Irak’ta “Barzanistan” Referandumuna Doğru

Esat ARSLAN

“Barzanistan” Olgusu ve Düşündürdükleri

Makalenin başlığı umarım dikkatinizi çekmiştir, Sevgili okurlar. Özellikle şu sıralar, “Irak Kürdistan’”ı dememeğe büyük özen gösteriyorum. Doğrusu budur, öyle de olmalıdır. Çünkü uluslararası ilişkiler jargonunda “Irak’ın Kuzeyi”, “Kuzey Irak” ifadeleri bile birbirlerine ne kadar zıt kavramlardır. “Irak’ın Kuzeyi” ifadesi bir otonomiyi simgelerken, “Kuzey Irak”, aynen Kuzey Kore, Kuzey Vietnam gibi modüler bağımsız bir devleti çağrıştırmaktadır. Özenle seçerek ifade etmek istiyorum ki, Irak’ın kuzeyinde oluşturulmağa çalıştırılan yeni model, uluslararası arenada yasal bir zemin bulan bu iki ifadeden farklı, ismiyle müsemma doğrudan “Barzanistan” olgusudur. Konuyla ilgilenen tüm mahfiller tarafından ifade edilmektedir ki, “Barzanistan” olgusu kuşkuya mahal bırakmayacak biçimde doludizgin bir alametle koşan Mesut Barzani’nin eseridir. Adeta “Batıya, Altına Hücum” gibi… Umarım onun bu ters köşe çalışmaları bir yerlere not edilmiş ve yazılmıştır.

Sevgili okurlar, izliyorsunuz ve her şey sizlerin gözlerinizin önünde cereyan ediyor. Ardına pupa yelken ABD desteğini alanlar ya kılıç sallıyor, bu arada ABD de sadece kılıç sallamakla kalmıyor, karşılığında onlarca, yüzlerce milyar dolarlık eski nesil silah araç ve gereç ihaleleri alıyor, ABD hazinesini dolduruyor. Gereken haraçlarını verenler de coştukça coşuyor, kimisi bir anda “kolpoçino” oluyor, kimisi de birden eski delişmenlikleri üzerinden gidiyor, birden sakinleşiveriyor. Efendim bu tavır, “Asr-ı Saadet”  tavrı değil, “Zengin Köle”  tavrıdır.

Şimdi, hep birlikte anımsayalım, önce bilinçli bir biçimde bayrak krizi çıkarıldı, ardından Irak Kürdistan’ının bağımsızlığı çok sesli terennüm edilmeğe başlanıldı. Bu süreci dikkatli bir biçimde takip edenler, ABD Savunma İstihbarat Teşkilatı (DIA) Başkanı Korgeneral Vincent Stewart’ın, ABD Senatosunda yaptığı konuşmayı hatırlayacaklardır. Ne demişti, Vincent Efendi, “esas sorun ‘Kürtlerin Bağdat’tan bağımsızlıklarını elde edip etmeyecekleri’ değil, bunun ‘ne zaman’ gerçekleşeceği” dir. Ne kadar çarpıcı bir açıklama, öyle değil mi?  Yani ABD tarafından demek isteniliyordu ki, Irak Kürdistan’ının bağımsızlığı çantada keklik, zamanlama için tırnak içerisinde Türkiye’nin zayıf bir zamanı bekleniliyor. Hatta Steward Efendi, Senato’ya yaptığı konuşmada, Iraklı Kürtlerin Bağdat’la yeni bir çatışma yaşanmaması için anlaşmaya varmasının gerekli olduğunu da vurgulamıştı. Demek gösteriyor ki, Bağdat’la anlaşma yapılmış, son pürüzler halledilmesi üzerine Irak Kürt Bölgesel Yönetimi bağımsızlık referandumu için kesin tarihini açıklamıştır: 25 Eylül 2017. Selahaddin kentinde bağımsızlık referandum gündemi ile Bölgesel Kürt Yönetimi Başkanı Mesut Barzani başkanlığında bir araya gelen parti temsilcileri, bağımsızlık referandumun 25 Eylül’de yapılmasını kararlaştırmışlardır. Hatta ve hatta bununla da yetinmeyen Bölgesel Kürt Yönetimi BM’ye başvurarak referandum için gözlemci talebinde bile bulunmuşlardır.

VIII. Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın 1992 yılı “Musul Vilayet Konseyi” Açılımı

Bilinenin aksine, PKK terör örgütbaşı Öcalan’la terörü sona erdirme görüşmeleri Cumhurbaşkanı Turgut Özal zamanında başlamıştır. O zamanlar bunların resmî mi, yoksa yarı resmî mi yapıldığı pek de anlaşılamamıştır. Rahmetli, Mehmet Ali Birand “Son Darbe 28 Şubat” belgeselinin ilk bölümünde Turgut Özal’ın ölümünden hemen önce devletin PKK’yla yürüttüğü temasları bir bir açıklamıştır. Hatta ve hatta PKK terör örgütbaşı Öcalan’la görüşmeye giden heyetin, Suriye’de dönemin Şam Büyükelçiliği Müsteşarı tarafından karşılandığını Birand’ın programından öğrenilmiştir. O nedenle, Birinci Körfez Harekâtı öncesi ve hemen sonrasında “bir koyup üç alma” jargonu Özal ve danışmanlarının üzerine âdeta sinmiş gibiydi. Okyanus ötesinden kapalı kapılar arkasında talimatlatlandırılanlar bilinen rollerini oynamaya soyunmuşlar, doğrusu güzel de oynamışlardı. Her şeyden önce, oldukça inandırıcı olmuşlardı. Türk kamuoyu, Turgut Özal’ı Abdullah Öcalan’ın gözünde değerli kılacak nedenlerden birine de o zamanları parmak ısırtacak biçimde şahit olmuştu. PKK tarafından tek taraflı uygulanan ateşkesin uzatılması için Apo’ya gidilirken, Hatip Dicle, Sırrı Sakık’ın da aralarında bulunduğu 5 DEP’liye “Söyleyin ona yaptığı her şey yanlış değildir” demesi, belleklerde yer etmiştir. Özal’ın hafızalarda yer eden bu veciz ifadesi Apo yakalandıktan sonra verdiği ifade tutanaklarında da aynen Abdullah Öcalan tarafından hıfz edildiği görülmüştür. Öcalan ifadesinde bu konuyu ikrar edecek şekilde şöyle vurgulamıştı:

“Özal’ın sağlığında benim için söylediği ‘Söyleyin ona, yaptığı her şey yanlış değildir’ sözü beni çok etkilemişti.”[1]

Peki Özal’ın doğruları yok muydu? Kuşkusuz vardı. İşte pragmatist açılımlarından birini hep birlikte irdeleyelim.

Turgut Özal, tarihten gelen Osmanlı Devleti’nin ardılı Türkiye’nin savlarına yakın ve Irak’ın kuzeyini Barzani ve Talabani’nin örgütlerinden daha iyi temsil eden ‘Musul Vilayet Konseyi’nin tekrardan gündeme getirilmesine katkıda bulunmuştur. Irak’ın kuzeyindeki başta Musul olmak üzere Süleymaniye, Erbil, Dohuk, Kerkük ve Diyala yani tüm kentler o tarihte Musul vilayetine bağlıydı. Vilayet Konseyleri daha doğru ifadeyle İl Genel Meclisleri Osmanlı anayasalcılığına zemin oluşturan Osmanlı Milletleri’nin kendi iç yönetimlerini düzenlemek için hazırladıkları ve Babıâli tarafından da onaylanarak 1862 yılından itibaren yürürlüğe giren “Cemaat Nizamname” lerinde şekil bulmuştur. Cemaatlerin kendi dillerinde ve Batı dillerinde “Anayasa” (constitution) adını verdikleri bu düzenlemelerle her millet için üyelerin katıldığı genel meclisler ve eyaletlerde de bölgesel meclisler kurulmuştur.[2] Elde yeterli belge bulunmamakla birlikte Osmanlı’dan devralınan miras ile bulgular “Musul Vilayet Konseyi” (MVK) örgütlenme modeli ve sistematiğine Atatürk liderliğindeki genç Türkiye Cumhuriyeti’nin de Misak-ı Millî hudutları içerisindeki Musul’u anavatana katmak için 1925 yılında başvurmuş olduğunu göstermektedir. İkinci el kaynak kullanan çeşitli yazarlara göre MVK ilk defa Ankara’da 1925 yılında toplanmıştır. 1925 yılı gerçekten çok önemlidir. Lozan’da çözülemeyen Musul sorunu, Milletler Cemiyeti gözetimine bırakılmıştır. Şimdiki Birleşmiş Milletlerin selefi Milletler Cemiyeti 1925 yılında, “Bölge Milletler Cemiyeti’nin kontrolündedir. Bölgede yaşayanların hakları belirlenmeli” kararı almıştır. Musul Vilayeti 1932 yılında Irak Devletine bağlanırken aşağıdaki iki şart koşulmuştur:

Bölgedeki bütün halkların insan hakları nezdindeki hakları güvence altına alınmalıdır. Ayrıca bölgedeki aşiretlerin veya kişilerin petrol ya da maden imtiyazları güvence altında tutulmalıdır.”4[3]

Yukarıda da görüldüğü üzere gerek Irak Krallığı (Devleti) gerekse Baas liderliğindeki Irak Devleti’nde Musul Vilayet Konseyi’ne Musul vilayeti konusunda bir nevi ayrıcalık verilerek yetkili bir merci yapılmıştır. MVK bu şekilde 1991 yılına kadar Irak’ta varlığını sürdürmüştür. Birinci Körfez Harekâtı’ndan sonra Özal’ın cumhurbaşkanlığı döneminde 1992 yılında Irak’ta bölünmenin ilk ateşi yakılınca bölgedeki Barzani ve Talabani dışındaki Kuzey Irak’ta yer alan 65’e yakın aşiret lideri bir araya gelerek MVK’ye tekrar hayat vermişlerdir. MVK adı altında tekrar harekete geçen, Barzani ve Talabani dışındaki aşiretler İsviçre’de bir Hukuk Bürosu ile anlaşmış, BM nezdinde daimi temsilcisi olarak da J. Anton Keller’i atamışlardır. İsviçreli bir hukukçu ve diplomat olan J. Anton Keller, 1979’da İran Devrimi’nden sonra yaşanan ABD Büyükelçiliği krizinde İran ile ABD arasında arabuluculuk yapmasıyla tanınmıştır. Keller, bundan başka Birinci Körfez Savaşı öncesinde Irak ile ABD arasında arabuluculuk da yapmıştı. Turgut Özal ise MVK açılımını desteklemiştir. Özal’ın bu işin üzerine gitmesinde en büyük etmen, “ABD güdümündeki Barzani ve Talabani’nin Kürtlerin tek temsilcileri” olamayacağı gerçeği idi. Bilindiği üzere Özal elinde koz olmadan yola çıkmazdı, o tarihlerde ABD’ye karşı AB kartını iyi bir şekilde regüle etmesini bilmişti. Örgütün Birleşmiş Milletler’de daimi temsilciliğini yapan J. Anton Keller, Konsey’in Ankara’da toplandığı yıl olan 1992’de Türkiye’ye gelerek bir takım üst düzey görüşmelerde bulunmuştu. Turgut Özal’ın kardeşi Yusuf Bozkurt Özal ile de görüşen Keller, Türk askerî istihbarat yetkilileriyle de bir araya gelmişti. Keller, Osmanlı Devleti’nin varisçisi olan Türkiye Cumhuriyeti için Kuzey Irak’ın aslında Musul Vilayeti olarak değerlendirilmesi gerektiğini büyük harflerle ifade etmişti. J. Anton Keller, Musul Vilayeti’nin Irak’a 1926’da koşullu bir şekilde bağlandığını ve Türk devletinin Musul Vilayeti üzerinde uluslararası anlaşmalarca sabit meşru haklara sahip olduğunu açık açık belirtmişti. Keller ayrıca Türkiye’nin sâdece aktif bir diplomasi ile bile Kuzey Irak topografyasının taşlarını yerinden oynatabileceğini iddia etmişti. Bu görüşmeler sonucunda “Musul Vilayet Konseyi” Kuzey Irak’ta yerleşik halkın insanî sorunlarını çözmek üzere “declaration of self determination” yâni, “kendi kaderini tayin etme hakkı deklarasyonu”nu yayınlamışlardı. O dönemde Kuzey Irak’ta yer alan birçok değişik parti ve aşiret liderinden oluşan 315 kişilik heyetten oluşan “Musul Vilayet Konseyi” 1992 yılından sonra çeşitli dönemlerde yeni deklarasyonlar da yayınlamıştı. Konsey bu deklarasyonlarla Musul Vilayeti projesini hayata geçirmek için büyük çabalar sarf etmişti. Kuruluşundan bu yana Türkiye ile yakın ilişkiler geliştirmek isteyen Konsey’in üyeleri arasında Kuzey Irak’ın en etkili aşiretlerinden “Surçi Aşireti” de yer alıyordu. Maalesef Surçi Aşireti’nin lideri Barzani ve Barzani’ye bağlı kuvvetler tarafından sürgün edilmişti. Kuşkusuz, bu nedenle Surçi aşireti ile Barzani arasında ilişkilerin çok iyi olduğu söylenemezdi.

Süreçte, bu işe inananlar, hepsi birer birer hakkın rahmetine kavuşmuşlardır. Bu konuda önce 1992 yılında hükümet tarafından rapor yazmakla görevlendirilen Turgut Özal’ın yakın çalışma arkadaşlarından Maliye ve Gümrük Bakanı Adnan Kahveci 5 Şubat 1993 tarihinde, on iki gün sonra 17 Şubat 1993 tarihinde Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis ve tam iki ay sonra da VIII. Cumhurbaşkanı Turgut Özal 17 Nisan 1993 tarihinde hakkın rahmetine kavuşmuştur. İki ay içerisinde bir devir açılamadan maalesef kapanmıştır.

Peki, Ne Yapılmalı?

Evet, Sevgili okurlar,  bütün bunlardan sonra büyük harflerle ifade edilmesi gereken Osmanlı’dan sonra büyük kadersizliklerle boğuşan, koloniyel Büyük Britanya’nın işgalinden görünürde kurtulup, 3 Ekim 1932 tarihinde Milletler Cemiyetinin 52 üyesinin oyuyla bağımsızlığı onanan Irak Krallığı (Devleti), 25 Eylül 2017 tarihindeki referandumdan sonra tarihe karışması mukadderdir. Bu durumda bu oldubitti karşısında tabii ki, Türkiye Cumhuriyetinin dayatılan taşeron uygulama plânları dışında “ihtimalat” (Contingency) planlarının vardır ve olmak zorundadır.  Ya da en azından bir sağlam bir “B Plânı”nı devreye sokulması her şeyden fazla önem arz etmektedir.

Geçmişteki, tecrübeler göstermektedir ki, dış politikada alternatif plânlardan yoksun bir Türkiye’nin gelecekte onulmaz yaralar ve açmazlar ile karşı karşıya kaldıkları yaşanarak öğrenilmiştir. 9 Ekim 1924 tarihli Irak Vatandaşlık Kanunu ile Osmanlı uyrukluğunu bırakarak Irak Devleti yurttaşı olan Türkmen soydaşlarımız “Barzanistan” olgusu içerisinde kendilerine bir yer değil, onlar da aynen 1974 Barış Harekâtı sonrası kurulan “Kuzey Kıbrıs Federe Devleti” gibi, Irak Devleti’ne bağlı  “Irak Türkmeneli Federe Devleti” statüsünde içerisinde varlıklarını devam ettirmeleri zorunlu görülmektedir..

Demem odur ki, Türkiye’nin Irak’ın kuzeyi açılımında çoklu bir tarz-ı siyaseti yoktur, tek bir tarz-ı siyaseti vardır, o da “Barzanistan” olgusu 25 Eylül Referandumunda bağımsız bir devlet olarak ortaya çıkarsa,  “Irak Türkmeneli Federe Devleti” beklemeksizin ve behemehâl kurulmalıdır.  Bu konuda 1974 Barış Harekâtı sonrası kurulan “Kuzey Kıbrıs Federe Devleti” deneyimi, Türkiye Cumhuriyetinin rehberidir.   

DİPNOTLAR 

[1] Saygı Öztürk; Apo Olayının Perde Arkası, Doğan Kitapçılık, İstanbul, 2009.

[2] Bülent Tanör; Osmanlı-Türk Anayasal Gelişmeleri, 5.Baskı, Mart 2000, s.131.

[3] Meliha Okur; Musul Vilayet Konseyi, Sabah Gazetesi http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/okur/2007/07/21/Musul_Vilayet_Konseyi2/ Erişim Tarihi 05.02.2013

Yazar
Esat ARSLAN

Esat Arslan, İstanbul’da 15 Nisan 1947 tarihinde doğdu. İlk ve orta öğrenimini İstanbul’da; yükseköğrenimini Ankara’da tamamlayan Esat Arslan, Savunma Bilimleri, Kamu Yönetimi dallarında yüksek lisans; Türkiye Cumhuriyeti Tarihi da... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen