Uygur Türk Toplumunda Değişmenin Sonucu Olarak Aydınlarda Bölünmüşlük ve Kültürel Kopukluk

Uygur Türk Toplumunda Değişmenin Sonucu Olarak Aydınlarda Bölünmüşlük ve Kültürel Kopukluk[i]

abdurresit celil karluk2

 

Prof. Dr. Abdürreşit Celil KARLUK[ii]

 

ÖZ:

Uygur Özerk Bölgesinin kurulmasıyla Doğu Türkistan Bölgesi politik ve coğrafi olarak tamamen Çin’e bağlanmış olmasına karşın, bölge­nin sosyo-kültürel anlamda Çin’e tabi olması ancak ÇKP’nin Uygur Türk toplumunda radikal ve zoraki değiştirme uygulamalarını ısrarla sürdürmesi sonucunda 2000’li yıllardan sonra gerçekleşmeye başlamıştır. Özellikle dil, eğitim ve kültür alanındaki hızlı değiştirmelerin Şinciang[1] Uygur Özerk Bölgesi (ŞUÖB)’nin kuruluşundan itibaren (1955– ) başlandığı ve günü­müzde hızla devam ettirildiği bilinmektedir. Yarım asrı geçen değişme veya değiştirme süreci sosyolojik açıdan zorunlu sosyo-kültürel değişme kategorisindedir. İşbu değiştirmeye bağlı olarak ortaya çıkan değişme rea­litesi, günümüz Uygur Türk toplumunda geri dönüşü imkânsız kültürel ko­puşları ortaya çıkarmaktadır. Makalede, 2003-2013 yılları arasında gözlem ve sahadan elde edilen nitel veriler temelinde günümüz Uygur Türk toplumunun aydın tabakasını incelemiştir. Özellikle kültürel kopukluk olgusunu yaşatmakta olan Çin dilli Uygurlar grubu üzerinde ayrıntılı betimlemelerde bulunulmuştur.

Anahtar Kelimeler: Uygur Türk toplumu, kültürel kopukluk, değişme, Çin dilli Uygurlar.

 

Cultural Fragmentation and Disorientation Among The Uyghur Intellectual Community as a Result of the Transformation in the Uyghur Turk Society

 

ABSTRACT:

Eastern Turkestan became a part of the China both politically and geographically when Chinese Communist Party (CCP) cul­minated the power struggle with Guomindang (Nationalistic Party) suc­cessfully in 1949. However, it took decades getting the Uyghurs under the complete socio-cultural influence of China due to the insistent and deliber­ate ethnic pressure policies of the CCP and it was after the 2000s. Espe­cially the governmental pressures on language, education and culture of the Uyghurs was started with the foundation of Xinjiang Uyghur autonomous region in 1955 and been increasingly growing nowadays. These fifty years long sociocultural assimilation policies of CCP can be defined under the category of “compulsory socio-cultural change” from the perspective of the science of sociology. The reality of forceful change will trigger the irre­versible cultural erosion in Uyghur Turk Society. This article, based on the research methodology of participant observation and qualitative data ob­tained from the interviews, investigated the intellectuals in Uyghur Turk Society between the years of 2003-2013. To understand the cultural disori­entation phenomenon better, more detailed study has been especially made on the sample of Chinese spoken Uyghurs.

Key words: Uyghur – Turkish Society, Cultural Disconnection, Changing, Chinese spoken Uyghurs.

Giriş

Türk medeniyeti ve kültürünün teşekkülü ile gelişimi sürecinde müstesna yeri olan Uygur Türk toplumu 18. yüzyılın başlarından itibaren, yaşadığı iç savaşlar ve dış savaşlar sonucunda çöküş sürecini yaşamıştır. Bu süreç, parçası olduğu Türk-İslam dünyasında ortaya çıkan sosyal, eko­nomik, politik ve kültürel gerileme ile bağlantılıydı. Umumi Türk toplumlarında beliren bu gerileme veya çöküşün ana sebepleri elbette kendi sosyal ve kültürel yapılarında ortaya çıkan sorunlar ile ilişkilidir. Ayrıca, bu çöküş süreci Avrupalıların yeni deniz yollarını keşfetmesi, ticaret bağlantı yolla­rının değişmesi; Türk-İslam medeniyetine alternatif olarak Batı’da ortaya çıkan Batı medeniyetinin yeni bir dünya düzeni inşa etme sürecine giriş­mesi, bu süreçte ortaya çıkan ve hızla yayılan sömürgecilik sistemleri ile de ilişkilidir. Türk yurtları 18. yüzyılın sonlarından itibaren Kuzeyden ve Batıdan Çarlık Rusya’sı, Doğudan ise Mançu-Qing imparatorluğunun sömürgeleştirici politikalarına maruz kalmıştır.

Osmanlı hilafetine bağlı Kaşgar devletini[2] Mançu-Çin orduları ta­rafından ortadan kaldırılmasıyla (1878), Türkistan’ın doğusu 1884 yılında Xinjiang adıyla Çin’in yeni bir eyaletine dönüştürülmüştür (Jia, 2011: 1, 15). Çinli idareciler tarafından bölge Türkleri, ŞUÖB kuruluncaya kadar(1955) eğitim, kültür, din ve sosyal alanlarda bölgeyi idare eden Çinli­lerden bağımsız kalmayı başarmıştır. Bunun temel nedenlerini aşağıdaki şekilde açıklamak mümkündür:

  1. Günümüzde Uygur olarak adlandırılan Türkler, batısında bulunan soydaş ve dindaşları ile sosyal, kültürel ilişkilerini (en zor şartlarda olsa da) devam ettirmeye önem vermiştir; ÇKP iktidarına (1949– ) kadar ister Yarkent Se’idiye Sultanlığı (1514-1680) döneminde ol­sun, ister daha sonraki dönemlerde [örneğin, Yakup Beg (182?- 1877) hâkimiyetine (1864-1878) son veren (1878) Mançu-Qing sülâlesi (1616-1911) dönemi veya Milliyetçi Çin yönetimi döne­minde (1912-1949)] olsun, batısındaki soydaşları ve dindaşları ile olan sosyo-kültürel ilişkilerini farklı düzeylerde devam ettirmiştir.
  2. Bölge ÇKP iktidarına kadar (1949) genellikle Çin kökenli askerî valiler veya sivil bürokratlarca sömürü sistemi ile idare edilmiş (Zhang, 1987: 2), Uygur Türk toplumu, tebaası olduğu ülkenin -Çin’in- egemen çoğunluğu olan Hanzu[3] toplumuyla sosyal ve kül­türel anlamda etkileşimde bulunmamıştır.
  3. Bölgede hâkim millet olarak beliren Çinliler veya Mançuların ye­rel halk nezdinde istilacı olarak bilinmesi ve sürekli direnişle kar­şılaşması kalıcı iskân politikalarının uygulanamaması durumunu ortaya çıkartmıştır.
  4. 1955 öncesine kadar bölgede yaşayan Çinliler genellikle ida- reci/memur, asker ve tüccar sınıfından oluşuyordu. Çin resmi ma­kamlarının verdiği istatistiki verilere göre, 1950 öncesi Çinlilerin toplam nüfustaki oram %5 dolayında idi (Barnett, 1961; Fre­eberne, 1966). [4]
  5. Bölgede ikamet eden Mançu-Çinli nüfus Müslüman Türk ahaliden ayrı olarak surlarla çevrilmiş olan askeri garnizonlarda -Yengi Şehir”[5]lerde- yaşıyor olması ve etnik ayırımcılık temelinde politika güdüyor olması (Jia, 2011: 7) onların işgal gücü olarak kalması durumunu pekiştirmiştir.
  6. Bölgeye gönderilen idarecilerin temel kaygısı bölgenin kalkındı­rılması veya Çin’in diğer bölgeleriyle bütünleştirilmesinden zi­yade, sadece kendi menfaatlerini ve mensubu olduğu çıkar grubunun menfaatlerini korumak, kollamak tarzında olmuştur.
  7. Coğrafi olarak bölgenin Han Çinli bölgesinden uzakta olması, Çin anakarası ile Türk bölgesi arasında geçilmesi zor çöller veya in­sansız bölgelerin bulunması[6] muhtemel Çinli-Türk etkileşimine de engel olmuştur.
  8. Uygur aydınları ve kanaat önderleri, zenginler kendi toplumunun kalkınmasının reçetelerini siyasî haritada bağlı bulunduğu ülkenin kültür merkezlerinde (örneğin Pekin, Şanghai, Nanjing) değil, kül­türel açıdan mensubu olduğu Türk-İslâm kültür merkezlerinde (ör­neğin Buhara, Taşkent, Delhi, Kazan, İstanbul) aramıştır.

ÇKP iktidarı (1949) sonrasında, ülkedeki resmî ideoloji-Çin tarzı sosyalizm-bölgenin sadece politik ve coğrafi anlamda değil, sosyal ve kül­türel anlamda da Çin’in ayrılmaz bir parçasına dönüştürülmesi için selef­lerinden farklı olarak daha ısrarcı politikaları icra etmişlerdir. Bundan dolayı ÇKP Uygur Türk toplumuna yönelik radikal biçimde “dönüştürme projesi”[7]ni tavizsiz biçimde uygulamaya koymuştur. Özellikle din, dil, eği­tim ve kültür alanındaki radikal uygulamaların ŞUÖB kuruluşundan itiba­ren (1955–) gerçekleştirilmeye başlandığı, Wang Lequan (1994-­2010) döneminden itibaren daha radikal, daha ısrarcı biçimde uygulandığı görülmüştür.

Wang Lequan döneminde özellikle aile, din, ekonomi kurumuna yö­nelik sert ve zorlayıcı uygulamalar yürürlüğe girmiş olup, bu dönemdeki bazı özel uygulamalarla özerk bölgenin esas halkı olan Uygur Türklerinin her alanda marjinalleştirilmesi ve her anlamda “yoksullaştırılarak” Çinli toplumuna tamamen bağımlı hale getirilmesi amacına uygun politikaları gerçekleştirilmiştir. Din kurumu ile ilgili bu dönemde uygulanmaya başla­nan ve halen uygulaması devam eden uygulamalardan bazıları şunlardır:

  • Özel din öğrenimi ve eğitiminin tamamen yasaklanması; 18 yaşın­dan küçüklerin, üniversite, yüksekokul öğrencilerin, devlet memurlarının veya maaşlılarının tamamının dini faaliyetlerden men edilmesi. Cuma gün­leri ve Ramazan ayında camilerin sıkı denetime tabi tutulması. Dini ibadet yapması yasaklananların camiye girişlerinin engellenmesi ve girenlere caydırıcı cezalar verilerek anında icra edilmesi, gündelik hayatta kullanılan İslami sözcüklerin yasaklanması;
  • Uygurların iktisadi faaliyetlerinin denetime tabi tutulması, bölge­ler arası hareketliliğinin sınırlandırılması, bölge içi veya Çinlilerin yoğun olduğu bölgelerde ikamette sınırlama getirilmesi;
  • Eğitim ve kültür alanında daha önce serbest olan milli tarih, milli kültür çalışmalarının sınırlandırılması veya tamamen durdurulması, Turgun ALMAS benzeri Uygur kökenli tarihçi ve yazarların daha önce resmi olarak yayımlanmış eserlerinin tekrar eleştiriye açılarak toplatılması, bu kitapları bulunduran, okuyanların cezalandırılması;
  • Uygur Türk tarihi ve kültürünü Çin tarihi ve kültüründen bağımsız araştırılmasına izin verilmemesi, resmi Çin tarihinin zorunlu olarak oku­tulması ve yaygınlaştırılması;
  • Uygur bölgesindeki başarılı ve çalışkan Uygur kökenli lise öğren­cilerinin Çin’in iç bölgelerine göndererek kendi toplumundan tamamen ko­parılması ve yeni bir sosyal grup –Neigaosheng- yaratılması;
  • Çin dilli Uygurlara, Minkaohanlere daha fazla olanakların tanın­ması ve Uygur toplumunda Çin dillilerin çoğalması için özel uygulamalara başvurulması;
  • Uygurların Pasaport almalarının neredeyse imkânsız hale getiril­mesi, uluslararası etkileşimin tamamen kontrole tabi tutulması…

Bu uygulamaların sonucu olarak, günümüz Uygur toplumunda geri dönüşü imkânsız bazı kültürel kopuşlar, sosyal yarılmalar ortaya çıkmıştır.

Araştırmanın Sorusu ve Metodolojisi

Araştırmanın Sorusu: Araştırmanın ana sorunsalını Uygur Türk toplumundaki değişme/değiştirme esnasında beliren, kültüründen kopan, sürekli yabancılaşan aydınlar oluşturmaktadır. Bilindiği gibi aydınlar bağlı oldukları toplumların selameti açısından çok önemli işlevlere sahiptir. Çok uluslu ve çok kültürlü toplumlarda egemen konumda bulunmayan toplum veya toplulukların aydınlarında iki önemli işlev göze çarpar. İlki, bağlı ol­duğu toplumun sosyo-kültürel yapısının korunarak mevcudiyetinin sürdü­rülmesine çalışmasıdır. İkincisi ise, birinci işlevini yerine getirirken egemen toplum ile iyi ilişkiler kurarak kendi toplumunu egemen toplum karşısında en iyi şekilde temsil etmesi, gerektiğinde savunmasıdır. Yazarın daha önce Uygur aydınları üzerine yürüttüğü bir araştırma projesi[8] ile baş­layan incelemeleri işbu araştırmanın temelini oluşturmaktadır. Bu bağ­lamda araştırmamızın ortaya çıkmasına neden olan merkezi sorular şunlardır:

  • Neden Çin Halk Cumhuriyeti’nin azınlık bölgelerinde, Çin anaya­sası, dini inanç yasası ve özerk bölgeler yasasında (azınlıklar için) vaat edilmiş olan (sosyal, kültürel ve politik) haklara aykırı uygulamalar yay­gındır?
  • Uygur Türk toplumunda değişmeler nasıl ve ne şekilde ortaya çık­maktadır? Değişmenin ana nedenleri nelerdir?
  • Eğitim ve kültür politikaları bir toplumu, özellikle aydınları nasıl etkilemekte, şekillendirmektedir?
  • Uygur Türk toplumundaki Aydınlar nasıl ve ne şekilde farklı grup­lara ayrılmışlardır?

Araştırmanın metodolojisi:

Araştırma tamamen nitel bir araştırma olup veriler yazarın uzun yıllık saha deneyimi ve birikiminden elde edil­miştir. Makalede bahsi geçen Uygur aydın grupları (Uygur dilli Uygurlar, Minkaohanler, Neigaoshenglar ve Çin dilli Uygurlar) üzerindeki gözlem ve mülakat verileri yazarın Çin’den ayrıldığı Temmuz 2013 tarihine kadar devam etmiştir. Fakat yurt dışında çeşitli ülkelerde yaşayan Uygur Türkü aydınlar üzerindeki gözlem ve çeşitli düzeylerdeki görüşmeleri devam et­mektedir. Bu çeşitli mekân ve ortamlarda yapılan mülakatlar, katılımlı göz­lemler makalenin en önemli verilerini oluşturmuştur. Ayrıca, Çince, İngilizce ve Türkçe (Uygur Türkçesi dâhil) alan ve konu ile ilgili yapılmış bilimsel çalışmalar taranmış ve gerektiğinde istifade edilmiştir.

Uygur Türk Toplumu

19. yüzyılın ortalarından itibaren gelişen Batı sömürgeciliği, Batı dışı toplumların Batılılaşma veya modernleşme sürecine katılma zorunlu­luğunu ortaya çıkartmıştır. Adı geçen süreçte sömürge veya yarı sömürge konumunda olan Batı dışı toplumların çoğu, mevcut durumdan kurtulmak için farklı yol ve yöntemlere başvurduğu bilinmektedir. Rus ve Çin sömür­gesine maruz kalan çeşitli Türk toplulukları, bünyelerini güçlendirmek, Rus ve Çin asimilasyonuna direnmek, çağdaş millet olabilmek için bahsi geçen modernleşme sürecine dâhil olmuşlardır. İstanbul-Kırım-Kazan üç­geninde gelişerek tüm Türk yurtlarını etkisine almış olan Türk Aydınlanma hareketi -Ceditçilik hareketi- Uygur Türk toplumunun çağdaşlaşma süre­cinde de çok önemli izler bırakmıştır[9].

Uygur yenileşme sürecinin ŞUÖB kuruluncaya (Ekim 1955) kadar olan aşaması incelendiğinde, etkileşme ve yenileşmenin ilham merkezleri olarak İstanbul, Kazan, Taşkent karşımıza çıkacaktır. Çünkü, Uygur Türk bölgesi “Xinjiang-Şinciang” adıyla eyalete dönüşmesinden (1884) ŞUÖB kuruluncaya kadar olan süreçte, bölgeye gönderilen yöneticilerin esas kay­gılarının bölge halkının eğitimi başta olmak üzere sosyo-ekonomik, sosyo­kültürel açıdan kalkındırılması yönünde olmadığı aksine yerliler lehine olan her müspet gelişmelerden şüphe duyarak engellediği bilinmektedir (Qarluq, 2009: 292). Dolayısıyla, Uygur aydınları özellikle eğitim siste­mini kendi imkânları dâhilinde modernleştirmeye/dönüştürmeye, geliştir­meye uğraşması, tamamen özveriye dayalı şekilde çalışmalarına rağmen, resmi yönetim sürekli şüpheci ve düşmanca tutum takınmış, mümkün ol­duğunca ilgili bağlantıları kopararak izole etmeye çalışmıştır[10]. Bununla birlikte, Kaşgar, İli, Turfan gibi bölgelerin Çin’in Pekin, Şanghay, Kanton gibi siyaset, ticaret ve kültür merkezleri arasındaki mesafe, bölgenin batı­sında bulunan Buhara, Taşkent, Dehli, Kazan ve İstanbul arasındaki mesa­feye nazaran daha uzak oluşu, ulaşımın çetin ve meşakkatli olması; Çinliler ile Türkler arasında dil, din ve kültür bağlamında ortaklığın hiç bulunma­yışı gibi somut nedenler, Türklerin Çinlilerden sosyal ve kültürel olarak bağımsız kalmasına imkân vermiştir.

Malum olduğu üzere, 20. yüzyılın başlarından itibaren eski sömürge sistemleri çökmeye, parçalanmaya yüz tutmuş, aynı zamanda Avrupa menşeili ulus-devlet modeli yaygınlaşmaya başlamıştır. Diğer taraftan, modeli yeni, fakat mahiyeti eskisinden pek farklı olmayan, dışlayıcı ve eritici ka­rakteri olan ideolojilerin rehberliğinde yeni imparatorluklar da teşkil et­meye başladığı bu yeni dönem de -Sosyalist Blok dönemi- başlamış bulunuyordu. Rus sosyalist imparatorluğunun teşkili ve onun özgün Milli­yetler Politikası, kendinden olmayan millet, topluluklara “böl, idare et” stratejisini uygulatmış, geniş Türkistan ve Kafkas coğrafyasına yayılmış Türk kitlesini mahallî kimlikler veya yöresel adlar altında yeniden Millet olma yoluna sevk etmiştir.

Bu bağlamda, asırlardan beri kendi millî kimliğini Türk olarak algı­layıp (en azından aydın, ulema tabakasınca), o şekilde “öteki” ile kendile­rini ayırt eden bu milletin aydınları ve ulemaları gitgide saf dışı edilirken, yürürlükteki ideolojiye uygun veya buna yatkın yeni tip aydınlar sınıfı da hızla yetiştirilmeye başlanmıştı. Bu süreçte, Rusların doğrudan sömürgesi konumunda olmayan, sonradan onların genel politik etkisi ve yönlendir­mesiyle de kendileri için reva görülen “Uygur” etnonimini millet adı olarak özümseyecek olan (Çin’in politik sınırları içinde kalan) Şark-i Türkistan Türklüğünün aydın tabakası, milletleşme sürecinde yavaş yavaş genelde iki gruba ayrılmaya başlamıştır. Bunların ilki, millî geleneğe uygun şekilde kendilerinin de kabul ettiği geleneksel Türk-İslâm çizgisinde devam eden, daha çok Türk kimliğinin muhafazasından yana olan aydın-ulemalar grubu; İkincisi ise, SSCB sınırları içinde okumuş, ikamet etmiş ve Rus et­kisinde kalmış olan daha çok Uygur adı ve kimliği ile milletleşmeye yatkın aydınlar grubudur (Qarluq, 2010: 90-99).

İlk gruptakilerin kimlik algılayışı önceleri Rusların daha sonra ise Çinlilerin soğuk ve dışlayıcı muamelesine maruz kalmıştır. Ruslar, bu gru­bun etkin olması durumunda, boyunduruğu altındaki Türklerin menfi yönde etkileneceği korkusundan hareketle bölgedeki Çinli yöneticileri yönlendirmiş ya da bizzat müdahalede bulunarak[11] bölgedeki siyasal geliş­menin kendi çizgisi ve kontrolünde olmasına çaba sarf etmiştir. Daha son­raları Çin’de egemen olan, Rus sosyalizminden esinlenen Çin komünist ideolojisi de birinci grup aydınları ve onların zihniyetini tehlikeli bulmuş ve ŞUÖB’in kurulmasından hemen sonra yasaklamıştır. Onları “Pantürkist”, “Panislamist” ve “yerel milliyetçiler” şeklinde yaftalayarak ağır ce­zalara çarptırmıştır. Rus ve Çin yasaklarına rağmen gücünü ve enerjisini binlerce yıllık kimlik algılama geleneğinden alan zihniyet ve kültürel öz bilinç etkisini günümüze kadar sürdürmüştür.

Günümüzde yaklaşık bir asırdır Rus ve Çin komünistlerinin anti Türk tutumu, parçalayıcı ve yıkıcı uygulamaları sonucunda Türk-İslam çizgisindeki grup, Uygur Türk toplumunda artık belirleyiciliğini kaybet­miştir. Fakat şunu da belirtmek gerekir ki, Doğu ve Batı Türkistan’da ya­şayan diğer Türk soylulara nazaran günümüzde “Uygur” siyasi kimliğindekilerin Türklük şuurunun daha kuvvetli ve kapsayıcı olduğu ra­hatlıkla söylenebilir. Bağımsızlığını kazanmış Türk Cumhuriyetlerinde devlet destekli “Boy”culuk uygulamaları örneğin Kazakçılık, Özbekçilik, Kırgızcılık uygulamaları ve bu ülkelerde yaşayan Uygur Türklerine yöne­lik acımasız bastırma veya gereksiz yere tutuklamalar, hatta Çinlilere çe­şitli uydurma bahaneler ile sorumsuzca teslim etmeleri durumu Uygur Türklerinde büyük hayal kırıklığı yaratmıştır. Bu tarz ötekileştirici ve dış­layıcı realite Uygur Türklerinde var olan kapsayıcı Türklük bilincine yıp­ratıcı etki yaptığı ise son yıllarda daha açık bir şekilde gözlenmektedir. Bundan dolayı diasporada yaşayan veya bağımsızlık mücadelesi içinde olanlar arasında “Uygur Milleti”, “Uyguristan” söylemlerinin yaygınlaş­maya başladığı da biliniyor. Türkiye’de Şark-i Türkistan Millî Merkezi olarak kurulan Diaspora üst çatısının geçmişteki Türk yönetimlerince sür­güne gönderilmesi veya faaliyetlerinin yasaklanması sonucu merkez Al­manya’ya taşınmış, daha sonra adını Dünya Uygur Kurultayı’na değiştirmiş olmasını ise bu bağlamda değerlendirilebilir.

İkinci algılayış biçimi ise, 1920’li yılların erken çağlarında, Bolşe­vik yönetiminin Türkistan Türklerini kendi ideolojisine uygun sınıflandı­rırken şekillenmeye başlamıştır. Batı Türkistan’da Bolşevikler, ekim devriminin hemen akabinde Türkistan Türklerini boy veya mahalli adlar temelinde ayrı “milliyet” olarak belirlemeye ve ayrıştırmaya başladığı sı­ralarda, kendi sınırları dışında kalan Doğu Türkistan Türklerini de bu po­litika ve strateji kapsamında değerlendirmeyi uygun görmüştür. Bolşeviklerin işbu uygulaması Batı Türkistan’da yaşayan veya geçici ika­met eden bazı Doğu Türkistan kökenli aydınların da desteğini kazanmıştır. 1921 yılında toplanan Taşkent konferansında Doğu Türkistan’da yaşayan yerleşik Türklerin millet adının “Uygur” olmasına karar verilmiştir (Kamalov, 2007: 32). Bu süreçte, Rus Türkologlarının ve mevcut ideolojinin etkili hem de belirleyici olduğu kesindir. Türkistan’da Ruslar tarafından başlatılan Türklerin bölünerek “milletleştirilme” sürecini yakinen takip eden Sovyet sınırları içinde yetişen yerli Uygur Türk aydınları ve Sovyetlere öğrenim amaçlı gelen Doğu Türkistanlı aydınlar, Ruslar tarafından be­lirlenen “Uygur” adını nispeten kolayca benimsediklerini düşünmek mümkündür. Daha sonraki süreçte işbu aydınlar grubu “Uygur” adının Tanrı dağının kuzey ve güneyinde yerleşik hayat tarzı sürdüren Türklere millî ad olarak yaygınlaştırılması ve benimsetilmesi hatta resmî kimliğe dönüştürülmesi sürecini hızlandırmıştır.

ŞUÖB kurulmasıyla Çinli idarecilerde Ruslar tarafından geliştirilen (Özellikle, Türklere yönelik) ‘Milliyetler Politikası’nın sosyalist jargonları ile kendi geleneksel düşünce sistemindeki “ötekilere” yönelik uygulama­larını birleştirerek daha sistematik, daha kontrollü ve kendi çıkarları açı­sından daha akılcı yeni tarz milliyetler politikasını geliştirdi ve sistemleştirdi. İşbu politikanın sistemli olarak uygulanması sonucunda yu­karıda bahsi geçen ikinci grubun zihniyeti artık Uygur Türk toplumunda belirleyici konuma geçmiş ve rejim tarafından da desteklenmiştir.

Fakat, ÇKP’nin Uygur Türk bölgesinde her alanda üstünlüğü elde ettiği 1994 sonrası süreçte ise, ÇKP yönetimi, Türkçü kimlik algısına karşı destek verdiği Uygurcu kimlik anlayışının totaliter ve asimilasyoncu rejim karşısında tekrar bir milli birlik oluşturmasında aynı derecede etkili oldu­ğunu, dolayısıyla rejimin farklı milletleri kaynaştırarak oluşturmak istediği “Çin milliyeti-Zhonghua Minzu” projesi ve sürecine engel olabileceğini de görmüştür. Bundan dolayı daha önceleri “Türk” demeyi resmen yasakla­yan yöneticiler artık “Uygur” demeyi de bölücülük yapmak, Çinlileri dış­lamak ve milliyetler birliğine/ittifakına zararlı olarak algılamış veya algılanmayı mecbur kılmıştır. Resmi ve popüler söylemde artık “Uygur” yerine “Millî” sözcüğünü yerleştirmeye ve komünist aydınlar, idareciler ve medya aracılığı ile yaygınlaştırmaya başlamıştır. Gündelik dilde ve resmi söylemde ister Çince veya Uygurcada “milli” sözcüğü “Uygur” yerini al­mıştır. Bölge ÇKP yönetimi, Uygurların Çin milletinin bir parçası olduğu fikri ve bilincini (artık 2003 yılından sonraki Çince eğitim-öğretimin Uy­gur Türkçesiyle eğitim-öğretimin yerine geçmesi ile) ana okuldan itibaren yerleştirmeye başlamıştır. Bu süreç şu an son sürat istikrarlı bir şekilde de­vam etmektedir. Bu durum adeta bir tarz hafıza kazınması ve yeniden ha­fıza oluşturulması süreci olmuştur. Bu duruma itiraz eden veya mevcut Çin yasaları çerçevesinde eleştiren aydınlar ekonomist Profesör İlham Tohtı örneğinde müebbet veya daha ağır cezalar ile cezalandırılarak sindirilmiş­tir.

Kısacası, geleneksel Türkistan toplumlarındaki sosyal, kültürel ve psikolojik parçalanmanın aslında sömürgecilik dönemi ile birlikte daha da hız kazandığı söylenebilir. 20. yüzyılın başlangıcında aydınlar tabakasında ortaya çıkmış olan bu ikilem daha sonraki süreçte Özellikle, ÇKP iktidarı­nın bölgede mevcudiyetini tamamen pekiştirmesinden sonra dallanarak budaklanarak devam etmiştir.

Kültürel Kopukluk Olgusu

Etkileşmeyen ve değişmeyen bir kültürü tahayyül etmek imkânsız­dır. Kültürler arası iletişim veya etkileşim doğal olduğu kadar suni, eşit olduğu gibi eşitsiz, doğrudan olduğu gibi dolaylı olabiliyor. Yaşam gücü kuvvetli kültürlerin öteki kültürlerden etkilense de nihai olarak yaşam gücü nispeten güçsüz kültürleri derinden etkilediği gibi tamamen kendi içine alarak eritebildiği milletler tarihinde sıkça rastlanmıştır. Özellikle, etkile­şim eşitsiz ilişkiler temelinde gerçekleştiğinde bu etkilemenin zorunlu kül­tür değişmelerini ortaya çıkartabileceği sömürgeci ülkeler pratiğinde sıkça rastlanmıştır.

Kültürlerin etkileşiminde ortaya çıkan önemli bir durum ise, kültürel kopukluk durumudur. Kültürel kopukluk, farklı kültürler arasında etkile­şim yaşanıldığında, özellikle eşitsiz etkileşim gerçekleşmeye başlandı­ğında ortaya çıkacak olan sosyolojik bir olgudur. Kültürel kopukluk durumu, belirli bir kültür mensubunun tabi olduğu toplumdan ayrılarak ya­bancı bir kültür içine göç etmesi sonucunda da ortaya çıkabilecektir.

Kültürel kopukluk olgusu genellikle hızlı sosyal ve kültürel değişi­min yaşanıldığı toplumlarda ortaya çıktığı gibi yabancı güçler tarafından istila edilmiş toplumlarda veya yabancı kültür taklitçiliğinin yaygın olduğu topluluklarda daha açık olarak ortaya çıkabilmektedir. Modernleşme ile birlikte bazı toplumlarda ortaya çıkan Batılılaşma olgusu, modernleşmeye çalışan toplum veya topluluklarda gözle görülür kültürel kopukluğu ortaya çıkartmıştır. Bunun en bariz örneklerini Türkiye, Pakistan ve Kore gibi ül­kelerde rahatlıkla görmek mümkündür.

Uygur Türk toplumu ve kültürü ŞUÖB döneminden itibaren, bil­hassa 1990’lı yıllardan sonra Çinli toplumu ve kültürü ile doğrudan fakat eşit olmayan dengesiz bir etkileşim sürecine girmiştir. Bu durum, tamamen egemen milliyet konumundaki Han Çinlilerinin zihniyeti ve milliyet yapı­ları ile alakalı olmuştur. Çinliler genellikle farklı milliyet veya kültürlerle olan ilişkilerinde, karşı toplum veya milliyete üstünlük sağlayana kadar nispeten eşitlikçi ilişkilerden yana olurken, nüfusça ve nüfuzca üstünlüğü sağladıktan sonra kendi dili ve kültürünü zorlamaya, hatta karşı tarafa ait sosyal, kültürel, dini, politik ve ekonomik bütün özelliklerin kaybolması için çeşitli uygulamalara başvururlar. Kesintisiz üç bin yıllık medeniyet ta­rihi olan Çin uygarlığının, farklılıklarla nasıl ilişki kurulması konusunda kurumsallaşmış kültürü ve felsefesi mevcuttur. Çinlilerin ŞUÖB’de nüfus ve nüfuz alanında Uygurlara nazaran üstünlük sağlaması ancak 1990 son­rasında gerçekleşmeye başlamıştır. Bölge’de uygulamaya koyduğu kendi yasalarına aykırı olan çok sayıdaki politik uygulamalarının uluslararası arenada meşru gösterilebilmesi ise 11 Eylül saldırısı sonrasındaki konjonktürel süreç ile tamamen mümkün olmuştur. Bu süreçte Uygur Türk top­lumu harici uygulamaların etkisiyle sürekli olarak parçalanma, çeşitli sosyal gruplara bölünme sürecine itilmiştir. Farklı sosyal gruplar arasın­daki en önemli belirti asli Türk İslam kültüründen kopma, Han Çinli kül­türüne sürekli yakınlaşma / yakınlaştırılma veya içinde erime/eritme tar­zında devam etmiştir.

Umumi Uygur Türk toplumlarında[12] ortaya çıkan kültürel kopukluk olgusu öncelikle Çin dilli, Rus dilli ve Arap-Urdu dilli Uygurlarda ortaya çıkmıştır. Bu makalede, kültürel kopukluk olgusunu (günümüzde) tüm çıp­laklığı ile canlı olarak yaşatmakta olan Çin dilli Uygurlar grubuna odakla­narak açıklamaya, dolayısıyla Uygur Türk toplumundaki şiddetli sosyal yarılma ve parçalanmalara dikkat çekilmeye çalışılacaktır. Diğer taraftan sosyoloji literatüründe pek dikkat çekmeyen aslında zengin malzeme ba­rındıran, kültürel çeşitliliklere tehdit olan Çin tarzı asimilasyonun anlaşıl­masına da ışık tutulacaktır.

Günümüz Uygur Toplumunda Sosyal Gruplar

Bilindiği üzere, değişmeyen toplumu düşünmek imkânsızdır. Fakat değişmenin hangi seyirde (serbest/aktif, zorunlu/pasif) gerçekleştiği veya gerçekleşmekte olduğu ise sosyolojik açıdan önemlidir. Sömürgeleştirilme süreci ile karşı karşıya kalmış veya sömürgeleştirilmiş toplumların ço­ğunda ortaya çıkan sosyal ve kültürel değişmelerin çoğunun ise, pasif veya zorunlu değişme olduğu bilinmektedir. Uygur Türk toplumu, tahminimize göre, ilk radikal sosyal ve kültürel değişimini İslamiyet ile şereflenen Karahanlılar döneminde yaşamıştır. Bu dönemden sonraki en radikal sosyal ve kültürel değişimini belki 1955 sonrası ÇKP yönetiminde yaşamaya baş­lamıştır. Bu süreç henüz sonuçlanmamış fakat son sürat devam eden canlı bir süreçtir. Dolayısıyla, günümüz Uygur toplumundaki sosyal ve kültürel değişmeler genellikle yönlendirilmiş veya zorunlu olarak tepeden tabana yayılmaya çalışılan sosyal ve kültürel değiştirme sürecidir.

ÇKP, “reform ve açılma” süreci ile sınırları içindeki azınlıklara yö­nelik başlattığı mutedil, nispi eşitlikçi politikalarını soğuk savaşın sona er­mesi ve SSCB’nin dağılmasından sonra değiştirmiştir. 1990 sonrasında ÇKP, Çin vatandaşlarına, bilhassa azınlıklara yönelik Çin anayasası dâhil çeşitli yasalar tarafından tanınan sosyal, kültürel, eğitim ve politik alanlar­daki haklarını kademeli olarak sınırlandırmaya gitmiştir. Özellikle, özerk bölgelerde uygulanması beklenen özerklik yasalarının Uygur ve Tibet böl­gelerinde giderek uygulanmaması veya özerklik hakkı bulunan milliyet aleyhinde değiştirilerek uygulanması durumu, Uygur Türkleri ve Tibetli­lerin büyük sorunlarla yüzleşmesine neden olmuştur. Çin’deki egemen top­lum ve kültürden tamamen farklı yapı ve özelliğe sahip olan Uygur Türk toplumu ve kültürünün kendini savunma, koruma ve geliştirme mekaniz­ması hızla işlevsizleştirilerek sosyal ve kültürel alanda bölünme, parça­lanma ve nihayetinde egemen kültür içinde eriyip gitmesi yönü belirginleştirilmiştir.

ÇKP yöneticileri, 30 küsur yıllık hızlı kalkınma sürecinde uygula­dıkları öncelikli bölgesel kalkınma stratejisinin ortaya çıkarttığı çeşitli sos­yal sorunları politize ederek veya sorunu çok yönlü araştırmadan tek taraflı çözme yoluna gitmiştir. Bunun için, baskıcı, zorba yönetim anlayışı ÇKP’de egemen olmuştur. Bütün sorunları ekonomik göstergeler teme­linde okuma alışkanlığı ağır basınca istikrar vurgusu ön plana çıkmıştır. Bu durum, “devlet çıkarı her şeyden üstündür” anlayışını düstur edinen yöne­ticilerde rüşvet ve yolsuzluğu sıradanlaştırmıştır. Bunun akabinde özellikle azınlık bölgelerinde ülke yasalarını hiçe sayan Wang Lequan örneğinde yerel diktatör krallar ortaya çıkmıştır. İstikrar, ekonomik büyüme ve ülke­nin sosyo-kültürel bütünlüğünün sağlanmasında öncelik, farklılık tehdittir anlayışı ile tek dilli, tek kültürlü eğitim, kültür politikasına geçilmiştir. Son on beş yılda gitgide derinleştirilerek uygulanan Çin yasalarına aykırı yerel politikalar aslında ülke gerçeğine (çok milliyetli ve çok kültürlü) ve me­deni dünyada üstün değerler olarak kabul edilen çoğulculuk anlayışına ta­mamen aykırı düşmüştür. Tek milliyetlilik (Zhonghua/Çinli Milliyeti) ve tek kültürlülük (Han Çinli kültürü) politikalarının tavizsiz bir şekilde uy­gulanmasına devam edilmektedir. Bu uygulamalar çerçevesinde oluşturu­lan sosyal, ekonomik, dil, din ve kültür politikaların Uygur, Tibetli ve Moğol benzeri milliyet toplumlarında önemli ölçülerde amacına ulaştığı gözlenmektedir.

Sonuçta, günümüz Uygur Türk toplumunda sosyal, kültürel olarak parçalanmışlık, ekonomik olarak zayıflatılmıştık ve bağımlılık durumu or­taya çıkmıştır. Devam etmekte olan bu süreç, Uygur toplumunda geri dö­nüşü veya tamiri imkânsız sosyal yarılma ve sosyal parçalanmaları gerçekleştirmiş, sosyolojik manada kültürel kopukluğu tüm yönleri ile ya­şatan yeni sosyal grupları ortaya çıkartmıştır.

dogu-turkistan1.png

Şekil 1 Siyah Çin kültürü ile kuşatılmış beyaz Uygur Türk toplumu ve mevcut sosyal gruplar

 

Özellikle bahsi geçen politika ve uygulamalar sonucunda Uygur Türk toplumundaki aydınlar kitlesi Uygur dilli Uygurlar (Minkaomi), Minkaohan’ler Çin dilli Uygurlar (Xentilliq Uygurlar) ve Neigaosheng’lar olmak üzere birbiri ile anlaşmakta zorluk çeken, birbirinden farklı değer yargılara sahip çeşitli sosyal gruplara bölünmüştür. Aydınlar haricindeki kitle genellikle kırsallarda yaşayan çiftçiler, kent ve kasabalarda yaşayan esnaflar, tüccarlar ve sayıları şiddetle azalan din adamlarıdır.

Uygur Dilli Uygurlar: Günümüz Uygur toplumunda sayıca çoğun­lukta olan, fakat 2003’de uygulamaya konulan «Çift dilli eğitim»[13] politi­kasının tavizsiz uygulanmasından sonra nitelik ve nicelik bakımından gerilemeye başlayan gruptur. Çince Minkaomin olarak adlandırılır.

Uygur dilli Uygurlar, umumiyetle sadece Uygur Türkçesinden başka dil bilmeyen ailelerde doğmuş; ilk, orta ve liseyi Uygur Türkçesi ile ta­mamlayarak üniversiteye giden, üniversite öğrenimini genellikle Uygur Türkçesi ile bitirmiş bireylerdir. Onların birinci dili Uygur Türkçesi olup Uygur Türkçesi ile düşünür ve o şekilde konuşurlar, yazarlar. Çinceye vâkıf, belirli seviyede İngilizce veya diğer yabancı dilleri bilen; İslami inancını kaybetmemiş veya geleneksel Uygur Türk-İslam zihniyetini de­vam ettirmeye çalışan; Büyük çoğunluğu Çinlilere rezerve koyan, gayri Türkler ile karışık evlilik yapmayan kimselerdir. Uygur dilli Uygurlar yani Minkaominler, Çinliler veya Çin dilliler (Çin dilli Uygurlar dâhil çeşitli milliyet mensupları) gözünde genellikle «ehlileştirilmesi» gereken, pek is­tenilmeyen, görmezden gelinebilecek gruptur.

Uygur dilli Uygurlar, özerk bölge yönetimi ve idaresinin çeşitli ka­demelerindeki etkinlikleri 11 Eylül saldırısı sonrasında değişen konjonktürel süreçte kademeli olarak sınırlandırılmaya hatta tasfiye edilmeye başlanmıştır. Bu grubun üyeleri, gerçi politik olarak beklenen seviyede “Çinli”leştiği gözlendiyse de sosyal, kültürel ve psikolojik olarak yeterli düzeyde “Çinli” olamayışı, sayıları gitgide çoğalan Çin dilliler kadar “ak­tif” ve “sinyal/mesaj alıcı” olamayışlarından ötürü, ÇKP sekreterlerinin gözlerinden düşmüştür.

ÇKP yönetiminin 2000’li yıllardan sonra, Uygur özerk bölgesinin yönetimi ve bürokrasisinde Çin dilli Uygurları veya Minkaohan’leri tercih etmeye başlamasıyla Uygur dilli Uygurların artık hızla saf dışı edildiği açık olarak gözlenmeye başlanmıştır. Özellikle, Çinli ÇKP yetkilileri her alanda kendisiyle iyi anlaşan, karşı gelmeyen hatta isteyip dillendirmekte tereddüt ettiklerini dahi düşünüp önceden yapabilen, Çin kültüründe yetişen Minkaohan veya Çin dilli Uygurları yasalar ve yönetmelik gereği Uygurların bulunması gereken mevkilere atamıştır. Sonuç olarak, genellikle politik arenada Uygurları, Uygur Türkçesi ve kültüründe yetişen Uygur dilli Uy­gurlar değil, artık bahsi geçen Çin dilliler veya Minkaohanler temsil et­meye başlamıştır.

Minkaohan’ler, aslında kendi dili ve yazısı olan, Çinli ol­mayan Uygur, Moğol veya Tibetli gibi milliyetlerin lise mezunları üniver­site giriş sınavına kendi dillerinde yapılan bölgesel sınava değil, Çin dili ve yazısı ile yapılan ulusal üniversiteye giriş sınavına (Gaokao) gir­melerinden ötürü, Çinliler tarafından Minkaohan olarak adlandı­rılmıştır. Bu adlandırma esasında, etnik Çinlilerden veya ana dili ve milli yazısını çoktan kaybetmiş olan diğer milletlerden ayırmak, Minkaohan diye adlandırılan grubun Çince ulusal sınava katılmalarından ötürü ödül ödül puan verilerek kendi dili ve yazısı ile üniversite sınavlarına katılan diğer akranlarından daha iyi üniversite ve bölümlere girmesini sağlaması ve öteki akranlar arasında bir statü kazandırma işlevini görüyordu. “Min­kaohan” kavramın doğrudan anlamı ise “Azınlık milliyetinden Çince Sı­nava Girenler” şeklindedir. Zamanla Minkaohan adı bu grup insanların genel adı olarak bir tanımlamaya dönüşmüştür.

Uygur Türk bölgesinde, sosyal ve kültürel özellikleriyle daha belir­gin olan Minkaohan grubu, sosyolojik açıdan şöyle tanımlanabilir:

Biyolojik olarak Uygur Türk ana-babadan doğma, nüfus cüz­danında ve kimliğinde “Uygur” yazılan, fakat eğitim ve etkileşim çevresinden dolayı kültürel olarak daha çok Çinli olan bireylerdir. Bu gruba mensup bireyler doğdukları yörelerde Uygur okullarının bulunmayışı veya ana-babasının isteği üzerine ana okuldan itibaren Çin dili ve yazısı ile eğitim-öğretim yapan Han Çinli okullarına ve­rilmek sureti ile Çince eğitim süzgecinden geçmişlerdir. Üniversi­teye giriş sınavlarında Çinlilerle aynı sınava girmesinden ötürü ekstradan ödül puan[14]ile ödüllendirilmiş ve kontenjan sınırlama­sına[15] maruz kalmadan Çin’deki çeşitli üniversitelere gidebilmişler­dir. Çinlilerle aynı sınıflarda, yurt odalarında kalarak öğrenimine devam etmiş, arkadaşlık çevresi genellikle Çinli veya Çin dilli kim­selerden oluşmuştur. Uygur dillilere uygulanan üniversiteye giriş kontenjanı ve kota uygulamasına maruz kalmadıklarından dolayı popüler meslekler, tıp ve mühendislik benzeri önemli branşlara girebilmişler ve mezuniyet sonrasında daha iyi iş bulabilmişlerdir.

Buna benzer somut gerekçeler onların sayısının giderek artmasın­daki önemli etkenler olmuştur. Bu nicel artış, 2003 sonrasında uygulanacak sözde “Çift dilli” pratikte ise “tek dilli eğitim” politikasının hızla uygu­lanması için de önemli bir gerekçe oluşturmuştur. Aslında 2003 öncesinde

Uygur Türk bölgesinde uygulanan eğitim politikalarının gizli amaç ve iş­levlerinden birinin Minkaohan’lerin sayılarının arttırılması yönünde ol­duğu daha sonra bölge aydınlarınca anlaşılmıştır.

Minkaohan grubunun büyük çoğunluğunun birinci dili Çincedir, çoğu farklı düzeylerde Uygurcanın konuşma dilinden haberdarlar, fakat yazı dili ve kültürü hakkındaki bilgileri genellikle yetersizdir; dini inançları ve din kültürleri çok zayıf olmakla birlikte bakış açıları genellikle olum­suzdur. Arkadaş çevresi ise, çoğunlukla Çinli veya Çin dilli kimselerden oluşur. Onların eş-dost seçme eğilimleri genellikle Çinli/Çin dilli veya Çin kültürüne sempati ile yaklaşan kimselerdir. Çin’deki kimlik, nüfus cüzdanı uygulamalarından dolayı[16] politik mensubiyeti “Uygur” olmasına karşın, kültürel ve psikolojik mensubiyeti genellikle Çinlidir. Fakat etnik ilişki­lerde Çinliler tarafından “Uygur” kimliği ve ad soyadının Çince olmama­sından ötürü pek benimsenmezler. Diğer taraftan, Uygur dilli Uygurlar tarafından kültürel mensubiyetinin daha çok “Çinli” gözükmeleri ve Uygur Türk örf adetleri ile inançlarına yabancı olmalarından ötürü de dışlanırlar. Bundan dolayı bir çeşit hibrit kimlik sergilerler[17].

Bundan dolayı Minkaohan’ler halk tarafından ŞUÖB’de 14. Millet, Çin genelinde ise 57. Milliyet[18] şeklinde sınıflandırılmışlardır. Bu durum ise, onların politik mensubiyetinden ziyade kültürel mensubiyette Çinliliğin baskın olmasına karşın “Uygurluk” belirtilerinin de bulunuşu, kendile­rini Çinlilere yakın hissetmesi ve ona uygun davranmalarına karşın Çinlilerce özümsenmemesi farklı bir grup olarak algılanmasından kaynak­lanmaktadır.

 

dogu turkistan2

Minkaohan grubuna mensup çok az sayıda aydınların, aile terbiye­sindeki ısrarlar veya daha sonraki etkileşimler, düşünce dünyasında beliren değişimler, bireysel çabalar sonucunda kendi ana dili ve kültürüne dönüş yaptıkları, Çin dili ve kültürü üzerindeki artısını kendi milli çıkarları doğ­rultusunda değerlendirdiği; Çin-Uygur toplumları arasında köprülük işlev­leri görmeye çalıştıkları da görülmüştür.

Neigaosheng Grubu: ÇKP yöneticilerinin ŞUÖB’deki Müslüman Türklere yönelik sosyal, kültürel, ekonomik ve politik uygula­malarına genel olarak bakıldığında konjonktürel olduğu görülmekle bir­likte temelde değişmeyen bazı stratejilerin olduğu anlaşılmaktadır. Özellikle, bölgedeki göçmen Çinli nüfus baskın hale gelene kadarki uygu­lamalarda yönetimin daha temkinli olduğu ve yerlilerin kültürel olarak (kontrollü) homojen kalmasına nispeten kayıtsız kaldığı veya bilinçli ola­rak egemen toplumdan her alanda geride kalması için bazı uygulamalara başvurduğu gözlenmektedir. Örneğin, eğitim-öğretim alanında Çin’deki yaygın dil olan Çincenin Uygur okullarında zorunlu dil olarak okutulma­dığı, üniversiteye kabul edilenlerin ise önce iki yıl Çince hazırlık gördükten sonra dört yıllık lisans eğitimine başlatıldığı, sonuçta bir Uygur üniversite mezununun yaşıtı Çinlilerden iki sene geç mezun olması; kontenjan kısıt­laması ve popüler mesleklere girişin engellenmesi… vs. Fakat bölgeye yer­leşen Çinlilerin yerlilere karşı her alanda üstünlüğü tam olarak sağladığı yıllardan sonra (1990) daha doğrudan, kaba ve yasalara aykırı uygulama­lara başvurduğu gözlenmiştir. Bu uygulamaların temel amacı bölgedeki hal­kının sosyal, kültürel ve psikolojik olarak Çinli toplumu ile bütünleşmesini sağlamak ve aradaki sosyo-kültürel, sosyo-psikolojik farkları asgariye in­dirmek veya sıfırlamak olmuştur. Bu doğrultuda, 2000 tarihinden itibaren eğitim ve kültür alanında benzeri görülmemiş uygulamaları hayata geçir­meye başlamıştır. Bu uygulamalardan en dikkat çekici olanı ise devlet des­tekli Xinjiang neidi gaozhong ban (Çin’in iç bölgesindeki Şinciang sınıfı) uygulamasıdır. [19]

Bu projeye dâhil edilen öğrenciler, genellikle Uygur Türkçesi ve ya­zısıyla eğitim yapan okullardan seçilen en başarılı, çalışkan veya istekli ortaokul öğrencilerden oluşmaktadır. Seçilen öğrenciler, Çin’in doğusun­daki gelişmiş veya kalkınmış kıyı kentlerdeki liselerde özel olarak tesis edilmiş “Şinciang Sınıfı”nda yatılı olarak öğrenim görüyorlardı. 2004 yı­lında ilk mezunları verilmiş ve çoğu Çin’in iç kesimindeki çeşitli üniversi­telere yerleştirilmiştir. Bu uygulama günümüzde de tüm hızı ile devam ettirilmektedir

dogu turkistan3

Yaklaşık sekiz yıllık Çin’deki öğrenim süreci sonucunda oluşan kimlikleri dolayısıyla Uygur toplumunda daha çok “Neigaosheng”lar veya kısaca “Neigao”lar olarak adlandırılmışlardır. Bu grubun özellikleri şu şe­kildedir:

Seçilen öğrencilerin yaşları 13-15 arasında olup, bu yaşına kadar kendi ailesinden ve doğup büyüdüğü memleketlerinden hiç ay­rılmamıştır. Gurbet nedir hiç bilmeyen bu çocuklar birden 6-7 bin kilometre uzakta bulunan, tamamen yabancı bir bölgede yatılı oku­mak üzere ailesinden, akrabalarından ayrılmışlardır. Geldikleri li­selerde bir yıllık Çince hazırlık sonrasında Çinli öğrencilerin arasına dağıtılan Uygur öğrenciler, genellikle ortaokuldaki başarı­sını sürdürmekte zorlanmış ve çeşitli sorunlarla karşılaşmışlardır. Bu sorunların başında çeşitli ruhsal çöküntüler, iklimden dolayı or­taya çıkan çeşitli hastalıklar, Çinli öğrenciler tarafından aşağı­lanma ve dışlanma, kebabçı, hırsız tarzında etiketlenmeler… Gittikleri liselerde ŞUÖB yönetimi tarafından gönderilen yerel yö­neticiler ve rehber öğretmenlerin denetiminde olan bu gençler, idari yönetim tarafından 24 saat gözetim uygulanmıştır. İklim değişikliği, eğitim modeli ve müfredatının Uygur Türkçesinden Çinceye değiş­mesi umumiyetle şok etkisi yaratmış, öğrencilerin psikolojik yapıla­rında ciddi değişimlerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Daha neşeli, mutlu ve özgüveni yerinde olan gençler, bu süreç zarfında içine kapalı, çekingen, kendinden emin olamayan, çoğu zaman ka­rarsız bireylere dönüşmeye başlamışlardır.

Bu politikanın uygulanma süreci ve sonuçları hükümetin beklediği şekilde olmamıştır. Özellikle verilen taahhütlerin yerine getirilmeyişi; öğ­rencilerin doğdukları yerlerde kazandıkları benlik şuuru ve mensubiyet al­gılayışları, geldikleri yerlerdeki sosyal ve psikolojik dışlanma durumları onların içine kapanmasına, pasif olsa dahi sürece direnmelerine neden ol­muştur. Fakat Çin’de devam eden en az 8 yıllık eğitim sürecinde Uygur Türk kültüründen sürekli uzak kalmasını ve Çin kültürü ile sürekli kültür- lenme durumunu ortaya çıkartmıştır. Bu durum, onlarda çeşitli psikolojik sorunların ortaya çıkmasına, Çin ve Uygur Türk kültürleri arasında sıkışıp kalmasına neden olmuştur.

Neigaosheng grubu Uygur Dilli Uygurlar ve Minkaohan’lere göre daha çok içine kapalı, zaman zaman psikolojik sorun yaşadıkları kolayca anlaşılabilen kimselerdir ki, Çinli toplumu dâhil kendi toplumundaki bahsi geçen gruplarla iletişimde zorlandıkları gözlenmektedir. Uygur dillileri kendilerine daha yakın görme eğilimi vardır.

Çin dilli Uygurlar[20]: Günümüz Uygur toplumunda, güdülen çeşitli (eğitim, kültür, sosyal, ekonomik ve dinî) politikalar sonucu farklı sosyal gruplar hızla çoğalmaya başlamıştır. Bu gruplar içinde en dikkat çekici olanı ise, son yarım asırlık süreçte yavaş yavaş ortaya çıkarak mevcut ŞUÖB idaresinin çeşitli kademelerinde ve memuriyette nicelik olarak bas­kın hale gelen Çin dilli Uygurlar grubudur.

Uygur Türk toplumunda ortaya çıkan farklı sosyal gruplar esasında, ÇKP’nin bölgede uygulamış olduğu eğitim ve kültür politikalarının sonu­cudur. İşbu politikalar ÇKP’nin bölgedeki egemenlik oranına paralel ola­rak olgunlaşmıştır. Başlangıçta kabul edilmiş olan azınlıkların dil ve kültürünün korunarak geliştirilmesi ile ilgili yasa ve yönetmeliklere nispi olarak riayet edilmiştir. Önceleri, Minkaohan benzeri grupların kademeli olarak ortaya çıkmasına, özendirilmesine münasip uygulamalar gerçekleş­tirdi ise, 11 Eylül saldırısı sonrası oluşan küresel konjonktüre uygun olarak iç siyasetinde radikal değişime gitmiş ve 2003 yılından itibaren Çin dilli Uygurların hızla çoğalmasına zemin hazırlayan ve meşrulaştıran politika­ları hızla uygulamaya başlanmıştır. Artık bu tarihten itibaren, ÇKP’nin milliyetler politikası radikal değişime uğramış, teritoryal özerklik yasası dâhil, din, dil, kültür yasaları bir kenara itilmiş ve uygulanmamıştır.

dogu turkistan4

 

 

1990’lı yıllardan sonra nicelik olarak artmaya devam eden, özerk bölge yönetimindeki Uygur kökenlilerin bulunması gereken mevki ma­kamlara atanmaya başlayan Çin dilli Uygurlar, sosyolojik açıdan incelen­diğinde aşağıdaki gibi özellikleri bünyesinde barındırmaktadırlar.

 

1. ÇKP’nin eğitim politikası ve ailevi kararlar Çin Dilli Uygurları or­taya çıkartmıştır:

Uygur özerk bölgesindeki eğitim sistemi 2003 yılına kadar Uygur Türkçesi, Çince, Kazak Türkçesi, Moğolca ile eğitim yapan kurumlardan oluşuyordu. Bölgenin esas yerli halkı olan Uygur Türklerinin eğitim sistemi, binlerce yıllık Türk-İslam eğitim sistemi temelinde değişe­rek gelişmiş sistem olup nispeten olgunlaşmış yapısı ile Çin’de Çince eği- tim-öğretim yapan kurumlardan sonra gelmektedir. Bölgedeki Kırgız, Özbek, Tatar ve Tacik gibi diğer Türk ve akraba boyların çocukları da Uy­gur okullarına gönderiliyordu. Bütün dersler Uygur Türkçesinde okutul­duğu gibi sınıflarda okutulan kitaplar, Uygur Türkü akademisyenlerce yazıldığı için Türk-İslam değerleri kısıtlı olsa da aktarılıyordu. Çinli okul­larında okutulan ders kitapları ve müfredat, Çin milli eğitim bakanlığının müfredatı ve belirlenmiş ders kitaplarıdır.

Uygurların yoğun olarak yaşadıkları her bölgede Uygur okulları tüm kademesi ile mevcuttu. Fakat Uygurların yoğun olmadığı Bingtuan[21] yerleşim birimlerinde, askeri birimlerde, Çinlilerin yoğun olarak yaşadığı şehirlerde dağınık yaşayan Uygurlar, bulundukları bölgelerde yeteri sayıda Uygur nüfusu bulunmadığından dolayı çocuklarını Çinli okullarına gön­dermek mecburiyetinde kalmışlardır. Diğer taraftan, Çinli, Döngen gibi Çin dilli biri ile evlenen Uygur Türkü’nün çocukları da genellikle Çinli okullarına gönderilmiştir. Bu durum, daha sonraki süreçte Uygur dilli Uygurlardaki işsizliğin artması, üniversitelerde Uygur dillilere verilen kon­tenjanların kısıtlı oluşu, popüler meslekler ve fen-mühendislik alanlarında olmayışı gibi somut gerekçelerle yönetim kademesinde bulunan bazı Uy­gur aydınları kendi isteği ile çocuklarını Çin okullarına vermeye başlamış­tır.

Özetlemek gerekirse, Çin dilli Uygur mensubu bireyler istisnai zo­runluluk haricinde genellikle aile reislerin istekleri doğrultusunda, tama­men Çin dili ve kültürü ile eğitim-öğretim yapan kurumlara verilmesi sonucu eğitim kanalıyla kültürel Çinlileşme sürecine girmesi neticesinde ortaya çıkmıştır.

 

2. Sosyalleşme Süreci ve Kültürel Mensubiyetinin Çinlileşmesi:  

Çin dilli Uygurlar, ana okullardan itibaren resmî eğitim kurumlarında sosyal­leşerek “Uygur dilli” Uygurlardan farklı düşünce yapısına, yaşam tarzına, değer yargısına ve tarih şuuruna, hafızaya sahip olmuşlardır. Bundan do­layı, kültürel mensubiyet itibari ile daha çok Çin kültüründe sosyalleşen ve bu kültürde yetişen birey ya da gruplara tabidir veya onlara çok yakındırlar. Bundan dolayı, psikolojik olarak kendilerini daha çok Çin kültüründe ye­tişen birey ya da gruplara tabi hissederler veya onlarla daha yakın ilişki kurarlar. Onların milli hafızası Çinliler ile neredeyse aynıdır veya tamamen Çin tarzıdır. Gökalp’ın belirttiği üzere (1997: 228), “insan tabiiyeti aldığı terbiyeye bağlıdır ki, o kimin veya hangi milliyetin terbiyesini alırsa, onun için hizmet eder, ona çalışır, hatta kendini ona feda edebilir” tarzında bi­reyler olmuşlardır.

Çin dilli Uygurların birinci dili Çincedir. Uygur Türkçesini bilenler genellikle Çinceden çevirdikleri söz veya cümleyi konuşurlar. Yani kafa­larında Çince kurdukları cümleleri bildiği Uygur Türkçesindeki sınırlı ke­limelerle çevirmeye çalışırlar. Uygur Türkçesini asla orijinal Uygur Türkü gibi konuşamaz, ince duygularını Uygur Türkçesi ile ifade edemez, Uygur yazısıyla ilmî makale dâhil herhangi bir şekilde akademik üretimde bulu­namazlar. Onların belki en önemli temsilcisi Uygur Özerk bölgesinde 2008-2014 yılları arasında bölge reisi olan ve halen Çin Halk Cumhuriyeti Enerji Kurumu başkanı olan Nur Bekridir. Nur Bekri’nin ŞUÖB reisi ol­duğu dönemde uygulamaya konan sözde “Çift dilli eğitim” ile ilgili olarak verdiği şu demeç Uygur Türklerinin hafızasına kazınmıştır: “Uygurlar «Çift dilli eğitim» politikasından şikâyet etmemeliler. Döngenlerin milli dilleri yoktur, ama Döngenler hala kültürel ve etnik mensubiyetini koru­yorlar. Dolayısıyla Uygurların kendi dillerinde konuşmaması da o kadar önemli sorun değildir.”

 

3. Dinî İnançları ve Türk-İslam Değerlerine Yönelik Tutumları:

Çin dilli Uygurların en önemli özelliklerinden biri ise, İslam dininden soyut­lanmış olmaları veya dinî duygularının çok zayıf olmasıdır. Büyüdüğü aile muhitinde dini değerler yaşatılıyorsa dahi eğitim süreci ve edindiği Çin kültüründen dolayı ya Ateist ya da seküler bir inanç tarzı benimsemişlerdir. İslam’a ve Müslümanlara bakışı ise genellikle menfi, soğuk veya olabildi­ğince mesafelidir. Eğer idari birimlerde çalışıyor ise, mevcut bölge yöne­timinin arzu ettiğinden ziyade din düşmanı olabilmektedirler.

Onlar, Uygur dili muhitinde yetişip Uygur Türkçesini kendilerine birinci dil seçen ve Türkçe düşünen aydınlar gibi Türk-İslâm merkezlerin­den ilham almazlar ya da bu merkezlerle var olan geleneksel bağların ko­runmasından yana değiller. Tam tersine Çin’e ait olan kültür ve medeniyet merkezlerinden ilham ve feyz alma eğilimindeler. Bu tarz eğilimin, Uygur Türkleri arasında yaygın olması gerektiğini düşünür, geleneksel Türk-İs­lam merkezlerini, bu bölgeler ile kurulacak herhangi bir iletişimi bölge ve Çin çıkarları açısından tehlikeli bulurlar.

 

4. Yaşam Tarzı ve Ailevi Yaşantıları:

Kültürel mensubiyetlerinden do­layı yaşam tarzı da mensubu olduğu Uygur Türk toplumundan uzaklaşma, Çinli toplumuna olabildiğince yakınlaşma ya da doğrudan onların bir ferdi gibi yaşama eğilimi sergilerler. Özellikle yeme içme alışkanlıkları zihni­yeti ve yaşam tarzlarından dolayı genellikle Çince veya «Döngence»dir. Mutfağında baskın olan yemekler Çinlilere özgü olan kavurma çeşitleri veya beslenme alışkanlıklarıdır. Kimi Çin dilli Uygurlar dışarıda Çinlilere ait olan restoranlarda rahatça tüketimde bulunurlarken, kimileri yiyecekle­rin sadece “döngence” denilebilecek olan “Qingzhen[22]” olmasının yeterli olacağını savunurlar.

Giyim-kuşam tarzları ve estetiği ise, Uygur Türklerinden tamamen uzaklaşmış olup genellikle Çincedir. Özellikle kadınların giyim kuşamı ve estetiği belirgin derecede Çinlileşmiştir. En iyi gözlemlenen şekliyle Çin dilli Uygur kadınlar genellikle pantolon giyerler, etek ve uzun gömlek giy­mezler. Renk seçimleri tamamen Çince olup, canlı ve renkli giysileri tercih etmezler. Estetik alışkanlıkları ister bireysel güzellik anlayışı ister ev içi döşemelerde olsun Çin tarzıdır. Uygur Türklerine ait kültür unsurları evle­rinde ve yaşamında ender rastlanır. Erkeklerin giyim kuşamı ise, genellikle Çin tarzıdır. Çinlilere ait olan kumaş ayakkabısını giymekte sakınca gör­mezler. Türklere özgü sakal, bıyık asla bırakmazlar ve bu tarz estetik anla­yışları aşağılarlar. Saç stili genellikle Çinli olduğu gibi saçlarında beyaz saçların gözükmesine de tahammül edemezler ve Çinliler gibi sürekli si­yaha boyarlar.

Arkadaşlık çevresi genellikle Çinli veya kendileri gibi Çin dilli olan kimselerdir. Etnik olarak mensubu olduğu milliyete yani Uygurlara dışar­dan biri veya “öteki” gözüyle bakarlar. Uygur dilli Uygurlar ile bir arada olduğundan kendini rahat hissedemez ve daima sıkılganlık içinde olurlar. Fakat Çin dilli milliyet ya da Çinlilerle bir arada olduğundan tamamen tersi görüntü sergiler ve çok rahat olabilirler. Bunları bulamadığında ise, Uygur dilliler arasından kendilerine en yakın gördükleri kültürel mensubiyeti gev­şemiş, Çin tarzı yaşama açık olanlar ile ahbaplık ederler.

Eş seçmede Çinlilerden veya kendileri gibi Çin dilli Uygurlardan se­çerler. Nadiren Çin dilli diğer azınlık milliyet mensuplarından da seçebili­yorlar. Onlara göre, Çinliler çalışkan, medeni ve geçinilebilir kimselerdir. Çin dilli Uygurlara göre, Uygur toplumunda kendilerini en iyi anlayanlar yine kendileri gibi Çin dilli olan Uygurlar veya Minkaohan’lerdir. Uygur dilli Uygurlar ile evlilik, genellikle düşünülmez ve istenilmez. Böyle bir evliliği yapanların mutlak çoğunluğu belli bir süre sonra boşanmışlardır.

Onlara göre, kendi milliyeti içindeki evlenilebilecek adaylar belki Minkaohanler veya Çin kültürünü iyi benimsemiş olan Neigaoshenglerdir. Ço­cuk algılarına bakıldığında, Çinliler gibi genellikle erkek çocuk istemektedirler. Çok çocuk yapmak istemezler. Çocuklarına verdikleri kişi isimleri ise genellikle kısa ve Çincenin söyleniş ve yazılışına uygun adlar­dır. Kimi Çin dillilerin çocuklarına doğrudan Çince ad verdikleri de görül­mektedir.

 

5. Öteki Gruplar ve Diğer Milliyetler İlişkileri:

Burada ısrarla şunu be­lirtmeliyiz ki, üzerinde durulan “Çin dilli Uygurlar” ile Minkaohan’ler ara­sında çok ince bir ayırım vardır. Çin dilli Uygurlar denildiğinde doğrudan Minkaohan’lerın tamamını kesinlikle kast edilmemektedir. Fakat, Minkaohan’lerin büyük çoğunluğunun potansiyel “Çin dilli Uygurlar” olabile­ceği ima edilmektedir. Minkaohan’ler grubundaki kimselerin bazıları, ana okuldan itibaren Çince eğitim-öğretim sürecine katıldıysa, bazıları belli bir aşamada Çince eğitim sürecine dâhil olmuştur. Daha açık şekilde ifade edilmesi gerekirse, eğitim sürecinin belli bir dönemini Uygur okullarında geçirmiş, üniversite giriş sınavına Çince olarak katılmış ve ödül puanlar­dan yararlanarak Uygur dillilerden daha geniş kontenjan ve seçme şansını yakalamış olan kimselerdir. Böyle bireyler ise, Uygur Türkçesi ile yazısını biliyor ve Uygur Türk kültürünü nispeten iyi benimsemiştir. Bundan dolayı onların kimlik algılaması ve kültürel mensubiyeti daha çok Uygur dilli Uygurlar gibidir[23]. Fakat Minkaohan’lerin çoğunluğunu oluşturan kitle ise Çin dilli Uygur grubuna yakındır veya dâhildir.

Çin dilli Uygurların Uygur tarihi ve kültürü hakkındaki bilgileri ve yaklaşımı esasen «Çince»dir[24]. Dolayısıyla, öteki gruplara bilhassa Uygur dilli Uygurlara tepeden bakarlar, beğenmezler ya da Çinliler ile aynı pen­cereden bakarlar. Onların Çin kültürü ve değerleri etrafında dönüştürül­mesi gerektiğini düşünür veya öyle olması için eğitim-kültür politikalarının geliştirilmesine zaman zaman öncülük ederler.

Uygur dilli Uygurlar ile bir arada olduklarında kendilerini rahat hissedemezler, sıkılganlık içinde olurlar veya çatışırlar. Fakat, Çin dilli biriyle veya Çinlilerle bir arada olduklarında ise, tamamen tersi görüntü sergiler ve psikolojik olarak onların yanında çok rahat olurlar. Dolayısıyla, Uygur dilliler ile olan ilişkilerde mesafeliler, tutumlarında daima Çinliliği yansı­tırlar. Bundan dolayı Uygur Türk toplumunun selameti, Uygur kültürünün korunarak geliştirilmesi konusunda daha çok Çinlilerle hemfikirdirler.

Çin dili ve kültürünü, yaşam tarzı ve zihniyetini çok iyi benimsedik­lerinden ötürü Çinlilerle iletişim sıkıntısı bulunmamaktadır. Çinliler karşı­sında aşağılık kompleksine sahip olmalarından dolayı Çinli yöneticiler tarafından tercih edilmişlerdir. Günümüzde ŞUÖB’de Uygurların bulun­ması gereken idarî mevkilerin büyük çoğunluğu Çin dilli Uygurlara ve Minkaohanler’e verilmiştir.

Devletin Çin dilli Uygurlar ile (önemli oranda) Minkaohan’lere özerk bölge yönetimi ve idaresinde Uygur dilli Uygurlara nazaran çok fazla kon­tenjan ayırması, Uygur toplumunun aydın kitlesi arasında aslında var olan anlaşmazlık ve önyargıları daha da derinleştirmiş veya pekiştirmiştir. Çin dilli Uygurların önemli mevkilerde bulunmasına rağmen, Uygur Türk top- lumundaki kültürel erozyon hızla devam etmiş, millî hafıza silinmeye de­vam etmektedir. Hatta bu sürece onların açıkça önayak olduğu bilinmektedir. Bundan dolayı, Toplumdaki çoğu Uygur dilli aydınlar, Çin dilli Uygurların etnik olarak mensubu olduğu toplumu sosyal, kültürel ve politik olarak temsil etmediğini veya edemeyeceğini düşünmektedirler. İl­ham Tohtı örneğindeki açık sözlü cesur aydınlar, işbu rahatsızlığı açıkça dile getirmiş ve gerekli eleştirilerini yapmıştır[25].

Onların milli dil, din, kültür ve örf adet hususundaki radikal Çinci tutumlarından ötürü halk tabakası tarafından hoş karşılanmayan, istenme­yen kimselere dönüşmüştür. Daha da ileri gidilerek onları Şinciang’daki 14. Milliyet, Çin’deki 57. Milliyet olarak görmüşlerdir.

Değerlendirme

Uygur Türk toplumu ÇKP iktidarı sürecinde sürekli olarak yönetim ve rejimin değiştirme ve dönüştürme hedefi olmuştur. Bu süreç 1955 yı­lında başlamış, 1966-1976 yılları arasındaki meşhur ‘kültür devrimi’ süre­cinde zirveye ulaşmıştır. 1979 sonrası, Çin genelindeki yumuşama sürecinde Uygur Türk toplumunun ‘nefes alması ’na imkân vermiştir. Fa­kat, ÇKP yönetimi engin devlet tecrübesi ile SSCB’nin çökmesi ve dağıl­ması sonrasında oluşan küresel konjonktürden ders çıkartmayı bilmiş ve mutedil milliyetler politikasından vaz geçmiştir. Buna göre, Uygur, Tibet politikasında mevcut yürürlükteki ilgili yasaları kenara iterek, çok farklı bir süreci adına sosyo-kültürel asimilasyon süreci denilebilecek yeni bir süreci başlatmıştır. 11 Eylül saldırıları, işbu politikanın daha ileri versiyon­larının icrasına küresel imkân tanımış, Uygur Türk toplumunun kültürel omurgası kırılmaya başlanmıştır.

Bütün bu süreçteki uygulama ve icraatlar Uygur Türk toplumunun zorunlu olarak kendi yörüngesinden çıkması, toplumun sosyal ve kültürel olarak parçalanması, bölünmesi ve nihayetinde zayıflatılması sonucunu or­taya çıkartmıştır. Özellikle uygulanan eğitim ve kültür politikaları aydınlar arasındaki bölünmeyi hızlandırmış ve birbirinden farklı sosyal grupları or­taya çıkartmıştır.

Özetle, Uygur dilli Uygurlar grubu günümüzde nitelik ve nicelik olarak gerileme sürecine girmiştir. Minkaohan grubu, yerini gitgide Çin dilli Uygurlara bırakırken, Neigaosheng grubu ise, mevcudiyetini koru­maktadır. Eğer ŞUÖB yönetiminin mevcut dil, kültür ve eğitim politikası değişmeden devam edecek olursa, Uygur Türk toplumundaki aydınların çoğunluğunu Çin dilli Uygurların oluşturacağı öngörülebilir.

Üzerinde durulan “Çin dilli Uygurlar” grubu günümüz Uygur Türk toplumundaki Minkaohan grubunu kast etmemekte, fakat Minkaohan’lerin büyük çoğunluğunun “Çin dilli Uygurlar” olabileceği gerçeğine de vurgu yapılmaktadır. Çünkü Uygur kökenli Minkaohanler genellikle Çin dilli grubun özelliklerini taşıyorlar. Böyle olmasının temel nedenlerinden biri ise, Uygur Türk kültürü ile Çinli kültürü arasında geçişkenliğin hiç dene­cek kadar olmamasıdır. Çinceyi birinci dil olarak benimseyen birinin, Uy­gur Türkçesini kolay öğrenememesi, öğrense de Türk İslam kültürünü özümsemesinin zorluğudur.

Diğer taraftan, dil-kültür ve zihniyet ilişkileri bağlamında, Çinceyi birinci dil olarak benimsemiş bireylerde, Çin kültürü ve bu kültüre ait dav­ranış kalıplarının iyice yerleşmesi sonucunda Çinlilerde var olan ötekilere bakış açısının yerleşmesi ve ötekileri aşağılama tutumunun içselleştiril­mesi sonucunda kültürel mensubiyet etnik mensubiyetin önüne geçebilme gerçeğidir. Yani Çin dilli bireyde Çinlilerde var olan Çin benliği ve kimli­ğini üstün tutma ve gayri Çinlileri özellikle azınlık konumunda olanlara yönelik aşağılama, dışlama zihniyetinin dışa vurması ile etnik olarak men­subu olduğu topluma mesafeli durulması veya tepeden bakılması durumu­nun ortaya çıkmasıdır. Diğer taraftan etnik olarak Çinli olmayan biri Çinlilere kendini kabul ettirmek için Çinliden daha Çinli olması, öncü/avangart olması durumunu ortaya çıkartmıştır. Bu durum, Çin’deki Han Çinli-azınlık ilişkilerinde sıklıkla yaşanan bir durumdur. Minkaohan grubu içinde çok az sayıdaki bireylerin Uygur Türkçesini, yazısını ve kül­türünü nispeten iyi benimsemiş olduğu, kültürel mensubiyet ve kimlik al­gılamasında daha çok Uygur dilli Uygurlara yakın durduğu da bir gerçektir. Bu tarz aydınların Çinlilerle olan ilişkilerde kendi toplumunun hak ve hukukları için daha mantıklı öneriler sunabildiği de bilinmektedir.

Bölgede yaptığımız saha çalışmaları, Uygur dilli Uygurların mutlak çoğunluğun ve önemli sayıdaki Neigaosheng mensuplarının, Minkaohan ve Çin dilli Uygurlardan şöyle beklentilerinin olduğu anlaşılmıştır: Onlar göre, Minkaohan ve Çin dilli Uygurlar, Uygur toplumu ile Çinli toplumu arasında köprülük işlevi görmeliydiler, Çünkü Minkaohan ve Çin dilli Uy- gurlar doğdukları toplum ve biyolojik mensubiyetlerinden dolayı Uygur tabiiyetindeler, fakat aldıkları eğitimlerinden dolayı ise Çinlilere daha ya­kın ve Çinlilerle çok iyi iletişim kurabiliyorlardı. Bundan dolayı, onlar iki toplum arasındaki iletişimin kolaylaştırılması ve mevcut yasalarda vaat edilen hakların elde edilip uygulanmasına yardımcı olmaları ise onların aslı görevleri idi.

Fakat zamanla işbu grup mensuplarının tam tersi davranışları ile Uy­gur Türk toplumunun ekseriyetinde hayal kırıklığı yaşatmakta oldukları anlaşılmıştır. Ortaya çıkan bu durum, Uygur toplumundaki bahsi geçen gruplar arası ilişkilere menfi etki yapmış, gruplar arası mesafe giderek açıl­mıştır. Elbette, yöneticiler de bu durumdan iyice istifade ederek süreci kendi lehlerine yönetmişlerdir.

Kültürel kopukluk hadisesi, toplumun parçalanması ve yarılması so­nucunda ortaya çıkar. Genellikle toplumun parçalanması ve yarılmasına, toplumun tabakalaşması ve bölünmesi neden olur. Toplumun tabakalaş­ması ve bölünüşüne ise, ilgili toplumda ısrarla uygulanan politikalar, re­formlar ve zoraki değiştirmeler neden olabilir. Uygur Türk toplumunda ortaya çıkan kültürel kopukluk veya kültürel yabancılaşma olgusunun en önemli nedenlerinden biri ülke genelinde icra edilen tek kültürcü din, dil, eğitim ve kültür politikası ve onun ŞUÖB’deki şovenist tarzda uygulanma­sıdır.

KAYNAKÇA

ÂTIF, Mehmed (1999), Kaşgar Tarihi (Bâis-i Hayret Ahvâl-i Garibesi), haz. İs­mail, Vehbi, Cahit, Eysi Yayınları, Kırıkkale.

BARNETT, A. Doak (1961), China On the Eve of Communist Takeover, New York: Praeger.

BECQUELİNE, Nicholas (2004), “Criminalizing Ethnicity: Political Repression in Xinjiang” China Rights Forum 1 (2004).

BOULGER, Demetrius C. (1878), The Life of Yakoob Beg (Athalik Ghazi, and Badaulet; Ameer of Kashgar), Wm. H. Allen & Co., London.

BOVİNGDON, Gardener (2002), “The Not-So-Silent Majority: Uyghur Resis­tance to Han Rule in Xinjiang” Modern China 28, no. 1 (January 2002): 39-78.

BROPHY, David (2016), Uyghur Nation. Harvard University Press.

CAPPELLETTİ, Alessandra (2016), “Socio-economic disparities and develop­ment gap in Xinjiang: the cases of Kashgar and Shihezi”, Edited by Anna Haves. Michael Clarke, Inside Xinjiang Space, Place and Power in China’s Muslim Far Northwest, Routledge.

DİJKSTRA, Edsger W. (1986), On a cultural gap. The Mathematical Intelligen­cer, 8(1), 48-52.

DWYER, Arienne M. (2005), The Xinjiang Conflict: Uyghur identity, language policy, and political discourse. Policy Studies, (15).

ERKİN Türkler, “Sincan: Çin’in başarılı algı operasyonu”, Türk Yurdu, Sayı 331, Mart 2015, S. 27-28, Ankara.

FREEBERNE, Michael (1966), “Demogtaphic and Economic Changes in the Sin- kiang Uighur Autonomous Region”, Population Studies, Vol. 20, No. 1, pp. 103-124.

GROSE, Timothy A. (2010), “The Xinjiang Class: Education, Integration, and the Uyghurs”, Journal of Muslim Minority Affairs, 30: 1, pp. 97-109.

GUPTA, Sonica & VEENA Ramachandran (2016), Bilingual Education in Xinji­ang in the Post-2009 Period. China Report, 52(4), 306-323.

HANN, Chris (2014), Harmonious or Homogeneous? Language, education and social mobility in rural Uyghur society. On the fringes of the harmonious society: Tibetans and Uyghurs in socialist China, 183-208.

HAYİT, Baymirza (1975), Türkistan Rusya ile Çin Arasında, çev. Abdülkadir Sa­dak, Otağ Yayınları, Ankara.

JAMES D Seymour, “Xinjiang’s Produnction and Construction Corps, and the Snification of Eastern Turkestan”, Inner Aisa, 2000/2, P. 171-193.

JİA, Jianfei (2011), Whose Xinjiang? The Transition in Chinese Intellectuals’ Ima­gination of the” New Dominion” During the Qing-Dynasty. Harvard-Yenc- hıng Institute Workmg Paper Serıes, S. 1-16.

KAMALOV, Ablet, (2007), “The Uyghurs as a Part of Central Asin Communality: Soviet Historiography on the Uyghurs”, Situating The Uyghurs Between China And Central Asia, Ed.: Ildiko Beller-Hann, M. Cristina Cesdro, Rachel Harris, Joanne Smith Finley, Ashgate Publishing Company, Angland.

MA Dazheng (2016). Şincang’da “Radikalliği Yok etme” mücadelesinin araştırılması”, 37(5), 1­5.

MCMİLLEN, Donald (1981), “Xinjiang And the Produnction and Construction Corps: A Han Organızation in a Non Han Region” The Australian Journal of Chinese affairs, 1981/6 P. 65-96;

ONDR’EJ KLIMES Struggle by the Pen: The Uyghur Discourse of Nation and National Interest, c. 1900-1949. By. Leiden: Brill.

QARLUQ, Abdürreşit Jelil (2006), “Til Bilan Kültürnin Munasiveti”, Xinjiang Radio-Televiziya Universiteti Jurnili, S. 3, Urumçi.

(2007), “Ceditçilik Hareketi-Türk İslam Kültürünün Yenileşme Girişimi”, Milliyetler Araştırması Külliyatı” Minzu Yanjiu Wenji, Milliyetler Üniversitesi Yayınevi, 2007, 275-288, Pekin.

 (2007), “Musabayuf Ailesinin Şincang Yenileşmesi Sürecine Katkıları Üzerine İnceleme”, Milliyetler Araştırması Külliyatı”, Minzu Yanjiu Wenji, Mer­kezi Milliyetler Üniversitesi Yayınevi, 2007, 260-275, Pekin, (Çince);

(2009), “Çin Halk Cumhuriyeti’ndeki Milliyetlerin Dağılımı ve Etno-Demografik Özellikleri”, Hacettepe Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Der­gisi, 2009 Güz (11), s. 63-90, Ankara.

(2009), “Uygur Yenilesme Sürecindeki İstanbul Ekolü ve Onun Bazı Tem­silcileri Üzerine”, Türk Kültürü, 2009/2, 290-328, Ankara;

(2010), “Uygur Yenileşme sürecinde ’İstanbul Ekolünün’ Etkisi üzerine”, Türk Kültürü, 2010/2, 72-112, Ankara.

(2011), Uygur toplumundaki Kültürel Kopukluk Olgusu, Xinjiang Sosyal Bilimler Akademisi Dergisi, 2011/1, Sayfa: 29-39, Ürümçi, (Uygur Türk- çesi).

SAYRAMİ, Molla Musa (1986), Tarihi Hamidi, haz. Enver Baytur, Pekin Millet­ler Neşriyatı, Pekin.

SEAN R. Roberts, (2007), “‘Ethnic Anomaly’ or Modern Uyghur Survivor? A Case Study of the Minkaohan Hybrid Identity in Xinjiang”, Situating The Uyghurs Between China And Central Asia, Ed.: Ildiko Beller-Hann, M. Cristina Cesdro, Rachel Harris, Joanne Smith Finley, Angland: Ashgate Publishing Company, pp. 219-239.

SEYMOUR James D. (2000), “Xinjiang’s Produnction and Construction Corps, and the Snification of Eastern Turkestan”, inner Aisa, 2000/2, P. 171-193.

SCHLUESSEL, Eric T. (2007), “Bilingual1 education and discontent in Xinjiang”, Central Asian Survey, 26: 2, 251-277.

TAYNEN, Jennifer, (2006), “Interpreters, Arbiters or Outsiders: The Role of the Minkaohanin Xinjiang Society”, Journal of Muslim Minority Affairs, Vol. 26, No. 1, pp. 45-62.

TYSON, A., & Wu, X. (2016), Ethnic Conflict and the New Legalism in China. Nationalism and Ethnic Politics, 22(4), 373-392.

WAİTE, Edmund, (2007). “The Emergence of Muslim Reformism in Contempo­rary Xinjiang: İmplications for the Uyghrs’ Positıoning Between a Central Asian and Chinese Context”, Situating The Uyghurs Between China And Central Asia, Ed.: Ildiko Beller- Hann, M. Cristina Cesdro, Rachel Harris, Joanne Smith Finley, Angland: Ashgate Publishing Company

ZHANG, Zhizhong (1987), Ürümçi Söhbetidin Xinjiang Tinç Azat Bolğanğa Qadar, Çinceden Çeviren Razaq Malik, Ürümçi: Xinjiang Halq Naşiriyatı.

Elektronik Kaynaklar:

Anthony Kuhn, Uighur Scholar Caught Up In China’s Ethnic Conflict, http: //www. npr.org/templates/story/story.php?storyId=113620353, erişim:          20.02.

2017;

Life term for China scholar chills ethnic dialogue, By the Associated Press I September 23, 2014, http: //www.cnsnews.com/news/article/life-term-china-scholar-chills-ethnic-dialogue, Erişim: 20.02.2017.

www.china.org.cn/e-white/20030526/9.htm, erişim: 25.12.2016.

 

——————————————————–

 

Dipnotlar

[1] Çincesi Xinjiang: genel olarak “yeni hudut” anlamını taşıyor ise de, Çincenin yazı özelliklerinden hareket edenler işbu yer adının gayri resmî olarak “silah gücü ile ele geçirilen yeni toprak” anlamını sakladığını dile getirirler. Bu yer adı 1884’te Çinlilerce resmi olarak kullanılmaya başlandıysa da bölgenin yerli ahalisi olan Türkler tarafından yaygın ve zorunlu olarak kullanılmaya başlanması ancak ÇKP dönemi (1955) sonrasında mümkün olmuştur. Çinceye vakıf olmayan bir Türk genellikle bozuk (örn: Şıncang) telaffuz ederler. Çin Halk Cumhuriyeti’nin Türkiye Cumhuriyetindeki başarılı diplomatik ve psikolojik girişimleri sonucunda, daha önceleri genellikle “Doğu Türkistan” olarak adlandırılan işbu bölge adı için artık “SİNCAN” söyleminin yaygın­laştırıldığı bilinmektedir. Daha geniş açıklamalar için bakınız: Erkin Türkler, Sincan: Çin’in başarılı algı operasyonu, Türk Yurdu, Sayı 331, Mart 2015, S. 27-28.

[2]   Konu ile ilgili geniş bilgi için şu kaynaklara bakılabilir: Boulger, D. C., The Life of Yakoob Beg (Athalik Ghazi, and Badaulet; Ameer of Kashgar), Wm. H. Allen & Co., London 1878; Âtıf, Mehmed, Kaşgar Tarihi (Bâis-i Hayret Ahvâl-i Garibesi), haz. İsmail, Vehbi, Cahit, Eysi Yayınları, Kırıkkale 1999; Brophy, D. (2016). Uyghur Na­tion. Harvard University Press. Sayrami, Molla Musa, Tarihi Hamidi, haz. Enver Bay- tur, Pekin Milletler Neşriyatı, Pekin 1986; Hayit, Baymirza, Türkistan Rusya ile Çin Arasında, çev. Abdülkadir Sadak, Otağ Yayınları, Ankara 1975.

[3] Çin’deki çoğunluk olan Çin milleti kendilerini Hanzu/’MiS veya Hanren/’KA olarak ad­landırırlar. Çin’deki milliyetlerin genel durumları ve etno-demografik özellikleri için bakınız: Abdureşit Jelil Qarluq, “Çin Halk Cumhuriyeti’ndeki Milliyetlerin Dağılımı ve Etno-Demografik Özellikleri”, Hacettepe Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, 2009 Güz (11), s. 63-90.

[4]    1949 yılına gelindiğinde bölgede yaşayan Han Çinlisinin toplam nüfusu askerler dâhil ancak 5% civarındayken, buna karşın Uygurların 75%, Kazakların 10%, Moğolların 6%, geri kalan Kırgız, Tatar, Özbek, Döngen ve Şibelerin 4% civarında olduğu bilini­yordu.

[5]   Mançu-Çin birlikleri bölgeyi ele geçirdikten sonra kendi garnizon, karargâh ve idari birimlerini Türk şehirleri içinde değil, yakınlarındaki stratejik yerlere inşa ettikleri, et­rafı surlar ile çevrili olan yeni şehirlere kurmuştur. Bu durum halk arasında “Kona Şe- her” ve “Yengi Şeher” ayırımının ortaya çıkmasına neden olmuştur. Kona/Eski şehirler, bölgede var olan yüzlerce veya binlerce yıllık Türk şehirleri olup buralarda genellikle Müslüman Türkler yaşarken, onlar tarafından “Yengi Şeher” diye adlandırılan yüksek surlar ile çevrili, Çinli askerlerce korunan uydu şehirlerde ise, genellikle sonradan gelip yerleşen veya bölgeyi idare eden Çinliler başta olmak üzere gayri Müslimler ve Müs­lüman Çinliler yaşıyordu. İdareci Çinliler ise, Müslüman Türklerin yaşadığı kentlere “Huicheng/0W” yani “Müslüman şehri” diye adlandırıyor ve kayıtlara öyle geçiriyor­lardı. Kendilerinin yaşadıkları yeni kentlere ise “Hancheng/’/YW’ yani “Han Çinli Şehri” adını veriyorlardı. Bu durum XUAR sonrası da değişmemiş fakat artan Çinli nüfusu ile yeni yeni uydu kentleri inşa etmiştir. Bu Çinli nüfusun baskın olduğu şehirler veya böl­gelerin kalkınması için diğer Uygur kentlerinden daha fazla ayrıcalıklı politikaları uy­gulayarak ŞUÖB’deki kalkınmış, müreffeh kentlere dönüştürmüştür. Bu durum, göçmen Çinlilerin kalıcı iskân edilmesinde çok etkili olmuştur. Detaylı bilgi için bakı­nız: Jia, J. (2011). Whose Xinjiang? The Transition in Chinese Intellectuals’ Ima­gination of the” New Dominion” During the Qing-Dynasty. Harvard-Yenching Institute Working Paper Series, S. 1-16; Alessandra Cappelletti (2016), Socio-econo­mic disparities and development gap in Xinjiang: the cases of Kashgar and Shihezi, Edited by Anna Hayes, Michael Clarke, Inside Xinjiang Space, Place and Power in China’s Muslim Far Northwest, Routledge.

[6]   Zhang zhızhong (1987), Ürümçi Söhbetidin Xinjiang Tinç Azat Bolğanğa Qadar, Çinceden Çeviren Razaq Malik, Ürümçi: Şincang Halk Neşiriyatı. S. 48-55.

[7]   ÇKP iktidarı, ŞUÖB’de iktidarım pekiştirir pekiştirmez, Uygur Türk toplumunun temel

taşlarına ve manevi enerji kaynaklarına yönelik amansız bir mücadeleyi sosyalist jar­gonlarla başlatmıştır. İşbu mücadele “yerli milliyetçiliğe karşı mücadele”, “ayrılıkçı güçlerle mücadele”, “feodal dini güçlerle mücadele”, “Pantürkizmle mücadele”, “Pa- nislamizmle mücadele” ve 11 Eylül saldırıları sonrasında ise “terörizm ile mücadele” gibi kavramlar ile acımasız bir şekilde yürütülmüştür. Bakınız: MA Dazheng/ . (2016). Şincang’da “Radikallığı Yok etme” mücadelesinin araştırılması/ §Jfl “3®îÜHt” . 37(5), 1-5. Nicholas Becqueline, “Criminalizing Ethnicity:

Political Repression in Xinjiang, ” China Rights Forum 1 (2004), Gardener Bovingdon, “The Not-So-Silent Majority: Uyghur Resistance to Han Rule in Xinjiang, ” Modern China 28, no. 1 (January 2002): 39-78.

[8]   2006 yılında Çin Merkezi Milliyetler Üniversitesi Bilimsel Araştırmalar Birimi tarafın­dan desteklenen “ÇKP iktidarı sonrası Pekin’e yerleşen Uygur Aydınlarının Egemen Toplum İle İlişkileri” araştırma projesi. İşbu proje ile ilgili yayın için bakınız: Abdureşit Jelil Qarluq, Donald Hugh McMillan, (2011), Towardsa ‘Harmonious Society’ A Brief Case Study of the post Liberation Settlementin Beijing of Uyghur Intellectuals and Their Relations with the Majority Society, Asian Ethnicity, 2011/1, P: 1-31, London.

[9]   Geniş bilgi için bakınız; Abdürreşit Jelil Qarluq’un şu yayınlarına bakılabilir: Ceditçilik Hareketi-Türk İslam Kültürünün Yenileşme Girişimi, Milliyetler Araştırması Külliyatı/Minzu Yanjiu Wenji Milliyetler Üniversitesi Yayınevi, 2007, 275-288, Pekin, (Çince); Musabayuf Ailesinin Şincang Yenileşmesi Sürecine Katkıları Üzerine İnceleme, Milliyetler Araştırması Külliyatı/^^ffi^bScMMinzu Yanjiu Wenji, Mer­kezi Milliyetler Üniversitesi Yayınevi, 2007, 260-275, Pekin, (Çince); Uygur Yeni­leşme Sürecindeki İstanbul Ekolü ve Onun Bazı Temsilcileri Üzerine, Türk Kültürü Türk Kültürü Araştırmaları Dergisi, yıl 47 yeni seri cilt II, şayi 2, 2009/2, 290-328, Ankara; Uygur Yenileşme sürecinde ’İstanbul Ekolünün’ Etkisi üzerine, Türk Kültürü, 2010/2, 72-112, Ankara;

[10]  Waite, Edmund, (2007). “The Emergence of Muslim Reformism in Contemporary Xin­jiang: implications for the Uyghrs’ Positıoning Between a Central Asian and Chinese Context”, Situating The Uyghurs Between China And Central Asia , Ed.: Ildiko Beller- Hann, M. Cristina Cesaro, Rachel Harris, Joanne Smith Finley, Angland: Ash- gate Publishing Company, pp. 167.

[11]  SSCB yönetimi Doğu Türkistan bölgesindeki gelişmeleri yakından takıp etmiş ve işbu bölgeden sınırları içindeki Türk bölgelerine yönelmesi muhtemel tehditleri yerinde imha etme politikasını gütmüştür. Örneğin özellikle Türk-İslam çizgisinde olan aydın­ları potansiyel tehdit ve düşman olarak görmüştür. Mesut Sabri Baykuzu, Mehmet Emin Buğra ve Sabit Damolla ekibi dolayısıyla yeni kurulan Şark-i Türkistan İslam Cumhu­riyeti hükümetinden duyduğu aşırı rahatsızlığını, bölgenin Çinli genel valisi Sheng Shıcai ve ihtilalci lider Hocaniyaz ile anlaşmak suretiyle Kızıl Orduyu Doğu Türkistan topraklarına sürerek Şark-i Türkistan İslam Cumhuriyetini ortadan kaldırarak belli et­miştir. Mesut Ependi bölgenin genel valisi olduğu dönemlerde bazı karışıklıkları çıkart­mış, hatta Mesut Sabri ekibinin görevden alınması sürecini bizzat etkilemiştir. Ayrıca, Rusların ikinci Şark-i Türkistan Cumhuriyetinin (1945-1949) önderi, Reis-i Cumhur Alihan Töre’yi tutuklayarak Taşkent’e götürmesi de onun Türkçü ve İslamcı kimliği ve fikriyatından duyduğu rahatsızlıkla doğrudan ilişkilidir.

[12]  Günümüzde Uygur Türklerinin mutlak çoğunluğu resmi adıyla ŞUÖB olan Doğu Tür­kistan’da yaşamakla birlikte, sayıları gayri resmi olarak iki milyonu geçen Uygur Türkü başta SSCB’den ayrılan Türk Cumhuriyetleri olmak üzere Pakistan, Afganistan, Ara­bistan, Türkiye, AB, ABD, Avusturalya, Japonya gibi ülkelerde yaşamaktadır.

[13]   Çin’de hâlâ çok tartışmalı olan ancak sorgulanması devlet tarafından pek hoş karşılan­mayan, özellikle kendi yazı ve dilleri ile ilk, orta ve yüksek öğrenimini sürdürebilen Uygur, Tibetli ve Moğol toplumlarında zorunlu olarak uygulamaya konulan bir devlet politikasıdır. İşbu politikanın adı “Çift dille eğitim” olup uygulamada ise, sadece Çin- cenin geçerli dil sayıldığı, Uygur, Tibet ve Moğol dillerinin dışlandığı bir çeşit eğitim ve kültür politikasıdır. Özellikle, Uygur bölgesindeki dil politikası uygulamaları için bakınız: Dwyer, A. M. (2005). The Xinjiang conflict: Uyghur identity, language policy, and political discourse. Policy Studies, (15), I. Schluessel, Eric T. (2007) “Bilingual’ education and discontent in Xinjiang’, Central Asian Survey, 26: 2, 251-277; Hann,

  1. (2014). Harmonious or Homogeneous? Language, education and social mobility in rural Uyghur society. On the fringes of the harmonious society: Tibetans and Uyg- hurs in socialist China, 183-208; Gupta, S., & Veena, R. (2016). Bilingual Education in Xinjiang in the Post-2009 Period. China Report, 52(4), 306-323.

[14]  Azınlıkların Çince eğitim-öğretime katılmasını, dolayısıyla Çin kültürü ile kültürlenmesini teşvik etmek amacıyla uygulanan bir uygulamadır.

[15]  Uygur dilli Uygurlar, üniversiteye giriş sınavlarına Uygur Türkçesi ile girerler, bu sınav devlet tarafından tanınan fakat sadece Uygur Özerk Bölgesi sınırları içinde yapılıyordu. Sınav sorular ve yabancı dil, Çince yapılan ulusal üniversiteye giriş sınavından farklı­dır. Sosyal bilgilerde Uygur dili ve kültürü ağır basarken, yabancı dil yerine Çin dili ve edebiyatından girerler.

[16]  Çin Halk Cumhuriyeti vatandaşlarının yanlarında taşıma zorunluluğu olan kimlik bel­gesinde şu bilgiler yer alır: (Belgenin ön tarafındaki bilgiler) Adı-Soyadı, Cinsiyeti, Milliyeti, Doğum Tarihi, İkamet Adresi, Vatandaşlık kimlik numarası; Belgenin arka tarafında ise, Çin Halk Cumhuriyeti Vatandaşları Nüfus Cüzdanı Yazısı, Belgeyi Düzenleyen/veren Birim, Belgenin Geçerlilik Süresi.

[17]  Daha geniş bilgi için bakınız: TAYNEN, Jennifer, (2006), “Interpreters, Arbiters or Outsiders: The Role of the Minkaohanin Xinjiang Society”, Journal of Muslim Minority Affairs, Vol. 26, No. 1, pp. 45-62; SEAN R. Roberts, (2007), “‘Ethnıc Anomaly’ or Modern Uyghur Survivor? A Case Study of the Minkaohan Hybrıd Identity in Xinji­ang”, Situating The Uyghurs Between China And Central Asia, Ed.: Ildiko Beller-Hann, M. Cristina Cesaro, Rachel Harris, Joanne Smith Finley, Angland: Ashgate Publishing Company, pp. 219-239.

[18]  Çin’deki resmi söylemde ŞUÖB’de yerli 13 milliyet vardır. Tüm Çin’de ise 56 milliyet vardır. Daha geniş bilgi için bakınız: Abdürreşit Jelil Qarluq, “Çin Halk Cumhuri- yeti’ndeki Milliyetlerin Dağılımı ve Etno-Demografik Özellikleri”, Hacettepe Üniver­sitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, 2009 Güz (11), s. 63-90.

Grose, Timothy A. (2010) ‘The Xinjiang Class: Education, Integration, and the Uyg- hurs’, Journal of Muslim Minority Affairs, 30: 1, 97-109

[20]  Uygur Türkçesindeki tam açılımı “Hanzu tillik Uygurlar” olan bu kavram, ilk olarak, Ekim 2005 tarihinde Pekin’de düzenlenen Merkezî Milliyetler Üniversitesi Uygur Dili ve Edebiyatı Bölümünün 2. yıldönümü münasebetiyle düzenlenen Uygur Dili Araştır­maları Sempozyumunda tarafımızdan ortaya atılmış idi (Karluk 2011: 39).

[21]  Çin Kurtuluş Ordusu (ÇKO) tarafından 1954 yılında Doğu Türkistan’da kurulan yarı askeri yarı sivil görünümlü bir yapıdır. Şinciang Uygur Özerk Bölgesi hükumetinden tamamen bağımsız olarak doğrudan merkezî hükümete karşı sorumlu olan Bingtuan, bu niteliği ile Çin Halk Cumhuriyeti’nde benzeri olmayan bir teşekküldür. 1954’ten bu yana kontrolünde bulundurduğu toprakları genişleterek büyüten Bingtuan’ın yüz öl­çümü 2013 yılı itibari ile 70. 600 kilometrekaredir. Bünyesinde 14 tümen, 176 alay vardır. Bürokratik yetkilerinin de arttırılmasıyla günümüzde “devlet içinde devlet” ola­rak nitelendirilebilecek bir yapıya evirilmiştir. Resmi makamların verdiği istatistik ve­rilere göre, 1954’teki nüfusu 175. 000 olan Bingtuan’ın nüfusu, günümüzde yaklaşık 3 milyon kişiye ulaşmış ve onlara istihdam olanağı sağlamaktadır. Bu iş gücünün mutlak çoğunluğunu                  Han Çinlileri    oluşturmaktadır. (Bkz.: www.china.org.cn/e- white/20030526/9. htm, erişim: 25. 12. 2016). Mao döneminden 20. yüzyılın sonlarına kadar Sovyet işgali ve etnik ayaklanmalara karşı emniyet supabı işlevi gören Bingtuan, Çin’in ekonomik atılım yaptığı 1990’lı yıllardan itibaren bölgedeki Han Çinli nüfusun sosyo-ekonomik üstünlüğünün muhafaza edilmesine, yerli halkın kuşatılması ve isyan­ların hızlı bir şekilde acımasızca bastırılmasına hizmet eden bir teşekkül olmuştur. De­taylı bilgi için bakınız: Donald Mcmillen, “Xinjiang And the Produnction and Construction Corps: A Han Organızation in a Non Han Region” The Australian Journal of Chinese affairs, 1981/6 P. 65-96; James D Seymour, “Xinjiang’s Produnction and Construction Corps, and the Snification of Eastern Turkestan”, inner Aisa, 2000/2, P. 171-193.

[22]  Qingzhen-;f!H aslında helal veya İslami manasında kullanılan bir kavramdır. Fakat Çin genelinde veya yaygın kullanımı ise, tüketilecek yiyecekte İslamiyet’te haram kılınmış olan etlerden domuz, köpek, eşek eti gibi maddelerin bulunmaması şeklindedir. Bundan dolayı çoğu resmî kurumlarda, işletmelerde aynı Çinli yemekhanesi veya restoranda “Qingzhen” penceresi veya bölümü vardır. Böyle yerlerde, aşçıların Müslüman olup olmadığına pek dikkat edilmez. Çoğu zaman karıştırılır veya aslında aynı olan yemek farklı pencereden servis edilebiliyor. Buna benzer örnekleri yazar da bizatihi yaşamış veya şahit olmuştur. Bu sadece göstermelik veya orada bulunan Döngen ve diğer Müs­lüman kökenlilerin psikolojik olarak rahatlamasının sağlanması için uygulanan bir çeşit uygulamadan ibarettir. Örneğin, Pekin’de bulunan Milliyetler Yayınevinde birbirinden farklı onlarca milliyet mensubundan 200’e yakın personel çalışır. Bunların içinde sayı­ları 40’den fazla Uygur, Kazak, Kırgız ve Döngen milliyetlerine mensup Müslüman kökenli personel vardır. Fakat birimde tek yemekhane mevcut olup, yemeklerin “Qing- zhen” olduğu söylenir. Bütün personel öğle yemeğini, kimi zaman akşam yemeğini bu­rada yerler. Uygur, Kazaklar nasıl kuzu etine düşkün iseler, Koreliler köpek etine, Çinliler domuz ve diğer İslamiyet’te yasaklanmış hayvan etlerine düşkündürler. Daha öteki milletlerin yemek zevki Türk kökenlilerden daha farklıdır. Burada çalışan farklı milliyet ve inançtan insanların aslında, dini inanç ve kültürel değerler bakımından kendi kültürlerine çoktan yabancılaşmış ve Çin devletinin belirlemiş olduğu “Zhonghua Minzu/Çin Miliyeti” kimliğini pasif olarak olsa dahi benimsediği, Çin kültürünün mer­kezindeki değerlerde birleşmeye başladığı görülür. İlginç olan ise, Müslüman kökenli milliyet mensupları işbu yemekhanede “haram” olan yiyeceklerin olabileceğini asla ka­bul etmezler. Fakat aşçıların, yemekhane çalışanlarının Müslüman olup olmaması ile ilgilenmezler. Bu tarz yemekhanelerin son yıllarda Uygur Özerk Bölgesindeki birçok resmi birimlerde veya işletmelerde gitgide yaygınlaştırıldığı, Müslüman-Çinli yemek­hane ayırımının bölücülüğü körüklediği, milletler arası sınırları pekiştirdiği gerekçe­siyle yasaklandığı saha çalışmalarımız esnasında gözlemlenmiştir.

[23]  Bakınız: Abdureşit Jelil Qarluq, (2006). “Til Bilan Kültürnin Munasiveti”, Xinjiang Radio-Televiziya Universiteti Jurnili, S. 3, Ürümçi. Ayrıca bakınız: Taynen, Jennifer, (2006), “Interpreters, Arbiters or Outsiders: The Role of the Minkaohanin Xinjiang So­ciety”, Journal of Muslim Minority Affairs, Vol. 26, No. 1, pp. 45-62; Sean R. Ro­berts, (2007), “‘Ethnıc Anomaly’ or Modern Uyghur Survivor? A Case Study of the Minkaohan Hybrıd Identity in Xinjiang”, Situating The Uyghurs Between China And Central Asia, Ed.: Ildiko Beller-Hann, M. Cristina Cesâro, Rachel Harris, Joanne Smith Finley, Angland: Ashgate Publishing Company, pp. 219-239.

[24]  Çin resmi tarih tezi, Çin sınırları içindeki milliyetlerin tarihini “azınlık tarihi”, Han Çin­lileri veya merkezi hanlıkların himayesi altında yaşamış, vergi ödeyen yerel beylikler tarihi olarak sunar. Türklerin ister Hun, Köktürk, Uygur ve Karahanlı, Timur dönemle­rinin asla bağımsız devletler, hanlıklar olduğunu kabul etmez. Kuzey ve Kuzeybatıdaki azınlık göçebeler olarak bahsedilir, detayına girilmez. Kaşgarlı Mahmut, Yusuf Has Hacip gibi bilginleri Karahanlı dönemi değil, Çin’in Song sülalesi döneminde yaşamış, Han Çinli kültüründen etkilenerek eser vermiş azınlık bilginleri şeklinde anlatılır. Çin­liler ile bağımsızlık mücadelesi vermiş kahramanlar, devlet adamları ise eşkıya, hain, satılık unsurlar şeklinde tarif edilir. Aksini yazan, söyleyenler ise “bölücü”, “ayrılıkçı”, “Pantürkist/Panislamist” olarak cezalandırılır.

[25]  İlham Tohtı’nın Nur bekri hakkındaki görüşü için bakınız: Anthony Kuhn, Uighur Scholar Caught Up In China’s Ethnic Conflict, http: //www. npr. org/templates/story/story. php?storyId=113620353, erişim: 20. 02. 2017; Life term for China scholar chills ethnic dialogue, By the Associated Press I September 23, 2014, http: //www. cnsnews. com/news/article/life-term-china-scholar-chills-ethnic-dialogue, Eri­şim: 20. 02. 2017.

 

[i] TÜBAR XLII / 2017-Güz / Prof. Dr. Abdürreşit Celil KARLUK

[ii] Yıldırım Beyazıt Üni. İnsan ve Toplum Bilimleri Fak. Sosyoloji Böl., [email protected] Gönderim Tarihi: 23.06.2017 Kabul Tarihi: 25.10.2017

Yazar
Abdurreşit Celil KARLUK

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen