ın ünü yayılır. Kuşatma sonrasında gösterdiği yiğitlik, esirlere adil, yaralılara şefkatli davranışı Bizans halkı arasında büyük bir ilgi ve sevgiye dönüşür. Adı dillerden düşmez; hatta bir kilisede Hristiyan azizlerin tasvirleri arasına onun resmi de konur.
 
Menkıbeleri
 
Battal Gazi’nin, Rum diyarında yaşandığı kabul edilen pek çok macerası vardır. Bunlardan birine göre, Bir gün tek başına, haberini alamadığı bir müfrezeyi aramaya gider. Kendini kale kapıcılarına Kayser tarafından gelmiş bir adam olarak tanıtır. Böylece patriğin yanına girme imkânı bulur. Onu ölümle tehdit ederek müfrezenin bulunduğu yeri öğrenir. Sonra askerleriyle birlikte sağ salim memleketine döner.  
 
Buna benzer pek çok maceraya Battalnâme’de rastlamak mümkündür. Ama İstanbul’la ilgili olan en ilginç macerası Kız Kulesi’yle ilgili olanıdır.
 
Kız Kulesi Efsanesi
 
Evliya Çelebi’nin “Karadan bir ok menzili mesafede dört köşe yüksek ve musanna bir kale…” olarak vasıflandırdığı Kız Kulesi pek çok rivayete konu olmuş bir yerdir. Bu yer aynı zamanda Tekfur’un kızı ile Battal Gazi’nin o saf aşklarının filizlendiği yerdir.
 
Bu söylenceye göre Battal Gazi Kız Kulesi önündeki kıyı üstünde karargâhını kurmuş ve yedi sene orada kalıp bağlar ve bahçeler yetiştirmiştir. Evliya Çelebi o bağlara “Battal Bağları” dendiğinden de bahsetmektedir. Battal Gazi, yedi senede Üsküdar ve Kadıköy’ü imar edip Şam taraflarına geçmiştir. Bunu fırsat bilen Kanatorsa isimli kral Battal Gazi’nin geri döneceği korkusuyla Kız Kulesi’ni yaptırarak Üsküdar Tekfuru’nun kızını birçok kıymetli eşya ile buraya yerleştirmiştir. Bütün bunlar olurken Battal Gazi Şam fethini tamamlayıp geri dönmüştür. Üsküdar’a gizlice giren Battal Gazi burada İslamiyet’i yayma faaliyetine girişir. Fakat çok geçmeden kimliği ortaya çıkar ve Bizans askerleri onu yakalamak isterler. Çatışmada Battal Gazi yaralanır.  Sandalla kaçarken Tekfur’un kızının bulunduğu Kız Kulesi’ne sığınır. Kız, yaralı olan Battal Gazi’ye yardım eder. Bu arada ona aşık olur. Battal Gazi de aslında aynı duygular içerisindedir. Aylarca burada saklanan Battal Gazi’yi gizlice namaz kılarken gören Tekfur kızı, onun Müslüman olduğunu öğrenir; ama bu durum Battal Gazi ile yollarını ayırmaz. Tekfur’un hazinesini de yanlarına alarak birlikte Anadolu’ya geçerler.
 
Vefatı
 
Bütün hayatı mücadelelerle geçen Battal Gazi ölümüne yakın Hacca gitmiş, dönüşünde Seyitgazi İlçesinin bulunduğu antik Akroinon mevkiindeki muhaberede şehit edilmiştir. Kaynaklar onun vefat tarihini M.S. 730-740’lı yıllar olarak belirtir.
 
Bütün bunlar tarihin söyledikleridir. Halk ise, onun bir düşman kılıcıyla yahut bir okla öldürüldüğünü kabul etmez ve şöyle bir menkıbe ile bu ölüm olayını onun kişiliğine uygun bir söylentiye dönüştürür.
 
Buna göre Battal Gazi, şiddetli geçen cenkten sonra biraz dinlenmek maksadıyla bir köşeye çekilip uyur, Bu esnada Kayser Kanatos’un kızı burç başında onu gözetlemektedir. Bir müddet sonra kız, burç başında karşıdan toz kalktığını görünce Bizans askerlerinin ona saldıracaklarını anlar. O anda eline bir taş alarak “Ey alemin pehlivanı! Çok uyudun. Ayağa kalk, üzerine düşman geliyor. Belki sana ziyan ederler, evvel kalenin işini tamam et, sonra da ben aşığını al götür.” Deyip taşı atar. Battal Gazi’nin ölmesine o taş sebep olur. Kız da onun cesedi üzerine kapanarak can verir. Biraz sonra Bizanslılar mağaraya girdiklerinde Battal Gazi’yi ve kral kızını bu halde görürler. Kral, Battal’ın mertliğini bildiği ve cesaretini takdir ettiği için her ikisini de Seyitgazi Üçler Tepesi’ne gömdürür. Battal Gazi türbesinde bulunan iki mezardan biri Battal’a diğeri ise işte bu kral kızına aittir.
 
Kabri
 
Yaygın bir görüşe göre Battal Gazi’nin mezarı I.Alâeddin Keykubat’ın annesi tarafından bir rüya sonucunda keşfedilmiştir. Ona göre Mesih’in kalesi yani Seyitgazi, Alâeddin Keykubat tarafından komutanlarından Hezeresep’e verilmiştir. Onun çobanlarından “Kutluca” adlı birisi kalenin karşısındaki tepede koyunlarını otlatırken orada mucizevî bir ışık görür. Bu durumdan haberdar edilen komutan buraya küçük bir şapel inşa ettirir. Burası daha sonra hac amacıyla ziyaret edilen bir yere dönüşür.
 
I.Alâeddin Keykubat’ın annesi Ümmühan Hatun, iyi bir öğrenim görmüş, çok okuyan bir kadındır. Sarayda okunan Battal menkıbelerinden dolayı ona büyük bir ilgi ve sevgi duymaktadır. Bu kadın, bir gece Seyyid Battal Gazi’yi rüyasında görerek buraya gelir. Araştırma yaparken bir ara toprak yarılır ve kapı belirir, yedi basamaklı bir yoldan geçer. Burada Battal Gazi’nin, silahlanmış bir vaziyette önünde durduğunu görür. Daha sonra buraya bir anıt mezar yaptırır.
 
Başka bir kaynakta, K. Wulzinger’in söyledikleri ise bu menkıbeyi tamamlar niteliktedir. Ona göre de Alâeddin’in annesi Sultan Hatun rüyasında Battal Gazi’yi görür. Battal ona “Gel ve üzerime bir türbe yaptır.” der. Bu rüya üzerine, buraya bir türbe, türbenin yanına da bir cami ve tekke yaptırır.
 
Bu olaylar Anadolu Selçuklularının güçlenme yıllarına rastlamaktadır. Bu yüzden Battal Gazi türbesine mescit, imaret, hamam gibi yeni yapılar eklenerek burası bir külliyeye dönüştürülür. Böylece buranın işlevselliği daha da artar. Ayrıca Ümmühan Hatun’un, öldükten sonra vasiyeti gereğince Konya’dan getirtilerek buraya gömülmesi, buranın bir yandan inanç merkezi olarak önemini artırırken bir yandan da batı yönündeki Türk ilerleyişinin bir üssü, İslamlaşma yayılmasının da manevi bir güç merkezi olmasını sağlar.   
 
Bektaşilik ve Battal Gazi
 
Bektaşiler ve sonradan Alevi topluluklar da tıpkı Sünni tarikatlar gibi Battal Gazi’ye çok büyük bir önem atfetmişlerdir. Vilayetnâme’ye göre Hacı Bektaş-ı Veli Seyyid Battal Gazi’yi ilk ziyarete geldiğinde sandukasına yaklaşarak onu selamlamış, Battal Gazi’de onun selamına “Aleyküm selâm ey ilim şehri” diyerek mukabelede bulunmuştur.
 
Kalabalık bir grupla buraya gelen Hacı Bektaş-ı Veli burada bir süre kalmış, ayinler düzenlemiştir. Bu durum Alevi-Bektaşi topluluklarının arasında Battal Gazi’ye ve külliyeye duyulan ilgi ve bağlılığı geniş ölçüde artırmış, burası bilhassa Osmanlı çağında çok önemli bir Bektaşilik merkezi olmuştur.
 
İşte bu ziyaretten sonra Battal Gazi, bu inanç gruplarının da gazi-veli olarak kabul ettikleri bir isme dönüşmüş, Battal Gazi Türbesi bir ziyaretgâh halini almıştır. Burada bu inançlara ilişkin kimi ritüeller sergilenmiş, ziyaret ve anma merasimleri yapılmıştır. Bu gelenek günümüzde de devam etmektedir.
 
Edebiyatta Battal Gazi
 
Her büyük kahraman gibi Battal Gazi de edebiyatın konusu olmuş, hatta onun adını taşıyan bir tür doğmuştur. Battalname adını taşıyan hikâye tarzındaki bu tür eserlerde onun hayatına ilişkin ayrıntılı bilgilere rastlanır. Hem Arap edebiyatında hem de Türk edebiyatında örnekleri görülen bu eserlerden ikisi çok meşhurdur. Bunlardan ilki mensur bir eser olup Zatü’l-himme (halk arasında söylenişiyle Zülhimme) adlı Arapça bir eser örnek alınarak yazılan Battalnâme’dir. Diğeri ise Darendeli Bekaai adını taşıyan bir şair tarafından XVII. Yüzyılın ikinci yarısında yazılan manzum eserdir. Ayrıca halk arasında “Menâkıb-ı Gazavât-ı Seyyid Battal Gazi, Hikâyet-i Seyyid Battal Gazi” gibi isimler taşıyan hikâyeler de mevcuttur.
 
Bu hikâyelerde Battal Gazi’nin menkıbevi hayatı Anadolu’ya yerleşen Müslüman Türklerin gözüyle anlatılır. Bu menkıbeler Emevi kaynaklı olmasına rağmen Anadolu’daki Alevi-Bektaşi zümreleri tarafından da benimsenmiştir. Bu benimseme dolayısıyla Battal Gazi’yi Alevi-Bektaşi edebiyatında da görmek mümkündür. Pek çok şair, onun hakkında manzumeler yazmış, sonraki zamanlarda ise bu kitaplardan ve şiirlerden hareketle onun destansı hayatı roman konusu olmuştur. Bu eserler arasında Abdullah Ziya Kozanoğlu’nun ve Ziya Şakir’in “Battal Gazi”, Murat Sertoğlu’nun “Battal Gazi”, Battal Gazi’nin Oğlu”, Battal Gazi’nin Oğlunun İntikamı”, “Battal Gazi’nin Torunu”, Muharrem Zeki Korgunalp’in “Türk Kahramanı Battal Gazi” isimli eserleri örnek olarak söylenebilir.
 
Battal Gazi’nin hikâyesi şiir diliyle de işlenmiştir. Behçet Kemal Çağlar da manzum olarak bir Battal Gazi destanı kitabı yayımlamıştır. Yine bilhassa Alevi-Bektaşi edebiyatında “Abdal Musa, Karacaoğlan, Kul Hüseyin sonraki zamanlarda Dursun Durdağ, M. Şükrü Efendi, Muharrem Kubat, Ercişli Âşık Ahmet Poyrazoğlu, Âşık Sefilî, İ.Ali Sarar” gibi şairler tarafından Battal Gazi temalı şiirler yazılmıştır.
 
Türk sineması da bu konuya ilgisiz kalmamış ve başrollerini genellikle Cüneyt Arkın’ın oynadığı “Battal Gazi”, “Battal Gazi’nin oğlu” gibi çok sayıda film çevrilmiştir.
 
Battal Gazi Külliyesi
 
Külliye, XIII.yüzyılın başlarında Battal Gazi adına yaptırılmış türbe ve cami ile daha sonra eklenmiş gibi tarihi yapılar topluluğundan oluşur. Üç uygarlık döneminin izlerini taşıyan külliyede, türbe ve camiyi Anadolu Selçuklu sultanlarından I.Alaeddin Keykubad’ın annesi Ümmühan Hatun yaptırmıştır.(1207-1208) Osmanlılar döneminde ise külliye medrese, imarethane (aşevi, fırın vb.) tekke, dergah gibi bölümler eklenmiştir. (1511-1517) Külliyede ayrıca “Ümmühan Hatun, Çoban Baba, Ayni Ana, Mihaloğlu Ahmet ve Mehmet Bey”lerin türbelerinin yanında kral kızı “Elenora”nın (Battal Gazi’nin eşi) mezarı ve kesik başlar odası gibi bölümler vardır.
 
 
Yazar
Mustafa ÖZÇELİK

1954’te Eskişehir’in Günyüzü ilçesinde doğdu. Türk Dili ve Edebiyatı alanında yüksek öğrenim gördü. Ortaokul, lise ve üniversitede Türk Dili ve Edebiyatı dersleri verdi. 1975’ten bu yana pek çok edebiyat dergisinde yazı ve ş... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen