Nevzat Kösoğlu’nun Değişim ve Kültürel Etkileşim Anlayışı

Nevzat Kösoğlu’nun Değişim ve Kültürel Etkileşim Anlayışı[i]*

 

Abdulkadir PEKEL[ii]

Giriş

Nevzat Kösoğlu; 1977-80 arasında Milliyetçi Hareket Partisi milletvekili olarak parlamentoda bulunmuş, sonraki yıllarda ise Türk Ocakları Eğitim ve Kültür Vakfı Başkanı olarak görev yapmış, “Ülkücü Hareket”in önemli bir fikir ve aksiyon adamıdır[1].

Kösoğlu, Milliyetçilik anlayışını kültüre dayandırmış, milli kimlik ile ilgili meseleleri kültür çerçevesinde değerlendirmiştir. Milliyetçiliği derin bir sosyolojik perspektifle bir kültür meselesi olarak yerleştiren bir anlayışa sahiptir. Dolayısıyla Nevzat Kösoğlu’nun fikir dünyasında; kültür alışverişleri, modernleşme, batılılaşma gibi kavramlarla milli bilinç, “iman”, “sosyal gerilim” kavramları arasında bağlantılar vardır. Nevzat Kösoğlu, modernleşmeye ve sağlıklı bir kültür alışverişinin nasıl gerçekleştirilebileceğine ilişkin açıklamalarını, “iman” kavramı etrafında yapar. Burada “iman” kavramı ile kastedilen, yalnızca dini inanç değildir. Toplumu belirli bir amaç etrafında güdüleyebilen her şeye “iman” duyulabilir[2].

Kültür alış verişine ilişkin meselelerde toplumu motive den bu amaç Nevzat Kösoğlu’nda milliyetçilik bilinci olarak ortaya çıkmaktadır. Yazarın kitaplarını okuduktan sonra şu sonuçlara ulaşıyoruz: Ona göre, bir toplumun kültürüne ve milli kimliğine olan “iman”ı arttıkça, kültürel alışverişlerin değeri de artar. Toplumun “iman”ı zayıflamakta ise kültürel alışverişin (özellikle “alış”ın) niteliği gittikçe düşer. Dolayısıyla Kösoğlu’nun, milli bilinç (sosyal gerilim, iman) ile kültür alış-verişi arasında, zorunlu bir bağlantı kurduğunu söylemek gerekir. Bu bağlamda, yazarın, bu kavramlar arasındaki zorunlu ilişkiyi nasıl açıkladığını ortaya koymamız gerekiyor.

Son olarak, yazarın bu konuda benimsediği bakış açısıyla, Osmanlı’nın son döneminden itibaren etkili olan modernleşme ve Batılılaşma girişimlerini nasıl değerlendirdiğini belirtmeye çalışacağız.

 

1. Değişim Anlayışı

“Milletlerin ve âlemin ahvali, cemiyetlerin adetleri ve dindarlıkları bir tek vetire (süreç) ve istikrarlı bir yol üzere devam etmez.

Bu cihet günler ve zamanlar geçtikçe vukua gelen bir değişiklik ve halden hale intikalden ibarettir[3]. ”

İbn-i Haldun

Nevzat Kösoğlu, çalışmalarında kültürle ilgili iki temel tespit yapar ve açıklamalarını bu tespitler ışığında genişletir:

A. Kültür; madde ve biçim olmak üzere, iki farklı unsurdan oluşur.

Kültürün maddesi, zaman içinde meydana gelen sosyolojik, ekonomik, hukuki vs. değişimlerin ortaya çıkardığı yapılardır[4]. Örneğin; teknoloji ya da belirli bir dönemde geçerli olan hukuki metinler, kültürün maddesi, malzemesidir.

Kültürün biçimi ise, o kültürün inanç yapısı, yani mukaddesleridir. İnsanlar bu mukaddeslere göre dünyaya bakışını ve duruşunu belirler. Öyle ki; toplum, bu inanç yapısı ile kültürün belirli bir döneminde ortaya çıkan “malzeme”sini kavrar, değerlendirir ve hayatına dâhil eder[5].

Sosyal, doğal, veya insani bir şey, belli bir kültürün ona anlam kazandırmasından önce nötr bir unsurdur; hiçbir topluma, kültüre aidiyeti yoktur. Bir kültür onu kendi iman yapısına göre algılayıp yorumladığı ve kendine göre bir işlev verdiği zaman, o şey, o topluma ait bir kültürel olgu haline gelir[6].

Dolayısıyla, kültürün maddesinde değişmeler olabilir: Örneğin; toplum zenginleşir ya da fakirleşir; teknolojide yeni gelişmeler olur; farklı kültürel gruplarla etkileşimler ya da temaslar olabilir. Bunlar ikincil ve vasıta değerlerdir. Ancak kültürün mukaddesleri, yani iman yapısı değişmez. Kültürün iman yapısı, onun biçimi ve üslubudur. Bir başka değişle dünyaya bakışıdır. Koşullarda meydana gelen değişmeler bu bakış vasıtasıyla değerlendirilir[7].

B. Her kültürün; (1) diğer kültürlere kıyasla özellikleri, (2) zaman içinde görünüş biçimleri, farklıdır.

1. Her kültür; özgündür, yani başka kültürlerden farklıdır.

Nevzat Kösoğlu’na göre, her kültür özgündür. Benzer coğrafyalarda ortaya çıkan kültürler bile, birbirlerine ne kadar çok benzerse benzesin, aynı değildirler. Dolayısıyla, çeşitli kültürler arasında ortaya çıkan kavramlar, kurumlar ve inanç sistemleri arasında farklılıklar vardır[8].

Bu yüzden, her kültürün imanı ve şekillendiği çevresi farklıdır. Onun için, gelişme süreçleri de farklı olur. Bu durum, belli bir kültür içerisinde oluşmuş kavram ve kurumların başka kültürler tarafından anlaşılması ve yorumlanmasını zorlaştırır. Çünkü bu kavram ve kurumlar o kültürün kendi özgün koşullarında ortaya çıkmış ve anlam kazanmıştır[9].

Öte yandan, bir kültürün özgün bir yapı oluşturması için, kültürün bütün unsurlarını kendisinin icat etmiş olması gerekmez. Kültür, dışarıdan aldığı kültürel olguyu, işlev ve biçim açısından tekrar düzenleyip dünyasına kazandırabilir. Böylece farklı kültürden gelen olgu millileşmiş olur. Hiçbir kültür “Amerika’yı yeniden keşfetme” ihtiyacı duymaz[10].

 

2. Bir kültürün zaman içindeki görünümleri de farklıdır.

Çeşitli kültürlerle kurulan etkileşimler yoluyla, her özgün kültür zaman içinde değişime uğramaktadır. Bir kültür, bir başka kültürden farklı olduğu gibi, kültürün zaman içindeki görünüş biçimleri de farklıdır. Yani, her kültür zaman içinde değişime uğramaktadır. Zaman, sürekli bir değişim anlamına gelir[11].

Nevzat Kösoğlu, değişimin önemini fark etmiş, toplumun ve hayat koşullarının sürekli değişen yönüne vurgu yapmıştır. Ona göre, “Değişme hayatın kanunudur; değişmeyen ölür[12].”

Ancak, değişme kendi başına bir değer değildir Kösoğlu’na göre: Değişme vardır, ahlaksızlıktır, çürümedir; değişme vardır güzelliğe götürür. Değişim rüzgarlarına kendini kaptıran toplumlar benliğini kaybeder ve yok olurlar, değişimi kendine göre dizginleyip, ona yön veren toplumlar ise kültürlerini yüceltirler[13]. Peki, değişimi dizginlemenin ve yönlendirmenin yolu nedir?

Bu soruyu cevaplayabilmek için birkaç noktayı açmamız gerekiyor.

 

II. Kültürel Etkileşim

A. İbn-i Haldun’un Etkisi

Kösoğlu, yazılarında, kültürleri ve medeniyetleri kuran ve bir arada tutan gücün “iman[14]” olduğunu belirtmiş, bu mevhumu ifade etmek için bazen “sosyal gerilim” ifadesini de kullanmış[15] ve bu iki ifadenin de İbn-i Haldun’un üzerinde önemle durduğu “asabiye” kavramını karşıladığını belirtmiştir[16].

Arapça -a( ع), -s( ص), -b( ب) köklerinden türetilen “asabe” (بصع) kelimesi; dolamak, bir şeyi sararak bağlamak, sarmak anlamına gelmektedir. Bu kelimeden türetilen “asabiye” (¿u+ ^^) kelimesi ise “tutuculuk, taassup, fanatiklik; hizipçilik, partizanlık cemaatçilik; kabilecilik, milliyetçilik, kavmiyetçilik” anlamlarına gelmektedir[17]. İngilizce’de kelimenin bire bir karşılığı bulunmamakta ise de; bu kavram, “group feeling” (grup hissi), “solidarity” (dayanışma), “communal spirit” (cemaat ruhu), “social cohesion” (sosyal uyum) gibi kelimelerle ifade edilmeye çalışılmıştır[18].

Asabiye kavramı, Arap kabilelerine mensup kişilerin, haklı ya da haksız olmasına bakmaksızın kendi kabilesinden olan kişileri koruma ve ona destek olma hissini ifade etmekteydi[19]. İbn-i Haldun da, dar ve sıkışık zamanlarda hısım ve akrabanın yardımına koşmanın; Allah’ın, kullarının kalbinde yarattığı bir duygu olduğunu, yardımlaşmaya, dayanışmaya ve düşmanlara korku salmaya bu duygunun sebep olduğunu ifade etmiştir[20]. Ancak İbn-i Haldun a göre “asabiye”, sadece akrabalarla dayanışma kurulması ya da akrabaların desteklenmesi anlamına gelmemektedir. “Asabiye”, “nesep asabiyesi” ve “sebep asabiyesi” olmak üzere ikiye ayrılır[21]. İbn-i Haldun’a göre, akrabalık bağının yanı sıra, “velâ [144] (azatlılık) ve hilf (ittifakf[22] de dayanışma duygusunu, yani asabiyeyi meydana getirir[23]. Nesep asabiyesi doğal ve irade dışı iken; sebep asabiyesi iradîdir ve gönüllü olarak kazanılır[24]. Dolayısıyla, önemli olan dayanışma duygusunun kazanılmasıdır. Dayanışma duygusunun kazanılmasında nesep ya da sebebin önemi ikinci plandadır[25]. İbn-i Haldun da, nesep bağının yardımlaşma ve dayanışma duygusunu meydana getirmedikçe bir faydasının olmadığını açıkça belirtmiştir[26].

Sonuç olarak, “asabiye” kavramındaki vurgunun “dayanışma” ya da “grup hissi” olgularında olduğu ve bu kavramın; aileleri, kabileleri, boyları ve milletleri bir amaç etrafında bir arada tutan psikolojik ve duygusal faktör olduğu söylenebilir[27]. Böylece, İbn-i Haldun’un yaşadığı dönem koşullarında ortaya koyduğu düşünceleri, günümüz koşullarında yeniden anlamlandırmak mümkündür. Dolayısıyla, “asabiye” milliyetçilikten ibaret değilse de, bu duyguyu da kapsayan bir fenomen olduğu ifade edilebilir[28]. Kösoğlu da bu kavramı “sosyal gerilim” ve “iman” ifadeleri ile dile getirmektedir.

Kösoğlu’na göre, bir kültüre canlılık veren şey “iman”dır. Hangi kültürden bahsedersek edelim; iman, bir kültürün “motor gücüdür”. Yeter ki, iman, kitlelerin hareketlerini etkileyebilecek ölçüde topluma yayılmış olsun[29]. Dolayısıyla kültür, gücünü maddesinden yani malzemesinden değil; inanç yapısından yani imandan alır. “İnanç yapısı” kavramı ile, insanların düşünce ve davranış biçimlerini belirleyebilecek ölçüde motivasyon gücüne sahip her türlü inanç kastedilmektedir[30]. Örneğin; İslam medeniyetinin, Hitler’in Nazizminin ya da Marksizmin kısa sürede ani yükselişler yapması; toplumların, bu farklı kültürel değerlere yüksek bir imanla bağlanmış olması, yani “asabiye” duygularının yüksek olmasıdır. Dolayısıyla toplumda yaşayan insanların kendi kutsal ve milli değerlerine olan inancı ne kadar güçlüyse, “toplumsal/sosyal gerilim” de o denli güçlü demektir. Medeniyetleri kuran, kültürleri yaratıcı ve atılgan kılan enerji, toplumun imanından doğan bu “sosyal gerilim”de kaynağını bulmaktadır[31].

B. Kültürün Üç Dönemi ve Sağlıklı Bir Kültürel Etkileşim

Yazar, toplumun “sosyal gerilimi”nin artması ve azalmasına göre her kültürün üç farklı dönemden geçtiğini ifade eder[32]:

  1. “Sosyal gerilim”in yüksek olduğu, kültürün “yaratıcı” ve “canlı” dönemi,
  2. “Sosyal gerilim”in azalmaya ve imanın “soğuma”ya başladığı, donuklaşma dönemi,
  3. “Sosyal gerilim”in giderek en aza indiği, kültürün “soğuma” dönemi.

1. Yaratıcı ve canlı dönem:

Kösoğulu’na göre, her kültür kuruluş aşamasında canlı ve yaratıcıdır[33]. Yazar, inanç yapısı sağlam, mukaddeslerine bağlı, yani “imanı kavi” olan toplumları, “canlı”, “yaratıcı”, “sosyal gerilimi yüksek” toplumlar olarak nitelemektedir[34]. Bu toplumların kavrama, yorum ve değerlendirme gücü yüksektir[35].

Canlı olan kültür, yeni problemlerle karşılaştıkça ihtiyaç duyduğu kültürel unsurları tecrübeyle, bilimle üretir ya da başka kültürlerden alır. Ancak toplumdaki iman yapısı sağlam ve kültürel özgüven yüksek olduğu için; alınan olgu, kültürün üslubu ile değerlendirilir ve kültüre mâl edilir[36]. Yani, transfer edilecek olan kültürel olgunun toplumdaki işlevi ve anlamı başarıyla belirlenir. Kösoğlu bu duruma “kültürel özümseme” ya da millileştirme demektedir[37].

Dolayısıyla, canlı ve kimliğinin idrakinde olan toplumlar, değişimi kendi kültürleriyle ve kendi bakışlarıyla karşılar. “Canlı bir kültür” değişimleri sürekli olarak gözlemler, bunlar karşısında kendini sürekli yeniden değerlendirir, kurumların biçim ve işlevlerini sürekli yeniler ve yeniden yapılandırır[38]. Böylece kültürün “madde”si değişse de “inanç yapısı” yani üslup ve kimliği baki kalır. Nevzat Kösoğlu’na göre, sağlıklı bir kültürel alışveriş bundan ibarettir.

Yazarın “Türk Kimliği ve Türk Dünyası” kitabındaki “Fesin Türklüğü yahut İmam Bayıldı” adlı deneme, bu olguya örnek olmak üzere yazılmıştır. Bu denemede yazar, özetle, fesin aslında Türk kültürüne ait olmadığını, ama fes [145] giyilmeye başlandıktan sonra toplumun ona inanç yapısıyla farklı bir biçim ve yer verdiğini, sonuçta fesin Türkleştiğini anlatmaktadır. Hatta fes o kadar Türklere özgü bir adet olmuştur ki, fesin daha önceden giyildiği Kuzey Afrika coğrafyasında bile fes, “İstanbulin” olarak anılmaya başlanmıştır[39].

2. Donuklaşma dönemi:

Kültürün yaratıcı döneminde topluma hâkim olan özgüven, koruyuculuk ve kapanma tavrını geliştirir ve insanların geleneklere sıkıca bağlanma sonucunu doğurur. Çünkü topluma hâkim olan özgüven dolayısıyla, hayatta karşılaşılan bütün çözümlerin gelenekte ve kültürel tecrübelerde mevcut olduğuna inanılır[40]. Böylece sürekli değişmesi gereken kültürün madde alanına giren bazı kültürel unsur ve olgular; değişmemesi gereken inanç yapısı ve mukaddesleri arasına girmeye başlar[41]. Bu da kültürün asıl inanç yapısının bozulmaya başlaması demektir.

Dolayısıyla, yaratıcılığın azaldığı bu dönemde, kültür donuklaşmaya ve sertleşmeye başlar; kurumlaşmış şekillere takılı kalan kültür, kabuk bağlar ve yaratıcılığını kaybeder[42]. Hâlbuki kültürün maddesi/malzemesi sürekli bir değişme halindedir; değişmeyen, bu maddeyi yorumlayıp biçimlendiren iman yapısı ve mukaddesleridir[43]. Canlı olan her kültür diğer kültürlerle etkileşim halindedir. Eğer bir toplum içine kapanmış ve alışverişten uzak duruyorsa, bu kültür kendi içinde üretemiyor ve kendini tekrar ediyor demektir[44]. Oysa toplumun ihtiyaçları değişir. Donuklaşma döneminde, toplum bir dönemde ürettiği kültürel olguları korumaya onları zamana uygulamaya çalışır. Ancak, kurulduğu zamanın işlev ve biçimi ile bir kültürel olguyu devam ettirmeye çalışmak toplumun sırtında anlamsız bir yüktür[45].

 

3. Soğuma dönemi:

Gelişen ve değişen koşullara ayak uyduramayan toplum, ister istemez başka toplumlarla kültürlerle etkileşime girer ve çözemediği problemleri bu kültürlerden yararlanarak çözmeye çalışmaya başlar[46]. Dolayısıyla, artık kültür, kendi mukaddeslerine ve inanç yapısına olan özgüvenini kaybetmiştir. Kültürel soğuma, toplumun kendi inanç yapısına o lan imanını kaybetmesi, iman ölçülerinin ve bakış açılarının tutum ve davranışları belirleme gücünü kaybetmesidir. Bu dönemde kültürün kendi gözü ile görme, kendi ölçüleri ile değerlendirme gücü yavaş yavaş yok olur[47].

Bu dönemde, kültürel olgunun kaynak toplumdaki yeri ve işlevi değerlendirilemediği gibi; bizim kültürümüzde ne anlam ve değer ifade edeceği de sağlıklı bir şekilde belirlenemez. Bu yüzden, yapılan bir kültürel alışveriş millileştirilemez[48]. Millileştirilemeyen bu kültürel olgu, artık toplumun inanç yapısı yani kimliğine de zarar vermeye ve kültürün üslubunu, bütünlüğünü bozmaya başlar[49]. Bu durum, tıpkı, yeterince sert bir zeminde akmayan akarsunun, yavaş yavaş o zemine şekil vermesi gibidir. Aldığı kültürel olguya şekil veremeyen alıcı kültür; zaman içinde, aldığı kültürel olguların şekline bürünmeye başlar.

Sonuç olarak, yazara göre, sağlıklı bir kültür alışverişinin gerçekleştirilebilmesi için, toplumdaki kültürel özgüven ve milli bilincin yüksek olması gerekir. Ancak bu durumda, bir kültürel olgu “millileştirilebilir.” Kendi kültürüne inancını, saygısını kaybetmiş olanlar, bir başka deyişle, milli kültürü temellendiren imanı kaybetmiş olanlar, yaratıcılıktan mahrum taklitçiler olmaya mahkûmdur[50].

Kültürün canlılığını koruması için, milli bilincin yükseltilmesi, bunun için de devletin çeşitli araçlarla toplumdaki milli kültür ve kimliği oluşturması gerekir. Eğitim, askerlik, aile, miras gibi çeşitli araçlarla devlet, milli kimliği oluşturmayı ve geçmişten gelen tecrübelerin kurumsallaştırılmasını sağlayabilir[51]. Bir millete mensubiyet duygusunu veren sosyal bağların farkındalığının kazandırılması, ailede, okulda, çevrede yazılı-görsel basında vs. devam eden sürekli bir eğitim ile gerçekleşir[52]. Kösoğlu, özellikle ilköğretimde ortak değerler alanının oluşturulmasına yönelik, kimlik ve kişilik kazandırıcı bir eğitimin verilmesi ve ortak bir davranış ve tutumun kazandırılması gerektiğini; ortaöğretimde de çocuklara ortak bir tarih bilinci verilmesi gerektiğini ifade etmektedir. Böylece “genç insan, Türküm, dediği zaman yaşadığı toplumla birlikte iki bin beş yüz yıllık geçmişini ve birikimini arkasında hissedebilecektir[53]” Yine, kişilerin “evde ve çevrede farklı telkinlerden doğan çelişkilerden” korunması amacıyla, TRT yoluyla toplumun milli kimlik bilincini arttıracak yayınlar yapılmasını önermektedir[54]. Bu noktada Nevzat Kösoğlu’nun kültürel alışverişle ilgili meseleleri sosyal ilişkilerin kendiliğinden gelişmesi gibi bir sürece ya da yalnızca sivil topluma bırakmadığı, “yukarıdan aşağıya” gerçekleşen bir endoktrinasyon yoluyla milli bilincin sürekli muhafaza edilmesini savunduğunu söyleyebiliriz.

 

III. Türkiye’nin Çağdaşlaşma (Modernleşme) Sürecine Bakışı

Nevzat Kösoğlu çağdaşlaşma kavramına da, yukarıda çerçevesini ortaya koyduğumuz zaviyeden bakmaktadır. Canlı, kendine güvenen bir toplumun gelişmeleri “kendi gözüyle” görmesi ve buna uygun önlemler alması: Kösoğlu’na göre çağdaşlaşma denen olay budur. Bunu gerçekleştiremeyen, yani değişmenin farkına varıp kendini yenilemeyen kültür, geleneksel kalıplara takılı kalarak yozlaşır ve çağ dışı kalır[55]. Sürekli çağdaş kalabilen kültürler ise; yaratıcı/imanı yüksek kültürlerdir. Bu kültürler tutum ve kurumlarını, mukaddesleri/inanç yapıları ışığında sürekli gözden geçirirler[56]. İman yapısı korunduğu müddetçe, kültürün farklı zamanlarda çeşitli hayata geçiriliş biçimleri olabilir, çağdaş kalmak bu anlama gelmektedir[57].

Bu bağlamda Kösoğlu, Osmanlı’da Tanzimat’tan başlayarak Cumhuriyet döneminde de devam eden Batılılaşma ve çağdaşlaşma süreçlerini başarılı bulmamaktadır. Çünkü bu dönemlerde kültür, yukarıda belirtilen aşamalardan geçerek soğuma ve çöküş evresine girmiştir. Kurtuluş için yol arayanlar Batıya yönelmiş ve Batılılaşma ya da Avrupalılaşma olarak adlandırılan süreçler içinde, milli kültürün iman yapısı tahrip edilmiştir[58]. Kösoğlu; Avrupalılaşma, Batılılaşma, Modernleşme adları altında sürdürülen süreç ve çabaları, kendinden kaçış ve mirası reddetme olarak nitelemektedir[59]. Ona göre; resmi kanallardan, hatta bazen hukuki yaptırımlarla kültürümüze sokulmaya çalışılan bu çabalar, milli kültürün iman yapısında bazı bozulmalara yol açmıştır. Dolayısıyla bu hızlı değişim çabaları, kimlik sorunlarına yol açmıştır[60].

Modernleşme çabalarının başarısız olmasının bir başka sebebi, dönemin aydınlarının kendi kültürlerine olan inançlarını kaybetmiş olmalarıdır. Çünkü Batı kültürü ile temas eden ilk dönem aydınlar, kendi kültürlerinin çöküş dönemi ni okumuşlar; inançlarını, değerlendirme ve yaratıcılık güçlerini kaybetmişlerdi. Bu anlayış giderek kendi kültürünü küçük görmeye kadar varmıştır[61]. Öte yandan halk kesiminde ise gittikçe katılaşan bir koruyuculuk meydana gelmiş ve geleneksel hayat sürekli tekrar edilmeye başlanmıştır. Dolayısıyla Batılılaşma sürecinin başlamasından itibaren aydın kesim ile halk arasında derin bir yarılma ve kopma meydana gelmiştir[62].

Kösoğlu’na göre, aydın olmanın ilk şartı, milli kimliğe imandır. Aydın önce, milli şuur sahibi olmalı ve “kendi gözüyle” görmelidir[63]. Bu iman yeterince güçlü olmadığı için, dönemin aydınları, kültürün inanç yapısı ya da mukaddesleri ile kültürün muhtevalarını, maddesini ayırt edememişlerdir[64]. Bu sebeple de taklitçilik seviyesinde kalmışlar; kültürün yalnızca muhtevalarını değil, iman yapısı ve kimliğini de değiştirmeye başlamışlardır[65].

Bu bağlamda Kösoğlu, “inkılapçılık” kavramına da eleştiri yöneltmektedir. Çünkü inkılapçı, başka kültürleri kavramış bir insan olmaktan çok, bu kültürlere hayran olup kendi kültürünün zayıflığına inanmış olan kimsedir. Bu yüzden, çok hızlı değişmeler olan inkılaplar, halkın -hatta inkılapçıların bile- kavrayış yeteneklerini aşan yenilikler taşırlar. Bu sebeple inkılaplar taklitten özümseme ve yaratıcılığa geçiş safhasını uzatırlar[66]. Bu sebeple Kösoğlu, özellikle Cumhuriyet döneminde yapılan ve hukuki ve fiili zorlamalar yoluyla gerçekleştirilen Avrupalılaşma çabasını eleştirmektedir[67].

Kösoğlu’na göre, birçok inkılap hareketinde görüldüğü gibi, Cumhuriyet rejimi de kendini kabul ettirebilmek için Osmanlı’nın bütünüyle reddedilmesi gerektiğini düşünüyor, geri kalmışlığın bütün sorumluluğunu, “imparatorluk müesseseleri ve dine” yüklemekle, gelecek için kolay bir çıkış yolu bulduğuna inanıyordu[68]. Böyle olunca [147] Osmanlı devresi toplumun gözünden kaçırılmaya çalışılıyor, Türk tarihine Hititlerden yeni kaynaklar bulunmaya çalışılıyordu[69]. Aynı bakış açısıyla, milli muhtevasından uzaklaştırılmış kültürel alana, Batı kültürünün unsurlarını yerleştirilmek amacıyla, “dilde bir yanda şiddetli bir ırkçılık hareketi devam ettirilirken, yeni nesillerin, milli kültürün kaynakları ile olan irtibatları koparılıyor, milli kültür muhtevaları unutturuluyordu[70]” Dilde terk edilen kelime yerine uydurulan veya ırkçılıkla getirilen kelime ise, geçmişten mahrum bir kalıptan ibaretti ve bu kalıba Batı kültürünün kavrayışları ile onun muhtevaları kazandırılmaya çalışılıyordu[71].

Öte yandan Kösoğlu, inkılaplar ile ilgili eleştirilerinden Atatürk’ü muaf tutmaktadır. Ona göre, Atatürk, “kültür siyasetinde Türk kültürünü Batı kültürünün de üzerine çıkartma heyecanı içerisindedirBu sebeple tercüme heyetinin başına Ziya Gökalp’i getirmiştir[72]. Ancak, 1938’den sonra Yunan-Latin kaynaklı tercüme politikası izlenmesini ve okul programlarının buna göre düzenlenmesini eleştirmektedir[73]. Yine, Türk Müziğinin radyoda yasaklanması ve okullarda Batı kültürüne ait müziğin öğretilmeye çalışılması konusunda da eleştirilerini dile getirmektedir. Ancak, “Atatürk’ün, klasik musikimize olan bağlılığı ve sevgisi olmasaydı, belki de 1950’lere kadar radyolardan bu musikiyi dinleyemeyecektik” demektedir[74].

Kılık kıyafetle ilgili inkılapların ise başka kültürlere benzemek için yüzeysel bir yol olmaktan ziyade, politik bir anlam taşıdığını düşünmektedir[75]. Kösoğlu’na göre, kılık kıyafet bir kültürün belirgin ve sert noktalarından biridir, bu yüzden, her kültür kılık kıyafet konusunda hassastır[76]. İşte inkılapçıların yapmaya çalıştığı şey, yabancı kültüre geçerken toplumdaki bu manevi direnci kırmaktır. İnkılapçılar, kültürü istediği yönde değiştirebilmek için, dünya bakışı ve kutsalları ile ilgili dirençlerini yıkmak zorundadırlar[77].

Benzer değerlendirmeler, Samuel Huntington’un “Medeniyetler Çatışması ve Dünya Düzeninin Yeniden Kurulması” kitabındaki Kemalizm ve Batılılaşmaya ilişkin açıklamalarda da yer almaktadır. Huntington bu kitabında, Batılı olmayan toplumların Modernleşme ve Batılılaşmaya; her iki sürecin de reddedilmesi, her iki sürecin de kabul edilmesi ve Modernleşmenin kabul edilip Batılılaşmanın reddedilmesi şeklinde üç farklı tepki verdiklerini belirtmektedir[78]. Bu tepkilerden İkincisine denk düşen Kemalizm’in ise, yerli kültürün modernleşme ile uyuşmadığı; bu nedenle kaldırılması ve yok edilmesi gerektiği; başarılı bir modernleşme için Batılılaşmanın şart olduğu varsayımlarına dayandığını belirtmektedir[79].

Bu bağlamda, halkı Osmanlı ve Müslüman geçmişinden uzaklaştırmak amacıyla yapılan; dil, alfabe, kılık kıyafet, hukuk sistemi, laiklik gibi konulara ilişkin devrimlerin Türkiye’yi, kimliksel açıdan “bölünmüş bir ülke” durumuna getirdiğini ifade etmektedir[80]: Bir yanda; dini gelenek, görenek ve kurumları İslam’a dayanan, diğer yanda ülkeyi Batılılaştırmak isteyen yönetici elitler tarafından yönetilen bir ülke[81].

Tıpkı, Kösoğlu’nun modern kalmanın ancak kültürün kendi iman yapısını korumasıyla mümkün olabileceğini, aksi halde aydınlar ile halk arasında bir kopmanın meydana geleceğini ve hızlı değişim çabalarının kimlik sorunlarına yol açtığını söylemesi gibi; Huntington da bir kültürü kökten şekillendirerek Batılılaştırmaya çalışmanın, “kültürel bir şizofreniye yol açtığını ifade etmektedir. Huntington’a göre, bu tür çabalar, başarısız olmaya mahkûmdur[82]. Dolayısıyla, Batılı olmayan toplumların modernleşmesinin -kendi geleneklerine, kurumlarına ve değerlerine dayanarak- kendi tarzlarında cereyan etmesi gerekmektedir[83].

Sonuç

Yukarıda, Kösoğlu’nun değişim olgusunu hayatın kanunu olarak gördüğünü, değişime kendini kaptıran toplumların benliğini kaybettiğini, değişimi dizginleyip ona yön veren toplumların ise kültürlerini yücelttiklerini söylemiş ve bir soru sormuştuk: “Değişimi dizginlemenin ve yönlendirmenin yolu nedir?”

Kösoğlu’nun bu soruya verdiği cevap, milli kültür bilincinin sürekli uyanık [148] tutulması şeklinde olmuştur. Kaynağını asabiye kavramında bulan “iman” ve “sosyal gerilim” kavramları onun kültür alışverişiyle ilgili düşüncelerini yönlendirir. Yukarıda ayrıntılarıyla ortaya koymaya çalıştığımız üzere, Kösoğlu’na göre, sağlıklı bir kültür alışverişi, ancak “iman”ı, “sosyal gerilimi”, yani “asabiye”si yüksek toplumlarda meydana gelir.

Bu bağlamda Kösoğlu inkılapçılık düşüncesini reddetmekte, bu düşüncenin başarısızlığa ve taklitçiliğe mahkum olduğunu belirtmektedir. Yani Kösoğlu, tepeden inme, dayatmacı ve ani değişim çabalarına karşıdır. Değişimin imanla yapılması gerektiğini, toplumun inandığı değerler çerçevesinde çağdaşlaşmanın gerçekleşmesi gerektiğini düşünür. Bu yönüyle Kösoğlu’nun sivil bir milliyetçilik anlayışına sahip olduğu söylenebilir.

Öte yandan kültürel alışveriş süreçlerinde devlet tamamen de sahne dışı değildir. Eğitim, aile, basın gibi yollarla milli bilincin sürekli uyanık tutulması konusunda devletin sorumluluğu vardır. Yani, Kösoğlu kültür alışverişlerini tamamıyla kendiliğinden gelişen devlet dışı toplumsal süreçlere bırakmaz. Sağlıklı bir kültür alışverişinin sağlanması amacıyla devletin “iman”ı sürekli yüksek tutması gerekmektedir.

Kaynakça

  • Heena Qadir, Sociological Insights of Asabiyyah by Ibn Khaldun: An Inevitable Force for Social Dynamism”, International Journal of Recent Scientific Research, Volume: 4, Issue: 8, August 2013, s. 1220-24.
  • İbn-i Haldun, Mukaddime, C.I, Çeviren-Hazırlayan: Süleyman Uludağ, Dergâh, İstanbul, 2013.
  • Nevzat Kösoğlu, “İslam Medeniyeti ve Temel Unsurları: Türkiye’ye/Günümüze Yansımaları”, içinde: Aramızdan Ayrılışının 40. Yılında Prof. Dr. Mümtaz Turhan Sempozyumu – 02-03 Kasım 2009, Gazi Üniversitesi Rektörlüğü, Ankara, 2009, s. 33-41.
  • Nevzat Kösoğlu, “Türk Milliyetçiliğinin İdeolojisinin Doğuşu ve Özellikleri”, içinde: Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce, C. IV – Milliyetçilik, 2. Bası, İletişim, İstanbul, 2003, s. 208-225.
  • Nevzat Kösoğlu, Hukuka Bağlılık Açısından Eski Türkler’de-İslamda ve Osmanlı’da Devlet, 3. Basım, Ötüken, İstanbul, 2013.
  • Nevzat Kösoğlu, Konuşmalar, Ötüken, İstanbul, 1987.
  • Nevzat Kösoğlu, Küreselleşme ve Milli Hayat, Ötüken, İstanbul, 2006.
  • Nevzat Kösoğlu, Milli Kültür ve Kimlik, Ötüken, İstanbul, 2003.
  • Nevzat Kösoğlu, Türk Kimliği ve Türk Dünyası, Ötüken, İstanbul, 1998.
  • Oktay Uygun, İbn-i Haldun’un Toplum ve Devlet Kuramı, XII Levha, İstanbul, 2008.
  • Osman Çakır, Nevzat Kösoğlu ile Söyleşiler – Hatıralar Yahut Bir Vatan Kurtarma Hikâyesi, İkinci Basım, Ötüken, İstanbul, 2010.
  • Samuel P. Huntington, Medeniyetler Çatışması ve Dünya Düzeninin Yeniden Kurulması, çev.: Mehmet Turhan, Y. Z. Cem Soydemir, 12.
  • Serdar Mutçalı, Arapça-Türkçe Sözlük, Dağarcık, Ankara, 2014.
  • Süleyman Uludağ, “Giriş: İbn-i Haldun ve Mukaddime”, içinde: Mukaddime, C. I, Çeviren-Hazırlayan: Süleyman Uludağ, Dergâh, İstanbul, 2013, s. 13-155.

 

Dipnotlar

[1] Osman Çakır, Nevzat Kösoğlu ile Söyleşiler – Hatıralar Yahut Bir Vatan Kurtarma Hikâyesi, 2.

Basım, Ötüken, İstanbul, 2010, s. 281-284, s. 350-356.

[2] Nevzat Kösoğlu, “İslam Medeniyeti ve Temel Unsurları: Türkiye ’ye/Günümüze Yansımaları”, içinde: Aramızdan Ayrılışının 40. Yılında Prof. Dr. Mümtaz Turhan Sempozyumu – 02-03 Kasım 2009, Gazi Üniversitesi Rektörlüğü, Ankara, 2009, s. 34.

[3] İbn-i Haldun, Mukaddime, C.I, Çeviren-Hazırlayan: Süleyman Uludağ, Dergâh, İstanbul, 2013, s. 190.

[4] Nevzat Kösoğlu, “İslam Medeniyeti ve Temel Unsurları: Türkiye’ye/Günümüze Yansımaları”, s. 40.

[5] Nevzat Kösoğlu, Türk Kimliği ve Türk Dünyası, Ötüken, İstanbul, 1998, s. 137.

[6] Nevzat Kösoğlu, Türk Kimliği ve Türk Dünyası, s. 114.

[7] Nevzat Kösoğlu, Türk Kimliği ve Türk Dünyası, s. 138.

[8] Nevzat Kösoğlu, Küreselleşme ve Milli Hayat, Ötüken, İstanbul, 2006, s. 123; Nevzat Kösoğlu, Türk Kimliği ve Türk Dünyası, s. 114.

[9] Nevzat Kösoğlu, Hukuka Bağlılık Açısından Eski Türkler’de-İslamda ve Osmanlı’da Devlet, 3. Basım, Ötüken, İstanbul, 2013, s. 257.

[10] Nevzat Kösoğlu, Hukuka Bağlılık Açısından Eski Türkler’de-İslamda ve Osmanlı’da Devlet, s. 167.

[11] Nevzat Kösoğlu, Küreselleşme ve Milli Hayat, s. 107.

[12] Nevzat Kösoğlu, Küreselleşme ve Milli Hayat, s. 39.

[13] Nevzat Kösoğlu, Küreselleşme ve Milli Hayat, s. 39.

[14] Örneğin; Nevzat Kösoğlu, Türk Kimliği ve Türk Dünyası, s. 23, 88, 98, 104; Nevzat Kösoğlu, Konuşmalar, Ötüken, İstanbul, 1987, s. 27, 30; Nevzat Kösoğlu, Küreselleşme ve Milli Hayat, s. 51.

[15] Örneğin; Nevzat Kösoğlu, Milli Kültür ve Kimlik, Ötüken, İstanbul, 2003, s. 9, 82; Nevzat Kösoğlu, Hukuka Bağlılık Açısından Eski Türkler’de-İslamda ve Osmanlı’da Devlet, s. 257; Nevzat Kösoğlu, Türk Kimliği ve Türk Dünyası, s. 8.

[16] Nevzat Kösoğlu, “İslam Medeniyeti ve Temel Unsurları: Türkiye ’ye/Günümüze Yansımaları”, s. 34.

[17] Serdar Mutçalı, Arapça-Türkçe Sözlük, Dağarcık, İstanbul, 2014, s. 619.

[18] Heena Qadir, “Sociological Insights of Asabiyyah by Ibn Khaldun: An Inevitable Force for Social Dynamism”, International Journal of Recent Scientific Research, Volume: 4, Issue: 8, August 2013, s. 1220.

[19]  Süleyman Uludağ, “Giriş: İbn-i Haldun ve Mukaddime”, içinde: Mukaddime, C. I, Çeviren- Hazırlayan: Süleyman Uludağ, Dergâh, İstanbul, 2013, s. 94.

[20] İbn-i Haldun, Mukaddime, s. 334.

[21] Süleyman Uludağ, “Giriş: İbn-i Haldun ve Mukaddime”, s. 98; Nevzat Kösoğlu, “İslam Medeniyeti ve Temel Unsurları: Türkiye’ye/Günümüze Yansımaları”, s. 34. Oktay Uygun’a göre, asabiye çeşitleri; nesep, dini ve ideolojik asabiyedir. Dini ve ideolojik asabiye sebep asabiyesinin çeşitleridir. Bkz.: Oktay Uygun, İbn-i Haldun’un Toplum ve Devlet Kuramı, XII Levha, İstanbul, 2008, s. 39.

[22] Velâ; Arap toplumunda, köle ile efendisi arasında bir akrabalık ilişkisine verilen addır. Bu ilişkinin kölenin azat edilmesinden sonra da devam ettiği kabul edilmekteydi. Azat eden kişi, mirasçısı olmadan ölürse (eskiden köle olan) azatlı, mirasçı olabiliyordu. Hilf ise birbirine yardım etmek üzere yapılan anlaşma anlamına gelmektedir. Bir tür ittifak olan “hilf’ asabiye oluşturan bağlardan biri sayılıyor ve müttefiklerin birbirine tardım etmesi sonucunu doğuruyordu. Bkz.: Süleyman Uludağ, “Giriş: İbn-i Haldun ve Mukaddime”, s. 100.

[23] Süleyman Uludağ, “Giriş: İbn-i Haldun ve Mukaddime”, s. 335.

[24] Süleyman Uludağ, “Giriş: İbn-i Haldun ve Mukaddime”, s. 100.

[25] Oktay Uygun, İbn-i Haldun’un Toplum ve Devlet Kuramı, s. 43.

[26] İbn-i Haldun, Mukaddime, s. 335.

[27] Heena Qadir, “Sociological Insights of Asabiyyah by Ibn Khaldun: An Inevitable Force for Social Dynamism “, s. 1220.

[28] Süleyman Uludağ, “Giriş: İbn-i Haldun ve Mukaddime”, s. 98, 99.

[29] Nevzat Kösoğlu, Milli Kültür ve Kimlik, Ötüken, İstanbul, 2003, s. 82; Nevzat Kösoğlu, Türk Kimliği ve Türk Dünyası, s. 9.

[30] Nevzat Kösoğlu, Türk Kimliği ve Türk Dünyası, s. 9.

[31] Nevzat Kösoğlu, Türk Kimliği ve Türk Dünyası, s. 7, 8.

[32] Nevzat Kösoğlu, Milli Kültür ve Kimlik, s. 83-86; Nevzat Kösoğlu, Türk Kimliği ve Türk Dünyası,

s. 86-89. İbn-i Haldun da, devletleri asabiye kavramı etrafında üç döneme ayırmaktadır. Bkz.: İbn-i Haldun, Mukaddime, s. 393.

[33] Nevzat Kösoğlu, Milli Kültür ve Kimlik, s. 83; Nevzat Kösoğlu, Türk Kimliği ve Türk Dünyası, s.

86.

[34] Nevzat Kösoğlu, “İslam Medeniyeti ve Temel Unsurları: Türkiye’ye/Günümüze Yansımaları”, s. 37; Nevzat Kösoğlu, Milli Kültür ve Kimlik, s. 82; Nevzat Kösoğlu, Hukuka Bağlılık Açısından Eski Türkler’de-İslamda ve Osmanlı’da Devlet, s. 167.

[35] Nevzat Kösoğlu, Türk Kimliği ve Türk Dünyası, s. 117.

[36] Nevzat Kösoğlu, Türk Kimliği ve Türk Dünyası, s. 115.

[37] Nevzat Kösoğlu, Hukuka Bağlılık Açısından Eski Türkler’de-İslamda ve Osmanlı’da Devlet, s. 277; Nevzat Kösoğlu, Küreselleşme ve Milli Hayat, s. 51, 52; Nevzat Kösoğlu, Türk Kimliği ve Türk Dünyası, s. 115, 117.

[38] Nevzat Kösoğlu, Küreselleşme ve Milli Hayat, s. 107.

[39] Nevzat Kösoğlu, Türk Kimliği ve Türk Dünyası, s. 130-136.

[40] Nevzat Kösoğlu, Milli Kültür ve Kimlik, s. 84, 85.

[41] Nevzat Kösoğlu, Türk Kimliği ve Türk Dünyası, s. 225.

[42] Nevzat Kösoğlu, Milli Kültür ve Kimlik, s. 85; Nevzat Kösoğlu, Türk Kimliği ve Türk Dünyası, s.

86, 87.

[43] Nevzat Kösoğlu, Türk Kimliği ve Türk Dünyası, s. 226.

[44] Nevzat Kösoğlu, Küreselleşme ve Milli Hayat, s. 147.

[45] Nevzat Kösoğlu, Küreselleşme ve Milli Hayat, s. 110.

[46] Nevzat Kösoğlu, Türk Kimliği ve Türk Dünyası, s. 88.

[47] Nevzat Kösoğlu, Hukuka Bağlılık Açısından Eski Türkler’de-İslamda ve Osmanlı’da Devlet, s.

277; Nevzat Kösoğlu, Türk Kimliği ve Türk Dünyası, s. 142.

[48] Nevzat Kösoğlu, Hukuka Bağlılık Açısından Eski Türkler’de-İslamda ve Osmanlı’da Devlet, s.

173.

[49] Nevzat Kösoğlu, Küreselleşme ve Milli Hayat, s. 51; Nevzat Kösoğlu, Türk Kimliği ve Türk Dünyası, s. 105.

[50] Nevzat Kösoğlu, Konuşmalar, s. 27.

[51] Nevzat Kösoğlu, Küreselleşme ve Milli Hayat, s. 122.

[52] Nevzat Kösoğlu, Türk Kimliği ve Türk Dünyası, s. 105, 108.

[53] Nevzat Kösoğlu, Küreselleşme ve Milli Hayat, s. 129.

[54] Nevzat Kösoğlu, Küreselleşme ve Milli Hayat, s. 129, 172.

[55] Nevzat Kösoğlu, Küreselleşme ve Milli Hayat, s. 107, 110, 111

[56] Nevzat Kösoğlu, Türk Kimliği ve Türk Dünyası, s. 98.

[57] Nevzat Kösoğlu, Türk Kimliği ve Türk Dünyası, s. 87.

[58] Nevzat Kösoğlu, Türk Kimliği ve Türk Dünyası, s. 227.

[59] Nevzat Kösoğlu, Konuşmalar, s. 30.

[60] Nevzat Kösoğlu, Türk Kimliği ve Türk Dünyası, s. 106, 107.

[61]  Nevzat Kösoğlu, “Türk Milliyetçiliğinin İdeolojisinin Doğuşu ve Özellikleri”, içinde: Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce, C. IV – Milliyetçilik, 2. Bası, İletişim, İstanbul, 2003, s. 224.

[62] Nevzat Kösoğlu, “İslam Medeniyeti ve Temel Unsurları: Türkiye’ye/Günümüze Yansımaları”, s. 39.

[63] Nevzat Kösoğlu, Türk Kimliği ve Türk Dünyası, s. 111.

[64] Nevzat Kösoğlu, Türk Kimliği ve Türk Dünyası, s. s. 148.

[65] Nevzat Kösoğlu, Konuşmalar, s. 30.

[66] Nevzat Kösoğlu, Hukuka Bağlılık Açısından Eski Türkler’de-İslamda ve Osmanlı’da Devlet, s.

259.

[67] Nevzat Kösoğlu, Türk Kimliği ve Türk Dünyası, s. 193.

[68] Nevzat Kösoğlu, Konuşmalar, s. 39.

[69] Nevzat Kösoğlu, Konuşmalar, s. 40

[70] Nevzat Kösoğlu, Konuşmalar, s. 41.

[71] Nevzat Kösoğlu, Konuşmalar, s. 41.

[72] Nevzat Kösoğlu, Konuşmalar, s. 41.

[73] Nevzat Kösoğlu, Konuşmalar, s. 42.

[74] Nevzat Kösoğlu, Konuşmalar, s. 42, 43. Kösoğlu bu yasağın hangi tarihlerde konduğuna ya da Atatürk’ün bu yasakla ilgili ne yaptığına ilişkin detaylı bilgi vermemektedir.

[75] Nevzat Kösoğlu, Milli Kültür ve Kimlik, s. 31.

[76] Nevzat Kösoğlu, Milli Kültür ve Kimlik, s. 37.

[77] Nevzat Kösoğlu, Milli Kültür ve Kimlik, s. 33.

[78] Samuel P. Huntington, Medeniyetler Çatışması ve Dünya Düzeninin Yeniden Kurulması, çev.: Mehmet Turhan, Y. Z. Cem Soydemir, 12. Basım, Okuyan Us, İstanbul, 2014, s. 96.

[79] Samuel P. Huntington, Medeniyetler Çatışması ve Dünya Düzeninin Yeniden Kurulması, s. 97.

[80] Samuel P. Huntington, Medeniyetler Çatışması ve Dünya Düzeninin Yeniden Kurulması, s. 98,

206.

[81] Samuel P. Huntington, Medeniyetler Çatışması ve Dünya Düzeninin Yeniden Kurulması, s. 98, 99.

[82] Samuel P. Huntington, Medeniyetler Çatışması ve Dünya Düzeninin Yeniden Kurulması, s. 224.

[83] Samuel P. Huntington, Medeniyetler Çatışması ve Dünya Düzeninin Yeniden Kurulması, s. 223.

——————————————————-

[i] Yukarıdaki metin Almıla Dergisinin 26. (Nevzat Kösoğlu Özel) sayısında yayımlanmıştır.

[ii] Arş. Gör., Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Genel Kamu Hukuku Anabilim Dalı, e-mail: [email protected]

Yazar
Abdulkadir PEKEL

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen