Bektaşi İlmihali

Bektaşi İlmihali[i] 

 

Necip Asım (YAZIKSIZ)[ii] 

Yay. Haz.: Prof.Dr. M. Kemal ATİK[iii]

*****

Muhterem Okuyucularıma

Geçenlerde muhterem arkadaşlarımdan birisi bana bir emanet kitap vererek dikkatle incelememi tavsiye etmiş­ti. Bu kitabı okumakta iken akrabalarımdan birisi de başka bir kitap getirip bana hediye etti. Bu iki nüshanın da aynı tarihte yazılmış, aynı zatın kitabı olduğunu karşılaştırma yaparak anladım. Her ikisi de orta boyda 127 yapraktır. Sayfaları 21 satırdır ve her satırda 6-7 sözcük bulunmak­tadır. Kitap aslında siyah mürekkep ile yazılmış ise de dik­kate değer olan yerlerinde kırmızı mürekkep kullanılmıştır.

Bu kitap aslında iki bölümden ibarettir. Baştan 78 yaprağına kadar duaları ve zikri ifade eden lafızlar yazılıdır. Bundan sonrası bir ilmihali yansıttığından risaleye başlık olarak “ilmihal” adını verdim. Kitabın adı yoksa da 84. say­fanın arkasında yazarın “Mehmet Seyfüddin b. Zülfikari Derviş Ali” olduğunu ve bu zatın da 83. yaprağın arka say­fasında “şimdi azizim, nurum, Cennet mekân, Firdevs Âşiyân, Rahmetullahi aleyhi (Allah’ın rahmetine mazhar olan), şeriatlı, hakikatli, marifetli, tarikatlı, fütüvvetli, him­meti yüce, sırdaşım, dedemiz, mürşidi kâmilim, kurtulu­şumun sebebi, irfan kaynağım, Muhammed Ali divanında şefaatçim, azizim efendim, Gavsul-Vasılin (Tasavvuf dilin­den Hakikat/marifet makamına ermiş olanlara verilen ad­dır. Her yüz yılda bir kez bulunur), Yüce Allah’a vasıl olan­ların önderi ve tüm velilerin vekili Hazreti Pir Hünkâr Hacı Bektaşi Veliyyil-Horasani efendimiz hazretlerinin vekilleri yani İbrahim Enveri baba (Rahmetullahi Aleyhi’s- Samedani) efendimiz hazretlerinin kendi yöntemleriyle Cenab-ı Allah’ın emirleri ve Cenab-ı Muhammedi’Sünnet-i Seniyyesi ve müminlerin emiri, müttakilerin imamı Allah’ın aslanı Cenabı Hz. Ali Efendimizin ve Hz. İmam Cafer-i Sa­dık hazretlerinin ve Hz. Hünkâr Horasanlı Hacı Bektaş-ı Veli hazretlerinin erkanı ve Ehl-i Beyt’i sevenlerin delilleri üzerine “evli bir can kardeşin” ikrarını aldıkları sırada o canın katılacağı cem törenini ve rehberlik edecek zatın nasıl davranacağı ve neler yapacağını haddimiz olmayarak elim­den geldiğince denizden damla ve güneşten zerre miktarınca açıkladım.

Yukarıya olduğu gibi nakledilen satırlardan anlaşıla­cağı üzere kitap esasen iki bölümden ibarettir. Birinci bö­lüm evrad (Her tarikatın belli gün ve gecelerde yalnızca ya da topluca okunan ve dua anlamına gelen vird deyiminin çoğuludur) ve ezkardan ( zikrin çoğuludur), ikinci ise tari­kat merasiminden bahsetmektedir.

Birinci bölüme dair vereceğimiz bilgiler az olacak, ikincisi bölümde ise konunun üzerinde uzunca durulacak­tır.

Risalenin yukarıda iktibas etiğimiz satırlarından an­laşılacağı üzere pek kusurlu olan imlasını muhafaza ettim. Risaleye “Bektaşi İlmihali” adını verdim. Böylece “Bektaşi Sırrı” denilen meşhur sırrın/gizin bir kısmı artık meydana çıktı. Daha kalan varsa o da bir gün açığa çıkar. Zaten bundan böyle sır saklamak imkânı kaldı mı?

Necip Asım Bey (YAZIKSIZ)

 

BEKTÂŞÎ İLMİHALİ

Kitabın birinci yaprağının ikinci sayfasında başından başlayıp yedi yaprağı kaplayan salâvatı şerife şöyle: “Bu On İki İmam efendilerimizin üzerlerine okunacak Salâvat-ı Şerifelerden “Salâvat-ı Kebir”(Büyük Salâvat) dir. Bunda ufak bir girişten sonra “Bism-i Şah” diye salâvat başlıyor. Bu salâvatta Hazreti Peygamberden Allah katından kendi hakkı için, ecdadı hakkı için, babası hakkı için, annesi hakkın için, Ehl-i Beyt hakkı için, emeği hakkı için, temiz ve duru kişiliği için, masum ve pak olan Ehl-i Beyt hakkı için şefaat dileniliyor. Hz. Ali’den de bu suretle şefaat dile­niliyor.

Hz. Peygamber’e salâvat getirildiği gibi Hz. Ali ve Hz. Fatıma ve On İki İmam’a da salâvat getiriliyor. Hz. Fatma’ya verilen unvanlar arasında “uzun acılar çeken, kısa ömür­lü, hakları zorla ve açıkça elinden alınan, yazgısı ve mezarı belirsiz” ibaresi bulunuyor.

Sekizinci yapraktan on üçüncü yaprağa kadar yine On İki İmam adına bir “salâvat-ı şerife” yazılmıştır. Bura­da da besmeleden sonra “Bism-i Şah” diye başlıyor. Böylece otuz sekizinci yaprak On İki İmam adına on üç “salâvat” içeriyor. Buradan elli yedinci yaprağa kadar birtakım dua­lar yazılıdır. Elli altıncı yaprağın arka sayfasında Hz. Ali hakkında Arapça üç sayfalık bir münacat ve kenarında çe­virisi olmak üzere bir manzume mevcuttur. Manzumenin birinci beyti şudur:

Sana mahsustur hamd ey ulu âli/yüce kerem essı(kerem sahibi)

Muradın üzere olursa sun, kime muti kime mani

İlahi ger-Muradi nefsimi verdim esir el-an

Çerağa nedamette olurum lütfuna tami’

(Bu “Muradi”nin kim olduğunu kestiremedim. 4. Murat’m olma ihtimali vardır çünkü dil eskicedir. Necip Asım)

Elli sekizinci yaprakta “ziyaretname-i kebir Hz. Seyyidi’ş-Şüheda a’ni bihi Hz. Hüseyin bin Aliyyil Murteza”(Aliyyül-Murtaza’nm oğlu) şehitlerin efendisi Hz. Hüseyn’in makamında, İmam Ca’fer’in yattığı türbeye giril­diğinde haremde okunacak bir ziyaret name vardır. Orada bulunmayanların da o gün bunu okurlarsa bulunmuş gibi sevaba nail olacakları beyan ediliyor. Ziyaret name besme­leden sonra “Esselamü aleyküm ey Abdullah’ın babası.” diye başlıyor. İki yerinde Kerbela olayında bulunanlardan Âl-i Mervan, Âl-i Ziyad’e( Zeyd Ailesine), Beni Ümeyye, İbn-i Mercane, Ömer bin Sa’d, Şimir lanetleniyor. Beş sayfalık bu ziyaretname okunduktan sonra iki rekât namaz kılmak ve arkasından yarım sayfalık bir dua okumak, şayet bu dua uzun gelirse dört buçuk satırlık diğer bir dua okunarak arkasından, Hz. Fuzuli’nin mersiye-i şerifi mi olur yahut Şeyh Şafi’nin mersiye-i şerifi mi olur ve Misali hazretlerinin mersiye-i latifi mi olur, bunlardan birinin behemehâl okunmasını gerektiğini önemle belirtiyor, bunu tavsiye edi­yor. Mersiye bittikten sonra bir gülbank çekilir. Sonra şe­hitlerin ruhları anılır. Gözlerden yaşlar akıtılır ve gene ar­dından “Hak” dinledikten sonra mübarek ruhlar için aşure aşı fukaraya, yoksullara ve hazırdakilere yedirilir. Böylece mübarek şehitlerin ruhları şad ve yâd edilerek şereflendiri­lir. “Böylece âşıklar, dostlar ve sadıklar, can karındaşlar, şüphesiz ve riyasız olarak Hz. İmam Hüseyin Aleyhisselam Efendimizin şefaatinden mahrum kalmayacaklar ve sancağı şerifi altında hasrolunacakları şek ve şüphesizdir azizim”

Altmış ikinci yapraktan yetmiş üçüncü yaprağa ka­dar Hz. Ali, Hz. Fatıma ve On İki İmam ziyaretnameleri var­dır.

Yetmiş üç ve yetmiş dördüncü yapraklarda İmam Cafer-i Sadık ve “Şia mezhebi üzere” erkek, kadın ve buluğ çağına ermemiş masum cenazelerinde okunacak dualar vardır. Sonra üç sayfalık bir telkin geliyor. Bunda da dikkat çeken husus, On İki İmam isimlerinin okunmasıdır. Yetmiş yedinci ve yetmiş sekizinci yapraklar abdest ve namazın Arapça niyetlerini içeriyor. Daha bir iki duadan sonra sek­seninci yaprakta abdest almak tarif olunuyor.

Burada “beşinci olarak temiz abdest suyu ile ayaklarını topuk kemiklerine dek mesh eylemek gerek­tir” deniyor. “Sabah vakti şafak sökmesinden güneşin do­ğuşuna bir saat kalıncaya değin, öğle vakti güneşin başucunda bulunan zamandan güneşin batmasına bir saat ka­lana değin, ikindi vakti öğle vaktinin çıkışından güneşin batışına değin, akşam vakti kırmızılığın kayboluşundan gece yarısına bir saat kalacak zaman, yatsı vakti ise akşam namazı vaktinin bitişinden gecenin yarısına değindir.”

“Rükû’da en az bir, en çok üç kere ve tek sayıda “Sübhane Rabbiyel Azim ve Bihamdihi”(En Yüce Allah’ı anar ve ona şükrederim) der, sonra “Allahu Ekber” dedik­ten sonra doğrulup “Semiallahu limen hamideh elhamdu lillahi rabbil alemiyn Allahu ekber” ( Allah kendisine şükredeni işitti, övgü tüm varlığın yaratıcısı olan Allah’a aittir. O en büyüktür) deyip secdeye varır. İkinci rekâtta Fatiha ve zammı sureden sonra “Allahu ekber” deyip dua eder gibi ellerin kaldırılıp bu konutu okuya:” La İlahe İllallahul Hakîmül Kerim, La İlahe İlllallahul Aliyyül Azim, Subhane Rabbissemavatisseb’i ve Rabbil Arşisseb’i vema fevkıhınne, vema beynihinne, vema tahtihinne, vema fihinne ve Rabbül Arşil Azim, Rabbenağfir lena, verhamna ve vafü anna fiddünya velahireh.Velhamdu Lillahi Rabbil Alemin” (Her şeye hükmeden Yüce Al­lah’tan başka ilah yoktur. En Yüce ve en büyük Allah’tan başka ilah yoktur. Yedi kat göklerin Rabbini, Yedi kat Ar­şın, bunların üstedekilerin, arasındakilerin, altındakilerin, içindekilerin ve en büyük arşın Rabbini tesbih ederim, ana­rım. Ey Allah’ım! Bize dünya ve ahirette merhamet et, bizi bağışla. Hamd, teşekkür ve övgü âlemlerin Rabbi olan Al­lah’a aittir.) deyip rükua vara ve eğer kudreti yetmez ise yalnız “Allahumme salli ala Muhammedin ve ala ali Muhammed” diye, kafidir. Sonra “Allahu Ekber deyip rükûa vara, böylece diğer rekâtları da tarif ediyor.

Ka’de-i üla’da (ilk iki rekâttan sonra oturulduğunda) şu okunacak: “Eşhedü enlailahe illallahu vahdehu la şe­rike leh ve eşhedu enne Muhammeden Abduhu ve Rasuluh ve eşhedü enne Emiral Mü’minine Aliyyen Veliyyullah. Allahümme salli ve sellim ve zid ve barik ve terahham ala Muhammedin ve ala ali Muhammed efdale ma sallayte ve sellemte ve barekte ve terahhamte ala İbrahime ve ala ali İbrahim inneke hamidün mecid.” Ve eğer buna kudreti yetmez ise bunu okuya: “Allahümme salli ve sellim ala seyyidina Muhammedin ve ala âli Mu­hammed.” (Şahitlik ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur. O birdir. Ortağı yoktur. Ve yine şahitlik ederim ki Muham­med O’nun kulu ve elçisidir. Ve yine şahitlik ederim ki Müminlerin Emiri Allah’ın sevgilisi Ali’dir. Allah’ım, İbra­him’e, onun ailesine verdiğin nimeti, merhameti, şefkatı Muhamme’de, onun ehl-i Beytine de ver. Onlara merhamet et. Onları rahmetine al, bereketini ve merhametini onlardan eksik etme. Sen övgüye layık en yüce varlıksın.)

Namazlardaki farz rekâtlar sayılıyor. Salât-i vitir ve sünnetlerden bahis olunmuyor. Yolculuk namazı/seferi namazı anlatılıyor: Vatandan dört ya da beş saat uzaklıkta­ki yere gitmeye niyet edince, vatandan yarım fersah ayrılın­ca namazı kısa eda etmek Allah’ın farzıdır. İkamet ettiği yerden dört veya beş saat ayrıldıktan sonra o gün evine dönmez ise namazı kısaltması farz-ı ilahidir. Namazda yü­zünü kıbleye dönüp her zamanki giysilerden farklı olarak temiz giysiler giymeli. Ancak secde yapılacak mahal toprak olmalı. Efdal olan ise Kerbela toprağıdır.

Birinci kısım burada bitiyor.

Seksen beşinci yaprakta başlayan ikinci kısımdan birçok sayfayı buraya nakledeceğiz. Burada evli bir kişinin yola nasıl gireceğinden başlayarak merasim ve tarikat er­kânı geniş bir şekilde anlatılıyor. Bu merasimin cuma ve pazartesi yahut ibadet gecelerinden birisinde olması gerek­tiği bildirildikten sonra, “masum erenler bilinsin ki öncelik­le erkân evi Hz. Pir Hacı Bektaşi-ı Veli Kuddise Sırruhu Efendimiz Hazretlerinin yüce makamlarının yol ve erkânıyla yapılacak evli bir can kardeş tutup(musahip) yetişmesi na­sıl olur, ne kadar zaman alır ve ona rehberlik edecek can karındaş nasıl rehberlik edecek” diye anlatılıyor.

Sevgi ve hoşgörünün bol olduğu dergâhta bulunan ilim ve marifet sahibi zat her kim ise meydancılık hizmetin­de bulunan cana emir buyurur ve “Meydancı baba, bizim bu gece cem ibadetimiz var. Ancak sen de usulüne uygun olarak meydanı güzelce sil süpür. Meydancı baba da: “Ey­vallah erenler!” diyerek Şamdanları temizce siler, meydanı güzelce temizler, ortalığı siler süpürür. Bu arada tarikata girip yetişecek canın çorağını da hazır eder, delilini yani şemasını da hazırladıktan sonra “taht” tabir olunan mahal­lin üzerindeki kandili yakarak çerağ taşının üzerine şekerli ya da ballı bir maşrapa şerbet yapıp koyar. Bunun ardın­dan “küre”yi yani ocağı temizler ve önüne buhurdanlık ile bir parça öd ağacı yakıp tütsüler. Kalan öd ağacını ise bu­hurdanlık dibine koyar.

Bundan sonra tahtın sağ tarafına “Ahmed-i muhtar postunu” ve tahtın sol tarafına da “Aliyyü’l-Murteza” postu­nu serip ve “küre”nin(ocağın) alt yanına meydan kapısı içe­risinde olan eşiğin yanındaki ilk taşa (ki bu taşlar “kızıl eşik” ve “niyaz taşı” ve “mürüvvet taşı” tabir olunur; maka­mı büyüktür, zira bir can meydana girince, erenler cemalini görünce anın dibinde niyaz olunur. Yanına Hz. Pir Efendi­mizin Horasan tarafından getirdikleri post olup “Horasan postu” tabir olunur) Hz. Hünkâr Hacı Bektaş-ı Veli postunu ve kürenin üst yanına “aşçı baba postunu” sonra diğer postları da sırasıyla bir bir yerlere serer. Ancak evli olan canın cem merasiminde anılan dört postu bilmek gerekir. Özetle meydan içindeki hizmete dair hiçbir kusur bırakma­dan meydan kapısının dışına bir leğen, ibrik ve bir havlu koyup sonra, dede postunda oturan ilim ve irfan sahibi za­ta, “Erenlerim, emir buyurduğumuz meydanın hizmetleri tamamlandı” der. Dede de “eyvallah” deyip kalkıp meydan kapısından içeri girip ve niyaz taşı yanında yere birlikte bir niyaz eder. Sonra ayağa kalkıp yürüyerek ve anılan ma­kamlara ima ederek önce kapı yanında olan pir postuna ve sonra tahtın sol tarafında “Aliyyül-Mürteza” postuna, tah­ta, çerağa, çerağ taşına, meydan taşına, küreye yani ocağa, aşçı baba postuna ve “Ahmed-i Muhtar” postuna dönüp niyaz/dua edip herhangi bir yeri ve herhangi postu ihtiyar ederse niyaz eder ve geçip oturur.

Sonrasında dergâhta bulunan canlardan evvela aşçı baba, daha sonra ondan ulu bulunan karındaşlardan her kim ise sırasıyla, erenlerin erkânı üzere edep dâhilinde bi­rer birer meydan kapısından içeri girip yine erenlerin kural­ları üzere niyazlarını ederler. Dede efendi de kendilerine yer gösterip ve gösterdikleri yere gelip niyaz edip otururlar. Sonra yeni talip kendi bildiği gibi meydan kapısından içeri girerek niyazını eder ve dede efendinin gösterdiği yere geçip oturur, azizim. Ancak bazen dede efendi tarafından yüce bir izin olur ki, merasim öncesinde herkes edep dâhilinde can­lar meydana girsinler ve sonra dede efendi gelip girsin diye.

Canlar ayakta iken dede efendi meydana girince yere hep beraber niyaz ederler. Sonra ayağa kalkıp durdukları yer­den, “Esselamu Aleyküm ve Rahmetullah” deyip selam verirler. Canların içinden aşçı baba veya meydancı baba ya da bir ulu karındaş dile gelip der ki: ” Ve aleyküm selam ve Rahmetullahi ve Berekatühu”. Sonra, dede efendi, yukarıda zikrolunduğu şekilde edep içinde niyaz ve selam vererek gelip istediği yere oturduğu zaman orada bütün canlar bir­likte bulundukları postlara çöküp niyaz ederler. Azizim, bu vecihlerin ikisi de caizdir. Ancak yeni talibin behemehâl en sonunda meydana girmesi şarttır.

Bundan sonra dede efendi tüm canlara hitaben, “Canlar! Akşamlar hayrola!” der. Canlar da oturdukları yerden, secdeye kapanıp birlikte niyaz ederler. Bunun üze­rine dede efendi buhurdanlığı uyarması için meydancı ba­baya işaret eder. Meydancı baba da bir niyaz edip ve kalkıp gelip buhurdanlığa öd ağacı koyar ve niyaz edip gelip yerine oturur. Bunun üzerine dede efendi dile gelir ve açıktan, “Destur” deyip ağır ağır “Sure-i Fatiha” ve üç “İhlâs” okur. Canlar da bu ayetleri içlerinden okurlar. Bundan sonra Cenab-ı Hakk’a Arapça bir dua ve bunu müteakip de Hz. Muhammed, Hz. Ali, Hz. Fatıma ve On İki İmama salât ve selam getirilir, “Na’ti Ali” ile bitirilir.

Bunları dede efendi açıktan, canlar içlerinden oku­duktan sonra ve “hü” denildikçe dede efendi niyaz edip ayağa kalkar ve geri çekilip meydana ve cümle canlara kar­şı bir niyaz eder ve öne çıkıp şu “dar özrünü” okur: Bes­mele ile “Rabbena inna zalemna enfüsena (A’raf/7:23) (Ey Rabbimiz, nefislerimize zulmettik, günah işledik, eğer bizi bağışlamaz ve merhamet etmezsen bizler hüs­rana uğrayanlardan oluruz) ayet-i kerimesinin tamamın­dan sonra “Pür cemal, Muhammed kemal Hüseyin Ali ra bülende salavat” der. “Allahümme salli ala Muham- medin ve ali Muhammed” deyip sonra da şu dilekleri okur: “Allah Allah yüzüm yerde, özüm darda, erenler huzurunda, hak Muhammed Ali divanında canım kur­ban, tenim tercüman, bu hakirden incinmiş, gücenmiş can karındaşlar var ise dile gelsin, yol ile yoldayız, Al­lah eyvallah erenler, kimsenin hakkı kalmasın. Hakkı olan gelsin, hakkını alsın. Zira bu meydan Muhammed Ali meydanıdır erenler hü dost”.

Dede efendi özrünü diledikten sonra tüm canlar bir­likte yere niyaz ederler ve tığbentlerini (kemer) bellerine ku­şanıp ellerini ve ayaklarını mühürleyip tekbir getirdikten sonra şu ayeti ve sözleri okurlar: “Bismillahirrahmanirrahiîm, Ya eyyühellezine amenusbirû ve sabirû ve râbitû vettekullahe laalleküm tüflihun” (Al-i Imran/2: 200) (Ey İman edenler! Allah yolunda zorluklara ve sıkıntı­lara sabredin, düşmanla ve birbirinizle sabır konusunda yarışın ve düşmana karşı gerekli hazırlığı yapın. Allah’ın emir ve yasakları konusunda sabırlı, duyarlı, bilinçli olun ki, kurtuluşa eresiniz). Bundan sonra, “Allah Allah, men /ben dil bendini/ gönül bağını kuşandım, dost bendini rehber ile pire ettim iktida (pire uydum). Taktı Selman boynuma tiğbendini (Tiğbend: Bektaşi yoluna girecek olan tâlibin kurban edilmek üzere gönderdiği koyunun tüylerinden, Bektaşi kadınlar tarafından örülmüş ince bağ). Pür Cemal, Muhammed Kemal, Hüseyin Âl-i Râ bülende salâvat”. Bundan sonra dede efendi cümle canlara karşı meydan ortasında bir niyaz edip ayağa kalkar. Sonra geri çekilerek Hz. Hünkâr Hacı Bektaşi Veli postunda iki rekât namaz kılar sonra da yeni talibi ismiyle çağırıp gel filan efendi der. Yeni talip de niyaz ederek yerinden kalkıp dede efendinin huzuruna gelir. Sonra dede efendi dile gelip talibe derki:

“Filan efendi, sen bu yüce yola On İki İmam kata­rına ve Muhammed yoluna ve Hz. Hünkâr Hacı Bektaşi Veli yoluna girmek murat edersin ancak bu bizim yolu­muz gayet güçtür ve melâmet (her türlü gösterişten uzak, dünya malından yüz çeviren, dervişliği, rintliği kendine ilke edinen kimse, melamiye tarikatından olan) yoludur ve de­mirden yaydır. Son pişmanlık fayda etmez. Gelme gel­me, dönme dönme diye erenlerin kelamı var, der. Ne dersin”, diye dede efendi talibe bir defa yahut üç defa sual eder. Talip de niyaz edip sonra dede efendi tekrar dile gelip talibe der ki: “Oğlum, rehberliğe kimi istersin?” Üç defa yahut bir defa sual eder. Talip de filan canı isterim der. De­de efendi de der ki: “Var şimdi ol cana niyaz eyle”. Talip de rehberliğe her kimi diledi ise rehberlik edecek cana bir niyaz edip sonra geri çekilip önceki makamı olan yere gelip niyazını edip oturur. Bundan sonra dede efendi rehberlik edecek cana dile gelip der ki: “Derviş filan, şu can seni rehberliğe niyaz etmektedir, var şimdi şu cana Allah rızası için rehberlik eyle.” Sonra rehberlik edecek can da “eyvallah” deyip niyaz ederek gelip dede efendiye bir niyaz eder. Sonra da durup şu özrü okur:

Allah Allah! Günah­karım, mücrimim, suçumu itiraf ediyorum, ey padişah hata kıldım suçumu affeyle, Ey Şah Muhammed Musta­fa hakkı için, Aliyyül Murteza hakkı için, kerem kanı Hüseyin Şah Hakkı için, Hazreti Ali Aba hanedanı hakki için, kutb-u âlem Hacı Bektaş-ı Veli hakki için, Rabbena zalemna enfüsena, estağfirullah (Ey Rabbimiz nefislerimi­ze zulmettik, günah işledik, affımızı diliyoruz) Ağrınmış, incinmiş, gücenmiş can karındaş var ise meydan-ı mu­habbette Mansur darında, yüzüm yerde, özüm darda hakkı olan can karındaş var ise hakkını talep etsin. Ta­rikatta boyun burmak hatadır. Erenler yoluna teslim olmak rızadır. Ya elimden ya dilimden her ne geldi ise elim dilim kesmek revadır. Allah! erenler hü dost, pürcemal

Bunun üzerine dede efendi dile gelerek der ki:

Ey erenler, canlar, karındaşlar! Hakkı olan dile gelsin ve gelip hakkını alsın; zira bu meydan İmam Hüseyin meydanıdır ve er meydanıdır. İşte bu meydanda duran candan herkes hakkını alsın, kimsenin hakkı kalma­sın.”

Dede efendi canlara bu suali söyledikten sonra tüm canlar birlikte yere niyaz ederler. Rehber de dede efendiye niyazını edip geri çekilir, tiğbendini kuşanarak şu sözleri okur:

“Allah Allah! Hizmet-i merdan-ı bidayet bendini kuşvare kılmışım. (önce yiğitlik hizmet kuşağını kuşan­dım)

Dost bendini rehber ile pir ettim iktida, (Dost ba­ğını rehber edinerek pire tabi oldum)

Taktı Selman boynuma pir bendini. (Selman-ı Fa­risi boynuma pir bağını taktı)

Pür Cemal, Muhammed Kemal, Hüseyin Âl-i ra be­lende salâvat (Yüce Peygamber’e ve Hüseyn’e salavat ol­sun)

Bundan sonra rehber dede efendiye bir niyaz edip geriye çekilince dede efendi emir buyurup: “Şu canın çerağını ( mumlu fitili) ateşle “der. Rehberlik edecek can ile yere beraber niyaz eder ve gelip tahtın üzerinde olan kan­dilden yahut çerağ taşı üstünde olan kandilden delili yani şem’ayı alır ve kandilden şem’ayı yakar ve şem’a ile beraber çerağ taşına bir niyaz eder sonra ayağa kalkıp yeni talibin çerağını yakar ve bir niyaz edip sonra geri çekilir ve kapıda durup bu gülbankı okur:

“Allah Alla! Çün çerağ-ı fahri (iftihar ateşini) uyardın o Hüda’nın aşkına Seyyidü’l-kevneyn Hatemü’l-Enbiyanm aşkına (İki cihanın efendisi, nebilerin sonuncusu Hz. Muhammed aş­kına).

Saki-i Kevser Aliyyül Mürtezanın aşkına (Cennette Kevser Şarabını sunan, İnsan ruhuna Allah sevgisi, Allah nuru saçan Hz. Ali aşkına)

Hem Hatice, Fatıma Hayrunnisanın (Tüm hanım­ların efendis) aşkına

On iki sadr-ı velayet Pişuvanın aşkına (Velayet makamının önderleri On İki İmam aşkına)

Çarda masum pâk Âl-i Âbanın aşkına (Masum, te­miz ve pâk olan Hz. Muhammed soyu aşkına)

Hazreti Hünkâr kutb-u evliyanın aşkına (Velilerin ulusu Hacı Bektaş-ı Veli aşkına)

Haşre dek yansın yakılsın billâh onun aşkına (Kı­yamete kadar aşk ateşi ile yanan âşıklar aşkına)

Bundan sonra, “Allah eyvallah erenler çerağımız aydınlandı (Ruşen oldu), hizmetimizi icra eyledik, hak­ka hayırlımızı niyaz ederiz” der. Sonra dede efendi bu gülbankı çeker: “Allah Allah… Çerağ-ı Ruşen,( aydınlık ışığı) fahr-i dervişan, (dervişlerin büyüğü) zuhur-u iman, (imanın ortaya çıkışı) abdalan, (abdallar, bunlar 7,40,70 olarak sayılır) Nur-u Nebi, Kerem-i Ali, Pirim Hünkâr Hacı Bektaş-i Veli, evliyanın çerağı (nuru, ışığı) ebed (sonsuz) ola. Akşamlar hayrola, hayırlar feth ola, mün­kir münafık mat ola, gerçekler demine hû! Hû!” Derken rehberlik edecek can ayağa kalkar ve elinde olan delili yani şem’ayı sallar, nefes almaksızın sırayla gelir, delili yerine bırakır ve geri çekilip dede efendiye bir niyaz eyledikten sonra dede efendi dile gelir: “Haydi var şimdi bu cana reh­berlik edip Allah’ın müminlere farz kıldığı ve Peygamberle­rin yüce sünneti ve On İki İmamın içtihadı üzere evvela ab- desti ver.” Rehber de “eyvallah” der ve yeni talibin yanına gelir. Talibe edeple bir niyaz ederek bir elinden, bir yaka­sından tutar ve “buyurun erenler” diyerek kaldırır.

Bundan sonra meydan kapısından dışarı çıkıp “Al­lah’ın müminlere farzı ve Nebilerin sonuncusu Cenabı Peygamberin sünneti seniyyesi ve iki cihanın yüz akı Müctehid İmam Efendilerimizin yüce sözleri üzere ev­vela iki ellerini iki defa yıkayıp (aza ikişer defa yıkanıyor) ve ellerinin suyu ile ayaklarını mesh ettirir. Abdesti ve­rirken rehber el yıkama sırasında dile gelip talibe der ki: “Ezel ezelden bu yana gelinceye kadar her ne kadar cenabı hakkın yasak ettiği haramlara el sundun ise cümlesinden temizlenmek için ellerini yıkamak Allahın farzıdır. Ağzına su verirken der ki: “Ezel ezelden bu vakte gelinceye değin ağzından çıkan malayani küfür ve hata olan nesnelerden yıkamaktır. Bu peygamberin sünnetidir.” Ve burnuna su verirken der ki:Bizim elest (insanların yaratılış başlangıcı, Allah’ın ruhları yarattıktan sonra: “ben sizin Rabbiniz değil miyim” dediği gün) günün­den bugüne gelinceye kadar yasak olan çirkin kokuları ki almış idik, onları def etmek için peygamberimizin sünnetidir”. Yüzünü yıkarken der ki: “Ezel ezelden bu saate gelinceye değin her ne kadar hayâsızlık olduysa cümlesinden uzak olmaktır ve bu Allah’ın farz-ı aynı­dır”. Kollarını yıkarken, “İş bu yıkama küçük yaşından beri her ne kadar yasaklanmış olan haramlar var ise ve o haramlara kolunu sunduğundan bu vakte değin cüm­lesinden el yıkamaktır. Bu da Allahın farzıdır.” Başını mesh ederken de, “Baş büyüktür ve gövdeyi taşıyıcıdır ve bilip anlayıcıdır ve ettiğin tüm günahları ve kabahat­leri işlediğinden cümlesinden ari olup pak olmaktır. Bu da Allahın farzıdır.” Ayaklarını mesh ederken, “Her ne kadar günaha ve kabahate ve layık olmayan yerlere ve Allahın rızası olmadığı mahallere yürümüş isen cümle­sinden uzak olmaktır. Bu da Allahın farz-ı aynıdır”. Sonra talibin eline bir havlu verip der ki: “Bu da cümle ettiğin günahlardan silinmektir“.

Talip silinirken kisvesini başından alıp meydan kapı­sından içeri girip niyaz ederek kisveyi getirip dede efendi huzuruna teslim eder. Dede efendi de talibi bundan böyle sınırlar içine alacak tiğbendi rehbere teslim eder. Rehber de tiğbendi aldıktan sonra niyaz eder ve meydan kapısının dı­şına çıkarak talibi başı açık ve yalın ayak edip sonra tiğbendini de talibin boynuna takar. Tiğbendi takarken “destur” deyip şu gülbankı okur:

Bismillahirrahmanirrahim “Şehidallahu ennehu la ilahe illa hu..” (Bütün kullarını sevgisi ve merhametiyle ku­şatan, kullarına karşı daima şefkatli ve merhametli olan Allah’ın adıyla başlarım) Adaleti gerçekleştiren Allah, me­lekler ve ilim sahipleri, kendisinden başka tanrı olmadığına tanıklık etmişlerdir). İnned-dine indallahil İslam (Allah katında din, İslamdır), Pür Cemal, Muhammed Kemal, Hüseyin Ali’ye salâvat” deyip Eûzubillahimineşşeytanırracim. Bismillahirrahmanirrahim. (Kovulmuş şeytandan ve şeytanî düşüncelerden Allah’a sığınırım. Bütün kullarını sevgisi ve merhametiyle kuşatan, kullarına karşı daima şefkatli ve merhametli olan Allah’ın adıyla başlarım) ayetle­rini okuduktan sonra meydan kapısından içeri talibin sağ ayağını bastırıp ve meydan kapısından içeri girdiklerinde rehber talibin sağ tarafından sol elini mühürleyip ve sağ eliyle tiğbendi tutup talip de sağ elini mühürleyip sol eliyle rehberin sağ elini tutup sonra “niyaz taşı” veya “kızıl eşik” veya “mürüvvet taşı” diye adlanan taşın dibinde rehber ile birlikte çöküp orada bir niyaz edip ayağa kalkar. Rehber bir adım atıp selam verip der ki: “Esselamu Aleyküm şeriat erenleri”. Dede efendi de “Ve Aleyküm Selam ve Rahmetullahi ve Berekatühu” diyerek karşılık verir. Rehber bir adım daha atıp: “Esselamu aleyküm tari­kat erenleri” der. (Dede efendi cevap verir.) Rehber bir adım daha atıp “Esselamu aleyküm marifet erenleri” der. (Dede efendi cevap verir)… Rehber dile gelip der ki: “Allah Allah! Erenlerimizin huzuruna yüzümüzü üzere sürme­ye geldik. Bu can On İki İmam Efendilerimizin katarına ve Muhammed Aliye ve Hazreti Pir Efendimizin doğru yoluna intisap etmek murat eder ve dostlarına dost olup düşmanlarına düşman olmak murat eder. Bir koç kuzulu kurbanımız vardır. Erenlerimize niyaza geldik. Kurbanımızı kabul edip Hazreti Pir Efendimizin yoluna ve erkânına bu aksakallıyı kabul buyurup aralarına alır­lar mı?”

Bundan sonra dede efendi de dile gelip meydan orta­sında bulunan canlara hitaben buyurur ki: “Ey canlar, erenler, karındaşlar bu meydanda olan can, yüzü üstü sü­rüne sürüne gelmiş. Niyaz eder ki, On İki İmam Efendileri­mizin katarlarına ve Muhammed, Ali yoluna ve Hazreti Pir Efendimizin doğru yoluna talip olup can ve başını aile ve evlat uğruna feda edecek bir koç kuzulu kurbandır. Bu yola girmek murat edip niyaz eder, ne dersiniz? Cümleniz bu candan hoşnut ve razı olup yol ve erkânıyla bu biçare canı kardeşliğe kabul eder misiniz?” Tüm canlar da oldukları yerden birlikte yere kapanıp niyaz ederler. Sonra dede efendi rehbere: “Talibi getir” der. Rehber de talibi dede efendiye getirip ve niyaz edip teslim eder. Teslim ederken de şu ayeti okur: “Bismillahirrahmanirrahîm, İnnallahe ve melaiketehü yusallune alennebiyi ya eyyühellezine âmenû sallû aleyhi ve sellimû teslima” (Bütün kullarını sevgisi ve merhametiyle kuşatan, kullarına karşı daima şefkatli ve merhametli olan Allah’ın adıyla başlarım. Allah ve melekleri, kuşkusuz, peygambere rahmet etmektedirler.  O halde, ey inananlar, siz de ona rahmet dileyin, destek verin ve onun dinine bütün benliğinizle boyun eğin.)

Bundan sonra talibi dede efendiye teslim eder. Sonra rehber talibin sol tarafına geçip ve bir dizi üzerine çöküp bir elini talibin sol omzuna koyup ve bir elini kendi dizi üzerine koyup durur. Sonra dede efendi talibin sağ kulağına farz olan emirleri ve Peygamberin mübarek sünnetlerini, Hazreti Muhammed’i ve Allah’ın aslanı takva sahiplerinin önderi Hazreti İmam Ali v Hazret-i İmam Caferi’in mezhebinin ku­rallarını, Hazreti Hünkâr Hacı Bektaşi-ı Veli’nin erkânını ve Allah dostlarının erkânını telkin eder. Dede efendi bu sıra­da sağ eliyle talibin sağ elinden tutar. Talip de sol eliyle de­de efendinin eteğini tutar. Telkin tamamlandığında dede efendi talip ile birlikte bir salâvat-ı şerife getirip On İki İmama dua ederler. Bittiğinde de dede efendi On İki İma­mın faziletlerini ve şanlarını anlatıp bunların hem dünyada hem de ahirette kurtuluşumuza vesile olduklarını ve bunla­rı büyük bilip imametlerini ikrar eyledin mi, diye üç defa sorar. Talip de “ikrar eyledim” dedikten sonra talibin tiğbendini kuşatıp ve başını sıvadıktan sonra öğüt ve nasi­hatten sonra bir salâvat-ı şerife getirip, “Var şimdi rehbe­rinle beraber tüm kardeşlerine bir niyaz eyle” deyip sağ elinden tutar rehberin eline teslim eder.

Bundan sonra rehber ile talip dede efendiye bir niyaz eder. Sonra sırasıyla başka başka üslup üzere niyaz edip, oradan geri çekilip kapı önünde durur ve gelip dede efendi­ye niyaz eder. Sonra geri çekilip meydan kapısı eşiğine bir niyaz eder. Rehber der ki: “Buna kapı derler ve bu makama Darü’l-Eman/güven kapısı derler. Bu erenler kapısıdır ve bu kapıya gelen geri dönmez, burası meram ve maksada erişilen yerdir.” Sonra da Hazreti Pir Postu yanında duran niyaz taşına, bunlara”kızıl eşik” ve “mürüvvet taşı” da denir niyaz ederler. Rehber der ki: “Bu makama mürüvvet kapısı derler ve meydan içine girildiğinde erenlerin cemali müşa­hede olunur ve maksada erişileceğinde işte o erenlere niyaz edileceği ve niyazın kabul olunacağı yerdir.”

Oradan pir postuna niyaz edilirken rehber der ki: “Buna Pir Postu derler. Hz. Pir Efendimiz bunu Horasandan getirip ve bu mahalle serip meram ve maksadın her ne ise pire katıldıktan sonra muradına ereceğin makamdır.” Ora­dan da tahtın sol tarafında olan posta gelip ve niyaz edip rehber der ki: “Buna ilim postu derler. Tüm dertler bun­da hal olur ve şeriatın, hakikatin, marifetin, tarikatın kapısı budur. Dünya ve ahirette kurtuluşun yolu bura­dadır.” Oradan da çerağa gelip niyaz ederler. Rehberin bu­radaki niyazı şöyledir: “Buna çerağ derler. Bu çerağ, Nur­u Muhammed Ali’dir. Ve tüm canlar bunun nuruyla ay­dınlanıp onların cemaliyle müşerref olur ve Hakka an­cak bu makamla erişilir.” Oradan meydan taşına niyaz edip der ki: “Buna meydan taşı derler. Hazreti Pir Efen­dimizin meydan cellâdı diye atadıkları ve elinde kudret kılıcıyla duran hacim sultanın makamıdır. Bura terbiye­siz, edepsiz ve erkânsız olanları, yalancılık ve yolsuzluk edenleri terbiye edip yola getirilecek makamdır. Bu makam terbiye makamıdır.” Sonrasına küreye yani ocağa niyaz edip rehber şöyle der: “Buna küre derler. Burada çiğ olan nesneler pişer, hakkın verdiği nimet burada pişiri­lip Allah’ın dostlarının yararlanıp şükrettiği ve tüm in­sanların faydalandığı yerdir.”

Sonra aşçı başı baba postuna niyaz eder. Rehber şöyle der: “Buna aşçı postu derler ve bu öyle bir üstattır ki çiğleri pişirir ve hamları olgunlaştırır ve çiğlere lez­zetini verir ve yolsuzları yola getirir” Sonra tahtın sağ tarafında olan “Ahmed-i Muhtar Postuna” niyaz edip şöyle söylenir: “Buna “Ahmed-i Muhtar Post” derler. Önceki ve sonraki tüm ilimler bunun yüzü suyu hürmetine ya­ratılmıştır. Hidayete erdiren bu posttur. Evrenin yaratı­lış sebebi bu posttur. Herkesin atası anası bu posttur.”

Sonra gelip tahta niyaz ettiklerinde rehber der ki: “Buna taht derler. Yüce Allah’ın emri ile ve Selman pak marifetiyle Hz. Peygamber’in yüce şanı için kurulan Rasulullah’ın minberidir.”

Oradan geri çekilerek meydan ortasına bir niyaz ede­rek rehber der ki: “Buna meydan derler ve bu meydana Muhammed Ali, İmam Hüseyin, Hünkâr Hacı Bektaş-ı Veli ve erenler meydanı derler. Herkes dünyevi, uhrevi Murat ve maksadına bu meydanda erip feyiz alır.” Sonra ayağa kalkıp rehber şu ikrarı okur:

 “Allah Allah! Hamden lillah, kim men olam ben- de-i has hüda (Hamd ve şükür Allah’a mahsustur, ben O’nun has kulu olayım.)

Can ve dilden aşkla hem çağır Âl-i Âba (Ehl-i Beyti)

Rah-ı zulmetten doğru yola bastım kadem (karan­lıktan aydınlığa ayakbastım)

Hab-ı gafletten (gaflet uykusundan) uyanıp çeşm-i can oldu küşa

Mezhebim hak Caferidir, ğayırlar (başkaları) batıl durur

Pirim üstadım Hacı Bektaşi kutb-u evliya (velilerin öncüsü)

Sevdiğim on iki imam, men güruh-u bacidenin

Yetmiş iki fırkadan oldum beri (uzak) dahi cüda (ayrılık)

Hak deyip bel bağladım ikrar verip erenlere

Mürşidim oldu Muhammed, rehberim hem Murteza”

Pür cemal, Muhammed Kemal Hüseyin Ali Efendile­rimize salâvat getirdikten sonra rehber dile gelip der ki: “Al­lah eyvallah! Erenlerim kurbanımızı kabul buyurdunuz, muradımızı verdiniz, meram ve maksadımıza nail etti­niz, Hak hayırlarımızı kabul eylesin. Sonra dede efendi şu kısa gülbankı okur: “Allah Allah bismillah, fatihatü’l- vücud velhamdu lillahi mazhari’l-mevcud. La ilahe illallahu tevhiden min keşfin ve şuhûdin (Hz. Peygamber, Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hatice, İmam Hasan, İmam Hüse­yin, İmam Zeynel Abidin ilh… Haklarında salâvat, ta’zim ve cümleye dua edilir.)

Bundan sonra rehber ile talip dede efendiye niyazla­rını edip geri çekilip “Hü” deyip talibi yerine oturtur. Sonra rehber talibe bir niyaz ettikten sonra rehber tekrar dede efendiye bir niyaz edip geri çekilir, meydan taşına gelip bir niyaz edip ve meydan taşı üstündeki maşrapayı alır ve ka­pıda durup şu tercümanı okur:

“Allah Bismi Şah Rahmetullah, İmam Hüseyin Sıbğatullah,(Allah’ın boyası) gazi ve hür şehit, la’netullah bir can Yezid oğlu Yezid’e olsun. Pür cemal Muhammed Kemal, Hüseyin’e salâvat.”

Bundan sonra dede efendi bu gülbankı okur:

“Allah Allah! Oturan, duran, gör evvela, riyakâr zümresini, Mervan ve münkir kör ola, cümlemizin iste­ğini veren şah-ı merdan ola ve yardımcımız, yaverimiz ola. Hünkâr Hacı Bektaş-i Veli efendimiz elimizden tu­tanımız ola. Seyyid Ali Sultan devranı yürüye, gerçekler demine hü!”

Bundan sonra şerbeti önce dede efendiye verip sonra sırasıyla niyaz ederek sair canlara dağıtır. Ancak her yu­dum alındıkta tüm canlar bir ağızdan, “Selamullahi Alel- Hüseyin ve Lanetullahi ala katili Hüseyin” (Allah’ın selamı Hz. Hüseyn’e, laneti de onun katiline olsun) diyerek şerbeti içerler. Tamamlandığında rehberlik eden can çekilip mey­dan ortasında bir dizi üzere çöküp istediği kadar şerbetten içer ve yere birlikte niyaz edip ayağa kalkar ve dile gelip şöyle der: “Allah Allah Eyvallah, cümle hizmetimizi erenlerin buyruğu üzere yaptık. Hak hayırlımızı niyaz ederim.” Bunun üzerine dede efendi de bu gülbankı çeker:

“Allah Allah… Cümle hizmetin kabul ola, muradın hâsıl ola, er hak yardımcın ola, Muhammed Ali yaverin ola, Hünkâr Hacı Bektaşi Veli elinden tutanın ola. Yerin pak ola, günahların af ola, kısmetin bol ola, üçler yedi­ler, kırklar hazır ola ve gaip erenleri gözcün ola, gerçek­ler demine hü!”

Hü denildiğinde rehber maşrapayı meydan taşı üze­rine koyar. Önce oraya niyaz edip geri çekilir ve gelip dede efendiye niyaz eder. Sonra gelip postuna çöküp, niyazını yapıp oturur. Dede efendi bundan sonra tüm canlara hita­ben şu gülbankı çeker: “Allah Allah… Muhammed Habibullah, Ali Veliyullah, İmameyn Rahmetullah. (Bundan sonra üç buçuk sayfalık Türkçe dua var. Bu duanın içinde ilginç olan, “Ve daim bizlere, kötülük yapmak isteyenle­re iyilik etmekten ayırmaya. Allah, erenler insaf vere” cümlesi bulunuyor. Nihayet gülbank denilen bu uzun dua şöyle bitiyor:

“Anadolu gözcüsü Abdal Musa Sultan ve Rumeli gözcüsü Seyyid Ali Sultan ve Arabistan gözcüsü Kaygusuz Sultan ve Sarı Saltuk Sultan ve Balım Sultan ve Akyazılı Sultan efendilerimiz ve cümle enbiya ve cümle evliya ve cümle dem erenleri ve Horasan pirleri ve Türkistan severleri ve cümle pirler elimizden tuta ve yardımcılarımız ve yaverlerimiz ve sığınağımız ve göz­cülerimiz ola. Allah erenler, Allah erenler, Allah erenler, üçler, yediler, kırklar, üç yüzler, binlerle pirler, neler, binlerle nur-u nebi, Kerem Şah-ı Merdan Esedullah Ali pirimiz kutbul-arifin gavsul vasilin Hz. Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli demine, dem-i piran, dem-i muhibban, dem-i âşikan, dem-i sâdıkan, dem-i abdalan, dem-i muhibb-i bâciyan, Sırr-ı Rasulilillah, kerem-i Ali Veliyul- lah, Mürüvvet-i Enbiyaillah, inayet-i evliyaillah, yuf münkire, lanet Yezide, Yezid’e, onun peşinde gidenlere ve ailesine, çocuklarına, münkir, münafıklara Allah’ın laneti yiğitleri şahı, Allah’ın aslanı Hz. Ali ve Kerbela şahı İmam Şah Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli hürmetine ve cümle er-evliya gerçekler demine hü!”

Hü denildikten sonra dede efendi ruhsat verir. Önce aşçı baba kalkıp ve niyazını eder ve meydan kapısından dışarı çıkar. Arkasından orada bulunan faziletli kardeşler­den biri edeb içinde erkânıyla kalkıp niyaz ederek dışarı çıkar. Dede efendi herkesten sonra niyazını eder ve çıkıp biraz dinlendikten sonra lokmalar hazırlanır, sofralar kuru­lur. Dede efendinin sofrasına canlardan münasip olan can her kimler ise birlikte otururlar. Yeni talip de dede efendi­nin sofrasında hizmette bulunur. Yemek sona erdiğinde dede efendi sofra duası okur. Sonra aşçı baba şu duayı okur:

“Allah Allah… İmamların ruh-u revanı şad ola, kı­zıl veli Seyyid Ali Sultan bilemizce ola. Aşık ve sadıkla­ra şifa ola, nur ola. Cümlemizin övüncü çoğala. Lanet bir Yezidan cana, rahmet bir şehidan cana, pür cemal Muhammed Kemal, Hüseyn Ali ra bülende salavat. Ger­çeğe hü.” Sonra sofra götürülür. Yeni talip leğen, ibrik getirir. Sonra kahvelerini verir. Oradaki canlara güzelce hizmet edip, hayır himmetlerin alır ve lokmalarını yedi­rip ve bir kimseyi gücendirmeyerek her birerlerinin gönlülerin alır. Hiç kimseyi incitmeden herkesin gönül­ lerini kazanır. Onlar da, “Allah, erenler ikrarında sabit-kadem eylesin” diye niyazda bulunur. Ertesi gün dede efendi niyazını verir ve niyazı her ne ise dede efendi postu altına koyar. Sonra da rehber niyazını verir ve niyazını pos­tu altına kor. Bunu müteakip aşçı babanın, aşçı vekilinin ve diğer aş evinde hizmette bulunan canlar niyazlarını ve­rir. Kahveci baba ve kahveci vekil de niyazını verir ve diğer hizmette bulunan canlar da niyazlarını verip gönüllerini kazanır. Dede efendiden izin alır, niyazını eder ve artık kendi işinde gücünde olur. On, on beş günde bir kere mür­şidiyle ve rehberiyle ve diğer kardeşleriyle görüşüp sürekli rıza kapısında bulunur. Tevekkül ve tefekkürde ve tezekkür-ü evliyada bulunur. Allah erenlerine boyun eğip daim kendini ve nefsini düşünüp hakikat makamına ulaşmaya çalışır.

“Azizim” Sakın ha sakın ehli olmayana hizmet veril­meye. Zira erenlerimizin ehil olmayana bir şey verilmesine laneti vardır. Erenler lanetinden çekinmek üzerimize gerek­lidir. Kardeşim hü dost.”

Risale burada bu uyarı ile bitiyor ise de göz önünde bulundurduğum iki nüshadan birisinde birtakım ekler var­dır ki onlardan önemli olanlarını ben de ekleyeceğim.

Bir canın ikrara bağlanacağı yani tariki müstakime gireceği vakit tedarik edeceği yenecek ve içeceklerin listesi.

Kurban, pirinç, sade ekmek, tatlı, tuzsuz ekmek, mumlu ekmek, kandil yağı, mumlar, has ekmek, tuz, biber, karanfil, nişasta, öd ağacı, kömür, taze yemişler, kış çerez­leri, fıstık, üzüm, sebze…

Verilecek Niyazlar: Dede niyazı, rehber niyazı, aşçı niyazı, kahveci niyazı.

Gerekenler: Akyazılı, Kızıl Deli’ye şükran kurbanı, şükran sadakası, yoksullara ekmek.

Bunları böylece yazmaktan amaç, bir can ikrar vere­ceği zaman o gün ve o gece ne gerekecekse hazırlansın ve cümle canların hizmetinde, yemelerinde ve içmelerinde ek­siklik olmasın diyedir. Ancak, bu kudret sahipleri içindir. Kalender/derviş olur ise kudretine göre olsun.

——————————————-

Kaynak:

KSÜ. İlahiyat Fakültesi Dergisi 11 (2008) s. 155 – 178

 

Dipnotlar

[i] Bu eser, 1925 yılında Dersaadet Matbaası tarafından neşredilmiştir.

[ii] Bu eseri yazıya aktaran Necip ASIM (Yazıksız), Türk dilcisi ve tarihçi kimliğiyle bilinmektedir. 1861 yılında Kilis’te doğdu.1880 yılında Harbiye’den mezun oldu. Askeri okullarda ve Harbiye’de Türkçe, Tarih ve Fransızca öğretmenlikleri yaptı. 1935 yılında İstanbul’da vefat etti.

[iii] KSÜ İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi, bu yazıyı titiz bir çalışma sonu¬cu notlar ekleyerek günümüz Türkçesine uyarlamıştır.

Yazar
Necip Asım YAZIKSIZ

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen