“Beş Tuzak” (Çinlilerin Hunları Yıkmak İçin Uyguladıkları Temel Stratejiler

I-İ Chih-İ / I-İ-Fa-İ ve “Beş Tuzak” (Çinlilerin Hunları Yıkmak İçin Uyguladıkları Temel Stratejiler)[i]

hun suvarisi

Prof. Dr. Mehmet TEZCAN[ii]

Hocam Merhum

Prof. Dr. Bahaeddin ÖGEL’in

Aziz Hatırasına…

 

Tarih boyunca gerek Orta Asya’da, gerekse Batı’da kurulmuş Türk veya genel olarak “göçebe” kavimlere karşı yerleşik kavim ve milletlerin uyguladıkları zayıflatma, yıkma ve assimile etme politikaları hep aynı olmuştur. Bu politikaları doğuda Çin, batıda İran, daha batıda ise Roma ve Bizans değişik isimlerle, farklı Türk boylarına ama hep aynı şekillerde uygulamışlardır. Hemen belirtmek gerekir ki, aşağıda da görüleceği gibi, bu politikalar, değişik uygulama şekilleriyle ve çağa uydurulmak suretiyle, günümüzde bile aynıyla gerek Türkiye’ye, gerekse “gelişmekte” olan siyaseten ve iktisaden zayıf devletlere hâlâ tatbik edilmektedir. Sonuç, göçebeler ve zayıflar aleyhine hep “hüsran”, yerleşikler ve teorisyenler adına ise tam bir “başarı”dır.

Asya’da M.Ö. III. yy. sonunda kurulan Hsiung-nu (Hun) İmparatorluğu, Asya’da göçebeler tarafından kurulan ve tarihin “devlet” olarak kaydettiği ilk siyasî kuruluştur. O zamana kadar güçlü ve merkezî bir tehditle karşılaşmamış olan Çin, Hsiung-nular ile birlikte, komşularını, göçebeleri alt etmek için artık sistemli bir çalışma içine girmiş; bu konuda birçok bilgin değişik teoriler geliştirmişler, bu teoriler, uygulanabilirlikleri ölçüsünde tarih boyunca bütün göçebelere zamanın şartları da dikkate alınmak suretiyle tatbik edilmiştir. Bu çalışmamızda biz, Hsiung-nu İmparatorluğu’nun M.Ö.’ki dönemlerinde Çin’in İlk Han Sülâlesi (M.Ö. 206-M.S. 24) zamanında yaşamış olan Chia I, Ch’ao Tso ve Tung Chung-shu gibi teorisyenler ve bunlar tarafından geliştirilen Hsiung-nuları yıkma politikaları üzerinde duracağız.

Ho-ch’in Anlaşması (M.Ö. 198)

M.Ö. III.yy. sonunda Orta Asya’da “eli ok ve yay tutan bütün kavimleri” bir devlet çatısı altında toplayan ve hepsini “tek bir aile halinde birleştiren”, kısacası “Hun” yapan Mao-tun, M.Ö. 198 yılında Çin’deki Han Sülâlesi ile de Ho-ch’in Anlaşması’nı imzalamıştı. Başlangıçta oldukça basit şartlardan oluşan Ho-ch’in Anlaşması’nın temel maddeleri dört madde halinde şöyle özetlenebilir: 1. Shan-yü ile evlenmek için Çinli bir prenses gönderilecek; 2. Çinliler, Hsiung-nulara her birinin miktarı önceden tespit edilmiş olarak: Para yardımı, ipek, şarap, pirinç ve başka yiyecek maddelerinden oluşan yıllık ödemelerde bulunacaklar ve bunu da yılda birkaç defa tekrarlayacaklar; 3. Han Sülâlesi ile Hsiung- nular iki eşit (“kardeş”) devlet sayılacaklar; 4. Çin Seddi, Hanlar ile Hsiung-nular arasında sınır olacak.2 “T’ien-tzu” (Gök’ün Oğlu) olan Çin imparatoru ve “Chung-kuo” (Dünyanın merkezindeki/Orta Krallık) anlayışındaki Çin için bu anlaşma, yüz kızartıcı, aşağılayıcı bir şeydi. Bu anlaşmaya rağmen Hunlar, bilhassa sınır boylarında anlaşmayı zaman zaman ihlal ederek akınlarda bulunuyorlar, Çin Seddi güneyine de geçerek sınır boylarını yağmalıyorlardı; bu durumda anlaşma, güçlü devlet olan Hsiung-nular lehine şartları daha da ağırlaştırılarak ve her seferinde bir şeyler kazanılarak, Çinliler aleyhine ise bir şeyler kaybedilerek yeniden imzalanıyordu.

Bu anlaşmayla Hsiung-nu Shan-yüsünün aslında iki temel hedefi vardı: Öncelikle ve en etkili olanı, Hunların “siyasî elit tabakasını” beslemek ve ödüllendirmek için kullanılacak olan doğrudan yardım kazanmak; shan-yü, bu maksadına eriştikten bir süre sonra, üzerinde durduğu asıl gayeyi biraz değiştirmiş, bu defa, sınır boylarında oturan alelâde göçebe halkın da ihtiyaçlarının sağlanması ve sınır pazar yerlerinde ticaret yapmalarına izin vermesi için Han Sülâlesi sarayından istekte bulunmaya başlamıştı3 ki bu, aşağıda Chia I’nin sınır Pazar yerlerinin açılması ile ilgili teklifinde ele alınacaktır.

Ho-ch’in Anlaşması’nin, Wu-ti (M.Ö. 140-87) imparator olmasının ilk senelerine kadar devam etmiş ve bu müddet zarfında M.Ö.135 tarihine kadar 10 kezden fazla imzalanmıştı.4 Wu-ti, esaslı bir değişiklik yapıncaya kadar “Ho-ch’in politikasının barbar5 hastalığına hiçbir şekilde ilaç olmadığı defaatle isbatlanmıştı.”6 Ho-ch’in Anlaşması’nın “artan fiyatı ve azalan tesiri” karşısında savunmadan saldırıya geçmek, Hsiung-nu tehdidini bir defada ve tamamen defetmek için Çin’in, politikasını değiştirmeğe karar vermesi kaçınılmaz görünüyordu.7

Mao-tun’un M.Ö. 174 yılında ölümünden sonra yerine geçen oğlu Lao-shang Shan-yü zamanında ise şartlar Çin için daha ağırlaşmıştı; üstelik M.Ö. 160’lı yıllarda Çin’den gelen Çinli bir vezir, Chung-hang Yüeh, Hunları Çin kültürünün tehlikeli yönlerine karşı uyarıyor, ona her gün tavsiyelerde bulunuyordu.

Vezir Chung-hang Yüeh’nin Tavsiyeleri

Çin’den İmparator’un emriyle M.Ö. 169 yılında kendilerine elçi olarak gelen ve ülkesine geri dönmeyerek Hun hükümdarına (Shan-yü) hemen her hususta hizmet etmeyi bir vazife bilen Chung- hang Yüeh’nin tavsiyeleri ana başlıklarla şöyledir: 1. “Hunların bütün nüfusu, Çin’in bir eyaletinin nüfusu kadar bile etmez.” Çin nüfusu Hun nüfusundan daha fazla olduğu için Çin daha güçlüdür. 2. Hunların gücü, onların yiyecek ve giyeceklerinin Çinlilerinkinden farklı olmasında yatmaktadır. Çinlilerin elbise ve yiyecekleri ise Hunlarınki kadar iyi değildir; bu sebeple ipekten yapılmış Çin giyeceklerine, şarap, pirinç ve başka türden Çin yiyeceklerine kendinizi kaptırarak onlara bağlanmak, Çin’in iktisâdî tesiri altına girmek doğru değildir. Sizin keçeden veya deriden yapılmış pantolon, ceket gibi giyecekleriniz; yoğurt, süt, ayran ve kımız gibi içecekleriniz daha iyidir. 3. Hun hükümdarı, Çin imparatorundan daha güçlü ve daha büyük olduğunu göstermek için mektup ve mühürlerini onlarınkinden daha uzun ve daha geniş yaptırmalı; mektup yazarken kullandığı unvan ve hitaplar Çin’dekinden daha gururlu bir ifade ile kaleme alınmalıdır.8

İşte bütün bu siyasî, iktisadî ve psikolojik şartlar karşısında Çin, Hunlara karşı koyabilmek için yeni stratejiler geliştirmek zorunda kalmıştı.

Chia I (M.Ö. 201-169)

Han Sülâlesi’nin önde gelen devlet adamlarından olan Chia I’nin ölümünden sonra çok önemli birçok tarihî eser kaleme alınmıştır. Onun eserleri Çin edebiyatının en önemli örnekleri arasında sayılmaktadır.9 İmparatorluğun çağdaş durumunu yükseltmek ve yapısını kuvvetlendirmek isteyen Chia I, kralların gücünü indirmek de dahil bazı önemli hususlarda İmparator’a sert tedbirler alınmasını tavsiye eden, ancak başarılı biri olarak nitelendirilemeyecek bir devlet adamı idi. Sağlığında gerçek değeri takdir edilemeyen erdemli bir devlet adamı örneği sergileyen Chia I, Çin tarihinde bir efsane olmuştu. Ahlâkî ve ictimâî anlayışları itibariyle Konfüçyanist sayılmış, hatta, Konfüçyus’un fikirlerine aykırı hareket eden önceki Ch’in Sülâlesi’nin başarısızlıkları hususunda “Kuo Ch’in-lun” (Ch’in Devleti’nin Yanlışları) adıyla bir eser kalem almıştır.10 Siyasî fikirleri itibariyle Chia I, “İmparatorluğun prensipleri Ch’in Sülâlesi’nin örnekleri ve müesseselerine dayandığı durumlarda”, devletin prensiplerinin sadık bir müdafii idi. Onun Ch’in politikalarını tenkit etmesi, daha önceki devlet adamları ve meşhur Ch’in imparatoru Shih Huang-ti’nin politikalarını ve hedeflerini eleştirmekten ziyade, “prensiplerini uygularken insanların başarısızlıklarını göstermek, Han Sülâlesi yöneticilerini, hatalarından nasıl kaçınacakları hususunda uyarmak”tan kaynaklanıyordu.

Chia I, Ch’in idarecilerinin başarısız olmalarının sebebini, Konfüçyus ile gelen ahlâkî ideallerden vazgeçilmesinde arıyordu. Ona göre, idareciler, Ch’in Sülâlesi’nin yıkılmasına sebep olan ifratlardan sakınmalıydılar.11 Chia I’nin kendisi de, İmparator Wen-ti’yi, Çin prenslerini eğitmek için Konfüçyanist âlimleri kullanması için teşvik ederek, Konfüçyanist öğretinin böylece ileride Han Sülâlesi’nin imparatorları üzerinde kuvvetli bir tesir elde edeceğini söylemişti.12

Chia I, henüz daha 20 yaşlarındayken İmparator Wen-ti tarafından davet edilerek kendisine âlimlik görevi verildiğinde saraydaki en genç bilgindi. İmparator ne zaman bir ferman yayınlayacak olsa bunun taslağı, tartışma için bilginlerin görüşlerine sunulurdu; genellikle yaşlılar, tek bir kelime söyleyemezken Chia I, sarayda, İmparator’un soruları karşısında, büyüklerin söylemek isteyip de ifade edemedikleri her şeye tam bir bilgelikle cevap veriyordu. Çok geçmeden diğer âlimler, Chia I’nin kabiliyetiyle yanşamayacaklarını fark ettiler. İmparator ise ondan son derece memnun olduğu için kendisini hızla ilerletmiş, bir yıl gibi kısa bir zaman zarfında onu saray danışmanı mevkiine çıkarmıştı.13

Bununla beraber Chia I, kendisinin daha büyük bir devlet memuriyetine gelmesine muhtemelen rakipleri engel oldukları için, Han Sülâlesi sarayında üst rütbeli bir danışmandan yukarıya çıkamamıştı.14 Saraydaki görevinden uzaklaştırıldıktan sonra bir gün İmparator Wen-ti, “manevî varlıklar”ın tabiatı hakkında kenisine bir şeyler sorduğunda Chia I, bu sorulara teferruatlı cevaplar vermişti. Chia I’yi yolladıktan sonra İmparator, “Usta Chia (I)’yı uzun bir zamandır görmemiştim. Ben, ondan daha fazla şey bildiğimi düşünürdüm, ama şimdi görüyorum ki onunla boy ölçüşemem.”15 Chia I’nin kısa bir süre sonra İmparator Wen-ti’nin en küçük oğlu olan Liang Kralı Huai’in baş mürebbisi vazifesine atanmıştı. Bu tayininden bir kaç yıl sonra Kral, bir gün at sürerken attan düşüp öldü. Chia I de, mürebbilik görevini yerine getirmede başarısız olduğunu görerek utandı ve bu acı içerisinde bir yıl sonra intihar etti; Chia I böylece büyük bir devlet memuriyetine bile atanamadan 33 yaşında hayata veda etmişti.16 Ancak kendisinden sonra torunları, İmparator Wu-ti zamanında eyalet valiliklerine atanmışlardır.17 Chia I’den geriye, gerek manzum, gerekse mensur olarak yazılmış bazı eserler kalmıştır ki en önemlisi, bizzat kendisi tarafından toplanmış olmamakla beraber, Hsin-shu ismi verilen eserdeki denemeleri, bunun içerisinde ise Ch’in Sülâlesi’nin yükseliş ve çöküşünü anlattığı “Ch’in’in Hataları” isimli eseridir.18

Chia I, en azından “iki kritik konuda” Han Sülâlesi İmparatoru’ye Wen-ti (M.Ö. 179-157) müsbet mânâda tavsiyelerde bulunmuştur: Bunlar, çok yakında kralların (wang) yetkilerinin azaltılması gerekeceğini ve “Hsiung-nularla hesaplaşma günü”nün uzun müddet geciktirilemeyeceğini önceden görmüş olması19 ve Hsiung-nularla imzalanan Ho-ch’in anlaşmasını tenkit etmesidir.20

Chia I’ye atfedilen ve Han Dönemi Çin edebiyatının en enteresan belgelerinden olan bu eser belki de sonradan yazılmıştır ama aşağıda görüleceği üzere, Çin’deki Han Sülalesi’nin Hsiung-nulara karşı uygulayacağı her türlü propaganda ve strateji burada teferruatıyla verilmiştir.21 Chia I’nin bu çalışması Çin tarihindeki bu tip eserlerin tabiatıyla ilki değildir; ancak burada, düşmanlara kitle halinde uygulanacak “ikna” teknikleri anlatılmaktadır.

Han Sülalesi’nden çok önce keşfedildiğini ve askerî maksatlarla Ch’in zamanında da kullanıldığını bildiğimiz, ancak Chia I’nin önerileriyle geniş ölçüde Han döneminde hayata geçirilen temel savunma tedbirlerlerinden biri de, düşman saldırılarını anında haber alabilmek için sınır boylarında gözetleme kuleleri ve uyarıateşi yakma sistemlerinin yapılmış olmasıdır.22

Biz burada Han Sülâlesi’nin Hsiung-nularla ilgili olarak alması gereken tedbirler konusunda Chia I’nin yaptığı tavsiyeler üzerinde duracağız.

Çin Devleti ve İmparator’un Durumu

İmparator Wen-ti zamanında, Chia I, zaten birkaç kez keskin bir dille tenkit ettiği Ho-ch’in sulh politikası hakkında uzun bir rapor hazırladı ve bunu İmparator’a sundu. Bu raporunda Chia I, gerek Han Sülalesi’nin, gerekse İmparator’un Hsiung-nular karşısındaki aşağılayıcı durumunu açık, ama zaman zaman da mizahî bir şekilde şöyle tasvir etmektedir:

“İmparatorluğun durumu, tam olarak ayaklarından baş aşağıya asılmış bir adam şeklinde tasvir edilebilir. Göğün Oğlu, İmparatorluğun başıdır. Niçin? Çünkü o tepede kalmalıdır. Barbarlar İmparatorluğun ayaklarıdır. Niçin? Çünkü onlar ayak tarafında yeralmalıdır. Şimdi, Hsiung-nular bir taraftan mağrur ve küstah, diğer taraftan da bizi istilâ ve yağma ediyorlar; bize binlerce hakaretlerde bulunuyorlar, ki bu durum bize karşı son derece saygısız bir davranış olarak kabul edilmelidir. Onların İmparatorluğa verdikleri zararın ise haddi hesabı yok. Daha fazla hakaretlere maruz kalmamak için bir çok masrafa giriyoruz; her yıl Han Sülâlesi onlara para, ham ipek ve kumaş veriyor! Bunları talep etmek, hâkim ve sâhip olmak demektir. Onlara bu vergiyi vermek ise onların tâbiiyeti altına girmek demektir! Barbarlara emretmek, tepede bulunan İmparatora bahşedilmiş bir yetkidir; Göğün Oğlu’na haraç takdim etmek ise ayak kısmındaki vassallar tarafından yapılması gereken olağan bir davranıştır. Demek oluyor ki şimdi ayaklar üstte, baş ise aşağıda bulunuyor! Bu şekilde başaşağı asılı durma insan muhayyilesinin ötesinde bir şey! Ne müthiş bir herc ü merc! Buna tahammül edildiği sırada İmparatorluk dâhilinde hakikaten gayretli, işgüzar kumandanlar bulunduğu iddia edilebilir mi? İmparatorluk bugün hakikaten utanılacak ve hazin bir vaziyette bulunuyor. Kimse memleketi bu durumdan kurtarmak için uğraşmıyor. Memleket kuzey-batı tarafından şiddetli surette muzdariptir. Orada birçok asker ve yüksek maaşla kumandanlar bulundurmak için birçok masraflara gidildiği halde ahali daima telaş içinde yaşıyor! Bir parça kuvveti olan kimselerin tamamı aralıksız nöbet bekleme halindedirler. Gece gündüz ateşler yakmak ve işaretler vermekle uğraşıyorlar. Askerler de üzerlerinde zırhlar, başlarında miğferlerle uyumak mecburiyetinde bulunuyorlar. Bunlar, İmparatorluğunuzu muzdarip edecek hakikî ve ciddî bir fenalıktır. Bir tabip, memleketi bu hastalıktan kurtarmak için ilaç tavsiye ediyor, halbuki sözleri dinlenmek istenilmiyor! Bu, ağlanacak bir hal değil midir? “İmparator” gibi şan ve şeref dolu bir unvan taşıdığınız halde “haraçgüzar” gibi hareket etmek, utanılacak bir şey değil midir? Bütün bu hakaretlere katlanmakta devam edecek, bu fenalıkların kökleşmesine müsaade gösterecek olursanız bu hareketin neticesi nereye varacaktır? Zât-ı Haşmet-penâhîlerin (İmparator’un) fikir sorduğu adamlar içinde hiç bir kimse yoktur ki şu bahsettiğim fenalıkların doğruluğuna kâni bulunmasın! Fakat bunlara çare bulmak mes’elesi bahis konusu olunca, hiçbir tedbir düşünemediklerini söylüyorlar. Ben başka bir fikirdeyim: Bakan’ınızın hesaplarına göre, Hsiung- nuların bütün nüfusu büyük bir Çin kasabasının (hsien) nüfusunu aşmıyor. Binâen aleyh büyük bir İmparatorluğun, bir kasaba nüfusunun kontrolü altına girmesi, bu kadar geniş bir devletin kuvvetleriyle bu kadar mahdud bir millete karşı mukavemetten âciz kalmak, memleketi idare edenler için, İmparatorluk işlerinden sorumlu olan kişiler için sizin Bakanınızın pek büyük bir utanç duymasını gerektirir. Hsiung-nu’lardan gördüğümüz fenalıklara çare bulmak o kadar kolaydır ki Size tâbi olan krallardan yalnız biri, nasihatlerim bir parça takip olunursa bu barbarları itaat altına alabilir. Bunu bir tecrübe ediniz! Göreceksiniz ki az zaman içinde Shan-yü’ye hâkim olacaksınız! Siz Majesteleri, niçin beni Bakanınız, tâbi devletlerden (shu-kuo)23 sorumlu bir memurunuz olarak istihdam etmiyorsunuz? Bakanınızın (yani benim) planı kabul edilecek olursa, Bakanınız olarak ben, bir yandan, Shan-yü’nün iki yakasını toplayıp onun hayatını sizin hizmetinize sunabilecek; diğer yandan, eğer arzu ederseniz shan-yü’nün Meclisine başkanlık eden (Kurultay başkanı!) hâin Chung-hang Yüeh’yi kendi sırtını kırbaçlatmak için yere yatıp uzanmak zorunda bırakacak ve onu cezalandıracağım. Üstelik, bütün Hsiung-nu halkı da sadece İmparator’un emirlerini dinler hale getirilecek. Affınıza sığınarak arzedeyim ki Hsiung-nu’ların bu kadar mağrur bir şekilde davranmalarının sebebi, sizin hareket tarzınızdır. Sizi endişelendiren bu vahşilerin üzerine atılacağınız yerde av peşinde dolaşmakla vakit geçiriyorsunuz! Havâî bir eğlence uğrunda bu kadar büyük fenalıkları düşünmeği ihmâl ediyorsunuz! Sükun ve istirahat, emniyet bu suretle sağlanmaz! Hüküm ve nüfuzunuzu korkulacak bir hale getirmek, faziletinizi en uzak memleketlere hatta hududlarınızdan dışarıya sevdirmek isterseniz bu, Sizin elinizde olan bir iştir. Halbuki bugün İmparatorluğunuzdan 30-40 fersah mesafede bile kendinize itaat temin edemiyorsunuz!”24

Bu metne bakıldığında Hsiung-nuların Çinlilere gerek maddî gerekse manevî yönden ne kadar zarar verdikleri, Çinlilerin ise onları ne kadar hakir gördükleri kolayca anlaşılabiliyor. Chia I’nin burada ifade ettiği hususlar, aslında o dönem insanlarının çoğunun psikolojik durumunu da yansıtmaktadır.

Raporda, özetle şu radikal değişikliklerin yapılması önerilmektedir: 1. Savunmaya dayalı dış politikadan kuvvet kullanmak suretiyle yayılmacı politikaya geçilmeli, Çin, göçebe korkusunu üzerinden atmalı, 2. Ho-ch’in Sistemi yerine “Haraç Sistemi”25 getirilmeli.26

Chia I’nin bu teklifleri Çin sarayında o zamanki şartlar icabı fazla ciddiye alınmamış, ancak bir nesil kadar sonra İmparator Wu-ti zamanında en katı ve eksiksiz bir şekilde uygulanmaya başlanmıştır.

Hsiung-nulara Karşı Alınması Gereken Tedbirler

M.Ö. 198 yılında Hsiung-nular ile Çin’deki Han Sülâlesi arasında imzalanan Ho-ch’in Anlaşması, yukarıda izah etmeye çalıştığımız Çin merkezli dünya nizamı anlayışına kuvvetli bir darbe indirmişti; Hanlar ile eşitlik statüsünü de elde eden Hunlar, bu nizamın en kuvvetli ve saldırgan mütecâvizleri olmuşlardı. Chia I’nin yukarıda bahsettiğimiz ikazlarına ve Ho-ch’in sistemini de acımasızca tenkit etmesine rağmen Çin, Ch’in Sülâlesi’nin yıkılması ve Han Sülâlesi’nin doğuşunu takip eden iç savaş ve dahilî problemlerle uğraşıyordu; ayrıca M.Ö. 201 yılındaki savaşta neredeyse Mao-tun’un eline esir düşme tehlikesi yaşayan İmparator Kao-tsu (Kao-ti) için Hsiung-nu gücüne büyük bir hürmet göstermek, hediyeler vermek, evlilik münasebetleri tesis etmek, Hsiung-nuları yatıştırmanın en kolay yoluydu. Hatta İmparator Kao-ti, eğer İmparatoriçe Lü engel olmasaydı kendi kızını bile Mao-tun’a eş olarak vermeye hazırlanmıştı.

Ho-ch’in anlaşması, Kao-ti’den sonra Lü, Wen ve Ching gibi İmparatorlar zamanında da Hsiung- nuların aralıklarla sınır boylarını yağmalamalarına rağmen devam etmiş, hatta İmparatoriçe Lü’ye Mao-tun’un M.Ö. 192’de yaptığı kaba evlilik teklifini bile Çin, bu sebeple sineye çekmek zorunda kalmıştı.27 Ancak “saf” Hunlar, gerçekte, Chung-hang Yüeh, aşağıda göreceğimiz “Beş Tuzak” konusunda kendilerini uyarıncaya kadar,28 kendi güçlerinin Çin tarafından resmen tanınmasının Han sarayını nasıl şiddetli bir sıkıntıya soktuğunu başlangıçta fark edememişlerdi; bu sebeple de Çinlilerin her dediklerini doğru kabul ediyorlardı.29

Çinliler ise, “Ho-ch’in” sulh anlaşması maddelerinin aslında kendileri için ileriye dönük olarak nasıl kazançlı bir yol olduğunu çok iyi kavramışlardı. Bu vesile ile Hsiung-nuları Çin malları ile iktisaden etkileri altına almak, sonra da kültürel yönden assimile etmek niyetindeydiler. Çinliler, Hsiung-nulara verdikleri hediyeler ve yaptıkları para yardımını, onları önce zayıflatmak, sonra da neticede yıkmak için iktisadî bir silah olarak kullanmayı düşünüyorlardı.30 Onların bu niyetlerini Chia I’nin İmparator’a sunduğu raporlarından açıkça görmek mümkündür. Çin sarayı için asıl önemli olan şey, Ho-ch’in anlaşmasına nasıl yapılıp da son verileceği ve, Çin hakimiyeti çerçevesinde bir haraç sistemine Hsiung-nuların nasıl çekileceği idi. Ancak bu, “Hsiung-nular askerî bakımdan daha fazla zayıflatıldıktan ve iktisaden Çin yardımına daha çok bağımlı hale getirildikten sonra mümkündü ancak.”31

“Beş Tuzak”

Göçebe kavimleri itaat altına almak, bizim şimdiki örneğimizde ise nihaî hedef olarak Hsiung- nuların tabiiyet altına alınması, Çin için Konfüçyanist düşünce sisteminin ve Çin merkezli dünya hakimiyeti anlayışının ayrılmaz bir parçası idi ve bu, aynı zamanda Çin’in, “haraç sistemi” denilen ve en iyi şekilde de Ho-ch’in anlaşması fırsat bilinerek uygulanmaya çalışılan politikasının temelini teşkil ediyordu. “Haraç sistemi”nin hususî şartları daha tespit edilmemiş olduğu zamanlarda bile Çin sarayında Konfüçyanist âlimlerin öncülüğünde “ho-ch’in anlaşması çerçevesinde Hsiung-nuların nasıl kontrol altında tutulabileceği” hususunda tarışmalar yapılıyor, ortaya enteresan fikirler atılıyordu.32 Bu konudaki ilk Çin teklifi de yukarıda hayatı ve Konfüçyanist fikirlerinden kısaca bahsettiğimiz Chia I’nin “Beş Tuzak” diye bilinen teklifidir:

“Onlara (yani Hsiung-nulara) GÖZLERİNİ BOZMAK için ihtimamla hazırlanmış elbiseler ve arabalar vermeliyiz; AĞIZLARINI BOZMAK için onlara nefis yiyecekler vermeliyiz; onlara KULAKLARINI BOZMAK için musikî ve kadınlar vermeliyiz; MİDELERİNİ BOZMAK (yani genel arzu veya iştahlarını bozmak) için onlara yüksek evler, tahıl ambarları ve köleler temin etmeliyiz; itaat etmek için gelen Hsiung-nulara İmparator, bir kraliyet resepsiyonu ile kendilerine hürmet göstermeli, bu partide İmparator, onların AKLINI BOZMAK için onlara bizzat şarap ve yiyecek ikram etmelidir. Beş Tuzak denilenler bunlardır.”33

Ying-shih Yü’nün dediği gibi, bu “Beş Tuzak”da teklif edilen, “Han Sülâlesi Çini’nin üstün maddî kültürü nün yanı sıra lüks hayat tarzını Ho-ch’in sistemi vasıtasıyla Hsiung-nuları felç etmek için kullanmaktan başka bir şey değildi.”34 Ho-ch’in Anlaşmasının bu münasebetle Çinliler tarafından gerçekte kötü niyetle uygulandığı, Chung-hang Yüeh’nin Hsiung-nu Shan-yüsüne yaptığı ikazlardan açıkça anlaşılmaktadır. Öyle anlaşılıyor ki gerek Çinliler, gerekse Hsiung-nular, Ho-ch’in sisteminin arkasında yatan gerçeğin aynı şekilde farkındaydılar. “Hsiung-nular için pek verimli gibi görünen Çin ipeklileri, hububatı, lezzet itibariyle tatlı, ama maalesef zehirliydi”.35

Chung-hang Yüeh, Hsiung-nu shan-yüsüne bu tavsiyeleri yaptığında artık zaman çoktan geçmiş, Hunlar Çin yiyecek ve giyeceklerine iyice alışmış bulunuyorlardı. Çöküşün sebebi sadece malların beğenilmesiyle ilgili olmayıp bir o kadar da ekonominin ve hayat şartlarının değişmesiyle alâkalıydı.36 Bu durumu fark eden Vezir’e düşen ise sadece, Çin’den bundan sonra saraya gelecek olan malların daha kaliteli ve daha fazla olmasına dikkat etmek, Çin elçilerini de bu yönde tehdit etmek olacaktı.37

“Beş Tuzak” ile ifade edilen Çin stratejisi Hsiung-nuları tehdit eder gibi görünmekle beraber

Hunların temel ekonomisi, Çin’den gelen kumaş, hububat, şarap ve madene bağlı olmadığı için hiç bir zaman fazla bir risk taşımıyordu; evet, ticaret önemliydi ve göçebeler, bu gibi yiyecek mamulleri ile el yapımı Çin ürünlerini kendi hayvanî ürünleri karşılığında alıyorlardı; bu sebeple de başarısız olmuş sayılabilir. Çin’in Hun sarayına gönderdiği hediyeler ise genellikle ipek ve ipek mamulleri, para yardımı, rüşvet gibi, “lüks” ürünlerdi ve shan-yü, bunları devleti idare eden “elit” tabaka arasında paylaştırıyordu. Bunlar ise göçebe bir devlet için zenginlik kaynağıydı. O. Lattimore’un dediği gibi,38 saf göçebe olmayan ve gelir kaynaklarının farkında olan Hsiung-nu idarecileri, bozkır kavimlerinin sırtından ve kendi hesaplarına bu siyasî gücü korumak için Çin ile iş yaparken bu istisnaî hakkını dikkatle koruyordu.39 Hatta Hsiung-nu idarecileri, hiç bir mahallî Hun yöneticisinin Çin ile kendi adına görüşme yapmasına ve Çin topraklarında kalmasına izin vermiyorlardı; sınır ilişkileri hiç mahallî olarak yapılmıyordu: Shan-yü’den Çin sarayına veya Çin’den Shan-yü’nün karargahına gelip giden elçiler vasıtasıyla oluyordu. Çin idarecileri bunu bildikleri için zaman zaman sınır boylarındaki kalabalık göçebe Hun gruplarını yoğun hediyeler ve ünvanlar vermek suretiyle kendi topraklarına ayartıyorlar, ancak Hunların merkezî devlet yapısı, bu gibi Çinli yöneticilerin bozkırdaki Hun idarecileri ile ittifaklar yapmasını imkânsız hale getiriyordu.40 Fakat Çin malları hususunda temel bir problem vardı ki işin püf noktası bu idi: Çin’den gelen “lüks” hediyeler sadece shan-yü ve idarecilerine gidiyordu; Saray’ın dış gelirleri, genellike Çin’den alınan haraçla sınırlıydı ve hükümdar, ekstra gelirler ve elçilerin veya Hun ülkesini ara sıra ziyaret eden Çinli idarecilerin zaman zaman getirdikleri hediyeler olduğu sürece otoritesini sağlayabiliyordu;41 ancak sınır boylarında bulunan idareciler ve halk “açtı”, bunların Çin’den bir kazancı olmuyordu; işte bu sebeple ve yine Hsiung-nu hükümdarının talebiyle “sınır pazar yerleri” açılmıştır.

A.  Sınır Pazar Yerlerinin Açılması

Çinlilerin sınır Pazar yerleri açmaları, Hsiung-nuların artan saldırıları ve sınır bölgelerindeki yağma hareketlerinin devam etmesi neticesinde İmparator Wen-ti’nin, Ho-ch’in anlaşmasını yeniden gözden geçirmesi, bu arada verilen yıllık vergi miktarının artırılması ile birlikte sınır ticaretinin de açılması ile ilgilidir. Tarihçiler, genellikle, kuzeydeki Çin Seddi boyunca sınır Pazar yerlerinin açılışının, İmparator Ching-ti (M.Ö. 156-140) zamanında başladığına inanıyorlarsa da, HS’nin toplayıcısı Pan Ku’ya göre, bu resmen Wen-ti zamanında başladı ve Ho-ch’in anlaşmasının bir parçası sayıldı.42 Bu bakımdan, sınır ticaretinin resmen açılışı İmparator Wen-ti ile Lao-shang shan- yü arasında olmuş olmalıdır.43 Pan Ku’nun dediğine göre, “İmparator Wen, Hsiung-nularla sınır ticaretini açtı, Shan-yü ile evlenmek üzere Han Sülâlesine mensup bir kız gönderdi ve Hsiung-nulara verilen hediyeleri de yılda 1000 parça altına çıkardı.”44 Wen-ti’nin Ho-ch’in Anlaşmasını yeniden gözden geçirmesi esnasında daha sonra sınır Pazar yerleri şeklini alacak olan sınır ticareti, bilhassa önemlidir ve Hsiung-nuların sadece hanedan üyelerinin değil, bu defa sınır boylarında oturan halkın da Çin mallarına temâyül ederek önce bunlara alışmalarına, daha sonra da buna engel olmak isteyen Hun idarecilerine başkaldırmalarına sebep olmuştur. Çünkü, yukarıda temas edildiği gibi, Çin’den gelen lüks mallar, vergiler, hatta arasıra verilen rüşvetler sadece Hsiung-nu elit tabakası arasında paylaşılıyor, ancak halk bundan bir kâr elde edemiyordu. Kalabalık Hun kitlelerinin bu malları elde etmek için uygulayacakları en kolay yol, anlaşmayı da hiçe sayarak Çin’e yağma akınlarında 

bulunmak olacaktı. İşte bu sebepten, Wen-ti zamanında Çinlilere bizzat Hsiung-nular tarafından, “sınır Pazar yerleri kurulması” fikri empoze edildi; bu sınır pazar yerleri, Hsiung-nu halkının ihtiyaçlarını karşılayacaktı.45 Bu husus, daha sonra yapılan anlaşmalarda dile getirilmişti: Eğer Shan-yü’den anlaşmaya riayet etmesi isteniyorsa, Çin ile sınır ticaretinin açılması şarttı.46 Ancak, sınır ticaretinin diğer bir yönü daha vardı: Çin ile olan anlaşma ve sınır ticareti vasıtasıyla Hunlara bağlı bulunan göçebeler, bu şekilde sakinleştirilmiş oluyorlar, Shan-yü de en üst askerî lider olarak kendi durumunu emniyete almış oluyordu; yani Shan-yü, göçebelerle Çin sarayı arasında ticaret ilişkileri hususunda bir tür aracı vazifesi görüyor, kendi durumunu da muhafaza altına alıyordu.47

Chia I, sınır Pazar yerleri açılması ve bunun ne şekilde işletileceği konusunda bize, kısaca şu bilgileri vermektedir:

“Hsiung-nuların en çok ihtiyaç duydukları, sınır pazar yerleridir (kuan-shih), üstelik onları bizden almak için, başka çare kalmayınca kuvvete başvurmak da dahil çılgınca hareketler yaptılar. Majestelerine, kararımızı kendilerine bildirmek için bu fırsatı kullanarak, onların büyük çaplı sınır Pazar yerleri kurma ricalarını tereddüt göstermeden yerine getirmeyi, Hsiung-nularla sulh yapmak için bol hediyelerle birlikte elçiler yollamayı tavsiye ediyorum. Elçilerimiz geri döndüklerinde de stratejik önemi hâiz yerlerde hemen birçok pazarlar açmalıyız. Bu Pazar yerlerinin her birinde bizim kendimizi korumamız için yeterince askerî kuvvet bulundurmalıyız. Sınırdaki her büyük pazarda, çiğ et, şarap, pişirilmiş pirinç ve nefis kuzu çevirmeleri satmada uzmanlaşmış dükkanlar bulunmalı. Dükkanların hepsi 100 veya 200 kişiye hizmet edebilecek kapasitede olmalıdır. Bu şekilde Çin Seddi altındaki Pazar yerlerimiz kesinlikle Hsiung-nularla kaynayacaktır. Üstelik, eğer onların kralları ve komutanları Hsiung-nuları kuzeye dönmeye zorlamaya çalışırlarsa onların, dönüp kendi krallarına saldırmaları kaçınılmazdır. Bizim pirinç, yahni, kuzu çevirmelerimiz ve şarabımız Hsiung-nuların iyice gözlerinde tütmeğe başladığında bu, onların öldürücü zayıflamaları olacaktır.”48

İmparator Wen-ti ve Ching-ti zamanlarında Hsiung-nular, Ho-ch’in anlaşması uyarınca kendilerine ödenen vergiler ve verilen hediyeler karşılığında Çin sınırlarına büyük çaplı yağmalar yapmaktan bir zaman için vazgeçmiş görünüyorlardı; para ve altın takdimi de “hediyeler”in bir kısmını oluşturuyordu.49 M.Ö. 140 yılında İmparator olan savaş taraftarı Wu-ti de, saltanatının ilk dönemlerinde Hunlara bol bol hediyeler vermeye devam etti; öyle ki Wu-ti zamanında Hunlara verilen yıllık vergi en yüksek seviyeye ulaştı; sınır ticareti de Hunlar lehine daha da genişletildi.50 SC’nin belirttiğine göre, tahta geçtiğinde Wu-ti’nin yaptığı ilk işlerden biri, “Ho-ch’in sulh anlaşmasını yenilemek” oldu. “O (Wu-ti), Hsiung-nulara büyük bir cömertlikle davrandı, sınır Pazar yerlerinde onların ticaret yapmasına müsaade etti ve onlara bol bol hediyeler gönderdi. Bütün Hsiung-nular, Çin Seddi boyunca gelip giderek Hanlarla arkadaş gibi büyüdüler.”51 Hsiung-nuların, üstün Çin maddî kültürünün kullanılması sayesinde uysallaştırılması, Ying-shih Yü’nün dediği gibi gerçekten dâhice bir buluştu;52 alınan neticeler de bunun böyle olduğunu göstermiştir.

B.  Ch’ao Ts’o (ö. M.Ö. 154)

Yerleşik Çin medeniyetinin tarih boyunca göçebelere karşı yürüttüğü assimile ve birbirlerine düşürme siyasetinin temellerini atan ve stratejisini tespit eden kişi olarak ifade edebileceğimiz Ch’ao Ts’o, “barbarı barbara düşürme” olarak açıklanan bir sistemin kurucusudur. İmparatorluğun içinde bulunduğu kötü şartlarda bakan olan Ch’ao Ts’o’nun bu enteresan görüşü, daha çok Sonraki Han Sülâlesi (M.S. 24-220) zamanında yoğun bir şekilde uygulanmış, neticede Hsiung-nular, gerek “kardeş” ve tâbi devlet ve boyların isyanı, gerekse kendi içlerinde meydana gelen kardeş kavgaları sonucunda kısa zamanda zayıflayarak en sonunda yıkılmıştır. Ch’ao Ts’o, devletin en büyük üç memuriyetinden birinde, imparatorluk danışmanı olarak M.Ö. 155-154 yılları arasında hizmet etmiş; Chia I’den daha güçlü, çağdaş problemleri sistemli ve nizama uygun bir şekilde analiz etmeyi bilen pratik bir devlet adamıydı.53 İmparator Ching-ti tahta geçtiği zaman ona “imparatorluk sekreteri” olarak hizmet etmiş54 ve ona, kendisine itiraz edecek, meydan okuyacak krallara canla başla karşı koymasını, Hsiung-nu’larla ilişkilerde stratejik ve taktik davranılmasını tavsiye etmiş; devletin ziraî üretimini artırma vasıtalarına dikkati çekmişti; Chia I gibi o da, önceki Ch’in Hanedanı’nın hataları ve başarısızlıklarının farkındaydı.55

Ch’ao Ts’o’nun Chia I’den farkı, prensiplerden ziyade derece ve vurgulama farkıydı; eğitim altyapıları da faklıydı: Chia I, Shih-ching (Şarkılar Kitabı) ve Shu-ching (Belgeler Kitabı) üzerinde öğrenim görmüştü; oysaki Ch’ao Ts’o’nunki, Shang Yang ve Shen Pu-hai’a dayanıyordu.56 HS’daki Ch’ao Ts’o’nun denemelerine bakıldığında, Konfüçyus prensipleriyle birleşmiş etnik ve sosyal hiyerarşiler hususunda açık hiçbir işaret yoktur. Her ikisi de imparatorlara hemen aynı tavsiyelerde bulunmuşlar, her ikisininki de kabul görmüş olmakla beraber, Chia I, o zaman bir kahraman gibi karşılanmış, Ch’ao Ts’o ise ancak Çinli yazarlar tarafından son zamanlarda takdir edilmiştir. M.Ö. 155 yılında imparatorluk danışmanı olan, ikinci olarak ancak bakanlık görevine getirilen Ch’ao Ts’o, zaten bir yıl sonra, M.Ö. 28 Şubat 154 tarihinde, kendisini çekemeyen rakiplerinin kıskançlıklarının kurbanı olarak katledilmiştir.57

C.  I-i-chih-i/I-i-fa-i

a.  I-i-chih-i

İlk defa İmparator Wen-ti zamanında Ch’ao Ts’o tarafından takdim edildiği bilinen bu taktiklerden birincisi olan “i-i-chih-i”, “Barbarları durdurmak için Barbarları kullanmak”; ikincisi “i-i-fa-i” ise “Barbarlara saldırmak için Barbarları kullanmak” demektir.58

Burada “barbar” anlamında kullanılan “I” kelimesi, M.Ö. XI. yy.da Çin’de Chou Sülâlesi’nin kurulmasıyla birlikte Çin kaynaklarında gözüken ve genel anlamda “yabancı”demek olan bir tabirdir. Bu dönemde Çinliler, yabancıları Doğuda: I’ler, Güneyde Manlar, Batıda: Junglar, Kuzeyde: Tiler şeklinde tasnif ediyorlardı.59 Bunlardan birincisi olan “i-i-chih-i” prensibi, Çin’deki o zamanın şartları icabı60 daha çok Birinci Han Sülâlesi döneminde yani M.Ö.’ki zamanlarda, ikincisi ise M.S.’ki Han Sülâlesi zamanında uygulanmıştır.

Chou Sülâlesi zamanındaki hâkim geleneğe göre, birbirleriyle savaşmak, savaşırken de Çinli olmayan, “barbar” olanlara karşı bunu yapmak gerekiyordu; “saf” Çin Devleti’nin bir diğeriyle savaşmaması lazımdı.61 Bu iki strateji, Çin’deki Han İmparatorluğunun Batı’daki muasırı Roma İmparatorluğunda da enteresan bir şekilde gördüğümüz “Divide et Empire” (Böl ve Hükmet!) prensibinin Çin’deki karşılığı olarak görülebilir ki bu prensibin yalnızca Çin’e, Birinci Han Sülâlesi’ne mahsus bir metod olmadığı62 böylece anlaşılmış oluyor. Çinli olmayan kavimlere karşı Çinli olmayanların kullanılması gibi, Roma İmparatorluğu’nda da yardımcı birliklerden oluşan ücretli asker toplama adeti vardı ve bu, büyük bir başarıyla işliyordu.63 İlk defa Sonraki Han döneminde daha çok uygulanmış ise de o dönemin bir “keşfi” olmayıp, çok daha önceden Ch’ao Ts’o tarafından önerilmişti.

Ch’ao Ts’o, İmparator’a sunduğu uzun bir eserde, İmparatorluğun şu andaki durumunun, en iyi avantaj olarak “Barbarlara saldırmak için Barbarları kullanma”yı gerekli kıldığını; bu sistemin, bilhassa itaat altına alınan Hsiung-nuları süvari olarak silahlandırmak; bizzat kendi kabilesinden olanlara karşı savaştırmada yoğun bir şekilde kullanabilmek için bunları Çin kuvvetlerine katmak anlamına geldiğini söyledi.64 Ch’ao Ts’o, gelecekte Hsiung-nulara karşı tatbik edilecek muhtemel bir stratejiyi işler kılmak için iki unsur tesbit ederek onları İmparator’a yazdığı eserinde açıkladı: Bunlardan biri, Hsiung- nulara saldırmak için doğrudan Çinlileri değil, Çin’e bağlanan “Barbar”ları şu gaye için kullanmaktı: “Barbarlarla savaşmak için Barbarları kullanmak. Orta Krallık’ın (Chung-kuo) âdeti/sanatı bu” idi.65 İkinci husus, savaşlarda tecrübe edildiği kadarıyla Hsiung-nuların askerî üstünlüğü, büyük ölçüde onların atları yüzündendi; Hunların atlarıyla Çin ordusunun atlarını mukayese etmek mümkün değildi. “Hsiung-nuların arazisi, sahip olduğu yapı ve icap eden maharet bakımından Çinlilerinkinden farklıydı. Dağ ve bayırları çıkarken ve inerken, sarp gözetleme kulelerine girip çıkmada Çin askerleri, Hsiung- nuların atlarıyla rekabete dayanamazlardı.”66

İmparator Wu-ti zamanından itibaren de, özellikle Çin’e tâbi olan Hsiung-nuların “shu-kuo” askerleri, Hsiung-nu asıllı olan Hular ve, Çin’in güneyindeki Yüehler (Güney Barbarları), Çin ordusu içerisine dâhil edilmeğe başlandı.67 Çin’de sınır bölgelerinde bulunan yabancı asıllı savaşçılar ve süvarilerin Çin ordusuna asker olarak alınması ve bunların düzenli askerden çok gönüllü olarak kullanılması Ch’ao Ts’o zamanından beri bilinmemektedir.68

Çin’in uyguladığı bu “i-i-chih-i” politikasını M.S.’ki dönemlerde meselâ I. Türk Kağanlığı’nın Doğu ve Batı kolları arasına fitne sokulması ve neticede 630’lu yıllarda yıkılması örneğinde de görmek mümkündür: O zaman T’ang Sülâlesi imparatoru olan T’ai-ts’ung, Batı Türkleri arasındaki âhengi ortadan kaldırmak için, “i-i-chih-i” politikasını kullanarak 641 yılında, Batı Türk Kağanlığı’nın Doğu bölümü kağanı Tu-lu Kağan’a (638-651) karşı Sha-po-lo Yeh-hu’nun (Işbara Yabgu Kağan) meşruiyetini tanıyarak onu Batının kağanı yapmış,69 bunun üzerine her iki Türk grubu birbirleri ile savaşmaya başlamışlardı. II. Türk Kağanlığı döneminde, “Mançurya’dan İli vadisine kadar” bütün İç Asya’yı kontrol eden ve Çin Seddi’nin kuzeyindeki bütün bozkır bölgesini hakimiyeti altına alan Kapagan Kağan’ın 698-699 yıllarındaki Çin seferleri münasebetiyle Çin, Ti Jen-chieh gibi şöhretli bir Çin devlet adamının “i-i-chih-i” yani “barbarları kontrol etmek için barbarları kullanma” teklifini kabul etmek zorunda kalmıştı.70

b.  I-i-fa-i

Sonraki Han Sülâlesi zamanında, Ch’ao Ts’o’nun bu stratejisi, zamanın şartlarına göre ve göçebelerin ortaya çıkan yeni durumlarından doğan ihtiyaçlara cevap vermek üzere daha da düzeltilerek iyiden iyiye gözden geçirilmiştir. Sonraki Han Sülâlesi yıllıklarında “i-i-fa-i”, yani “Barbarlara saldırmak için Barbarları kullanmak” ile ilgili bir yığın örnek vardır. Çin sınır garnizonlarında görevli askerî kişilerin umumî dinlendirilmesi veya ilga edilmesi gibi durumlarda bilhassa M.S.’ki dönemlerde, Güney Hsiung-nuları, Wu-huan, Ch’iang kavimleri gibi Çin’e bağlanmış veya Çin içerisinde sayılan göçebeler de aynı ölçüde, ya istilâ savaşlarında ya da göçebelerin sebep olduğu isyan savaşlarına karşı kullanılmıştır. Meselâ Üç Krallık Devri olarak bilinen dönem (M.S. 221¬265) sonuna doğru bu göçebe kavimler, Çin’in iç savaşlarında da oldukça önemli vazifeler ifa etmişlerdir. Bu sebepledir ki Çin, Sonraki Han Sülâlesi döneminde göçebeleri Çin içerisine yerleşmeye teşvik etmiş, aynı şekilde Çin içerisinde bulunan “barbar”lardan da daima mahallî yönetimlere ağır işçilik hizmetlerinde bulunmalarını istemişti.74

Sonraki Han Sülâlesi zamanında “i-i-fa-i” prensibinin anlamı daha da genişletilerek Batı’da uygulanan “Divide et Empire” (Böl ve Hükmet!) denilen prensip yerine bile geçmeye başlamıştır. Bu “Böl ve Hükmet!” siyasetini, M.S. 51 yılından itibaren Hsiung-nular münasebetiyle Çin’de de açık olarak görüyoruz.72 Mesela 137 yılında, Jih-nan’da (şimdiki Vietnam) isyan çıkarıldığı zaman, memur Li Ku, isyanı bastırmak için Çin ordusu göndermek yerine bu sistemi uygulamıştı; “ona göre, en etkili ve uygun araç, Barbarları birbirlerine karşı savaştırabilmek için para ve, barbarlara bir ‘kama sokmak’ şerefini kullanmak” idi. Her ne kadar onun bu enteresan teklifi sarayda umumî bir kabul görmemiş ise de gerçekten beklenen neticeleri vermekte gecikmemişti.73

Çinli sınır görevlileri, HHS’nun kaydına göre, meselâ bir Ch’iang birleşik cephesini “toz haline getirmek” ve onları karşılıklı hücumlarla birbirleriyle meşgul etmek için parayı bir silah olarak kullanmanın daha etkili olduğunu görmüşlerdi. “Barbarlara karşı barbarları kullanmak” prensibinin en iyi bilinen örneklerinden biri, Hsiung-nuların ikiye ayrılmaları münasebetiyle M.S. 73, 88 ve 89 yılı hadiselerinde yine HHS’da kendisini göstermektedir. 77 yılında, sınır boylarında oturan: Güney Hsiung-nuları, Ch’ianglar, Wu-huanlar ve Hsien-pilerden oluşan atlı birlikler, Kuzey Hsiung-nularına karşı büyük bir saldırıya geçmişlerdi ki burada 7.000 kişilik kuvveti sadece Güney Hsiung-nu’ları ve Ch’iang’lar meydana getiriyordu.74 O dönemde bir yazar şöyle demişti: “Kuzey Barbarları’nın (yani Hsiung-nular) iki gruba bölünmüş olması ve birbirlerine karşı savaşlara girişmiş olmaları gibi Tanrı tarafından verilmiş böyle bir şansa sahibiz. Barbarlara saldırmak için barbarları kullanmak devletimizin avantajınadır.”75 Yine M.S. 88 yılında, Tung Hu neslinden gelen Hsien-piler Kuzey Hsiung-nulara saldırarak onları yenmişlerdi; “barbarın barbara saldırışı”nın bu tipik örneği karşısında Saray’daki Çinli bir memur, “tek bir Çin askeri kaybetmeksizin savaş kazanan” İmparator’u alkışlayarak tebrik etmişti. Çünkü o böyle bir işin ancak, Hsien-pilerin câzip Çin hediyelerine olan tamahkârlıklarıyla mümkün olduğunu çok iyi biliyordu.76 Yine 88 yılında, Kansu bölgesinde Chang-yeh’de oturan Hsiao Yüeh- chihlar, Ch’iang kavminin saldırısına maruz kalınca Çin sarayına müracaat ederek onlardan yardım ve himaye talep ettiklerinde “neredeyse bütün saray memurları, durumu Çin için oldukça avantajlı görmüşler, bu yüzden de Çin’in bir şekilde müdahil olması fikrini tasvip etmemişlerdi.”77 89 yılında Çin komutanının Kuzey Hsiung-nularına karşı giriştiği büyük sefere Ch’ianglar ve mahallî yardımcı birlikler büyük destek verdikleri gibi, Güney Hsiung-nuları da 40.000’den fazla askerle katılmışlardı.78 Sınır bölgelerinde yerleştirilerek Çin’e destek veren ve Çin sınırlarını kuzeyden gelecek “barbar” tehditlerine karşı savunacak olan bu “barbar” yardımcılara Çin idaresinin ” kulakları ve gözleri” deniyordu.79

Açıkça i-i-fa-i metodu, Sonraki Han Sülâlesi zamanında insanı hayrete düşürecek şekilde Çin menfaatlerine hizmet eden bir politika haline dönüştürülmüştü; ancak zamanın yeni şartlarına ve yeni göçebe kavimlerin ortaya çıkmasına göre Çinliler, bu sistemi, “birleşik, güçlü ve saldırgan bir bozkır devletinden gelen daimî tehditlere karşı değil, aynı zamanda gerek Çin içerisinde gerekse dışında bulunan çok küçük ve bölünmüş, ama sebep oldukları karışıklık hiç de daha az olmayan barbar gruplarla yüzyüze geldiklerinde”80 de uyguluyorlardı.

Çin sınırlarını savunmak için İmparator Wen-ti’den önce sınır bölgelerine kısa aralıklarla vazife yapacak genç askerler gönderiliyordu. Ch’ao Ts’o, bunu da tenkit etmiş; sınır muhafazasını bunlara emanet etmek yerine meskenlere ve çiftliklere aileleriyle birlikte yerleştirilecek insanlardan düzenli yerleşim yerleri teşkil etmenin Devlet’in daha fazla avantajına olacağını delilleriyle göstermiş; Devlet’e, insanlara bu tür koloniler kurmalarını teşvik etmek için özendirici teklifler yapılmasının iyi olacağı teklifinde bulunmuştur. Bu insanlar, o bölgede hem askerî, hem de ziraî işler yapmakla da mükellef olacaklardı.81 Ch’ao Ts’o’nun bu teklifi, İmparator Wu-ti zamanından itibaren, Hsiung-nulardan zaptedildikten sonra “Hsi-yü” yani Doğu Türkistan bölgesinde uygulanmış, Fergana bölgesinin fethinden sonra her biri 500 kadar çiftçi-askerden oluşan askerî ziraî koloniler diyebileceğimiz t’un- t’ien’ler kurulmuştur. Bu yerleşim yerlerinin maksadı, Batı Bölgelerine gidecek olan Çin askerlerinin ve elçilerinin yiyecek ihtiyaçlarını karşılamaktı; 82 bununla görevli olan Wu-chi Chiao-wei memuriyeti ise, hem t’un-t’ienlerden sorumlu olacak, hem de Batı Bölgesi’ndeki Çin askerlerine yiyecek temin edecekti.83 HHS’nun toplayıcısı Fan Yeh’nin ifadesine göre, bu t’un-t’ien sistemi, Çin Haraç Sistemi’nin Batı Bölgelerinde desteklenmesinde “anahtar rol” oynamıştır.84

D.  Tung Chung-shu

(M.Ö. 195/179?-115/104?)

Han Sülâlesi zamanında ve İmparator (Hsiao) Ching-ti ile Wu-ti dönemlerinde görev yapan Tung Chung-shu, Konfüçyanist eyilimli bir devlet adamı, yeni ortaya çıkan “elit tabaka” ideolojisinin de ateşli taraftarı olan Konfüçyanist bir filozftur.85 Bilindiği üzere Ch’in Sülâlesi zamanında İmparator Shih Huang-ti, bir sebep yüzünden bütün Konfüçyanist kitaplari imha ettirmiş, bu ekolü temsil eden birçok âlimi de öldürtmüştü.86 İşte, Çin’de Konfüçyanist sistemin yeniden yerleşmesini temin eden ve bu konuda Çin İmparatoru Wu-ti’ye danışmanlık yapan Tung Chung-shu’dur. Hayatı ve hangi tarihler arasında yaşadığı konusunda tam bir görüş birliği yoktur. M.Ö. 179 ilâ 104 yılları verildiği gibi,87 195 ilâ 115 tarihlerini verenler de vardır. Konfüçyus gibi Çin’in kuzey bölgesinde, eski Chao Beyliği  topraklarındaki Kuang-ch’uan’da doğmuştur. Gençliğini, Konfüçyus’a atfedilen Ch’un-ch’iu (İlkbahar ve Sonbahar) Yıllıklarım “yutmak”la geçirmişti; kendisi bu konuda akademik bir uzmandı.88 Gerek kendisi gerekse çocukları ve torunlarının hep “yüksek memuriyetlerde” çalıştıkları Çin kaynaklarında anlatılan Tung Chung-shu,89 ilk defa Ching-ti döneminde muhtemelen M.Ö. 152 tarihlerinde devlet görevine getirilmişti.

Ching-ti zamanında “po-shih” (> Türkçe: Bahşi; yüksek bilgi sahibi âlim, Üstad) unvanını kazanmış, Wu-ti zamanında ise İmparator başa geçer geçmez kendisini Güneydoğu Çin’deki Chiang- tu Krallığı’nın “başbakanlığına” getirmiş; 90 bir müddet sonra da devlet “üniversite”sinin baş âlimi olmuştu. İmparator’un görev ve sorumlulukları konusunda kendisine sorulan felsefî ve siyasî sorular münasebetiyle iki kere İmparator’un huzuruna çıkmıştı. Hükümdarlığın mahiyeti ve Göğün otoritesine dayalı fikirleri, Ch’in Sülâlesi’nin yanlışları gibi konularda fikirlerini çekinmeden söylemesiyle tanınan91 ve İmparator’u yönetimdeki etkinliği ile çok etkileyen Tung Chung-shu, ölümüne kadar hep bazı krallıklarda “başbakanlık” görevlerinde bulunmuştur; çok yaşlı bir halde emekliliğe ayrıldıktan sonra da kendisini yazı yazmaya vermiştir. Öldüğünde arkasında, 2000 yıldır Çin’de devam edecek olan bir miras (Konfüçyanizm) bırakıyordu. “İmparatorluk Konfüçyanizmi”nin etkili kurucusu sayılan Tung Chung-shu, bilhassa Konfüçyanistler tarafından çok seviliyordu; ancak o, her gelenekten düşünürlere de son derece saygı ve hürmet gösterirdi. 150’den fazla kısa eser yazmış olan ve bunlardan çoğunu da İmparator’a takdim eden Tung Chung-shu’nun İmparatorlara sunduğu muhtelif konulardaki eserlerinin M.Ö. 141 ilâ 130 arası bir tarihte sunulduğu tahmin ediliyorsa da ilk tarih muhtemelen çok erken olmalıdır; genellikle M.Ö. 134 gibi bir tarih veriliyor.92 Tung Chung-shu’nun Konfüçyanist Çin devlet geleneğine getirdiği önemli bir yenilik şudur: “imparatorluğun temel idare prensipleri değişmeden kalır, ancak, siyasetin tedbir almayı gerektiren kararları, farklı çağların değişen şartlarını bunların uygulandıkları şartlara uydurmak için her zaman değiştirilmelidir.”93

Wu-ti, işbaşına geçtikten sonra Hsiung-nulara karşı o zamana kadar yürürlükte olan pasif Çin tavrını değiştirerek onlara karşı şiddet taraflısı bir yol takip etmeye başlamıştı. M.Ö. 130’lu yıllarda başlayan bu siyasî manzara ve Hunlara karşı patlak veren askerî saldırılar karşısında Tung Chung- shu, “iyi bir Konfüçyanist” olarak bu hareketleri kınamıştı. Anlaşma şartlarına riayet, “chün-tzu” yani prensip adamı olanlar için geçerliydi, Hsiung-nular gibi “açgözlü”ler için geçerli değildi; onlar ancak maddî şeylerle tatmin edilebilirdi. Bu sebeple, Hsiung-nulara verilen yıllık ödemelerin artırılması teklifi karşısında Saray’a bu konuda ısrar etmeği sürdüren Tung Chung-shu, pratik bir zeka ile, şu hususların, yeni yapılacak anlaşmalara konulmasını önerdi: Hsiung-nularla, Tanrı (Gök) huzurunda mukaddes bir yemin yaptırılarak bir anlaşma akdedilmelidir. Ayrıca, “Hsiung-nuların anlaşmaya riayet edeceklerinden emin olmak için Han Çin’i Shan-yü’den, bir oğlunu rehin olarak Çin’e vermesini istemelidir. Böylece, üçlü-iktisadî, dinî ve şahsî-kölelik sayesinde Hsiung-nuların Ho-ch’in sistemi ile kendiliklerinden Han (Çin) hakimiyetine bağlanmağa zorlanacağı” umuluyordu.94

Sonuç:

Ho-ch’in Sistemi’nden

Ying-shih Yü’nün de haklı olarak işaret ettiği gibi, gerek Chia I, gerekse Tung Chung-shu’nun yukarıda verdiğimiz teklif ve önerileri, bütün Türk tarihi ve Türklerin Çin ile olan ilişkileri, yıkılış sebep ve şekilleri dikkate alındığında basit, tek tek kimselerin Çin Sarayı’na sundukları boş, anlamsız teklifler olarak düşünülmemelidir; her ikisi de Ho-ch’in sulh anlaşmasına az veya çok dâhil olmuş kişiler olmakla kalmamışlar, sonraki zamanlarda “Haraç Sistemi”nin meydana getirilmesine de yardımcı olmuşlardır. Anlaşma icabı, Çin’den alınan hediyelerin, “ekonomik bir silah” olarak kullanılması “Haraç Sistemi”ne tam olarak uydurulmakla birlikte Tung Chung-shu’nun teklif ettiği “barbarlardan rehin alma” sistemi, “barbarların haraçgüzar yapılması”nın önemli bir sembolü olarak ortaya çıkacaktır.95 Dinamik açıdan ve tarihî süreç içerisinde bakıldığında bu Çin-Hun-Türk ilişkileri, Çin’in “cihanşümul devlet nizamı” anlayışına uygun bir şekilde düzenlenebileceği özel bir şekle doğru, Ho-ch’in Sistemi’nden Haraç Sistemi’ne doğru bir geçiş için sürekli bir arayış olduğu görülebilir. Barfield, “Haraç Sistemi”nde, eski Ho-ch’in anlaşmasının yerine bir yenisinin konmasını değil, eski anlaşmaya sadece yeni bir ilâve görmektedir.96 Gerçi Çin-Hun ilişkilerini düzenleyen böyle bir müessese henüz yoktu ve bunun eksikliği hissediliyordu; Han Çini’nin ekonomik silahının, istenen “barbar”ları itaat altına almada bir müessese halini alabilmesi için dinî ve şahsî bağlar tek başına hâlâ çok zayıftı; ancak Tung Chung- shu’nun teklifi, geçiş için bu “şekil” problemine çok daha yakındı.97

Ch’ao Ts’o’nun geliştirdiği “barbara karşı barbarı kullanma” siyaseti ise tarih boyunca Orta Asya boyları ve devletleri ile Çin sülâleleri arasında hep uygulana gelmiştir; meselâ, M.Ö. 133 tarihlerinde İmparator Wu-ti, Çin’e sığınmış olan Hunlardan Hsiung-nularin kuzeyinde yaşadığını öğrendiği Yüeh-chihlere elçi olarak Chang Ch’ien’i göndermişti.98 Onları bulmak için ta Maveraünnehir bölgesine kadar giderek Yüeh-chih hükümdarıyla konuşan ve eli boş dönen Chang Ch’ien’in asıl vazifesi, Yüeh-chihları tekrar Kansu bölgesine geri getirtmek, Hsiung-nulara karşı içlerinde sönmeyen bir kin olan Yüeh-chihler99 ile Hsiung-nuları bu şekilde birbirleriyle vuruştumak idi. Bu birinci seferinde başarısız olan Chang Ch’ien, Hsiung-nuların Kansu bölgesini kaybetmelerinden sonra onları bir başka “barbar” ile arkadan vurmak isteyen Wu-ti tarafından M.Ö. 118 ilâ 115 yıllarında bu defa, Hsiung-nulara tâbi olan ve Tanrı Dağları bölgesinde oturan Wu-sunları kendi tarafına çekmek ve Hsiung-nulara karşı isyan ettirmek üzere elçi olarak gönderilmişti.100 Böylece Wu-ti, her iki örnekte de “i-i-fa-i” politikasına işlerlik kazandırmak istemişti.101 Wu-ti’nin bu ikinci teşebbüsü başarılı olmuş, Wu-sunlar, gerek Çin’den gelen cazip teklifler gerekse Hsiung-nuların artan baskıları neticesi Çin’e yakınlaşmak zorunda kalmışlardır. Çinliler, Batı Bölgelerindeki Ta Yüan (Fergana), K’ang-chü (Soğdiana) ve Wu- sun gibi devletlere Çin’in zengin altın ve ipek hediyelerini bolca vererek onlarla ilk münasebetleri kurmaya ve daha sonra da onları Çin’e bağlamaya muvaffak olmuş;102 zaman zaman da, M.Ö. 110 ve 105 yılındaki Wu-sun örneğinde olduğu gibi, bu devletlere birer Çin prensesi göndererek önemli bir pazarlık gücü elde etmişti.103 Çinliler, bu devletleri kendilerine bağlarken, düşmanca tavırlar sergileyen mahallî kralları öldürtmek ve onların yerine Çin namzetlerini geçirmek gibi, yaklaşık yarım yüzyıl önce Chia I’nin ortaya attığı “Beş Tuzak” prensibinden hiç de daha aşağı kalmayan yollara başvurmuşlardı.104 İlk Han ile Sonraki Han Sülâleleri arasında bulunan Wang Mang Dönemi’nde (M.S. 9-23) ise gerek bu gibi tâbi devletlere, gerekse Hsiung-nulara uygulanan stratejiler son derece karmaşıktır ve bunlar, Çin’de dahi birçok tartışmalara sebep olmuştur; meselâ Hsiung-nu idarecilerini birbirlerine karşı açıkça kışkırtmak, komplo hazırlamak, Hunları 15 ayrı shan-yülüğe bölmek, teklifini kabul etmeyenleri öldürtmek, Hun devlet mührünü gizlice değiştirmek… gibi.

W. Eberhard’ın çok açık bir şekilde ifade ettiği gibi, “Çin kaynaklarından, Hsiung-nulardaki Shan-yülerin birinin gidip diğerinin gelmesi ve fiilî çatışmalardan Çinlilerin ne derece sorumlu oldukları açıkça görülememekle beraber, Çinliler, Hsiung-nular içerisindeki tefrikayı ve karışıklığı tahrik etmek için entrika, ispiyon ve sabotaj dahil yapabilecekleri her şeyi yaptılar.”105

Hsiung-nulara karşı Çinlilerin uyguladıkları bu entrikacı ve saldırgan tutum, Wu-ti döneminde Çin’in kuzey bölgelerinin ve Kansu’nun onların elinden alınmasından sonra da durmaksızın devam etmiş, hatta onun halefleri Chao-ti (M.Ö. 87-74) ve Hsüan-ti (M.Ö. 74-49) zamanlarında Hunlar daha da zayıflamışlardı. Muhtemelen bu durum, neticede Hsiung-nulara karşı diğer kabileleri harekete geçirmiş:106 M.Ö. 72-71 yıllarında Batıdan Wu-sunlar, kuzeyden Ting-lingler ve doğudan Wu- huanlar, Hsiung-nulara karşı ortak bir saldırıya geçerek onlara düşmanları olan Çinlilerin yaptığından daha ağır kayıplar verdirmişlerdi; Çin kaynaklarına göre, bu “kardeş kavgaları”esnasında Hsiung-nular nüfuslarının %30’unu, hayvanlarının ise yarısını kaybetmişler, bu tarihten sonra onların bilhassa Doğu Türkistan sahasında bulunan tâbi devletler üzerindeki hakimiyeti de tamamen sona ermişti.107

Hsiung-nuların içerisine Çin tarafından sokulan ikiliğe en iyi ve ibretâmiz örnek, M.Ö. 54 yılında iki kardeşin: Hsiung-nu Shan-yü’sü olan Hu-han-yeh ile kardeşi Chih-chih’nın birbirlerine karşı kışkırtılıp önce Chih-chih’nın Shan-yü’ye isyan ederek tahtı elinden almasına ve Hu-han-yeh’nin de M.Ö. 53 yılında Çin’e bağlanmasına yol açmış ve Hunlar ilk defa Çin hakimiyetini “resmen” kabullenmek zorunda kalmışlar; Hu-han-yeh Çin’e sığındıktan sonra kendisine, M.Ö. 48 yılındaki Moğolistan’a dönüşüne kadar Çin sınırında, her yıl artan mikdarda “bedava” altın, bakır, elbiseler, ipek ve ipek mamulleri, kuru pirinç ve hububat gibi Çin yardımları yapılmış, kendisine, Çin’in her zaman yaptığı gibi “büyük” unvanlar verilmişti.108 Bunun bir “neticesi” olarak Çin, kendisine verdiği 16.000 kişilik Çin süvarisiyle Hu-han-yeh’nin, tahtı kardeşi Chih-chih Shan-yü’den geri almasını sağlamış; iki “kardeş” arasındaki savaş, neticede pek çok “kardeş” Hun’un ölümüne sebebiyet verdiği gibi, Chih-chih da M.Ö. 36 yılında, müşterek bir Çin-Hsiung-nu ordusuyla, yani “barbara karşı barbar” destekli Çin ordusuyla Talas boylarında kendisiyle yaptığı kanlı bir kale muharebesi sonucu ortadan kalkmış, i- i-fa-i, “barbarlara saldırmak için barbarları kullanma” stratejisi bir kez daha uygulanmıştır. 109 M.Ö. 33 yılında Çin’i ziyaret eden Hu-han-yeh shan-yü, Çin’e yaptığı “üstün hizmetlerden dolayı” İmparatorluk hareminden beş Çinli kadınla taltif edilmişti110 ki burada, Chia I’nin “Beş Tuzak” prensibi içerisindeki “(güzel) kadınlar vermek” suretiyle Hsung-nuların KULAKLARINI BOZMAK maddesi uygulanıyordu.111 Chia I’nin “Beş Tuzak” prensibinde de izah edildiği üzere Çin imparatorları, Çin’i ziyaret eden yabancı kişileri doyurmak için zaman zaman onlara yiyecek ve içeceklerin yanı sıra, gözlerini boyamak için kıymetli taşlarla ve mücevherlerle süslü çadırlar ve elbiseler içerisinde onları karşılıyorlar; onları eğlendirmek için mûsiki, muhtelif “okus-pokus”lar ve vahşi hayvan gösterileri (sirkler) de hazırlıyorlardı.112 Çin’in i-i-fa-i prensibini en iyi uyguladığı ve gerçekten enteresan olan örneklerden biri de M.S. XII. yy.’a âittir.

Mançurya bölgesinden gelerek Çin’in kuzeyini ele geçiren Ch’i-tanlar (Kitan/Kıtay), burada Liao (907-1125) adıyla anılan bir devlet kurmuşlardı. Yaklaşık 200 yıl kadar Çin’de yaşayan ve artık Çin kültürüne de önemli ölçüde adapte olan Ch’i-tanlardan kurtulmak için Çin’deki Sung Hanedanı (960-1234), Mançurya’nın çok daha kuzeydeki ormanlık bölgesinde yaşayan bir diğer “barbar” olan, ancak Ch’i-tanlardan daha vahşi bir hayat yaşayan Cürçenlere haber göndererek onları Çin’in kuzey bölgelerine gelmek ve “kardeş” olan Ch’i-tanlara saldırmak üzere ikna etmişti; Sung Çini ile işbirliği yapan Cürçenler, kuzeyden gelerek Kuzey Çin’deki Ch’i-tanlara saldırmışlar ve onları 1114 yılında tamamen imha ettikten sonra bu bölgeye yerleşmişlerdi. Sungların, hesapta olmayan bu duruma karşı çıkması üzerine Cürçet’ler, silahlarını bu defa Çinlilere çevirerek sadece Kuzey Çin’i değil, Yang- tse’ye (Gök Irmak) kadar olan Güney Çin’i de “silip süpürmüşler” ve burada, Çingiz Han’ın Çin’e girip onları bertaraf ettiği XIII. yy. başına kadar yaklaşık 200 yıl Çin’e hakim olarak Ch’i-tanlarınkinden çok daha geniş bir bölgede Chin Hanedanı’nı (1115-1234) kurmuşlardır113 ki burada, ters tepmiş bir i-i-fa-i stratejisinin yanı sıra, “yakındaki barbara saldırmak için uzaktakini dost edinme”114 ile ilgili VIII. yy. Türk kitabelerindeki enteresan bir işarete de yeniden şahit oluyoruz.115

Gerek Hun, gerek Türk gerekse bozkırdaki bu “kardeş” kavgaları münasebetiyle, merhum Ziya Paşa’nın şu veciz ifadesini hatırlamamak mümkün değildir:

Ehibbâ şîve-i yağmada mebhût eyler a’dâyı

Hudâ göstermesün izmihlâli bir yerde116

*********************

1      Bu makalede, Çince kelimelerin transkripsiyonu için Wade-Giles Sistemi kullanılmıştır.

2     Yü 1967, s. 41-42; Yü 1990a, s. 122; Yü 1990b, s. 386; Barfield 1989, s. 46.

3     Barfield 1989, s. 47.

4     Yü 1990a, s. 115. Hsiung-nularla imzalanan Ho-ch’in Anlaşması, en son olarak M.Ö.135 yılında görülüyorsa da aslında bu tabir, 135 yılından sonra da Çin tarihlerinde “dostluk ve arkadaşlık ilişkileri” gibi daha geniş bir anlamda zaman zaman görülmektedir. Ancak biz bunu, daha dar ve esas anlamında olarak Hsiung-nularla yapılan anlaşma için kullanıyoruz. Bk. Yü 1967, s. 10, dn.3.

5     Çinliler, Çinli olmayan veya Çin’de oturmayan anlamında zaman zaman farklı kelimeler kullanmışlardır. Bu tabirin içine, Türk, Moğol ve Tibet gibi Orta Asya’da yaşayan bildiğimiz göçebe kavimler girebildiği gibi, Çin’in mesela ta en güneyindeki bir kavim de girebilir; genel anlamda “yabancı” karşılığı olan Çince kelimeleri karşılamak için biz de yabancı kavimler ve göçebeler için Batıda kullanılmış olan “barbar” kelimesini kullandık.

6     Yü 1967, s. 11.

7     Yü 1990a, s. 125.

8     Bk. De Groot 1921, s. 80-81; De Guignes 1923, s. 217-218; Barfield 1989, s. 52. Bk.

9     Malyavkin 1989, s. 215.

10   Loewe 1990a,      s. 144-148.

11   Loewe 1990a,      s. 148.

12   Chen-chi-yun 1996, s. 503. Chia I’nin bu teşebbüsleri boş çıkmamış, ondan sonra yazılan meselâ Shih-chi ve Han-shu gibi önemli pek çok Çin tarih kaynakları, bu öğetinin etkisi altında yazılmışlardır.

13   Watson II 1993, s. 444.

14   Loewe 1990a,      s. 148.

15   Watson II 1993, s. 450.

16   Loewe 1990a, s. 148. Loewe, Chia I’nin ölüm tarihi olarak, daha önceki bir eserinde M.Ö. tahminen 166 yılını vermektedir (Loewe I 1967, s. 155).

17   Watson II 1993, s. 451.

18   Bu konuda bk. Watson I 1993, s. 10, dn. 9; Watson II 1993, s. 197, dn.3.

19   Loewe 1990a, s. 148

20   Yü 1967, s. 11.

21   Eberhard 1977, s. 87.

22   Loewe I 1967, s. 102. Chia I’nin konudaki önerileri ve M.Ö. 158 tarihli bir hadise ile ilgili rapor bilinmektedir.

23   “Tâbi Devlet” veya “İtaat altına alınmış Devlet” anlamındaki Shu-kuo tabiri, her ne kadar Ch’in Sülâlesi zamanında da mevcud olan bir müessese ise de, Han Sülâlesi zamanında bilhassa Wu-ti zamanında, bağlanmaya gelen göçebe veya yabancıların sayısının hızla artması karşısında bunları organize etmek maksadıyla sıklıkla kullanılmıştır. M.Ö.121-120 yılında yenice itaat altına alınan 40.000 Hsiung-nu’ya mesken vermek maksadıyla Çin’in kuzey sınırı boyunca beş shu-kuo kurulmuş; her shu-kuo’dan sorumlu olacak bir de, shu-kuo’tu-wei ünvanlı Çinli bir komutan tayin edilmişti, yanında da idarî işlerde görevli birçok yardımcı bulunuyordu. Bu shu-kuoların ictimaî adetlerini ve kendi hayat şartlarını devam ettirmelerine izin veriliyordu; ancak bunların uzun bir süre sonra Çin’e adapte olmaları kaçınılmaz oluyordu. Bu konuda bk. Yü 1967, s. 72-78; Yü 1990b, s. 428.

24   Bu metin, J. De Guignes ile Ying-shih Yü’nün verdiği tercümeler birleştirilmek suretiyle

25   Batılı tarihçiler, M.Ö. 209-M.S. 551 tarihlerine kadar Orta Asya’da kurulan ve geçimini bu şekilde, gerek Çin’de, gerekse Doğu Türkistan’daki vaha devletçiklerinden alınan yıllık vergi veya elit tabakaya sunulan hediyelerle sağlayan devletlere “Haraç Devletleri”, bu sisteme de “Haraç Sistemi” adını vermektedirler ki Hsiung-nu, Hsien-pi, Wu-huan, Juan-juanlar bu devletler zümresine girerler. Çin universal devlet anlayışının bir prensibi olarak görülen bu haraç sisteminin proto izleri Shang Sülâlesi zamanına kadar götürülmektedir; Çinli olanla Çinli olmayanları ayıran bir tür derece farkı burada da karşımıza çıkıyor. Bu konuda bk. Yü 1990b, s. 381-383; Di Cosmo 1999, s. 29-30. Di Cosmo, 552-907 arasındaki Türk Kağanlığı, Uygurlar, Kırgızlar, Tibetliler ve Hazarlar için ise “Ticaret- Haraç Devletleri” adını kullanmaktadır. Bk. Di Cosmo 1999, s. 30-32 (Bu makalesinin ayrıbasımını bana göndermek lütfunda bulunan Prof. N. Di Cosmo’ya müteşekkirim).

26   Yü 1967, s. 12; Barfield 1989, s. 53.

27   Barfield 1989, s. 53-54. Mao-tun’un bu son derece kaba evlilik teklifi ve mektubun metni hakkında bk. Yü 1990a, s. 123; Yü 1990b, s. 387; Ögel I 1981, s.429-430.

28   Çin kaynağının belirttiğine göre, Chung-hang Yüeh, her gün her gece, Çin karşısında daha üstün bir seviyeye gelebilmek için nasıl manevralar yapması gerektiği konusunda shan-yü’ye talimat veriyordu (Watson II 1993, s. 145).

29   Barfield 1989, s.  53.

30   Barfield 1989, s.  51.

31   Yü 1967, s. 43.

32   Yü 1967, s. 36.

33   Yü 1967, s. 37; Barfield 1989, s. 51.

34   Yü 1967, s. 37.

35   Yüeh 1967, s. 37. Bu münasebetle, Orhun kitabelerindeki “…Çinliler altın, gümüş, ipek ve ipekli kumaşları güçlük çıkarmaksızın öylece bize veriyorlar. Çin halkının sözleri tatlı, ipekli kumaşları da yumuşak imiş. Tatlı sözlerle ve yumuşak ipekli kumaşlarla kandırıp uzaklarda yaşayan halkları böylece kendilerine yaklaştırırlar imiş. Bu halklar yaklaşıp yerleştikten sonra da Çinliler fesatlıklarını o zaman düşünürler imiş.” (Kül Tigin Kitâbesi Güney Yüzü 5) (Tekin 1988, s. 3; Tekin 1995, s. 35-36) sözlerini hatırlayalım.

36   Gumilev 1960, s. 88.

37   Yüeh 1967, 37-38; Ögel I 1981, s. 514.

38   “Saf göçebe, fakir göçebedir.” Bk. Lattimore 1962, s. 322; Barfield 1989, s. 52.

39   Barfield   1989, s. 52.

40   Barfield   1989, s. 52.

41   Di Cosmo 1999, s. 29.

42   Yü 1967, s. 42.

43   Yü 1990b, s. 388.

44   Yü 1990a, s. 124.

45   Yü 1990a, s. 125.

46   Barfield   1989, s. 47.

47   Barfield   1989, s.48.

48   Yü 1990a, s. 124.

49   Yü 1967, s. 42.

50   Yü 1967, s. 42.

51   Yü 1990a, s. 125.

52   Yü 1967, s. 39.

53   Loewe 1990a, s. 148-149.

54   Watson I 1993, s. 406.

55   Loewe 1990a, s. 149.

56   Shan Yang, Ch’in Sülâlesi zamanında yaşamış bir âlim olup genellikle “kanun” üzerinde durmuş, “metodlar” ve “teknikler”i vurgulamıştır. Shen Pu-hai ise yine aynı dönemde komşu Han devletinde görevli olup, “devlet sanatı” üzerinde yoğunlaşmıştır. Bu konuda bk. Bodde 1990, s. 74-75.

57   Loewe 1990a, s. 149; Watson I 1993, s. 409, 460.

58   Yü 1967, s. 14.

59   Bk. Ögel I 1981, s. 39-40; Tezcan 1996, s. 62.

60   M.Ö.’ki dönemlerde bütün menfî şartlara rağmen Hsiung-nular yine de kuvvetli, ancak Çin oldukça zayıftı; M.S. ise durum değişmiş, Hsiung-nular gerek dahilî kavgalar gerekse komşu kavimlerin isyan ve saldırıları neticesi zayıflamış, Çin ise güçlenmişti.

61   Latourette 1934,  s. 47.

62   Yü 1967, s. 15-16.

63   Crespigny 1984, s. 88-89.

64   Yü 1967, s. 14.

65   De Groot 1921, s. 85; Franke 1930, s. 333; Daffinâ 1982, s. 71.

66   Daffinâ 1982, s. 71-72.

67   Yü 1967, s. 14.

68   Loewe II 1967, s. 182.

69   Wechsler 1981, s. 224.

70   Guisso 1981, s. 317-318.

71   Yü 1967, s. 14-15. Mao-tun döneminden beri Hun idarecilerinin, Hunların Çin’i fethetmelerine ve orada, Çin Seddi güneyinde yerleşmelerine niye engel olmaya çalıştıkları, bu örneklerden daha iyi anlaşılmaktadır.

72   Yü 1990b, s.403-405.

73   Yü 1967, s. 15.

74   Crespigny 1984,  s. 88.

75   Yü 1967, s. 15.

76   Yü 1967, s. 16.

77   Yü 1967, s. 16.

78   Crespigny 1984,  s. 88.

79   Yü 1990b, s. 430.

80   Yü 1967, s. 16.

81   Loewe I 1967, s. 82.

————————————————-

[i] TÜRKLER, C. I, Editörler: Hasan Celal Güzel, Prof. Dr. Kemal Çiçek, Prof. Dr. Salim Koca, , Yeni Türkiye, Ankara 2002, s. 729-742.

[ii] Uludağ Üniversitesi Târih Bölümü

Yazar
Mehmet TEZCAN

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen