Süt ve Patatesin Ayran ve Ekmeğe Hâkimiyeti – Osmanlı İmparatorluğu’nun Batmasının Nedeni Geleneksel Beslenme Alışkanlıkları mıydı?

sut patates ekmek

Süt ve Patatesin Ayran ve Ekmeğe Hâkimiyeti – Osmanlı İmparatorluğu’nun Batmasının Nedeni Geleneksel Beslenme Alışkanlıkları mıydı?

 

Dominance of Milk and Potato over Ayran and Bread- Was the Cause of Demise of the Ottoman Empire Traditional Eating Habits?

 

Mustafa KARAMANOGLU, PhD
1 Mart 2019

 

ÖZETÇE

Osmanlı İmparatorluğu, emsallerine göre uzun bir süre sayılan 620 yıllık ömürden sonra yıkılmasının nedenleri akademik ve sosyal çevrelerde hala tartışma konusudur. Bu tartışmalar hakimiyetin tesis edildiği coğrafi toprak alanından başlamakta ama imparatorluğun çekirdeğini oluşturan topraklardaki demografik dinamikler pek dikkate alınmamaktadır. Bu çalışmada 19 yüzyılda rakip Bati imparatorluklarında yaşanan nüfus patlamasının Osmanlı İmparatorluğu tebaasında yankı bulmadığı gösterilmiştir. Yapısal, iklimsel ve genetik etkilerin yarattığı bu eksiklik, Osmanlı İmparatorluğu’nun sonunu getirmiştir.

ABSTRACT

After a relatively long period of 620 years of rule, the reasons for the demise of Ottoman Empire are still debated in academic and social circles. These discussions among other factors generally consider the hegemony over geographical land mass but omit the effects of demographical dynamics of the core imperial lands. In this study, relative absence of 19th century population boom in Ottoman core lands is demonstrated. Caused by imperial structures, climate and genetics this disadvantage resulted with the dissolution and dismemberment of the Ottoman Empire.

 

GİRİŞ

Osmanlı İmparatorluğu’nun 1700 yılı öncesinde elde ettiği hâkimiyet akabinde, özellikle 19.yy.’da başlayan batışın nedenleri ülkemizde ve hatta dünyada epey zamandır tartışılmaktadır. Belirtilen nedenler arasında ticaret yollarının değişimi, beceriksiz idareciler, yolsuzluk ve kayırmacılık, iç huzursuzluk ve isyanlar, değişime karşı çıkmak, devşirmelerin sipahiler üzerindeki mutlak zaferi, Güney Amerika’dan gelen değerli madenlerin yol açtığı enflasyon, sanayi devriminin gerisinde kalmak ve iklim değişikliği gibi etkenler sıralanabilir [Shaw 1976, Cem 2008, Pamuk 2011, Quartaert 2005].

Osmanlı idarecileri ve Osmanlı tarihini inceleyen tarihçiler ise Osmanlının zayıf düşmesini ve yıkılışını eninde sonunda hep askeri zafiyete bağlamışlardır [Cem 2008, Shaw 1976]. Osmanlı idarecileri düşman ülkelerin askeri idare ve askeri teknolojik üstünlüklerini 19.yy. başlarında kabullenmiş, hissedilen çöküşü engellemek için dışarıdan getirtilen uzmanlarla Osmanlı orduları yeniden organize edilmiş, tüm askeri eğitim sistemi değiştirilmiş, teknolojisi üstün askeri malzemeler ithal edilmiş veya üretilmiştir. Ancak bu çabalar bile Osmanlının yıkılışını geciktirmekten başka bir işe yaramamışlardır.

Kanımca yukarıda bahsedilen nedenler Osmanlı İmparatorluğu’nun diğer imparatorluklar karşısında zayıf düşmesini açıklamada zaruri ama yetersiz unsurlardır.

Bu çalışmamda Osmanlı’nın batışını çekirdek toprak Anadolu’nun küçük buzul çağında yaşadığı nüfus durgunluğunu imparatorluk çözüldükten 40 yıl sonrasına kadar üzerinden atamamasına bağlıyorum. Batı 2.tarım devrimini yaşadığı için nüfus hızla artmış, artan nüfus ise sanayi devrimini ardından sürüklemiştir. Süt ve patates gibi iki ucuz ve enerji yoğun gıdanın yaygın bir şekilde batıda üretilip tüketilmesinden kaynaklanan demografik değişimden yararlanan Bati nüfusu, daha az enerji içeren ayran ve ekmeğin tüketildiği Anadolu nüfusunun önüne geçmiştir. 17. yüzyılda Osmanlı’dan 9 misli bir nüfusa sahip iken, sadece 150 yıl içinde yaklaşık 20 misli bir nüfusa erişen rakip Bati imparatorlukları, Osmanlı’yı önce kontrol etmiş, daha sonra parçalayabilmiş ardından da yok etmiştir.

İmparatorluk nedir?

Tanımı gereği bir imparatorluk tek bir kişinin yönetiminde olan değişik milletlerin topluluğudur. Bu milletleri kapsayan ülkeler birbirleri ile birleşik olabileceği gibi aralarında okyanus da olabilir. Osmanlı İmparatorluğu ilk sınıftandır. Bir imparatorluğun olmazsa olmaz koşulu ise imparatorluğu kuran ve bir arada tutan hâkim gücün etnik yapısıdır. Osmanlı İmparatorluğu bu gücü çekirdek toprağı olan Anadolu’da yasayan Türk toplumundan almıştır. İşte bu yüzden batıda Osmanlı genellikle Türk, Osmanlı İmparatorluğu ise Türk imparatorluğu diye anılmıştır.

sekil 1

Yukarıdaki tarife göre, imparatorluğu oluşturan ülkelerin alanı ve hâkim etnik yapının demografik dinamikleri; imparatorluğun gücünü ve ömrünü saptamaktadır. Bu dinamik, bir lojistik denklem şeklinde ifade edilmiştir [Manchetti 2012]. Bu teze göre, her imparatorluk kuruluşunun hemen akabinde çabucak büyür, ardından durağan bir yapıya erişir ve sonunda da ömürleri felaketle son bulur. Osmanlı’nın tahakküm altına aldığı alan 16. yüzyılda en hızlı şekilde büyüdükten sonra nerede ise bir üç yüzyıl boyunca durağanlaşmış ve akabinde 20 yıl içinde enkazında 20 ye yakın ülke bırakarak tarih sahnesinden silinmiştir, Şekil 1.

Yerli ve yabancı tarihçiler tarafından Osmanlı’nın çöküşüne neden olan yapısal sebepler değişik şekillerde izah edilmeye çalışılmıştır.

Yönetim ve İç İdare

Osmanlı’nın çöküşü için öne sürülen sebeplerden olan beceriksiz idareciler, yolsuzluk ve kayırmacılık, iç huzursuzluk ve isyanlar aslında sadece Osmanlı’ya has değildir [Cem 2008, Shaw 1976]. Osmanlı’nın çağdaşları olan diğer imparatorluklarda da bu tür olaylar pek sık görülmüş, taht kavgaları, isyanlar, yolsuzluk vb. olaylar günlük hayatın bir parçası olmuştur. Örneğin Rusya’da yaşanan kulak isyanları, Fransız devrimi, İngiltere’deki taht kavgaları ve hatta Avrupa içinde yaygın şekilde yaşanan mezhep kavgaları hepimizin malumudur. Kanımca Osmanlı’nın çöküşünü diğer ülkelerdeki iç dinamiklerle karşılaştırmadan izaha kalkışmak hatalıdır.

Değişime Karşı Çıkmak

Ülkemizde bu başlığa en belirgin örnek olarak matbaanın Osmanlı’ya girişinin dini itirazlar nedeni ile 300 yıllık gecikmesi gösterilmiştir. Hâlbuki genelde bilinenin aksine ilk matbaa ülkemizde 1493 yılında yani icadından yaklaşık 43 yıl sonra girmiştir [Güleryüz 2012]. Önceleri, Avrupa’da olduğu gibi azınlık din kitaplarının basımı ile başlayan matbaa, sadece Kur’an’ın basılmaması şartı ile ülkemizde serbest bırakılmıştır. Matbaaya karşı olan dini tepki ise, Avrupa’da manastırların büyük paralar kazandıkları dini kitap yazma işini kaybedecekleri nedeni ile gösterilen tepki ile benzeşir.

Öte yandan Osmanlı, 19.yy’ da ilk defa adı konulup tanımlanan Avrupa Rönesans’ını yakından takip eden hatta bu hareketi benimseyen ender Avrupa devletlerinden birisidir [Finkel 2003]. Avrupa’nın ancak 1830’dan sonra hızlanan sanayi devrimi sürecinde bilimin teknoloji ile birleştiği göz önüne alınınca Osmanlı’nın bilimde o tarihe kadar geri kalmasının pek pratik önemi yoktur. Napolyon’un Mısır seferi sonrası resmi olarak askeri koşulların değiştiğini kabul eden Osmanlı, bu tarihten sonra askeri, idari ve bilimsel reformları yapmaya çalışmıştır. Bu tez Osmanlı’nın batmasını izah edecek kadar yeterli değildir.

İklim Değişikliği

Küçük buzul çağı (KBÇ) denen iklim değişikliği 1600-1750 yılları arasında kendini göstermiştir. Dünyanın her yerinde hissedilen sıcaklık düşüşü ve ekim mevsiminin kısalması nedeni ile tarım üretimi düşmüş, açlık başlamış, askeri hareketler zorlaşmış ve bugün Celali diye bildiğimiz isyanlar boy göstermiştir [White 2012].

Bu dönemde Osmanlı Avrupa kıtasındaki ilk toprak kayıplarını yaşamış üstüne gelen açlık, isyan ve savaşlar nedeni ile Osmanlı nüfusu azalmıştır [Erder 1979]. 18. yy ‘da Osmanlı imparatorluğu nüfusu 16.yy’nüfustan daha azdır.

Ancak KBÇ sadece Osmanlı’yı değil, aynı tür olaylar ve iç karışıklıklar bağlamında Avrupa’da ki rakiplerini benzer şekilde etkilemiştir. KBÇ bugün 30 yıl savaşları denen ve Avrupa’da 8 milyon insanın ölmesine sebep olan olaylara sebep olduğu gibi Sicilya’dan Stockholm’e kadar geniş bir yelpazede genel isyanların başlamasına neden olmuştur. Hatta KBÇ’nin yol açtığı yetersiz beslenme nedeni ile Fransız ordusundaki askerler 2.5 cm daha kısa boylu olmuştur [White 2012]. Yine de Osmanlının bu dönemde toprak kayıpları, nüfus kayıplarının yanında az kalmıştır, Şekil 1 [Marchetti 2012].

Ticaret Yollan Değişimi

15.yy’da Amerika kıtasının keşfi ile başlayan deniz ötesi ticaret, uzak doğuyu batıya bağlayan ipek yolunu ve bu yolun üzerinde bulunan Osmanlı İmparatorluğu’nun bu ticaretten aldığı payı azaltmıştır. Ancak Osmanlı boş durmamış, Hint Okyanusu’nda deniz hâkimiyeti kurmak için Portekizlilerle önce çatışmış ama daha sonra onlarla uzlaşarak bu okyanustaki ticareti ortaklaşa yönetmeye başlamıştır [Hamdani 1981]. Bu ticaretin sonucunda, patates hariç Yeni Dünya bitkilerinden çoğu Osmanlı’lar tarafından Afrika, Asya ve Avrupa’nın içlerine kadar yayılmıştır [Andrews 1993].

Öte yandan, Osmanlı, İspanyolların ve Portekizlilerin Amerika kıtasında olan kazançlarının farkında olmuş bu pastadan da pay almak istemiştir. Bu amaçla Amerika’ya sefer düzenlemek için bir donanma hazırlayan Osmanlı, Amerika’nın yönetimi için oraya vilayet statüsü bile vermiş idi. Vilayet Antilia adi verilen bu topraklar Piri Reis’in meşhur haritasında açıkça gösterilmektedir. Ne yazık ki Fas, İngiltere ile anlaştığı için bu donanmanın Amerika’ya hareketini engellenmiş, ardından Akdeniz’de ve Orta Avrupa’da oluşan olumsuz gelişmeler yüzünden bu önemli proje terk edilmişti [Hamdani 1981].

Osmanlı 17. ve 18. yy’larda ipek yolunu kontrol etmeye devam etmiş, ayrıca Afrika ve Kızıldeniz üzerinden yapılan ticaretin de mutlak hâkimi olmuştur. Ancak 19.yy ortalarında Rusya’nın genişlemesi dolayısı ile ipek yolunun kuzey limanlarını elinden kaçırmıştır. sanaBu gelişmelerin sonucunda zaten zayıf durumda bulunan Osmanlı ekonomisi tamamen iç pazara bağlı kalmıştır. Buna rağmen Osmanlı Devleti Paris, Şikago, St. Louis gibi dünya fuarlarında boy göstermiş, Osmanlı ürünlerinin Amerika ve Avrupa’da pazarlanmasına ön ayak olmuştur. Osmanlı’nın ticaret yollarının değişmesinden etkilendiği doğrudur ama bu unsur zaten iç pazara yönelmiş Osmanlı’nın batısında nispeten etkisi az olmuştur [Genç 2014, İnalcık 1995].

Enflasyon

Günümüzde yaşadığımız rakamlara nispeten Avrupa ülkeleri ve Osmanlı ekonomisinde yıllık enflasyon oranı çok küçüktür. Tüm 1450- 1918 dönemi göz önüne alındığında Osmanlı’da ortalama yıllık enflasyon %1,84 olmuştur [Berument 2004].

Dönemsel olarak incelendiğinde Osmanlı ekonomisi genişleme ve büyüme dönemi olan 1500-1600 yılları arasında yıllık ortalama %1,5 fiyat artışı yaşamıştır. Küçük buzul çağı nedeni ile çoğu Avrupa ülkesinde ve Osmanlı’da yaşanan nüfus kaybı bir sonraki yüzyıla damgasını vurmuştur. Bu dönemde hem enflasyon hem de ücret artışları azalmış ve yıllık enflasyon %0.5 gibi düşük bir orana tekabül etmiştir. Osmanlı ekonomisi, 1700-1800 yılları arasında bir önceki yüzyılın nüfus kayıplarını nispeten karşılamış ve enflasyon oranı %1,1’i bulmuştur. 1800-1900 yılları arasında fiyat enflasyonu Rumeli’de olan toprak kayıplarının artışı ve sonucu olarak Anadolu’ya olan nüfus göçleri nedeni ile yıllık enflasyon %2,2’yi bulmuştur. Balkan, Trablusgarp ve I. dünya savaşlarının getirdiği yıkım ile bile enflasyon oranı %18 gibi sınırlı olmuştur [Breument 2004].

Bu rakamları cumhuriyet dönemi rakamları ile karşılaştırdığımızda, Osmanlı’nın bu nedenle batmış olması nerede ise imkânsızdır. Örneğin Cumhuriyetin ilanının hemen ardından mübadele edilen Rumların nüfusunun Türklerin nüfusundan fazla olması ve ardından gelen dünya ekonomik krizi nedeni ile ülkemiz ekonomisi depresyona girmiş 1923-1939 arasında yıllık ortalama enflasyon eksi %3.3 olmuştur. II. Dünya savaşı sonrası ülke nüfusunun hızla artışı ile birlikte 1960-1980 arasında ortalama enflasyon %18.7, 1980-90 arasında %46.7, 1990-2000 arasında %76.3, ve nihayet 2002­2008 arasında ise %16.7 olmuştur. [Görmez 2009] Bu açıdan bakınca Osmanlı döneminde enflasyon yönünden ekonomimiz altın yıllarını yaşamış da denebilir.

Sanayi Devrimi

Sanayi devriminin ise 1760 yılları başında tekstil üretiminin mekanizasyonu ile başladığı ancak tam etkisinin ortaya çıkmasının 1830’ları bulduğu genellikle kabul edilmektedir. Mekanik icatların ve buhar gücünün geniş çapta kullanım alanı bulması ile yayılan bu devrim, Amerika’dan gelen pamuğun İngiltere tezgâhlarından geçmesi ile kendini pekiştirmiştir. Ancak her ne kadar mekanizasyonun yaygınlaşması bu dönemde görülen üretim artışının nedeni ise de, sanayi devrimini asıl gücünü köylere sığmayan ve çok ucuz ücretlerle çalışmaya hazır nüfus patlamasından almıştır [Allen 2001].

1750’li yıllara kadar Osmanlı kumaş üretim teknolojisinin Avrupa’nın kat be kat üstünde olduğu bilinmektedir. Örneğin, Tokat’ da 18.yy ortalarında kapitalist yöntemlerle sağlanan sermaye ile kurulan büyük imalathaneler endüstriyel tekniklerle üretilen basmalar Polonya kadar uzak ülkelere ihraç edilmiştir [Genç 2014]. Ancak bu gelişme değişik nedenlerle imparatorluk içinde yayılamamış, çıkan savaşlar nedeni ile ara malları ithalatı ve ihracat yolları kapandığından bu tür girişimler iç pazara yönelik üretim yapmışlardır [Genç 2014].

Osmanlı ise eğer üretimde mekanizasyonu tam olarak uygulasa bile Osmanlı tebaasının aşağıda göstereceğim gibi sanayi devrimini destekleyecek nitelikte geniş bir nüfus kapasitesi olmamıştır. Küçük buzul çağının ardından nüfusunun artışı sınırlı kalmış olan Anadolu köylüsü; Avrupalı rakiplerine göre kronik beslenme yetersizliği yaşamış ve şehirlerde ek işler yapabilme şansından mahrum kalmıştır.

Demografik Dinamikler

18. ve 19. yy’ da Osmanlı çekirdek toprakları olan Anadolu’nun nüfusu toplam imparatorluk nüfusunun en fazla %40’ını oluşturmuştur. Rumeli’de yaşanan toprak kayıpları ve akabinde imparatorluk vilayetlerine yapılan göçler nedeni ile Rumeli topraklarında yaşayan nüfus gittikçe azalmıştır. Rumeli nüfusu; 1850 yılında toplam imparatorluk nüfusunun yarısına, 1906 yılında da %25′ ine kadar düşmüştür [Quataert 2005].

Anadolu nüfusu ise bu olumsuz gelişmeler öncesinde genellikle kıyı şeritlerine ve büyük şehirlerde toplanmıştı, iç bölgeler nerede ise bomboştu. İç Anadolu’da bugün var olan köylerin üçte ikisi ve ekili alanları onda dokuzu 1860’dan sonra oluşmuştur [İnalcık 1995].

Kısacası İmparatorluğun çekirdek topraklarında yasayan nüfus küçük buzul çağından, açlıktan ve sürekli savaşlar nedeni ile azalmış ancak kaybedilen topraklardan Anadolu’ya akan göçler nedeni ile bir nebze olsun kendini toparlayabilmiştir. Karakteristik olarak bu nüfus geleneksel ekonomi olan sürü hayvancılığı, kendine yetecek tarım ve küçük el sanatları ile uğraşmış, ülkenin ihtiyacı olan tahıl diğer imparatorluk bölgelerinden temin edildiği için büyük ölçekli tarım ile pek uğraşılmamıştır. Geniş alanlarda düşük nüfus yoğunluğuyla sürdürülmekte olan geleneksel tarım, sanayi üretimine dayalı iktisadi gelişme için yetersiz idi. Bu üretimin gerçekleşmesi için kentsel bölgelerde yoğunlaşmış az paraya çalışmaya ve tüketmeye hazır nüfus ve ticaret yollarının gelişmesi gerekir. Anadolu özellikle olmak üzere imparatorluk topraklarının demografik yapısı 19. yy da batıda gözlenen ekonomik gelişme fırsatlarına uygun değildi.

sekil 2

Anadolu topraklarında yaşayan nüfus incelendiğinde 17.yy’dan sonra hemen hemen hiç artmadığı gözlemlenebilir. Oysa Osmanlı’nın tarihsel rakipleri Bati imparatorlukları olan İngiltere, Fransa, Almanya, Rusya ve Avusturya-Habsburg ‘da sömürgeler hariç nüfus 18’ den 20. yy başına kadar yaklaşık beş misli artmıştır, Şekil 2. [Maddison 2007, McEvedy 1979].

Bu çok önemli bulgunun varlığı, nedenleri ve sonuçları ne yazık ki tarihçilerimiz ve ekonomistlerimiz tarafından pek incelenmemiştir. Kanımca bir imparatorluğun olmazsa olmaz ögesi olan alan ve nüfustan, özellikle çekirdek nüfus bir imparatorluğun büyümesi ve varlığının temel taşıdır. Çünkü diğer toplumlar üzerinde kurulmuş olan ekonomik, askeri ve saha hegemonyasının sürekliliği, çekirdek topraklarda yaşayan insanların niteliğine (bedensel ve maddi gücüne) direk bağlı olduğu gibi niceliğine de geometrik olarak bağlıdır.

 

2. TARIM DEVRİMİ

1750’li yıllara kadar Osmanlı İmparatorluğu tebaası ile yakın rakip imparatorluklar tebaasının beslenmeleri bir kaç detay dışında nerede ise aynıdır. Avrupalı tipik 4 kişilik aile (karı koca ve biri 4-6 yaşında diğeri 1-3 yaşında çocuktan) buğday/çavdardan yapılmış ekmek, fasulye/nohut, et (domuz/büyükbaş hayvan), tereyağı/zeytinyağı, peynir, yumurta, süt/bira/şaraptan oluşan ve yaklaşık 7940 kilokalorilik bir diyet ile yaşıyorlardır. Osmanlı ailesi de ek olarak bulgur tüketip, yoğurt ve bira/şarap yerine ayran/şıra içerek yaklaşık aynı miktarda günlük enerji, protein ve vitamin alıyorlar idi [McNeil 2013, Cook 2014].

Bu gıda girdisinin en büyük bileşeni, içinde 2450 kilokalori/kg’lık enerji bulunan ekmek idi. Ekmek ise tahıl (çavdar veya buğday) üretimine dayanıyor, beher dönümden elde edilen 750bin kilo kalori sofraya geliyordu, Şekil 3.

sekil 3

 

 

Yani tipik bir ailenin ekmekten alınan enerji girdisinin yarısı 4 dönümlük topraktan elde edilen buğdaya bağlı idi.

Buğday ekiminde ise nadas uygulaması nerede ise mecburi olduğundan bir çiftçi ailesinin karnını doyurabilmek için en az 8 dönümlük toprağa ihtiyacı vardı [McNeil 2013]. Bu topraklarda yetişen tahıl ise verimli olabilmesi için kışları soğuk ve nemli ama yazları sıcak ve kurak iklime ihtiyaç duyuyordu. Avrupa ve Osmanlı topraklarında bu tür iklime sahip alanlar ise pek az ve genellikle tartışmalı sınır bölgelerinde idi.

Öte yandan devlet buğdayın öğütülmesi, taşınması ve ekmeğe dönüştürülmesi adımlarında vergi aldığından gerçekçi olarak bir çiftçi ailesi en az 10 dönümlük bir toprağa sahip olmak, ekip biçmek zorunda idi [McNeil 2013, Bourke 2007]. Feodal yapılar nedeni ile bu kadar bir ekim alanına sahip çiftçi sayısı gerek Avrupa’da gerekse Osmanlı topraklarında hemen hemen hiç yok gibi idi. Feodaller ise topraklarında çalışan isçilerin üretiminin en az yarısından fazlasına el koyduklarından tarımda üretim sınırlı ve çalışanlar ise açlıkla boğuşuyorlardı. Tahıl ise kolay depolandığı ve taşındığı için askeri harekâtlarda ilk el konulan maddelerden birisi idi. Bazen tahıla el koymakla kalınmaz, ürün düşmanın eline geçmemesi için yakılırdı [McNeil 2013]. Bu da köylülerin geniş çapta açlığına ve ölümlerine sebep olurdu.

Bu nedenlerle Avrupa ve Osmanlı halkları 1750 öncesinde küçük buzul çağı, salgın hastalıklar ve savaşlar gibi sık sık yaşanan krizler nedeni ile açlıktan kırılıyorlardı. Beslenme yetersizliğinden nüfus artışı çok az ve bazen artmak yerine azalabiliyordu. Çalışabilecek nüfusun kıtlığı feodallerin köylüler üzerindeki baskılarını artırdığı gibi, büyük ölçekli imalathaneler de işçi bulamıyorlardı. Bu şartlar altında endüstri devriminin gerçekleşmesi, gerçekleştirilse bile yeterli tüketici kitlesini bulamadığı için devrimin fiyasko ile sonuçlanması kaçınılmazdı. Özetle 1750’li yılların başına kadar tüm Avrupa ve Osmanlı topraklarında halk açlıkla mücadele ediyordu ve her an isyana hazırdı. Endişelenen yönetici sınıf bu nedenle tahıl üretimini, taşınmasını ve tüketimini pek sıkı kontrol ediyor, piyasa fiyatlarının makul düzeyde kalması için tahıl ile ilgili tüm faaliyetleri sübvanse ediyordu [Yildirim 2001].

1750 yılları başında İngiltere’de tarım üretiminde olağanüstü bir değişim gözlendi. Önce tarlaların sürümü öküzler yerine atlar ile yapılmaya başlandı. Atlar ile yapılan sürüm hem daha çabuk oluyor hem de yeni icat edilen pulluk ile daha geniş bir sıra toprak daha derinden alt üst edilebiliyordu. Daha sonra daha verimli hayvan türlerinin seçimli olarak çiftleştirilmesi ile hayvancılıkta da bir sıçrama yaşandı. Eskiden 175-200 kilogram gelen bir inek artık 400-500 kilo olmaya, verdiği süt günde 4 litreden 12-16 litreye çıkmaya başladı. Beher litresinde 600 kilokalori enerji ve 31 gram protein 32 gram yağ ve 50 gram laktoz olan süt artık çok miktarda üretilebiliyor ve tüketilebiliyordu [Clark 2002].

Son olarak, İngiliz adalarında nerede ise tüm topraklar ağalar tarafından birleştirilip etrafı dikenli tellerle örüldü. Köylüler de bu topraklardan dışarı sürüldü. Tarımda bire bir nadası yerine her yıl değişik bitkilerin yetiştirildiği bire dört nadası uygulanmaya başlandı. Buğdayın arkasından arpa, onun arkasından derinden besin alan şalgam onun ardından da yonca dikilmeye başladı. Böylece toprağın nitrojeni artırılıyor, nadasta boş duracak tarlalarda insanların ve hayvanların tüketebilecekleri gıdalar üretilebiliyordu. Önceleri yiyecek olmadığı için kış gelmeden kesilen hayvanlar artık tüm kışı şalgam, saman yiyerek geçirebilmekte, kış boyu verdikleri süt ile sahiplerini besleyebilmekte dışkıları tarlalar için gübre olabilmekte idi [Clark 2002].

Çalıştıkları tarlalardan atılan köylüler ise yeni bir gıda ile tanışmışlardı, patates. İspanyolların Amerika kıtasından getirdiği bu mevsimlik bitki uzun sure Akdeniz bölgesinde yayıldıktan sonra İngiltere ve İrlanda adalarına geçmişti. Patates bu bölge için ideal bir bitki idi çünkü en fazla 135 günlük donsuz bir mevsim isteyen patates 5 ila 25 derece arasında büyüyebiliyor ve en fazla sayıda yumru verebiliyordu. Yaklaşık 300 gram gelen patates yumrusunda 278 kilokalori, 7 gram protein 28 mg C vitamini vardı. Beher patates kökü ortalama 5 adet yumru veriyor, bu da bir kişinin alması gereken günlük enerjinin %70 ini sağlıyordu. Ayrıca patates bir dönümden buğdaydan alınabilecek enerjinin 3 mislini üretebiliyordu ve nadasa ihtiyacı yoktu, Şekil 3.

Dolayısı ile yeni cins bir inek sahibi 4 kişilik bir çiftçi ailesi sadece bir dönümlük alanda patates ekerek, ailesine ve hayvanına yedirerek tüm protein, vitamin ve enerji ihtiyaçlarını karşılayabiliyor, hatta artan patateslerini, buzağılarını, sütlerini ve süt mamullerini pazarda satabiliyordu [Bourke 2007, Cook 2014].

Bu beslenme devrimini yaşayan İngiltere adalarında gerek çocuk, gerek yetişkin ölümlerini hemen azalttığı için karnı tok köylüler artık şehirlerde az bir ücrete de çalışmaya razı idiler. Ağaların tarlalarındaki buğdaylar artık köylülerle paylaşılmadığı için hem iç pazara büyük miktarda sürülebiliyor hem de ihraç ediliyordu [Bourke 2007].

Patates ve süt ile gelen bu tarım devrimi çok kısa sürede İngiltere’den önce Hollanda ve bugünkü Belçika’ya ardından da Fransa, Almanya ve Rusya’ya kadar uzanmıştı. “Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler” lafı ile meşhur Marie Antoinette patatesin reklamını yapmak için patatesten yapılmış şapkalar giyiyor, Prusya kralı ikinci Frederik patates çekirdek tohumlarını köylülere bedava veriyordu. Taşınmadığı, işlenmediği için üzerinden vergi alınamayan patates Avrupa’da uygun iklimlerde geniş çapta ekilmeye başlandı. Savaşlar sırasında toprak altında kaldığı için talan edilemeyen, kışın toprak altında kalıp donsa da enerji değerini kaybetmeyen patates idi. Patatesin bu niteliği ekonomik gücün tabana yayılmasına, diğer bir deyişle “ekonomik demokratikleşmeye yol açan” bir gelişme niteliğinde olmuştur. Bu suretle merkezi siyasi ve ekonomik kontrolün nispeten azalmasına, buna karşılık ademi merkeziyetçi, yerel kentli inisiyatifin ve girişim gücünün artmasına yol açmıştı.

Patates savaş sırasında köylülerin açlıktan ölmesini de ortadan kaldırmıştı. Uzun süren Napolyon savaşları sırasında patatesler toprak altında gizlenmiş olan Avrupa ve Rus köylüleri kırılmamış yaşamaya devam etmişlerdi. 1800 yılına gelindiğinde İngiltere’den Rusya’nın içlerine kadar ilerleyen patates ve verimli inek çeşitleri 18. yy’da bu bölgelerde nüfus patlamasına yol açmıştı.

Sanayi devrimi ise bizim tarihçiler tarafından pek bilinmeyen bu 2. Tarım devriminin hemen izinden gelmiştir. Sanayiciler artık ağaların tahakkümünden serbest kalan, karnı tok ve cebinde para olan köylüleri hem çalıştırmaya hem de onlar için mal üretip satmaya başlamıştı [Broadberry 2007]. Batı kısa süre içinde benimsediği ve başarıyla uygulamaya koyduğu tarım devrimi ile elde ettiği “tarımsal artı değeri” kentsel nüfusun beslenmesinde ve sanayi üretiminin gerektirdiği nitelikli işgücünün istihdamında bir girdi olarak kullanmak suretiyle hızlı kalkınma potansiyelini geliştirdi.

Bu tarım devrimini gerçekleştiren ülkelerde nüfus 19. yy başında daha endüstri devrimi başlamadan hızla artmıştı. İngiltere’de bir önceki yüzyılda sadece %38 artan nüfus %148, Rusya’da %28 den %107 ye, Almanya’da eksi %6 dan %66 ya çıkmıştı Şekil 3.

Sanayi devrimini arkasına alan bu müthiş gelişme nüfusu daha da ötelere itti. 1900 yılında İngiltere, Almanya ve Rusya nüfusu 2.tarim devrimi öncesi yüzyıla göre beş misli olmuştu [Maddison 2007].

OSMANLI VE 2. TARIM DEVRİMİ

Birinci tarım devrimini gerçekleştirilen topraklarda kurulmuş olan Osmanlı ise maalesef 2. Tarım devrimini ve onun getirdiği nüfus artışını kaçırmıştı. Ancak 1870’li yıllarında Osmanlı yöneticileri demografik olarak devleşen rakipleri karşısında çaresiz kaldıklarını anlayabilmişti. Bu nedenle aşırı olan çocuk düşükleri ve ölümlerini azaltmak için tedbirler almaya başladılar [Simsek 2017]. Ama bu geç kalmış kifayetsiz çabalar, olumsuz devasa demografik değişimle karşı karşıya kalan Osmanlı’nın acı sondan kurtulmasına yetmemişti.

Kanımca, Avrupa’da 18. yy ortasında başlayan 2. tarım devrimini ve akabinde gelen nüfus patlaması Osmanlı’da yansımasını bulmamasının nedenleri üç adet kısıtlamadan oluşur: idari, genetik ve coğrafi.

İdari Nedenler

Osmanlı İmparatorluğu Avrupa’daki rakiplerine göre en az enflasyonun yaşandığı, kişi başına en az verginin toplandığı bugünkü normlara göre gayet liberal ve esnek idari yapısı vardı [Karaman 2010]. Onlarca eyalet ve yüzlerce sancaktan oluşan imparatorlukta yerine, etnik yapıya ve güncel duruma göre vergiler salınır, asker toplanır, idari yapılar kurulur veya lağvedilir, her türlü malın ithalat ve ihracatında nerede ise tam bir serbesti, ürünlerin piyasada işlem görmesinde ise hiç bir engel konulmazdı [Pamuk 1984].

Genel kanının aksine Osmanlı İmparatorluğu bütçesinin sadece %25’lik bir kısmi tarımsal faaliyetlerden, %35’i ise diğer faaliyetlerden (bir çeşit gelir vergisi olan zekât, madencilik, balıkçılık ve ormancılık faaliyetlerinden alınan resimler ruhsatlar, tekel ürünlerinden alınan vergiler ve değişik resim ve damgalar) kaynaklanıyordu [Gökbunar 2010]. Bütçenin %40-45 arasında değişen asıl girdisi ise belirli bir gelire sahip yetişkin gayrimüslim erkeklerden kişi başına toplanan cizye idi [Gökbunar 2010]. Bütçenin ağırlıkla kişi başına alınan vergiler ile hazırlanması durumu cizyenin kaldırıldığı Tanzimat dönemine kadar devam etti. Hatta daha sonraları cizye yerine konulan askere alınmama vergisi de bu görevi bir süre görmüştü. Ancak bu kaynaktan azalan vergi gelirleri gittikçe fakirleşen ve yetersiz beslenme yüzünden nüfus duvarına çarpmış Anadolu halkının üzerine yıkılmıştı.

Osmanlı dolayısı ile ülke topraklarında yaşayan gayrimüslimlerin refahını artıracak tedbirler almış, hatta onlara yerel otonomi tanımış, bu esnada çekirdek nüfusunu ihmal etmiş idi. Osmanlı sonunda yıkıldığında bu gayrimüslim topluluklar, Avrupa ülkelerinin işgal ettiği milletlerin yaşadıklarının aksine, kültürlerini kaybetmeden hatta zenginleşerek çıkmışlardı. Bu konuda Kıbrıs’ta yaşanan demografik hareketler pek ilgi çekicidir [İnalcık 1997].

Öte yandan, ulaşım güçlükleri nedeni ile iç bölgelerdeki tarım ürünleri aynı bölgede tüketildiğinden Osmanlı’nın çekirdek toprakları olan Anadolu’da yapılan tarım ve oradaki nüfusun dinamikleri, askeri ihtiyaçlar dışında Osmanlı için pek önemli değildi. Zaten Anadolu’da yaşayan Türklerin çoğu göçebe, küçükbaş hayvan üretimi ile iştigal ediyordu. Hatta Anadolu’da bugün işlenen tarım arazilerinin %90’i atıl durumda idi [İnalcık 1995]. Kısacası Osmanlı döneminde tarımsal faaliyetlerin önemi pek olmadığından, Avrupa’da 18. yy ortalarında yaşanan 2. Tarım devrimini ülkemize girmesi için belirgin bir idari çaba gösterilmemiştir. Bu devrimden biraz olsun etkilenen Rumeli topraklarının aksine, imparatorluğun çekirdek topraklarında yapılan marjinal tarım gelişmemiş, dolayısı ile nüfus 400 yıl boyunca hemen hemen hiç artmamıştır.

Coğrafi Nedenler

Yeni dünya bitkilerinden olan patatesin ülkemizde tarihi pek yenidir. 2. Tarım devrimi ile başlayan patates ekiminin doğuya doğru yayılması Osmanlının Batı sınırlarında nerede ise duraklamıştı, Şekil 4. Ancak 20. yüzyılın başında ülkemiz içine nüfuz etmeyi başaran patates, ilk önce saray mutfağında kullanılmış, bu amaçla saray etrafında kurulmuş küçük bostanlarda bir merak olarak yetiştirilmeye başlamıştı [Samancı 2006, Samancı 2008]. 20. yüzyılın ortalarına doğru ise Anadolu’da genellikle kıyı şeritlerinde az olarak dikilmeye başlanan patates ekimi ile ülkemiz Avrupa’da yaşanan devrimi 200 yıl sonra yaşamaya başlamıştır [Huacco 1999]. Bu gecikmede idari nedenler olduğu gibi, imparatorluğun çekirdek merkezi Anadolu’da bulunan toprakların niteliği, eğim, mevsimler ve sıcaklığın da etkisi vardır.

sekil 4 copy
Avrupa’dan daha güneyde olan Anadolu kurak ve sıcak iklimi ve binlerce yıllık ekilmiş toprağı patates yetiştirmeye Avrupa’nın ılık ve nemli iklimine, siyah ve geçirgen toprağına göre daha az uygundur. Anadolu platosunda patates ekimine uygun toprak ayrıca buğday ekimi ile rekabet halindedir. Ayrıca Anadolu’da kışlar uzun sürmekte, yaz sıcaklıkları 30 hatta 40 derece olabilmektedir. Yüksek sıcaklıklarda ise patates maalesef az yumru vermemektedir.

Bugün yoğun olarak Bolu ve Niğde civarında 2 bin km2 alanda üretimi yapılmakta olan patates üretimi yılda 6 milyon tonu geçmemektedir. Bu ise dönüm başına 3 ton, kişi başına ise 50 – 60 kilo civarında üretime tekabül etmektedir. Bu rakamları tarihsel rakibimiz Rusya ile karşılaştırdığımızda, Rusya’da ekili toplam alanın 2008 de 30 bin km2, rekoltenin ise 36 milyon ton olduğunu görmekteyiz [Russia 2006]. Bu üretimin yaklaşık 6 milyon tonunun, yani Türkiye’de üretilen miktarın sadece Sibirya’da üretilebildiği ilginçtir. Rusya’da patates verimliliği bizden 3 misli düşük olmasına rağmen kişi başına patates tüketimi bizden 4 misli fazladır. Kısaca ülkemiz sofrasında patates hak ettiği önemi hâlâ bulamamıştır.

Genetik Nedenler:

Osmanlı İmparatorluğu’nun et ve süt ihtiyaçları, büyükbaş hayvanlar yerine küçükbaş hayvanlarla karşılanmakta idi. Sığır eti sadece sucuk yapmakta kullanılmakta, inek sütü ise hemen hemen hiç tüketilmemekte idi [Samancı 2008]. Koyun ve keçiden elde edilen sütler ise direk olarak tüketilmemekte peynir, yoğurt, kaymak ve ayran gibi işlenmiş ürünlere dönüştürülmekte idi.

Sütün tüm olarak sindirimi için sütun içinde bulunan laktoz adlı karmaşık şekeri parçalayabilmek gerekir. Bunun için de lactaz adlı enzimin vücut tarafından üretilmesine ihtiyaç vardır. Doğuştan var olan lactaz enziminin üretimi ise bebekliğin sona ermesinin hemen ardından durur. Bu enzimin yokluğu yetişkinlerin içinde laktoz olan maddeler tüketildiğinde sindirim sistemi, klinik dilinde laktoz toleranssızlığı denilen bir rahatsızlığa yol açar. Bu laktoz toleranssızlığı bağırsaklarda bulunan bazı bakterilerin artık vücut lactaz enzimi üretemediğinden parçalanamayan laktoz şekerini tüketmeleri neticesinde ortaya çıkan laktik asit, hidrojen, metan gibi gazlar şeklinde kendini gösterir. İshal, asit salgısı ve aşırı gaz gibi klinik belirtilere sebep olan bu yan ürünler laktaz enzimi üretemeyen kişilerin sütü tüketmelerini nerede ise imkânsız kılar. Osmanlı çekirdek topraklarını oluşturan Türklerin büyük bir çoğunluğu laktoz toleranssızlığından mustarip olduğundan sütü ham olarak tüketemiyorlardı, Şekil 5 [Itan 2010]

İşte bu genetik laktoz toleranssızlığı nedeniyle ve biraz da rastlantı ile bundan 7 bin yıl önce Türkler sütü değişik bakteri kültürleri ile mayalandırmayı ve sonuçta yoğurt elde etmeyi başarmıştılar. Bu kültürde yaşayan bakteriler vücut dışında laktoz şekerini tüketmekte ve sütü bildiğimiz yoğurt ve hatta uygun bakteri kültürü ile peynire dönüştürmektedir. Ancak bu kolaylığın bir bedeli vardır.

 

sekil 5


Bir litre sütün içinde bulunan laktoz şekeri 48 gramdır ve bu sütteki enerjinin dörtte biri olan 150 kilokaloriye tekabül etmektedir. Süt bakteri kültürü ile dönüştürüldüğünde bu enerjiden istifade edilememektedir. Diğer bir deyişle 1 kilo sütü yoğurta dönüştürüp tüketen insan, sütü direk içebilen insana göre %8 daha az enerji alabilmektedir. Bu kadar az enerji tüketimi ise bir yılda yaklaşık 3 kilo kadarlık bir vücut ağırlığına tekabül etmektedir.
Şekil 5
. Laktaz toleransı sağlayan 13910*T mutasyonuna uğramış Laktaz enzimi oranının coğrafik dağılımı. Küçük rakamlar laktoz toleranssızlığına işaret etmektedir [Itan 2010].

Nerede ise yoğurdun icadı ile birlikte, bundan yaklaşık 7500 yıl önce Bati Trakya’da yaşayan insanlarda lactaz enzimini bebekliğin sona ermesinden sonra da üretmeye devam ettiren bir genetik mutasyon oluşmuştu [Itan 2009]. Bu genetik mutasyon daha sonra Orta, Bati ve Kuzey Bati Avrupa ülkelerinde yaşayan insanlar arasında hızla yayıldı, Şekil 5.

Sütü işlenmeden tüketebilme avantajı batıda yaşayan topluluklarda hem çok süt ve hem de çok et verebilen büyük baş hayvan yetiştiriciliğini ön plana çıkarmıştır. Doğu ile batı arasındaki hayvan yetiştiriciliği pratiğinin farklılığı bu nedenle Bati toplumlarına bir beslenme avantajı sağlamıştır. Karşılaştırmak gerekirse bir Karaman koyunundan alınabilecek süt 0.25 litre iken, 1800 yıllarında yaygın olan süt için yetiştirilmiş “dairy shorthorn” denen inekten 29 litre süt alınabilmekte idi. Öte yandan aynı koyundan 17-19 kilo et çıkar iken, 500 kg gelen bu inekten 250-270 kilogram et çıkabilmektedir. Dolayısı ile 2. Tarım devriminin akabinde yetiştirilen bu inek türü yaklaşık 100 koyunluk bir sürünün vereceği sütü ve 15 koyunluk bir sürünün vereceği eti sağlayabilmektedir.

Günümüzde ise hayvancılık sektörümüz biraz dengelenmiştir: Batıda her 1 küçükbaş hayvana 1 büyükbaş hayvan tekabül eder iken bizde oran 4 de bir’e yükselmiştir [Can 2015].

Bu açıdan da bakınca Bati toplumlarının Osmanlı tebaasına göre daha iyi beslenmeleri, batının nüfus artışının 1700 yılından sonra Osmanlı’ya göre yüksek olması şaşırtıcı olmasa gerektir, Şekil 6.sekil 6

TARTIŞMA

Bu çalışmamda tüfek ve topun kılıç kalkana değil süt ve patatesin ayran ve ekmeğe üstün olduğu gösterilmiştir.

2. Tarım devrimi sonucu batılı bir köylü ailesinin 1 dönüm araziden elde ettiği süt ve patates ile hayatını daim ettiğini, hatta fazla ürettiğini satarak ek gelir elde ettiği, bu geliri ve serbest kalmış işgücünü şehirlerde değerlendirebildiğini gördük. Süt ve patatesin yayılmasının şehir nüfuslarını %30oranında artırdığı da bilindiğine göre Avrupa’da olan nüfus patlamasının kökeni 2.Tarim devriminin olası kıldığı yeterli beslenmenin geniş kitlelere yayılmasıdır [Cook 2014].

Bizde ise, Osmanlı İmparatorluğu’nun mali yapısı itibari ile tarıma pek önem verilmemiş, çekirdek topraklarda bulunan ekilebilir alanların sadece %10’u kullanıma açılmış ve dönüm başına en az 3 misli enerji sağlayacak patates yerine buğday ekilmeye devam edilmiştir. Bugün batıda süt tüketimi kişi başına 300 litre, ülkemizde ise laktoz toleranssızlığı yüzünden hala 170 litre civarındadır. Ayrıca ülkemizde süt çoğunlukla yoğurda veya peynire dönüştürüldükten sonra tüketilmektedir. Bunun bedeli ise dönüştürülmüş gıdada olan enerji kaybıdır. Kaba bir hesapla Avrupalının bugün bile hâlâ sütten aldıkları enerjinin bize göre iki misli olduğu görülmektedir. Osmanlı İmparatorluğu döneminde küçükbaş hayvan ağırlıklı yetiştiricilik yüzünden sütten kaynaklanan bu açığın çok daha fazla olabileceği yukarıda izah edilmiştir. Kısacası 200 yıla aşkın bir sürede Osmanlı tarım arazileri rakip imparatorluklara göre verimsiz kullanılmış, imparatorluğun çekirdek nüfusunu içeren Anadolu halkı açlıkla boğuşmuş, çekirdek toprak nüfusu sanayi devriminde pay alacak şekilde hemen hiç artmamıştır.

Kanımca sadece ayran ve ekmek tüketimi yüzünden batı ile aramızda olan beslenme açığı kendini 18.yy ortalarından itibaren Bati ve Osmanlı arasındaki devasa demografik değişimler şeklinde göstermeye başlamıştır. Osmanlıda durağanlaşan nüfus batıda hızla artmış, bu artış iç pazarın ve talebin büyümesine, serbest kalmış şehirlerde çalışmaya hazır köylülerin sayısının artmasına ve sanayi devriminin gerçekleşmesine yol açmıştır. Yetersiz beslenme ve açlık ile boğuşan Osmanlı çekirdek nüfusunun sanayi devrimi ile uğraşmaya takati olması düşünülemez.

Bu çalışmamda Osmanlının neden Batının yükselişine karşı koyamadığını açıklayabilecek alternatif bir varsayım tanıttım. Bu amaçla biyolojik esasları, canlıların enerji girdileri kısıtlandığında üremenin ilk azaltılan yaşamsal fonksiyonu olduğunu temel aldım. Üremenin hızlanması ise ancak enerji girdileri hayatı idame ettirmek için gerekli minimum enerjinin üzerinde olur ise mümkündür. Öte yandan canlıların üreme işlevlerinin kendinden sinirli olduğu, temel ihtiyaçlarından fazla enerjinin aşırı üremeye yol açmadığı da bilinmektedir. Çünkü üreme fonksiyonu biyokimyasal olayların gerçekleştirilebilecek hızı ile kısıtlıdır.

Elimizdeki örnekte yukarıdaki biyolojik esasların kendini insan toplumlarında göstermesine şahit oluyoruz. Küçük buzul çağında yetersiz gıda üretimi nedeniyle nerede ise tüm toplumların nüfus hızı yavaşlamış, hatta Almanya örneğinde görüldüğü gibi eksi olmuştu. 2.Tarim devrimi sayesinde ucuz ve bol gıda enerjisi nüfusun patlamasına ve sanayi devriminin başlamasına neden olmuş, sanayi devrimi ile tarım devrimi 20.yy ortalarına kadar birbirlerini destekleyerek at başı gitmişlerdir. 2.Tarim devrimini gerçekleştiremeyen Osmanlı ise, nüfusunu küçük buzul çağının getirdiği felaketten kurtaramamış ve sonunda kendinden kat be kat kalabalık ve teknolojik olan devletlerce parçalanmıştır.

Bu tezimde en ilginç bulduğum husus, Osmanlının batmasının neden çok uzun sürdüğüdür. Kanımca Osmanlı 500 yılda geliştirdiği idari yapının gücü ve esnekliği ile bu kendisi için dayanılmaz ve ölümcül değişimi nerede ise 120 yıl göğüsleyebilmiştir.

Bu dersin Avrupa’nın Afrika’yı, Asya ve hatta Amerika kıtasını 19. yüzyılda sömürgeleştirmesinde olan rolü de yadsınamaz. Çok az bir nüfus dışında bu kıtalarda yaşayan toplumlarda da Osmanlı çekirdek nüfusunun yaşadığı dezavantajlar vardı. 19. yüzyılda bu ülkelerde tarım üretimi geleneksel gıdalara dayanmakta, laktoz toleranssızlığı toplumlar içinde yaygın, idari yapılar tarıma yeterince önemi vermemekte idi. 2. Tarım devrimi bu ülkelere de aynen bizde olduğu gibi 200 yıl aradan sonra daha yeni erişmiştir, sanayi devriminin hâlâ gerçekleşmesi beklenilmektedir.

Sınırlamalar

Bu çalışmamda eksik bıraktığım ve ileride üzerinde çalışılması gereken bir kaç hususa değinmek istiyorum.

İlk önce çalışmam patates ve süt tüketimini ön plana çıkarmış, ama sağlıklı beslenmenin vazgeçilmez elemanı olan et tüketimine yeteri kadar eğilememiştir. Osmanlı arşivlerinde yapılabilecek et tüketim çeşitleri ve miktarı istatistiklerinin Batıdaki verilerle karşılaştırılması bu soruya cevap verecektir.

İkinci olarak, Rumeli’de epeyce bulunan gayrimüslimlerin gıda tüketimi çeşnisinin çekirdek toprak Anadolu halkının tüketiminden farklı olacağını düşünüyorum. Buradaki nüfus dinamikleri beslenme açısından incelenmelidir.

Üçüncü olarak sanayi devrimi ile tarım devriminin iç içe geçtiği 1830 sonrasında artan gelir ile nüfus artışının nasıl bir bağlantısı olduğunu araştıramadım. Tahminim süt, et, patates ve kişi başı gelirin nüfus artışı ile pek yakından bağlantılı olacağıdır. Bu konu da araştırılmadır.

Son olarak çekirdek toprak Anadolu halkının 19. ve 20. yüzyılda beslenme girdilerini tam olarak inceleyemedim. Osmanlının detaylı kayıtlarını tuttuğu askeri iaşe evrakları bu meseleye ışık tutabilecektir. Askere alınan Müslüman er ve eratın ağırlık, boy gibi ölçümlerinin iaşe ile değişiminin batılı ülkelerdeki gözlemlerle karşılaştırılması ilginç bir çalışma konusu olabilir.

SONUÇ

Osmanlı İmparatorluğu’nun batış nedeni sanıldığı gibi askeri, ekonomik ve idari zafiyet değil Osmanlı’nın batıda 2.Tarım devrimi akabinde yaşanan nüfus patlamasının gerisinde kalmasındandır. İdari, genetik ve coğrafi nedenlerle 2. Tarım devrimini gerçekleştiremeyen Osmanlı, akabinde nüfus patlamasının desteklediği sanayi devrimini de dolayısı ile kaçırmıştır. Osmanlı büyük nüfusun sağlayabileceği ekonomik, askeri ve diplomatik avantajlardan da mahrum olmuş, sonuçta kendinden kalabalık olan batıya teslim olmuştur. Diğer bir deyişle sofradaki süt ve patates, ayran ve ekmeğe üstün gelmiştir.

TEMEL BULGULAR

1. Osmanlı İmparatorluğu 18. yy ortalarında Batı’da gerçekleşen 2. tarım devrimini idari, coğrafi ve genetik nedenlerle yaşamamıştır. Osmanlı çekirdek tebaasını oluşturulan Anadolu nüfusunun beslenmesi bu nedenle rakip Bati imparatorlukları çekirdek tebaalarının beslenmesine göre eksik kalmıştır.

2. Anadolu nüfusu 17 yüzyıldan 20 yüzyıl baslarına kadar iki misli artarak 14 milyon olmuştur. Rakip Bati imparatorluklarında ise çekirdek nüfus ayni dönemde ise 5 misli artarak 266 Milyon olmuştur. Osmanlı imparatorluğu ve rakip Bati imparatorlukları çekirdek nüfusları arasındaki oran 1/10 dan 1/20 ye düşmüştür.

3. Tarım devriminin sağladığı iyi beslenmenin getirdiği hızlı nüfus artısı, Batı’da sanayi devrimini tetiklemiştir. Ağaların tarlalarından koparılan köylüler sanayi üretiminde yer almış, ceplerinde para olduğu için de sanayi ürünlerini tüketmeye başlamışlardır. Bu sonuç Batılı ülkelerde milli gelirin artmasına, silahlı güçlerin kuvvetlenmesine ve Batı imparatorluklarının genişlemesine yol açmıştır. Nüfus duvarına çarpan Osmanlı ise Batınin doğuya ve güneye doğru genişlediği alan olmuştur.

4. Tarım devrimini ve onun tetiklediği Sanayi Devrimini kaçıran diğer 3. Dünya ülkeleri de Batinin bu genişlemesinin hedefi olmuş, sömürgeciliğe teslim olmuştur.

TEŞEKKÜR

Bu çalışmamı gözden geçirip yapıcı önerilerini esirgemeyen değerli hoca Prof. Dr Ulvi Saran ve Vahdet Deniz Akçaoğlu’na teşekkürü bir borç bilirim.

KAYNAKÇA

Allen RC (2001). “The Great Divergence in European Wages and Prices from the Middle Ages to the First World War,” Explorations in Economic History, Vol. 38, October, 2001, pp 411-447.

Andrews, J (1993). “Diffusion of the Mesoamerican Food Complex to Southeastern Europe.” Geographical Review, 83(2): 194-204.

Berument H and Gunay A (2004). Inflation Dynamics and its Sources in the Ottoman Empire: 1586­1913. International Review of Applied Economics 21, no. 2: 207-45.

Bourke PM (2007). The Use of the Potato Crop in Pre-Famine Ireland. Journal of Statistical and Social Inquiry of Ireland.12:6:72-96

Broadberry S, Campbell BMS, Klein A, Mark Overton M, van Leeuwen B (2015). British Economic Growth, 1270-1870. Cambridge University Press. ISBN-13: 978-1107070783

Can MF (2015). Türkiye Hayvancılık Politikalarının AB ile Etkileşimi ve Olası Sonuçları. Atatürk Üniversitesi Vet. Bil. Derg., 13(2): 242-250, 2018. DOI: 10.17094/ataunivbd.321172

Cem I (2008). Türkiye’de Geri Kalmışlığın Tarihi. Is Bankasi Kultur Yayinlari. ISBN: 978 9944882088

Clark G (2002), ‘The Agricultural Revolution and the Industrial Revolution: England, 1500-1912’, manuscript

Cook J (2014). Potatoes, Milk and the Old World Population Boom. Journal of Development Economics, 110, pp. 123-138.

Ensminger ME and AH Ensminger (1994). Foods & Nutrition Encyclopedia. CRC Press; 2nd ed. ISBN- 13: 978-0849389818

Erder L and Faroqhi S (1979) Population rise and fall in Anatolia 1550-1620, Middle Eastern Studies, 15:3, 322-345, DOI:10.1080/00263207908700415

Finkel C (2003). The Treacherous Cleverness of Hindsight’: Myths of Ottoman Decay. In Re-Orienting the Renaissance pp 148-17, Ed Mclean GM, Palgrave MacMillan, ISBN 978-1-349-34350-2

Genc M (2014). Osmanli Imparatorlugunda devlet ve ekonomi.2. Basim. Otuken yayinlari. ISBN-13: 978-9754373387

Gormez Y and Yigit S (2009). The economic and financial stability in Turkey: a historical perspective. SEEMHN papers 12, National Bank of Serbia.

Gökbunar R, Gökbunar AR, Ugur A (2010). 17. Yüzyilda Osmanli Devleti ve Bati Avrupa Devletleri’nde Mali Yapi Üzerine Savaslarin Etkileri. Maliye Dergisi, 159, 70-87.

Güleryüz NA (2012). Bizans’tan 20. Yüzyıla – Türk Yahudileri, Gözlem Gazetecilik Basın ve Yayın A.Ş., İstanbul, ISBN 978-9944-994-54-5

Hamdani A (1981). Ottoman Response to the Discovery of America and the New Route to India. Journal of the American Oriental Society 101:3: 323-330

Huaccho L and Hijmans RJ (1999). A Global Geo-referenced Database of Potato Production for 1995­97, Gpot97 (Production Systems and Natural Resource Management Department Working Paper Series, no. 1. Lima, Peru: International Potato Center.

Inalcik H (1997) A note on the population of Cyprus. http://www.sam.gov.tr/wp- content/uploads/2012/02/HalilInalcik2.pdf

Inalcik H, Faroqhi S, McGowan B, Quataert D, Pamuk S(1995). An Economic and Social History of the Ottoman Empire, 1300-1914. Cambridge University Press. ISBN-13: 978-0521343152

Itan Y, Jones BL, Ingram CJ, Swallow DM, Thomas MG (2010). A worldwide correlation of lactase persistence phenotype and genotypes. BMC Evol Biol. 10:36. doi: 10.1186/1471-2148-10-36.

Itan Y, Powell A, Beaumont MA, Burger J, Thomas MG (2009). The Origins of Lactase Persistence in Europe PLoS Comput Biol 5(8): e1000491. doi: 10.1371/journal.pcbi.1000491

Karaman KK and Pamuk S (2010). Ottoman State Finances in European Perspective, 1500-1914. Journal of Economic History 70(03), 593-629.

Maddison, A (2007). Contours of the World Economy 1-2030 AD: Essays in Macro-Economic History. Oxford University Press. ISBN-13: 978-0199227204

Marchetti C and Ausubel JH (2012). Quantitative Dynamics of Human Empires. International Journal of Anthropology 27 (1-2): 1-62.

McEvedy C and Jones R (1979). Atlas of World Population History, Facts on File, New York.ISBN-13: 978-0871964021

MCNeill WH (2013). How the Potato Changed the World’s History. Social Research, Vol. 66, No. 1, pp. 67-83

Pamuk S (1984). The Ottoman Empire in the ‘Great Depression’ of 1873-1896. Journal of Economic History, 44; 1:107-118

Pamuk S and Williamson JG (2011). Ottoman De-Industrialization 1800-1913: Assessing the Shock, Its Impact and the Response. Economic History Review 64. S1 (February Special Issue):159-184.

Quataert D (2005). The Ottoman Empire, 1700-1922 . 2nd Ed. Cambridge University Press. ISBN- 13: 978-0521547826

Russia (2006)- Target market report for the export of GB seed potatoes. British Potato Council

Samancı Ö (2006). Vegetable Patrimony of the Ottoman Culinary Culture, Proceedings of the IVth International Congress of Ethnobotany (ICEB 2005), İstanbul, Ege Yayınları, p. 565-570.

Samancı Ö (2008). İmparatorluğun Son Döneminde İstanbul ve Osmanlı Saray Mutfak Kültürü. In: “Türk Mutfağı”. (Ed). Bilgin, A. Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı, 199-217s.

Shaw SJ (1976). History of the Ottoman Empire and Modern Turkey. Cambridge University Press. ISBN-13: 978-0521291637.

Simsek F (2017). Osmanlı Nüfus Politikaları Açısından Çocuk Düşürme Olgusu/The Phenomenon of Abortion from the state point of Ottoman Population Policy. Mediterranean Journal of Humanities. VII/2 393-401. DOI: 10.13114/MJH.2017.372.

White S (2012). The Little Ice Age Crisis of the Ottoman Empire: A conjecture in Middle East Environmental History. In Water on Sand: Environmental Histories of the Middle East and North Africa, Ed Alan Mikhail. Oxford University Press. ISBN-13: 978-0199768660

Yildirim O (2001). Bread and Empire: The Workings of Grain Provisioning in Istanbul During the Eighteenth Century. ERC Working Papers 0104, ERC – Economic Research Center, Middle East Technical University.

Yazar
Mustafa KARAMANOGLU

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen