İnsanlığın Geleceği ve İslam Medeniyeti

İnsanlığın Geleceği ve İslam Medeniyeti[i]

yilmaz ozakpinar

 

Prof. Dr. Yılmaz ÖZAKPINAR[1]

İnsan, biyolojik yapısının özellikleri gereği toplumsal bir varlıktır. İnsan yavrusu, bakıma ve gelişmeye muhtaç durumda doğar. Fakat gelişme süreci sonunda eriştiği sembolik düşünme yetisi, onu, sadece çevre uyaranlarına tepki yapan bir varlık olmaktan çıkarır. Sembolik düşünme yetisiyle insan, biyolojik yapı üzerinde bir temsil ve tasavvur dünyası kurar. Bu niteliğiyle insan, yaşamakla yetinmez. Bilincinde olduğunun bilincinde olan bir canlı olarak, yaşamını sorgular; yaşamının amacını belirlemek ister. Eylemlerinin sonucunu önceden hesaplama yeteneği olan bir varlık olarak insan, başka bir eylemi yap­mayı da seçebilecekken o eylemi yapmayı tercih ettiğini bilir. Bu yeti, insanı ahlâk sorumluluğu olan bir canlı haline getirir. Refleks, içgüdü ve genetik olarak prog­ramlanmış bir öğrenme ile davranışlar, hayvanlarda olduğu gibi, belli koşullarda zorunlu olarak ortaya çıksaydı ve insan bilincinde olduğunun bilincinde olmasaydı insanın ahlâk problemi olmazdı. Sembolik düşünme yetisi, insanda başka birtakım kabiliyetleri ortaya çıkarır. Konuşma (dil), kavramlaştırma, içebakış yapabilme ve kendi düşüncelerini dışarıdaki bir cismi inceler gibi inceleyebilirle, varsayımsal düşünme ve iradî davranışta bulunma bu kabiliyetler arasındadır. Bu kabiliyetlerle birlikte sembolik düşünme yetisi, insanın karmaşık bir sosyal organizasyon ve iletişim ağı içinde yaşamasına ve bir kültür birikimi oluşmasına yol açar.

Toplum halinde birlikte yaşamak ve dağılıp gitmemek için toplum üyelerini bir arada tutan belli bir inanç ve ahlâk nizamının varlığı şarttır. Her toplumun bir kültürü vardır. Fakat ancak kendi sembolik yetisinin bilincinde olarak inanç ve ahlâk nizamını rasyonel esaslara bağlamış toplumlarda medeniyet görülür. Bu anlamda medeniyet, kendisine bağlı kültürün, yani insan yaşamının bütün  tezahürlerinin, değişen koşullara ve yeni ortaya çıkan ihtiyaçlara göre değiş­mesine yalnızca izin vermekle kalmaz, bu değişime müsait bir zemin hazırlar. Bunu yaparken gözettiği tek ölçüt, değişimin, inanç ve ahlâk nizamının temel değerleriyle ahenkli olmasıdır. Bu nedenle, medeniyete bağlı kültürler değişir, çeşitlenir. Medeniyet, rasyonel bir inanç ve ahlâk nizamı olarak, kendisine bağlı kültürde bir ruh yükselişi sağlar ve büyük kültür eserleri yaratmanın azmini ve coşkusunu verir. Bir medeniyete bağlı kültürde, herkesi etkileyen ve yaşamın niteliğini yükselten bilim, sanat, mimarlık eserleri ve davranış biçimleri bu ruhla ortaya çıkar. Türlü sebeplerle medeniyet bilinci kaybolduğu, o inanç ve ahlâk nizamının sağladığı azim ve coşku yok olduğu zaman kültür de bütünlüğünü kaybeder; kültürün, toplum üyelerinin davranışlarını düzenleyici etkisi kalmaz; insanlar biyolojik düzeyde bencil bir yaşam mücadelesinin girdabına kapılır.

Toplumların birbirinden izole yaşamasının artık mümkün olmadığı bir dünyada yaşıyoruz. Bir toplumun, kendi problemlerini başkalarının sırtından çözme politikası, çıkar sağlarken uluslararası ilişkileri de bataklığa sürüklemiş­tir. Sömürülenler kadar, sömürenlerin yaşamında da huzur kalmamıştır. Huzur ancak paylaşılırsa vardır. Dünyaya hâkim siyasî güçlerin değer sistemlerinin ikiyüzlü olduğu meydana çıkmıştır. İnsanlar artık ümitle değil yılgınlıkla bekliyor. İnsan hakları gibi başlıklar altında tumturaklı ifadelerle geometrik mükemmellikte ortaya konan soğuk ilkeler, insanları kalpten bağlayan inanç temelinden yoksundur. Bu ilkelerin savunulması da çiğnenmesi de bir anlam taşımıyor. Ortada sadece olayların acı gerçekliği var.

Batı medeniyeti toplumlarının politik, ekonomik ve askerî gücü, büyük ölçüde bilim ve teknolojiye dayandığı için yanlış bir medeniyet kavramı, bir izlenim halinde, insanların düşüncesine yerleşti. Oysa medeniyet, kültürü yöneten, besleyen, çeşitlendiren ve geliştiren bir kaynak olarak rasyonel bir inanç ve ona bağlı bir ahlâk nizamıdır. Batı medeniyetini tarihsel gelişimi içinde anlamaya çalıştığım ve analiz ettiğim zaman bir inanç ve ahlâk nizamı olarak onda üç öğe tespit ediyorum: Birinci olarak Hıristiyanlık, ikinci olarak eski Yunan ve Roma medeniyetinin güce ve başarıya tapan ruhu, üçüncü olarak hümanizm ve onun uzantısı olan bireycilik. Bu üç öğe Avrupa tarihinin olayları içinde bir alaşım halinde Batı medeniyetini oluşturdu. Batı medeniyetinin Hıristiyanlık öğesi, ruhlardaki duygusal yerini korumakla birlikte yaşamın gerisine çekilerek yaşamın dekoru konumuna girmiştir. Batı medeniyetine bağlı kültürlerde bilim ve teknoloji, yaşamın türlü tezahürlerini yansıtan daha binlerce öğe arasında bir kültür öğesidir.

Bugün insanlığın meselelerine çare bulunamaması bilgi azlığından değil, değer sistemlerinin çarpıklığındandır. İnsanlığın bugünkü tarihsel aşamasında başa çıkmaya çalıştığı meseleler karşısında medeniyetin değeri, onun bütün insanlığı kucaklayacak bir inanç ve ahlâk nizamı olmasındadır. Batı medeniyeti, rasyonel düşünceye dayandığı için kültürü besleyen ve çeşitlendiren bir kaynak olmuş, fakat yaşama ışık tutacak insanlık değerleriyle ahenkli bir bütünlük oluşturamamıştır. Bugün dünyada insan kitleleri açlıkla boğuşuyor; türlü hastalıkların pençesinde kıvranıyor; bütün gün bedenini törpüleyerek sağlıksız koşullarda bir dilim ekmek için çalışıyor; zulüm altında inliyor; sömürüden belini doğrultamıyor; kıyıma uğruyor; haksız savaşların içinde telef oluyor; teröre kurban gidiyor. Politik kararlar, diplomatik müzakereler sefalet içindeki insan kitlelerinin yaşamını değiştiremiyor. İnsanlığın bu feci manzarası göz önünde dururken politikacılar ve bilim adamları, Batı medeniyetini kastederek, medeniyetin sürekli ilerlediğini söylüyor.

İslâm toplumları, kendi medeniyetini nasıl yaşadığına bakmıyor; Batı medeniyetinden şikâyet ediyor. Batı medeniyetini eleştirel bir gözle görmekte bir yanlışlık yoktur. Fakat ona bağlı kültürlerde insanlık için yararlı olumlu gelişmeleri gözden kaçırmamak gerekir. İslâm toplumları, kendi medeniyetini özü bakımından yeniden kavrama çabası içine girmeli, kendi medeniyetinin dayandığı değerleri yeniden benimsemelidir. Bugün İslâm toplumlarında İslâmiyet ibadet şekillerine indirgenmiş görünüyor, İbadet önemli olmakla birlikte, ibadetin amacı unutulunca İslâmiyet’in insan ilişkilerini güzelleştirici, toplum yaşamının niteliğini yükseltici, düşünce derinliği verici, insan yaşamına felsefî bir boyut getirici manevî özü kayboluyor, İbadet, âdeta bencilce paçasını kurtarma gayretine dönüşüyor. Felsefeciler, İslâm inancına ve öğretisine felsefî boyutta bir yorum getirmekle ilgilenmiyor. Oysa benim gözümde “hakikat” kavramı bile ancak Allah’a inanmakla insan düşüncesinde korunabilir. Bir bilen yoksa hakikat de yoktur. İnsanın kendi aklı ve deneyimleriyle eriştiği bilgiler yaşamı sürdürmek için önemlidir. Fakat insan aklının sınırlılığı ve insan deneyimlerinin yanılmalara açık oluşu, prensip olarak ancak gözlenebilir dünyaya ilişkin ihtimali bilgiler doğurabilir. îman eden için Allah her şeyi bilendir. Onun için ben, aslını tam olarak ancak Allah’ın bildiği hakikatleri kendi aklımın ve deneyimlerimin elverdiği ölçüde bilebilirim. Fakat eğer hakikat diye bir şey yoksa benim bilimle, felsefeyle, sanatla hakikati arama çabalarımın da bir anlamı ve amacı olamaz. Aynı şekilde, Allah’ın her şeyi bilen, gören ve her şeye kadir olan sınırsız yetkinliğine inanmasam, adalet duygum da en büyük dayanağından yoksun kalır. Adaletsizlikle mücadele etmek gerekir. Fakat bu dünyadaki mücadelenin sonucu ne olursa olsun ölümden sonraki yaşamda her yapılanın hesabının görüleceğini, mizanın tam olarak sağlanacağını bilmenin verdiği güven, adaletsizlikle mücadele azmini güçlendirir, dayanma gücünü artırır.

İslâmiyet bir yönetim biçimi değildir. İktidara gelen ve makamlara oturan İslâmiyet değil, hepimiz gibi meziyet ve zaafları olan somut insanlardır. Bu nedenle, İslâm adına icraat yapmak İslâmiyet’i insanların yapabileceği hataların gölgesinde bırakmaktan başka bir sonuç sağlamaz. İslâmiyet’in yapabileceği şey, iktidara gelen ve makamlara oturan insanların ruhlarını yüceltmek ve onları düz yoldan ayrılmaktan alıkoyacak olan iç murakabesi yapmaya teşvik etmektir. Onun için, yapılan icraatın sorumluluğu yapana aittir ve hesap da bu dünyada o icraattan etkilenen halka verilir.

İslâmiyet’in evrensel özünü belirginleştirecek düşünce eserlerine ihtiyaç vardır. Kalbinin derinliklerinde bir yerde hemen herkes Allah’a inanmakla birlikte ve birçokları ibadete de önem verdiği halde İslâmiyet’in evrensel özünün yaşama yansıtıldığı söylenemez. Ülkemizde insan ilişkilerinde, kamu vicdanında, vatandaşlık bilincinde aksaklıklar olduğunu açık yüreklilikle kabul etmek gerekiyor. Kural tanımazlığın yayılması, gittikçe artan sayıda kişilerin bencil çıkarlarını kamuya zarar verme pahasına ön planda tutma eğiliminde olması, nezaket ve başkalarının hakkına saygı gösterme anlayışından uzak bir toplumsal ilişkiler görüntüsünün yaşam estetiğini bozan boyutlara ulaşması, bir medeniyet sarsıntısının belirtileridir. Müslüman olduğu için elhamdülillah diyen kişinin bu tablo içindeki yerini eleştirel bir gözle incelemesi ve bu tabloyu iyileştirmek için ne yapabileceğini düşünmesi gerekiyor.

Adalet, iyilik, hoşgörü, merhamet, insaf, şefkat, ahde vefa, fedakârlık, yardımlaşma gibi değerler, sadece bir toplumda insan ilişkilerinde değil toplumların ve politik anlamda ülkelerin ilişkilerinde de belirleyici değerler olmalıdır. Bu bir hayal olabilir. Fakat insan eylemleriyle başarılan her gerçek, daima, bir zamanlar arkasında azim olan bir hayaldi. Bu hayalin gerçekleşmesi amacına yönelik büyük katkılar yapabilecek olan İslâm medeniyetinin evrensel özü, kendi ülkemizde bile algılanmıyor. İslâmiyet, düşünürlere, filozoflara, sanatçılara ilham verecek yerde, rutin şekillere, ibadet kurallarına indirgenerek dar kafalıların ve gündelik politikanın çekişme malzemesi yapılıyor. İslâm’ın sükûnetinden, olgunluğundan, vakarından, düşünce derinliğinden ve duygu inceliğinden yoksun birtakım insanlar, İslâmiyet’i ideoloji haline getirerek çıkardıkları gürültüyle kendilerine İslâmiyet’in temsilcisi ve savunucusu rolünü veriyorlar. Bu gibi kişiler, İslâm’ı, nefes alır gibi doğal ve sade bir üslûpla yaşayan Müslümanları bile ürkütüyor. İslâm’ın ne savunulmaya ne yüceltilmeye ihtiyacı vardır. Müslüman’a düşen, İslâmiyet’i yaşamaktır; İslâmiyet’i yaşayan kendi yücelir ve İslâmiyet ile ilgili olumsuz söze meydan vermez. Hazreti Peygamber’e bile düşen ancak tebliğ ise bir Müslüman için tebliğin en güzel ve etkili yolu, İslâm’ın evrensel değerlerim her günkü yaşamında göstermektir. İslâmiyet’in özü, imandan sonra iyiliktir. İbadet, başka insanlara iyi davran­mayana bir yarar getirmez.

Günümüzde bütün dünyadaki insanlar bunalmış kurtuluş yolu arıyor; iyi bir dünya özlüyor. Türkiye’nin önünde kendi ile birlikte bütün dünyanın selâmeti için çok güzel bir imkân ve çok önemli bir görev var. Türkiye yüzyıllarca İslâm medeniyetinin en parlak temsilcisi olmaktan gelen engin tarih tecrübesini ve Batı ile yakın temastan gelen kazanımlarını birleştirmelidir. Kimseye akıl öğretmeye çalışmak ve kimseye bir şey zorlamak gerekmiyor. İslâmiyet’i insanlık değerle­riyle ve asıl manevî özüyle her günkü yaşamımıza yansıtarak somut bir insanlık modeli oluşturmak gerekiyor. İslâm medeniyetini bütün insanlık değerleriyle ruhumuzda duymanın coşkusuyla Batı medeniyeti kültürlerinde gelişmiş yeni düşünce tekniklerini özümlemeliyiz. Böylece kültürümüzde evrensel eserler yaratacak bir zihinsel uyanışı sağlamalıyız. Dünyanın bir tarafındaki büyük teknolojik ilerlemelere rağmen, bütün insanlığın içine düştüğü çaresizliklerin, sosyal dengesizliklerin kaynağında bu terkipten yoksunluk vardır. Türkiye bu terkibi başarmaya en büyük adaydır. Türkiye bunu başararak ya bütün insanlığın kurtuluş ümidi olacak ya da modem görüntüye bürünmüş bir ilkellik içinde bütün insanlıkla birlikte belirsiz bir geleceğe doğru yürüyecektir.

——————————————

[1] İstanbul Arel Üniversitesi.

——————————————

[i] Medeniyet ve Değerler “Açık Medeniyet – İstanbul Yaklaşımı”, Editör: Recep ŞENTÜRK, İTO, Yayın Nu: 2012 – 32, İstanbul – 2013, Sf. 333-339

Yazar
Yılmaz ÖZAKPINAR

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen