Aydınlanma Filozofu Olarak Descartes

 

Attillâ ERDEMLİ

***

– I –

Aydınlanma İnsan’ın kendine özgü yaşamasının, gelişmesinin yolunu açan bir yaşama anlayışıdır. Batı Felsefesi sürecinde XVIII. y.y. Aydınlanma Çağı olarak gösterilir. Bu aydınlanmanın XVIII. y.y.da “en klasik forum”na ulaşmasından ötürüdür[1]. Değilse Antikçağdan günümüze dek Aydınlanma Tutumu ile pek çok kez kar­şılaşırız. Bu da Felsefe’nin özü gereği Aydınlanmacı olmasından kaynaklanır: Bir Felsefe, kendi dokusu içinde felsefenin sorun alan­larından birine daha çok ağırlık vererek ortaya koyulmuş olsa ve bu alan aydınlanmayla bağdaşmaz gibi görünse de, o bir felsefe olarak Aydınlanma Tutumunu gösterir. Çünkü Felsefe eleştiriyle başlar. Eleştiri ise İnsan’ı bağımlı kılacak görüş, anlayış, düşünüş ve yetke olabilecek her şey üstüne düşünme, onu araştırma, tart­ma, kabul edilebilir bulduktan sonra kabul edilebilirliği ölçüsünde yeniden benimseme, değilse körü körüne bağlanmak veya tümüyle yadsımak yerine yenisini önermedir. Eleştiri akılla hakkını ver­medir. Aydınlanma da her kişiye kendi aklını kullanarak olumlu ya da olumsuz bakımdan hakkını verdiği şeylere göre davranmayı, böylece belirlediği yolda yürümeyi öneren bir yaşama tutumudur.

Kant 1784 yılında yazdığı ve “Aydınlanma Nedir Sorusuna Ya­nıt” adını taşıyan kısa yazısında Aydınlanma Tutumu’nun çerçe­vesini verir. Kant’a göre İnsan doğası gereği aklına uygun yaşa­yacak duruma gelmiştir. Ama korkaklık, tembellik ve bir de aklına uymadan, kendisi olmadan yaşamanın rahatlığından ötürü kişi ken­dini kimi yetkelere bırakıverir[2]. Bu bazen yüzyıllar boyu sürebilir. Ortaçağ toplamlarında bireyin kendisi olarak eyleyeceği alan çok dardır : İnsanlar sınırları saptanmış belli bir yaşama düzeninde, belli bir konuma sahiptirler. Kişinin kendisi için, kendi dışından be­lirlenmiş bu yaşama alanına düşünsel, toplumsal yer, iş hatta yer­leşim yeri ve coğrafi bölge bakımından değiştirmesi olanaksızdır. “Fakat toplum, bu şekilde yapılaşmış olmak İnsan’a güven verme­sine karşın bir taraftan da onu köle durumuna getiriyordu. Böyle bir kölelik, daha sonraki yüzyıllarda otoritecilik ve baskının yarat­mış olduğundan farklı bir kölelikti. Ortaçağ toplumu bireyin öz­gürlüğünü elinden almıyordu, çünkü “birey” henüz yoktu; insan… kendi kendisini bir birey olarak görmüyor, kendinden yalnızca top­lumsal rolü dolayısıyla haberdar olabiliyordu”[3]. Buna karşın Orta­çağ İnsan’ı mutludur. Çünkü rahattır, güven içindedir; toplumla bü­tünleşmiş, görevini olduğu gibi yerine getirmiş olmakla huzurlu­dur. Kendi kapalı, ilişkileri ve etkinlikleri belirli dünyasında yaşa­yıp gider. Bu huzurlu, mutlu yaşayış Kant’a göre İnsan’a aykırı bir durumdur, insan yaşayışını aklıyla temellendirip geliştirmekle so­rumludur. İnsan için doğal olan budur, ama O başka yetkelere göre davranmaya öylesine girmiştir ki, kendi sınırının çok altında kalan, yetkinlikten uzak, edilginliğin mutluluğuna bürünmüş bu yaşama neredeyse onun ikinci doğası olmuştur[4], insan bu türden rahat ya­şamaya bir kez alıştığında kendisi adına yargıya varanların buy­ruğunda eyleyip gider, işte Aydınlanma burada önemli bir gereksinme olarak ortaya çıkar. Çünkü Aydınlanmada İnsan’ın “kendisi” olması istenir. Kendi aklı ile kendi yaşamasına yön vererek eylediği zaman insan aynı zamanda bir yetkinleşme sürecindedir. İnsan’ı bağımlı kılan yetkeler her zaman dışında da değildir. Çoğu kez ve bazen daha da güçlü olarak içimizdeki yetkelerin buyruğuna gire­riz: Peşin hükümler, saplantılar, ön yargılar, nedeni bilinmeyen alışkanlıklar, rahata kaçmalar, hırslar, tutkular kimi zaman dışı­mızdaki yetkeden daha güçle yönlendirici olurlar ve akıl onlar kar­şısında daha büyük güçlerle direnmek zorunda kalabilir. Çünkü iç güçler sıkıştırıldıkları yerde aklı kendilerine uygun kullandırabilir­ler ve akıl sahibini kandırmak için, sahibine kargı işler. Doğru kul­lanılan bir akıl ise, iç güçlerin bu tuzağına düşmediği gibi kişiyi uyaran, yol gösteren yanıyla İnsan’ı yetkinleşen bir çizgide eyle­meye yönlendirir.

Aydınlanma için yalnızca aklı ile doğru olanı bulmuş olmak yeterli değildir. Kişi akim bulduğu doğrular uyarınca eyleme gir­miyorsa, doğru olanı bilmesine karşın yanlış yapmayı sürdürür. Eylemde somutlaşmayan Aydınlanma, aydınlarıma olamaz. Eylem zorunluluğu nedeniyle de aydınlanma bir yaşama tutumudur: İnsan’ın kendine güvenip, kendini gerçekleştirmek, olandan daha ileri, daha yetkin olana ulaşmak, yaşamasını gelişen bir süreç durumuna getirmek yolunda eylemesidir. Böyle bir yaşama elbette kolay de­ğildir; zorlukları, sıkıntıları, sürçmeleri, yanılmaları, duraksama­ları vardır. Başkasının buyruğunda yaşayan[5] oldukça sınırlı bir so­rumluluk üstlenmiştir. Kendi Buyruğunda yaşayan ise oldukça bü­yük bir sorumluluğu taşır; ilkin ve en önemli çizgide “Kendisi Ol­mak” sorumluluğudur bu; her eylemin öncesinde, eylerken ve son­rasında kendisiyle hesaplaşmak sorumluluğudur; kendisini kandır­madan aklının ışığıyla olanı aydınlatma sorumluluğudur; yanılgıyı kabullenme sorumluluğudur; hep daha iyisini, hep daha olumlusunu düşünme ve ona göre eyleme sorumluluğudur; yalnız ve ancak ken­disi için değil, kendi olarak eylerken başkalarını da düşünebilmek, onlarla da kendi özgün eylemlerinde bütünleşmek sorumluluğudur; yapıcı – yaratıcı bir yaşamayı sürdürme sorumluluğudur. Bütün bunlar daha geniş olan bir başka sorumlulukta bütünleşirler: Özgür Olma sorumluluğu. Özgürlüğün bulunmadığı bir aydınlanma olanak­sızdır. Aydınlanma Tutumu özgür olmayı, Özgürlük ise Aydınlan­mayı getirir.

Bu belirlemeler ışığında Aydınlanma’nın belli-başlı özellikleri şöyle belirlenebilir :

Aydınlanma İnsanın Aklını Kullanarak Yaşamasıdır ;

İnsan’ı gelişmekten alıkoyan, bağımlı kılan her durumdan kur­tulmaktır Aydınlanma. Böyle bir yaşamda İnsan’ın dayanağı akıl­dır. Herşey gelişmeyi durdurucu olabilir. Bu nedenle Aydınlanma belli birkaç durum karşısında değil, İnsan’ın karşılaştığı her du­rum karşısında, kendini bırakıvermeden durup, düşünmesi, onu ak­lıyla aydınlatmasıyla olasıdır.

Aydınlanma Yetkinleşme, Olgunlaşmadır :

Belli bir yaşama tutumuna bağlanıp, onun rahatlığını yeğle­yenler için gelişme, yetkinleşme, olgunlaşma durmuştur. Böyle bir yaşamada belli değerlere, belli ilkelere bağlanıp kalınmış, onlara uygun eylemek yeterli sayılmıştır. Artık belli davranışların, tutum­ların yinelenmesi ve böylece Olan’ın sürdürülmesi gerekmektedir. Aydınlanma ise böylesine yinelemeci davranışlarla bağdaşmaz. Ay­dınlanmada yinelenen aydınlamadır, bu da belli bir yere gelip kal­ma biçimindeki, “Aydınlanmış Olma” değil, sürekli gelişme ve yinele­mede görülen “Aydınlanmakta Olma”dır. Bu nedenle Aydınlanma, Ya­pıcı ve Yaratıcı bir yaşama sürecidir.

Aydınlanma Etkinliktir :

Edilginlik yineleyici davranışlarda ortaya çıkar. Yinelemek ilerlememektir. Bu nedenle edilginliktir. Etkinlik ise yapıcı ve yara­tıcı bir gelişme sürecidir.

Aydınlanma Kişiye İçkindir :

Kimse kimseyi zorla aydınlatamaz. İnsan’ın aydınlanmayı kendi­sinin istemesi ve kendisinde, kendisi için gerçekleştirmesi gerekir. İnsan’ın tutsaklığı, edilginliği, özgürlüğünün kısıtlanma ya da orta­dan kaldırılması İnsan’ın kendisi tarafından gerçekleştirilir. Bu “İnsan’ın kutsal hakkını çiğnemekten”[6] kurtuluş yine İnsan’ın ken­disi tarafından sağlanacaktır.

Aydınlanma İnsan’ın Kendisiyle Bütünleşmesidir :

Kendi aklını yetke bilen İnsan eylemlerinde en temel dayanak olarak kendisini bulur. Herhangi bir yetkeye bağımlı yaşayanlar kendi benliğinden daha üstün tuttuğu bir güç uyarınca eylemelerini ne denli rationalize ederlerse etsinler, kendileri olarak davranma­maktadırlar. İnsan’ın kendine bağlı yaşaması, ortaya çıkartılmayı, geliştirilmeyi bekleyen kendi güçlerine, becerilerine göre, yani; İnsan’ın yapıcı – yaratıcı yapacak yanlarına göre yaşamasıdır. Bir etkinlik olarak Aydınlanma böyle bir yaşamayla, olanak bulur. Çünkü böyle bir yaşamada kişi aklını kullanarak kendine özgü ve yetkin­leşen bir sürece girebilir. Aydınlanmanın kişinin kendine içkin bir etkinlik oluşu ağırlıklı olarak bu çizgide ortaya çıkar. İnsan ken­disiyle bütünleştiği, kendisine dayandığı bir yaşamda kendisine ya­bancı değildir. Çünkü ne kendi dışındaki yetkeler tarafından yönlendirilmekte, onlara göre eylemekte, ne de kendi içinde bulunan, ama yönlendirişi kişiyi kendisiyle bütünleşmekten alıkoyan, yet­kinleşme, olgunlaşma çizgisinde eylemleri boşandırmayan iç güç­lere uygun davranmaktadır. Kişi kendi doğasına içkin bir zorun­lulukla, kendisine dayanarak, kendisinden güç alarak eylemektedir. Böylece O kendisiyle başbaşa, kendisini olduğu gibi kabullenerek, kendini geliştirip ortaya koyarak yaşamaktadır. Yabancılaşma ay­dınlanmanın olmadığı yerde vardır. Aydınlanmanın durduğu zaman­larda ise otomatlaşma başlar. Gelişme tıkanmıştır. Rahat ama za­manı geçiştirmeye dayanan bir varlığını sürdürme hareketidir yaşa­mak; İnsan’ın kendisinden uzaklaşmasıdır.

Aydınlanma Gerçekçi Olmaktır :

Gerçekçilik bir yanıyla İnsan’ın yetkinleşen çizgisinde ortaya çıkar: Aklını gerçek olan şeye, yani kendi öz gücüne, kendisine değgin kullanan, hayal, kuruntu gerçek dışı tasarlamalara yüzvermeden “Olan” üstünde düşünüp, kararlar alan, böylece ne yapması gerektiğini bilen ve ona göre eyleyen İnsan gerçekçidir. İnsan ger­çeğe bağlandığı ölçüde aydınlık bir tutumu sürdürebilir. Değilse ne gelişmeden, ne etkinlikten, ne yapıcı ve yaratıcı eylemlerden, ne İnsan’ın kendisiyle bütünleşmesinden ve ne de özgürlükten söz edile­bilir.

Gerçekçilik bir başka yanıyla İnsan’ın karşısına çıkan her du­rum karşısında, onu tanıyıp, bilme, onun üstüne düşünme, yargıya varırken ne beğenip beğenmeme, korkma ya da aşırı yüreklilik tü­ründen duygulanımlara ne de başkalarının onunla ilgili yargılarına, etkilerine, yönlendirmeye çalışmalarına bağlanmadan, aklının bu­yurduğuna uymada ortaya çıkar. Bu çizgide gerçekçilik “Dışımız­daki Olan”a ilişkindir ve ondan sapma da, aynı biçimde aydınlan­madan uzaklaşmadır.

Aydınlanma Herzaman Başarıya Açık Olmaktır :

Aklın kullanımı herzaman doğru olmayabilir. Bazen aklı doğru kullanırken kendilerine dayanılan bilgilerde yanılma nedeniyle akıl yine doğru olmayan sonuçlar verecek, eyleme dönüşen bu yargılar İnsan’ı yanlış işler yapmaya, sürçmelere ve bunun sonucu olarak da üzüntüye, büyük acılara götürebilecektir. Yanılmak, başarısızlık İn­san yaşamasının en olağan özelliklerinden biridir. Özgürce eyleyen İnsan başarısı ölçüsünde, başarısızlığı da kabullenip, benimsemek­tedir. Çünkü başarısızlık da özgür eyleyen İnsan’ın bir gerçekliği­dir. Özgürce eyleyen ya da Aydınlanma Tutumundaki İnsan, başa­rısızlığını tanıyıp, anlayıp, nedenleriyle bilip onu aşmaya girecek­tir. Bir yetkinleşme hareketi olan Aydınlanma İnsan’ın kendisini aşmasıdır. Yinelemeye, başarısızlık nedeniyle duraksamaya başlar­sa Aydınlanma Tutumunun dışına çıkmaktadır. Aydınlanma içinde İnsan, başarısızlığından başarıyı yaratacağı için sürekli olarak ba­şarıya açıktır.

Bir yaşama tutumu olarak Aydınlanma’nın diğer birkaç özel­liği de şöyle belirlenebilir: Aydınlanma İnsanlarla bütünleşmedir, Aydınlanma Sevgidir, Aydınlanma Mutlu kılan bir yaşama biçimi­dir, Aydınlanma yayıncıdır, Aydınlanma Bilgece yaşamaya götüren bir yaşama biçimidir, Aydınlanma sınırsızdır ve Aydınlanma Özgür Yaşamadır.

– II –

Réné Deseartes, Renaissance ile ortaya çıkan gelişmelerin yoğ­rulup, bütünleştiği Yeniçağ Felsefesini başlatan ve bundan sonra iki yüzyıl boyunca tartışılıp, değişik çözüm yollan aranarak gelişen temel sorunları ilkin ele alıp, onlar üstüne düşünen kişi olarak Ye­niçağ Felsefesinin başlatıcısıdır[7]. Descartes’m fersefeye getirdiği soluk Yeniçağ Felsefesi ile tükenmez. Felsefe’nin XVII. yy.’dan gü­nümüze uzanan gelişmesinde O sık sık kendisine başvurulan, ken­disiyle hesaplaşılan, karşı bile olunsa felsefece yeniliklerde, yara­tılarda payı bulunan bir filozof olarak görülür. Felsefe’nin sürüp gidişinde “ilk kımıldanışını Descartes’dan alan her hareket verim­li olmuştur”[8].  Bununla beraber Descartes’in tüm özgünlüğü ile günümüze geldiği söylenemez. Felsefeye doğrudan ya da dolaylı etkileri olan, ama felsefe dışında yer alan pek çok gelişme, yenilik atılım ile ortaya koyulan görüşler temel dayanak durumundaki anlayış ve kabulleri geçersiz kılabilmektedir. Sözgelimi Descartes’ın Galilei’den aldığı ve bilgi sorununu çözmede en önemli dayanağı olan “mathesis universalis” anlayışı günümüzde geçerliliğini yitirmiştir. Buna karşın Descartes tarafından öne sürüldüğü günden bu yana hep güncel kalan üç temel düşünce: Felsefenin Ben’den, Süje’den baş­laması; Teleolojik düşünceyi bırakıp doğayı kendisiyle kavramaya dayanan Mekanizm’i savunması; maddi-manevi, fiziksel-psişik ay­rılığını belirgince koyması, yeniden önem kazanan düşünceleridir[9].

XVII. yy, felsefesinin önemli kaygularından biri uyarınca sis­tem kurmaya yönelen ve Aydınlanma tavrıyla başlamış olan Renaissance’ın ardından, sistemi içine kapanmış, sorunlarıyla uğraşan bir filozof olarak görülür Descartes. Aydınlanma çağı olarak nite­lenen XVIII. yy. felsefesinin eleştirilerine karşın, Descartes’da ol­sun, Spinoza’da olsun tutarlı bir aydınlanma bilinciyle karşılaşırız. Yönteminde örtük, ama yönlendirici olan Aydınlanma Tavrı Des­cartes Felsefesinin günümüze uzanan önemli bir damardır.

Descartes’m Aydınlanmacı tutumunun üç önemli yanı Akla Güven, Yöntem Arayışı ve Kuşku’dur. Bu üç temel özelliği birbirleriyle güçlü ilişkilerine karşın bütünleştiren, Descartes Aydınlan­masının savsözü durumundaki “Düşünüyorum, öyleyse varım” öner­mesidir.

Descartes Akla Güven’i “Yöntem Üstüne Konuşma” adlı yapı­tının başında dile getirir : “Dünyada sağduyudan daha iyi payla­şılmış hiçbirşey yoktur… Doğru yargıya varmak ve hakikat olanı yanlış olandan ayırma kudreti ─buna Sağduyu ya da Akıl da deni­liyor─ bütün İnsanlarda doğaları gereği eşittir”[10]. Akıl İnsan’a kendi­liğinden doğru olanı gösteren değil, yalnızca doğru olarak kullanı­lırsa İnsan’a hakikat olanı verebilen bir kuvvettir. Eğer akıl kendi başına işleyerek İnsan’a hakikati sunsaydı, o zaman İnsan olmanın da pek gereği kalmayacak, çünkü İnsan’ın seçme olanağı bulunma­yacaktı. Çünkü Akıl insan’da, hayvandaki güdünün yerine geçecek ve İnsan’a karar verip eyleme için pek bir şey kalmayacaktı. Aklı ol­masaydı, İnsan yine seçme olanağı bulamayacak ve belli güdüler uyarınca belli davranışları gösteren bir canlı olacaktı. İnsan’ın ken­dine özgü yaşayabilmesi için akıldan başka dayanağı da yok. Bu du­rumda Aklın doğru olanı gösterebilmesi için tek yol kalıyor, Aklın Doğru Kullanılması. Yanlış kullanılan aklın ardından yürümek doğru olan bir yaşamadan uzaklaşma yanında, bazen tehlikeli bir yaşama da olabilmektedir.

Descartes aklın doğru kullanılmamasından çok, doğru kullanım sırasında onu yanlış sonuçlara vardıran nedenler üstünde durur.

Her insan’da belli bir düzeyde bulunan aklın doğru kullanılma­ması olağan değildir, ama herkesde ortak olan aklın kullanımında hakikatten uzaklaştıran yanlışlar olağandır ve İnsan bunları dü­zelterek, gidererek sağlam bilgilere ulaşabilir. Descartes’ın Yöntem kaygusu da buradan kaynaklanmaktadır. “Hakikatin araştırılma­sında Yöntem zorunlulukla gerekir”[11]. Yöntem iki bakımdan gerek­lidir: İlkin, rastgele araştırmalarla hakikatin bilgisine ulaşılmaz. “Herhangi bir şeyin hakikatinin araştırılmasında, araştırmayı bırak­mak yöntemsiz çalışmaktan çok daha uygundur. Çünkü böylesine düzensiz çalışmaların ve belirsizce düşüncelere dalmanın doğal ışığı karartıp, kavrayışı körelttiği kuşku götürmez.”[12] Belli bir yöntem üzre yapılan araştırma, olumlu sonuç vermese bile, yine de öğreni­len birşeyler vardır. Yöntemli çalışmalarda belli bir sıra düzeni gözeltildiğinden, varılan noktalar, orada başarılı ya da başarısız da olunsa, nedenleriyle açıklanabilir, denetlenebilir, yinelenebilir. Ba­şarısızlığı bilmek, başarıya, ilerlemeye, olumluya açılmanın önemli bir dayanağıdır. (Aydınlanma tutumunda olduğu gibi). İkinci olarak, Descartes’ın esas üstünde durduğu bu bağlamdır, değişik yön­temler bulunabilir ve herbiri ayrı ayrı ve kendine göre doğru olan sonuçlar verebilir. Aynı konuya ilişkin değişik yargılar varsa ve bunların hepsi de doğruysa, ya o şeyi değişik yanlarıyla dile getiren doğrulardır ─eğer çelişki değillerse, her biri şeyin bir yanını dile getirmesi bakımından kuşatıcı olmayan yargılardır─ ya da şeyi kuşa­tan yargılarsa, içlerinden biri doğrudur veya hepsi yanlıştır. Çünkü “Eşya’nın Hakikati” gibi, bu hakikatin bilgisine götüren yol da tek­dir Descartes’a göre. Öyle ise değişik yöntemler ya da aklın değişik kullanımları arasında Hakikat’e değin olanın bulunması gerekir. Or­tak, genel geçer, sağlam, belirsiz ve bulanık yargılara yer vermeyen, rastlantısallık ve olasılıktan uzak, apaçık ve güvenilir olan Akıl Kullanımı’nın bulunması önemlidir ama yeterli değildir: ilkin bu yolda, yolun gerektirdiği biçimde yürümek gerekir. Sonra da durmamacasına ilerlemek gerekir, insan yaşamında sürekli olarak doğru, güve­nilir, sağın bilgilere ulaşmak ve onlara dayanarak eylemek; karşı­laştığı her şeyin gerçekliğini bilmek ve böylece kendisini sürekli ola­rak aklının ışığıyla aydınlatmak zorundadır, Yeni bilgiler öncekilere eklendiği zaman, bağlamının sağınlığını araştırmak için yeniden bil­gilerini gözden geçirmek zorundadır. Burada etkinliği sağlayan, so­rular sorup, doğru olup-olmadığım araştıran Düşüncedir.

Kesin ve kolayca bilinebilineni güvenilir bir biçimde bulabilmek için kuşkulu şeyleri yanlış olarak kabul etmek yararlıdır[13]. Böylece insan araştırmak için sağlam bir dayanak elde etmektedir. Araştır­mak yaşamamızı, etkinliklerimizin kendisinden temellendiği sağın bilgilere ulaşmak içindir. Sağın bilgiler İnsan yaşamının yalnızca bir bağlamı, bir yanı için değildir. Her şeyde, her durumda Şey’in Haki­katini bulabilmek, ona ilişkin doğru bilgilerimizin olması ve ona değ­gin davranışlarımızın doğru yargılara dayanması bakımından gerek­lidir. Kuşku duyulan her durumda, kuşkuyu gidermek için akla baş­vurulması gerekir. Hakikate uygun yolda işleyen akıl ya kuşkuyu kaldıracaktır ya da yanlışı vurgulayacak, yanlışı gösteren doğru yar­gıyı ortaya koyacaktır.

Yaşamada sürekli olarak sağın, bilgilere dayanılacağı için kuş­kunun da süreklice iş başında olması gerekir. Kendisine bağlanaca­ğımız, tutunacağımız, ona göre eyleme gireceğimiz herşeyi yoklamak, sağlam olup olmadığını sınamaktır kuşku; sormak, yanıt aramak, düşünmektir. Böyle bir düşünme kendisiyle bütünleşeceği, birlikte olacağı, benimseyeceği, beğendiği, beğenmediği, sağlam ve güvenilir olarak kabul ettiği, gelişmesi sırasında kendiliğinden kabullenip, ta­şıyıcısı olduğu herşey üstünde durup, onları daha iyi, daha yakından tanımaya çalışmak için sorular sorma ve soruların ardına düşmedir. Edindiği sağlam bilgilerle varoluşunu gerçekleştirip, sürdürebilecek İnsan için düşünmek önemli bir varoluş koşuludur. Değilse kaçınıl­mazcasına bağımlı bir yaşamada kişi, kendisi olamadan birşeyler yapmaya çalışıp, durur.

“Düşünüyorum öyleyse varım” yargısı bu bakımdan “Kendim olarak eylemek için kendimde temelleniyorum, Benim. Varım. Eylemimim Dayandığı temelleri biliyor ve hesabını verebiliyorum.” ola­rak ele alınabilir. Böyle bir bakış açısı Descartes’a yabancı değildir. Onun sağın bilgi arayışı, önemli ölçüde bu kayguya dayanmaktadır. Yöntem Üstüne Konuşma adlı yapıtının ilk iki bölümü hazır buldu­ğu, yetişmesi sırasında kendisine verilmiş bilgileri eleştirmesi ve ken­dine dayanak olacak sağın bilgiyi arayışının anlatısıdır. Bu yolda yetke bilinenlerin önerdiklerini bile Aklın Doğal Işığı ile aydınlatma­dan kabul etmez. Çünkü yanılmanın en önemli kaynaklarından biri­dir, hazır bilgiler: Onlar ister eğitimle, ister toplumdan ve isterse de yetke bilinenler tarafından verilmiş olsun, hemen kabullenmek İnsan’ın en önemli yanılgısıdır.

Doğru olduğunu kanıtlamadığı hiçbir şeyi doğru diye kabullen­memek, her İnsan’ın en özlü yaşama görevlerinden biridir. Bilgiler sözkonusu olunca tek yetke İnsan’dır: Tek birey olarak İnsan. Oysa “Biz herhangi bir kesin bilgiden çok, alışılagelip, gelenekleşmiş olana ve örneğe inanıyoruz. Pek kolay bulunamayan hakikatler söz konusu olduğunda, oyların çokluğuna rağmen, bu değerli bir kanıt değildir. Çünkü tek bir İnsan’ın onları bulması, bütün bir toplumdan daha olasıdır. Artık kanıları benim için diğerlerininkinden daha değerli ve yeğ tutulabilecek hiçkimseyi bulamıyordum, böylece de kendimi ken­dimin yönetimine bırakmak zorunda kaldım”[14]. Kendi doğrusunu kendisi bulma; kendi yolunu kendi aklıyla aydınlatma; kendini kendi yönetimine bırakma Descartes yönteminin en önemli yanlarından bi­ridir. “Ele aldığımız konularda, başkalarının o konuya ilişkin kanı­larını ya da kendi tahminlerimizi değil, yalnızca açık ve apaçık gö­rüsüyle (intuitio) veya kesin bir çıkarımla (deductio) saptayabildi­ğimizi araştırmalıyız. Çünkü bilim başka hiçbir yolla kazanılamaz”[15]. Başkalarının düşünceleri, toplumun yararını gördüğü için benimse­yip, kabullendikleri, çocukluktan beri edinegeldiğimiz bilgiler, alış­kanlıklar bizi farkına varmadan yönlendiriyor olabilirler. “Ruhumuz daha çocukluktan başlayarak binlerce önyargı ile yüklenmiştir. Daha sonra onların yeterince denenmeden kabul edildiği hiç anımsanmaz, hatta onların duyularla bilinmiş ya da doğadan edinilmiş tümüyle hakikat ve kuşku götürmez olduğu kabul edilir[16]. Bu önyargılar, üstünde durup düşünmedikçe İnsan’ı etkileyip, yönlendirmeyi sürdü­rürler. Kişi kendisini bağımlı tutan bu alışkanlıkları, önyargıları, yetke olan herşeyi akılla aydınlatıp; eleştirerek yaşamaya başlayın­ca, belli bir yaşamaya bağlanıp, onun rahatlığını yeğleyen değil, hesa­bım vererek eyleyen bir İnsan olacaktır. Burada yaşamayı yönlen­diren, kılı kırk yaran eleştiri sonunda vardan Doğrudur. Descartes’a göre, kişinin kendine kendisinin yönelttiği eleştirinin ödün verme­mesi gerekir. Kişinin kendini böyle eleştirmesi, kendini arındır­masından başka birşey değildir. Arınmanın da tam olması ge­rekir. “Hiçbir zaman görüşlerimi benim ortaya koyduğum eleş­tiriden daha sert veya daha dürüstçe eleştirenle karşılaşmadım”[17]. Kişinin kendine saygısı, gerçekçi oluşu, kendisiyle bütünleşme­si kendisini dürüstçe eleştirmesinde en yetkin düzeye ulaşır. Böylece İnsan yaşamasında, her durumda düşüncesini uyanık tuta­caktır. Değilse yanılgıya düşmek, aydınlanmadan sapmak kaçınılmaz olur. Bunun için “ilkin yaşamanın her anında neyi yapmak ve neyi yapmamak gerektiğini bilmek için sürekli olarak düşünceyi kullan­maya çalışmak gerekir… İkinci olarak da, aklın öğütlediği her şeyi tutku ve bedensel isteklere kapılmaksızın yerine getirebilmek ama­cıyla sağlam ve kalıcı bir karar sahibi olmak gerekmektedir”[18]. Böylece yineleyici olmayan, doğru olanı arayan, yetkinleşen, olgunlaşan bir yaşamaya girilir: Bu sürekli etkinliktir. Yinelenmenin başladığı yerde, etkinlik sona erer ve kişi belli doğrularla yetinmek zorunda kalır. Bu da Eşya’nın Hakikati’nin birbirini getirişinin ardına düş­mek yerine, hakikatin bilinebilmiş yanını yeterli görmektir. Oysa Hakikat’in Bilgisi elde edildikçe daha çok artar, çünkü ona götüren Doğal Işığımız olan akıl her adımda daha çok artar. Yaşamak etkinliği sürdükçe, yetkinlik de artmaktadır. Bu ise Aydınlanmacı Yaşama Tutumu’nun somutlaşmasıdır.

“Amacım, aklını doğru yönetmesi için burada herkese uyması gereken yöntemi göstermek değil, yalnızca kendi aklımı yönetmeye nasıl giriştiğimi göstermektir”[19]. Aydınlanma İnsan’ın kendisinde başlayan bir harekettir ve sürekli olarak aynı yerde, insanın kendi­sinde derinleşir, gelişir, güçlenir. “Amacım hiçbir zaman düşünce­lerimi düzenlemekten ve onları tümüyle bana ait bir temel üzerinde kurmaktan öteye gitmedi. Yapıtımı gerçekten beğendiğim için burada okura onun bir örneğini gösteriyorsam, bununla demek istediğim, birilerine onu taklid etmesi için tavsiyede bulunmak değildir”[20] Ay­dınlanmacı bir yaşamayı belki başkaları örnek alabilirler; Kant’ın da değindiği gibi, aydınlanmacı tavırlar başkaları tarafından örnek alı­narak yaygınlaşabilirler[21]. Bu durum aydınlanmanın temel amaçla­rından birinin örnek olmak, olduğunu göstermez. Örnek olmak “baş­kasına görelik” nedeniyle kendinden uzaklaşma yanında dolayısiyle yetke olmayı da getireceğinden, böyle bir tutum aydınlanma içinde yer alamaz. Kendine özgü yaşayışını sürdüren, başkalarının kendile­rine özgü eylemlerine karışmaz. Bu bencilce bir tavırdan çok, kendi yaşamasına bağlılığında özeninde görülen öz-ben saygısının, başka yaşamalara yansımasıdır. Aydınlanma yoluna kendini bırakmış olan­larda en rastlanmayacak tavırlardan biridir bencillik. Çünkü Aydın­lanmadaki kendisiyle bütünleşme, kendi kendisiyle yetinme, kendine dayanarak yaşamada ortaya çıkarken, bencilce davranışlar kendine yetememek, benliğinde hep dışardan doldurulacak birtakım boşluk­ları duymak ile biçimlenir. Bunun olağan sonucu olarak da kıskanç­lıklar, hırslar, çatışmalar ortaya çıkar. Bu bakımdan Aydınlanmada dışarısıyla, başkalarıyla ilişkiler daha yapıcıdır: bir tür dış ile iç bü­tünleşir, İnsan daha rahat, açık ve içten olur; uzlaşmalar, dostluklar ortaya çıkar, İnsan kendisidir, özgündür, olumludur ve özgürdür. Bu gerçek anlamdaki özgürlüğün önemli yanlarından biri de yetke, ken­disi için, kendisinin olmasıdır, Descartes da kimseye buyruk vermi­yor, kendisi için olan bir şeyi dile getiriyor. Çünkü her İnsan’ın doğ­ruyu yanlıştan ayırma gücü olan Sağduyuya yeterince sahip olduğu kanısındadır. Her İnsan aklını kullanırsa, İnsanlar arasındaki bu or­tak güç, İnsanları birleştirecek ortak temelleri de gösterecek, bir­leştirici, bütünleştirici olacaktır. Bu bütünlükte her İnsan kendisi; aydınlanmış ve aydınlanmakta olan kendisi olarak bulunacaktır.

Aydınlanmanın ele aldığımız özellikleri bakımından Descartes Felsefesi ile paralelliği, özellikle bilgece yaşamaya götüren bir yaşa­ma tutumu olarak, özgür yaşama olarak, mutlu kılan bir yaşam olarak, aydınlanmanın değinip geçtiğimiz diğer özellikleri bakımın­dan da görülebilir. Yöneldiği, ele aldığı sorunlar bakımından bir sisteme varmaya çabalaması, Aydınlanma’nın genel tavrı içinde olmaması, bir filozofun Aydınlanmacı olmasına engellemez. Aydın­lanma için yalnızca ve ancak tek bir tavrı göstermek, ilkin aydın­lanmaya karşıdır. Önemli olan kişinin kendi yolunda Aydınlanmayı gerçekleştirebilmesidir. Descartes’ın yaptığı da budur.

– III –

Descartes sağın bilgiye götüren yöntemi belirlerken Descartescı aydınlanmanın da yolunu çizmiş olur. Bu yolda yaşamanın tek da­yanağı sağın bilgilerdir. İnsan yalnızca bu bilgilerle tutarlı gelişen ve yetkinleşen bir yaşamayı sürdürebilir. Yine yalnızca bu bilgilerle doğaya egemen olabilir; daha iyi, daha güçlü yaşama yolunda do­ğayı kendine yararlı biçime sokabilir; doğayı kullanabilir. “Bilmek Doğaya egemen olmak içindir” anlayışını Descartes felsefesi uzan­tısında gelişip, bütünleştiği Renaissance doğa anlayışından dev­ralır. Renaissance’da bilginin en önemli amaçlarından biridir Do­ğayı tanımak ve ona egemen olmak.

“Egemen Olma” anlayışının bulunduğu yerde ister istemez Egemen Olan ile Egemen Olunan ayrılığı ortaya çıkar. Bu ayrılık olmadan Egemen Olma’dan söz edilemez. Egemen Olan ile Egemen Olunan arasındaki ayrılık; tanıyan, kavrayan, anlayan, düşünen, bilinçli varlık, rescogitants ile kendi başına eylemi bulunmayan, bilincin dışındaki varlık, beden ya da dış dünya, res extansa ara­sındaki ayrılıktır. Ayrı bir deyişle İnsan ve Doğa ayrılığıdır. Descartes’m sonradan kendi sisteminde görüp, gidermeye çalıştığı bu ayrılık giderek XVII. yy felsefesinin en önemli sorunlarından biri olmasına karşın, Renaissance’da ortaya çıkan ve günümüze büyük atılımlarla gelen teknik buluşların; teknolojinin en önemli temel dayanaklarından biridir. Çünkü Teknoloji doğaya egemen olmanın biricik aracıdır. Renaissance’da klasik doğa biümi, daha güçlenme­sinin ilk aşamasında, toplumsal düzenin de değişimi ile etkileşim içinde hızla gelişen teknik bir küvettir[22]. O teorik düşünme yanın­da hiç de azımsanmayacak düzeyde önemlidir. Teorik Düşünme ile Teknik gelişme sürekli etkileşim içindedirler ve her ikisinin tek amacı, mekanik bir bütün olarak görülen doğaya egemen olmaktır[23]. Mekanik bir bütün olarak kabul edilen dünyada Mekanizm hem bi­limin ve teknolojinin, hem de akün işleyişinin temel dayanağıdır. Descartes’m Aydınlanmacı Yaşama Tutumunda kendisine dayanı­lan sağın bilgi ve onu elde edecek olan Akıl da mekanizmin dışında ele alınmaz, tersine mekanizmden güç alır.

Renaissance ile başlayan, XVII. yy da Descartes ile yöntemi belirlenip, Renaissance’dan gelen bilimsel ve teknik başarılarla güç­lenip, gelişen Doğaya Egemen Olma amaçlı Aydınlanma Tutumu günümüze dek gelir; güllümüzde ekolojik sorunların yaratıcısı olur. Böylece İnsan’ın yararı için olan, insana zarar vermeye başlar.

Descartescı Aydınlanmadan ortaya çıkan bu durum kuruluşu, temel amaçları ve özlemleri gereği kaçınılmazdı. İnsan ve Doğayı ayıran her anlayış ister istemez İnsan ve İnsanın doğasını, İnsan’ın bütünleştiği tüm doğayı ayırmaya gider. Bu durumdan da yine İn­san zarar görür.

Aydınlanmanın biricik yolu bu değildir. Descartes ile gelişen ve günümüzdeki pek çok sorunun kaynağı durumundaki sâhip olmacı Aydınlanma tutumu karşısında Antikçağdan gelişip, günümüze uza­nan bir başka aydınlanma tutumu, artık çağdaş İnsan’ın ve onu yaratan başta Eğitim olmak üzere bir çok kurumun işleyişindeki temel dayanak olacaktır.

KAYNAKÇA

Ernst von ASTER : Geschichte der Philosophie. 2. Auflage, Stutt- gard 1947

René DESCARTES : Abhandlung über die Methode, Göttingen 1957

———- : Regeln zur Leitung des Geistes, Göttingen 1955

———-  : Die Principien der Philosophie, Berlin 1955

———-  : Ahâk Üstüne Mektuplar. Çev : M. KARASAN, İstanbul, 1966

Erich FROMM ; Hürriyetten Kaçış Çev: A. YÖRÜKAN Ankara 1972

E.J. DIJKSTERHUIS : Die Mechanisierung des Weltbildes. Göttin­gen 1956

Macit GÖKBERK : Felsefe Tarihi 2. Basım Ankara 1967

Heinz HEİMSOETH : Filozof Olarak Descartes Çev: N. UYGUR, Felsefe Arkivi Cilt 3, sayı 3

Immanuel KANT : Beantwortung auf die Frage “Was ist Auf­klärung” Kants Schriften Bd. 6, Berlin 1923

————————————————–

Kaynak:

ERDEMLİ, Attilla. “Aydınlanma Filozofu Olarak Descartes.” İstanbul Üniversitesi Felsefe Arkivi Dergisi 27 (1990).

————————

Dipnotlar

[1]     Macit GÖKBERG, Felsefe Tarihi, sf. 393-398.

[2]     Immanuel KANT, Beantwortung auf die Frage «Wast ist Aufklärung» Kants Schriften Bd, IV, sf. 169.

[3]     Erich FROMM, Hürriyetten Kaçış, sf. 43, çev. A. Yörükan.

[4]     I. KANT, Beantwortung auf die Frage «Wast ist Aufklärung» Kants Schriften, Bd. IV., sf. 170.

[5] «Başkasının Buyruğunda Yaşamak» derken İnsan’a, Kendisi’ne yabancı olan tüm yönlendirici güçleri anlıyoruz. Yalnızca İnsan’ın dışında olan değil, İnsan’ı doğasını aykırı eylemeye yönlendiren iç güçleri de bu bağlamda görüyoruz. Buna biraz daha ilerde Yabancılaşma da değineceğiz. A.E.

[6]     I. Kant. Beantwortung auf die Frage «Was ist Aufklaerung».

[7] Macit GÖKBERG, Felsefe Tarihi, sf. 301 – 312.

[8] Heinz Heimsoeth, Filozof Olarak Descartes, Felsefe Arkivi, Cilt: III, Sayı: 3, Çev. Nermi UYGUR

[9]     Heinz Heimsoeth, Filozof olarak Descartes.

[10]    Descartes, Abhandlung, über die Methode s. 1-2.

[11]    Descartes, Regeln zur Leitung des Geistes, IV. Regel,

[12]    Descartes, a.g.y. s. 15.

[13]    Descartes, Die Principien der Philosophie 1. Teil, sf. 1.

[14]    Descartes, Abhandlung über die Methode 2, Teil, sf. 13

[15]    Descartea, Regeln zur Leitung des Geistes 3. Regel.

[16]    Descartes, Principien der Philosophie 1. Teil s. 28.

[17]    Descartes, Abhandlung über die Methode 6, Teil s. 57.

[18]    Descartes, Ahlak Üstüne Mektuplar. Prenses Elisabeth’e 4 Ağustos 1645 Tarihli Mektup. Çev. Mehmet KARASAN

[19]    Descartes, Abhandlung über die Methode, 1. Teil s. 3

[20]    Descartes, Abhandlung über die Methode, 2. Teil s. 12.

[21]    Kant, Beantwortung auf die Frage «Was ist AufJtlaerung?» s. 175,

[22]    EJ. DUKSTERHUIS – Die Mechanisierung des Weltbildes, sf. 269,

[23]    E.J. DUKSTERHUIS, a.g.y.

Yazar
Attillâ ERDEMLİ

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen