Millet Nedir?

Ziya GÖKALP

İçtimaiyat Müderrisi

Millet kelimesinin manasını tayin için bu kelimeyi mukarinleri olan ırk, kavim, ümmet, halk, devlet kelimelerinden temyiz etmek lazımdır.

Irk [race] kelimesi esasen fenn-i mevaşiye ait biyolojik bir kelimedir ki teşrihi unmuzecleri gösterir. At nev’inden Arap ırkı, İngiliz ırkı gibi.

Bilahere bu kelime insanlardaki teşrihi unmüzeclere de teşmil edilerek bundan beşeriyat ilmi doğmuştur. Avrupa’da tavilü’rre’s, esme, arizü’r-re’s adlarıyla üç teşrihi unmuzec görülmüştür. Mamafih hiçbir cemiyet bütün fertleriyle bu unmuzeclerden birine mensup değildir. Bir kavmin dahilinde bu üç unmuzece mensup fertler bulunduğu gibi, hatta bir ailenin evladı arasında bu üç ırka mensup fertler görülmektedir. Binaenaleyh içtimai bir zümre olan milletin teşrii bir unmuzec olan ırk ile zaruri bir münasebeti yoktur.

Kavim [ethne] kelimesi ırk kelimesiyle en ziyade karıştırılan bir tabirdir. Bir zamanlar, Fransızcada bizim ırki diyeceğimiz mevkide ethnique sıfatı kullanılırdı. Hala bugün İngilizler kavmiyyat ilmiyle beşeriyyat ilmini birbirine karıştırmaktadırlar. Fransızlar bir müddetten beri etnografi ile antropolojiyi birbirinden ayırdılar. De La Pour ethne yahut ethnie kelimesini meydana atarak bu mevkide race kelimesinin kullanılmamasını teklif etti. Ve artık ırki mevkiinde raciale ve kavmi makamında ethnique sıfatları kullanılmaktadır. Kavim, lisanda ve teamüllerde müşterek olan bir zümre demektir. Arap kavmi, Türk kavmi, Alman kavmi, Sırp kavmi gibi. Lisanca birbirine akraba olan kavimlerin mecmuuna galat olarak ırk denileceğine, kavmi aile [famille ethnique] demek daha doğru olur. Mesela akvam-ı samiye indo-oropen akvamı, Ural-Altay kavimleri birer aile-i kavmiyeden ibarettir. Ümmet kelimesi suret-i istimaline nazaran eglise mukabilidir. İçtimaiyatçılar lisanında fıkhi ve beynülmilel bir dine mensup fertlerin mecmü’una eglise deniliyor. Biz bu mevkide ümmet kelimesini kullanabiliriz. Muhammed ümmeti, İsa ümmeti, Musa ümmeti tabirleri olduğu gibi İslam ümmeti, ümmet-i icabet, ümmet-i davet gibi tabirler de vardır.

Kavimler karabet alakasıyla daha büyük zümrelerde birleştikleri gibi ümmetler de daha büyük bir zümreye dahil olabilirler. Mesela İslám, hıristiyan ve musevi ümmetleri Kur’an ıstılahınca İbrahimi dinler zümresine dahildir.

Halle [peuple] kelimesi bazen kavim manasında, bazen bir devletin tebası manasında, bazen de millet manasında müstamel bir tabirdir. Bu kelimeye ilmi bir mevki vermek için bunu da güzideler [elit.e]in haricinde olan millet kısmına tahsis etmek muvafık olur ve bu surette folklora mukabil olarak halkiyat kelimesini kullanabiliriz.

Devlet [etat] kendine mahsus bir hükümete, bir araziye ve bir ahaliye [population] malik olan zümre demektir. Devletleri kavmi [ethnique], sultani [imperial] ve milli [national] olarak üçe ayırabiliriz. Mesela Emeviye devleti kavmi bir devlet idi. Çünkü bu devirde devlet teşkilatı İslámiyetin ümmet esasına rağmen kavim esasına istinad etmişti. Ahali-yi arab, mevali ve ehl-i zimmet namlarıyla üç kasta ayrılmıştı. Arap olmayan müslümanlara mevali = azadlılar denilirdi ki bunlar birçok hukuktan mahrumdular Ehl-i zimmet ise gayr-i müslimler olup hukuken en dun bir mevkide bulunuyorlardı. Mamafih hıristiyan olan bazı Arap kabileleri Hazreti Ömer zamanında bile ehl-i zimmet sırasına konulmamıştı.

Abbasiye devleti sultani bir devlet idi. Çünkü bu devlet mevalinin yardımıyla teşekkül ettiği gibi bu zamanda şuubiye namıyla, akvamın kavmiyet itibariyle müsavatını iddia eden siyasi bir mezhep intişar etmişti. Me’mun zamanında Şu’übiler Arapçılara büsbütün galebe çaldılar. Binaenaleyh Araplar ile Arap olmayan müslümanlar temamiyle müsavi oldular ve bu suretle Abbasiye devleti ümmet esasına müstenid bir imparatorluk şeklini aldı. Ehl-i zimmetin müslümanlara kanunen müsavi olması ise Gülhane Hattı ile vuku’a geldi. Bu andan itibaren Osmanlı Devleti hukuku müsavata malik bir imparatorluk oldu.

Millî devlete gelince, bu, imparatorlukların inhilaliyle başlar. Avrupa’da Roma ve Cermen imparatorluklarının inhilalinden sonra milli devletler teşekküle başlar. Fakat bugün Almanya’dan başka tamamiyle milli bir devlet gösterilemez. Diğer devletler milli devlet ile saltanatın muhtelit şekilleridir. Mesela İngiltere devleti Büyük Britanya’da milli bir devlettir. Fakat İrlanda ile müsta’meratta sultanlık icra etmektedir. Fransa devleti anavatanda milli devlettir. Müsta’meratta bir saltanat mahiyetindedir. Fransa’da milli devleti teşkil edenlere vatandaş denilir, müsta’merat ahalisine ise Fransız milletinin tebası nazarıyla bakılır. Bu muharebede Avusturya ve Rusya gibi saltanatların milli devletler konfederasyonu haline geçmeye meylettiği görülüyor. Bu ahvale nazaran devletlerin istikbali milli devlete doğru gitmek suretinde tecelli ediyor. Millet [Nation] şahsiyetini uzun müddet kaybettikten sonra tekrar ihyaya çalışan bir kavim demektir.

Kavmin münteha-yı kemali kavmi bir dine, bir devlete, bir medeniyete malik olmaktadır. Fakat ekser-i kavimler kavmi şahsiyetin bu üç unsurunu tamamiyle husfüe getirmekten uzak kalmışlardır. Siyaseten bazı kavimler aşiretler halinde, bazıları da medineler şeklinde yaşamışlardır. Bunların dinleri ve medeniyetleri de bazen siyasi zümrelerine inhisar etmiş, bazen de kavmin bütün sahasına intişar edebilmiştir. Fakat kavim itibariyle hem siyasi hem medeni vahdete malik olan kavimler pek enderdir. Mamafih bütün kavimlerin batiy bir surette bu gayeye doğru hareket etmekte olduğu görülür. Her kavmin bu tabii tekamülü icra etmesine sebep, coğrafi amiller olduğu gibi bilhassa üç içtimai amil de mühim sebeplerdendir. Bu amiller müşterek bir devletin, müşterek bir dinin, müşterek bir medeniyetin bir kavmi daire-i istilasına almasıdır. Müşterek devletin saltanat olduğunu ve saltanatın kavmi devletle milli devletten farklarını gördük.

Müşterek dinler ümmet dinleridir. Hıristiyanlık, İslamiyet ve budizm ümmet dinlerinden ma’duddur. Çünkü bu dinlerin ahkamı hem muntazam bir fıkıh şeklinde müdevvendir, hem de müteaddid kavimlere mensup birçok zümreleri dairesine almıştır. Kavmi dinler hem fıkıh suretinde müdevven değildir, hem de yalnız bir kavme yahut onun bir şubesine mahsustur. Müşterek medeniyetlerde müteaddid kavimleri nüfuzu altına alan medeniyetlerdir. Kavmi medeniyet yalnız bir kavme mahsus olan medeniyettir ki kainatı ve insaniyeti o kavidden ibaret olarak görür.

Bir kavmin hususi şahsiyetini kaybetmesi bu üç müşterek hayatın tesirine düçar olmasından neş’et eder. Kavmi şahsiyetin zevalini nasıl anlayabiliriz? Bu hususta bize en iyi rehber olacak unsur, lisandır. Bir kavim lisanını bu üç amilin tesiri altında kaybetmeye başladığı andan itibaren şahsiyetini de kaybetmeye başlamış demektir.

Kavmi şahsiyetin zevali bize kavmi lisanın kaybubetini gösterdiği gibi asırlardan sonra o kavmin yeniden kendi kendini idrak ederek bir millet suretinde meydana çıkmasını da bize gösteren lisandır. Çünkü millet gerek müşterek bir devletin, gerek müşterek bir din ile medeniyetin tesirlerinden kurtularak şahsiyetini yeniden ihyaya başladığı zaman işe ibtida lisanın ihya etmekle başlar. O halde biz burada ibtida bu üç müşterekliğin tesiriyle kavmi lisanların nasıl kaybolduğunu, sonra da milli lisanların nasıl dirildiğini aramalıyız:

Bir kavmin şahsiyetini kaybetmesine zıyd’-ı milliyet [Denationalisation] denilir.

Dinin, devletin ve medeniyetin müşterek olmaması iki kavimden birinin diğerine temessülünü teshil eder, fakat hangi kavmin temessül edeceğini tayin etmez. Yalnız şu kadar diyebiliriz ki şahsiyeti kuvvetli olan kavim şahsiyeti zayıf olan kavmi temsil eder. Fakat bu şahsiyet yalnız dini, siyasi medeni hakimiyetıerde tecelli etmez. Mesela Romalılar Şark’ta Yunanlılara hakim oldukları halde, yunanileştiler. Bu, ihtimal ki Yunanilerin medeni fakiyetlerinin neticesiydi. Halbuki Mozyab ve Dalmaçya’daki Romalılar fatih Slavlara medeniyeten faik oldukları halde siyasi nüfuzun tesiriyle islavlaştılar. Bilahere Mozyab’ı istila eden Bulgar Türkleri eski dinlerini terkederek İslavların Metod ve Kiril sistemindeki hıristiyanlığını kabul edince islavlaştılar.

Cengiz Han’ın Moğolları Türk-İslam aleminde Türklerin medeniyetini ve dinini kabul edince Türkleştiler. Romalılar devlet, din ve medeniyetlerinin nüfuzuyla Golvalara ve İspanyollara lisanlarını kabul ettirdiler. Araplar Suriyelilerle Mısırlıları Araplaştırdılar. Halbuki İran’da Sasani medeniyetinin tesiriyle acernleştiler. Fransa’yı fetheden Franklar oradaki latinceyi kabul ettiler. Rusya’yı fetheden Varekler Ruslaştılar. Normandlar Fransa’da Fransızlaştıkları gibi Cenubi İtalya’da İtalyanlaştılar. Fatih Almanlar ise lisanlarını Baltık Islavlarına, fatih İspanyollar lisanlarını Meksikalılarla Perululara kabul ettirdiler. Longobardlar İtalya’yı fethettikten sonra orada İtalyanlaştılar.

Fatih Türkler Hindistan’da, Mısır’da, Şimali Afrika’da yerli ahaliye temessül ettiler.

Beraber yaşayan iki kavimden birinin diğerine temessül etmemesi ya dinin yahut medeniyetin ayrı olmasının bir neticesidir. Hilafet-i Abbasiye’de ve Osmanlı Devleti’nde gayr-i müslimlerin temessül etmemesi din ihtilafından neş’et etmiştir.

İrlandalıların İngilizleşmelerine mani, Katolik olmalarıdır.

Transilvanya’nın Romen zadeganı Katolik dinini kabul ettikleri için derhal Macarlaştılar. Halbuki Ortodoks dinini muhafaza eden halk Katolik Macarların her türlü temsil gayretlerine rağmen Romen kaldılar. Lehliler oldukları için Ortodoks Rusya’nın temsil teşebbüslerine rağmen milliyetlerini muhafaza ettiler. Diyarbakır vilayetinde Türkan, Karakeçi, Halecan gibi Türk aşiretleri sünni oldukları için kürtleştikleri halde kızılbaş olan Türkmenler kürtleşmekten masun kaldılar.

Türkler İslámıyeti kabulden mukaddem Çin’de ve Avrupa’da çinlileşmek ve avrupalılaşmak tehlikesine birçok defalar düçar oldular. İslamiyeti kabulden sonra bu sahalarda milliyetleri temsilden masun kaldı. Fakat bu kere de İslám kavimleri arasında temessül tehlikesine maruz oldular. Nizamülmülk’ün Siyasetname’si iranileşmiş Türklere «Türkıı dediği halde, İran medeniyetini kabul etmemiş, eski medeniyetini muhafaza etmiş olan Türklere «Türkmenıı namını veriyor. Türkler medeniyetlerinin mübayeneti sayesinde acemleşmekten masun kaldılar. Fakat Kürdistan’da kürtleşmek tehlikesine maruz oldular.

Medeniyetin bir amili de şehirlerdir. Kürdistan’da şehirlerin ahalisi Türk olduğu için Kürtler şehirlerde yerleşince derhal Türk leştiler. Arabistan’da ise şehirler Arap ahali ile meskun olduğu için Türk, Kürt vs. oralarda Araplaşırlar.

Kavimlerin şahsiyetlerini lisanlarıyla beraber nasıl kaybettiklerini gördük. Bazı kavimler diğer halklar ile kat’i bir surette zuban ettikleri için artık hiç bir surette ba’sü ba’delmevte mazhar olamazlar. Mesela Golvalar Latinlerle ve Franklarla tamamiyle kaynaştıkları için artık Fransa’da golva lisanının ve milliyetinin dirilmesine imkan yoktur. Fakat birçok kavimler şahsiyetlerini ve lisanlarını kaybettikten sonra tekrar dirilmişlerdir. Ve bu dirilmede ilk hareket lisanın yeniden canlanmasıyla başlamıştır. Mesela Avusturya’daki Çekliler almanlık içinde temessül ettikleri halde birdenbire milli bir cereyanın doğmasıyla bir Çek intibahı başladı. Çek lisanı ve edebiyatı yeniden doğarak Çek milliyeti ba’süba’delmevte mazhar oldu. İngiltere’de de İrlandalılar aynı intibahı gösterdiler. Rusya’da Ukraynalılar da bu hareketin bir misalidir. Türkiye’de Karaman Rumları ve birçok Ermeniler tamamen Türkleşmiş iken yeniden eski lisanlarını öğrenmeye muvaffak oldular. Bazı kavimlerde temessül resmi ve edebi lisan sahasında vuku bulduğundan bunlardaki canlanma daha kolaydır. Mesela Anadolu Selçukilerinin Divan lisanı Farisi iken bir defa hükümeti ele geçiren  Karamanlı Mehmed Bey’in emriyle Türkçeye tahavvül etmiştir. Macaristan’da Macar lisanı yazılmıyordu. Bütün dini resmi muameleler Latin lisanı ile icra edilirdi. Latince 1849 tarihine kadar Macaristan’da müstamel kalmıştır. Orada yakın zamanlara kadar Latince selamlaşmak nadir değildi. Birçok müellifler Macarcanın dirilmesiyle Latincenin ortadan kalkmasına teessüfler izhar etmişlerdir.

Milli lisanın doğması saltanatların ve ümmet dinlerinin inhilaliyle başlar demiştik. Almanya’da milli lisanın yazılması Luther’in reform hareketiyle başlamıştı. Reform ise ümmet dininin inhilali demektir. İrlanda’nın, Çekistan’ın Ukrayna’nın milli lisanlarını ihyaya çalışması İngiliz, Avusturya ve Rusya saltanatlarının inhilali asarındandır. Eski Osmanlı saltanatının inhilaliyle Rumeli’de müteaddid milliyetlerin doğması birbirine terafuk etmiştir. Arnavut milliyetinin doğması da lisani bir intibah ile başlamıştır. Mamafih bir milliyetin doğması müşterek bir medeniyetin tesirine karşı da olabilir. Alman milliyeti Fransız medeniyetinin ve edebiyatının tesirlerinden kurtulmak iradesiyle teşekküle başlamıştır. Bir milletin doğması, dinin milli lisanda yazılması ve milli bir surette yaşanılması, siyasi istiklalinin istirdadı, harsının müşterek medeniyet içinde müstakil bir surette teessüsü demektir. Kavim müşterek bir dine, müşterek bir devlete, müşterek bir medeniyete dahil olarak şahsiyetini kaybediyor. Sonra da bu üç müşterek hayattan kendi şahsiyetini kurtararak millet namı ile meydana çıkıyor. Kavim bu müşterek hayatlar içinde yaşadığı uzun zamanlar zarfında büyük tahavvüllere uğramıştır. Binaenaleyh millet suretinde yeniden doğduğu zaman artık tamamiyle eski kavim değildir. Oldukça değişmiştir. Binaenaleyh mutlak surette maziye rücu etmeyi gaye ittihaz edemeyiz.

Kavim bu müşterek hayatlar içinde ister hakim, ister mahkum mevkiinde bulunsun, ekseriya tekamüle mazhar olur. Çünkü lisani, dini ve medeni bir ıstıfa.dan geçmek, müteaddid numunelerden en güzellerini beğenmek imkanını bulur. Bilhassa mahkum kavimler tazyikin tesiriyle zadegansız, demokrat yani mütecanis bir millet halini alırlar. Bulgar, Sırp, Yunan milletlerinin Türkiye’den ayrılır ayrılmaz Cenubi Amerika’daki İspanyollardan daha mükemmel meşruti devletler teşkil etmeleri buna delildir. İmparatorluklarda hakim kavim temsilden istifade etmekle beraber, sınıf-ı müdirin kozmopolit olması ve halktan tamamiyle ayrılması dolayısıyla mutazarrır olur. Avusturya Almanları ve Osmanlı Türkleri buna misaldir.

Kavim aşiretlerden, medinelerden mürekkeb kıt’avi bir cemiyet iken milletin temerküz, tecanüs ve taksim-i a’male düçar olarak demokrat bir hale gelmesi lazımdır. Bu hal ise müşterek hayatların geçirilmesinden sonra husüle gelebiliyor. O halde ümmet, saltanat ve müşterek medeniyet merhaleleri, garizi tekamül devreleridir. Millet teşekküle başlayınca artık sultani devletle imtizac edemediği gibi ümmet teşkilatıyla ve müşterek medeniyetle de i’tilaf edemez. Binaenaleyh devletin meşruti ve dine karşı teşri’de müstakil olması ve tamamiyle demokrat bir hale gelmesi iktiza ediyor. Diğer taraftan da dinde bir teceddüd husüle getirmek lazım geliyor. Çünkü din milli lisana nakledilmez ve milli hayat suretinde yaşanılmazsa ümmet hayatı devam ediyor demektir. Müşterek medeniyetten milli hars ayrılmadığı takdirde de henüz millet hayatı başlamamış demektir.

Milletin kavimden farkı kavminin inhisarcı olmasıdır. Kavim, dini kendine hasreder, insaniyeti kendisinde ibaret görür. Hatta kozmogonisi vasıtasıyla kainatın teşekkülünü kendi kavmi teşekkülüyle izah eder. Bu itibarla ümmet şekli kavim şeklinden daha ziyade insanidir. Çünkü ümmet insaniyeti ve medeniyeti bir kavme hasretmez; birçok kavimleri derununa almaya çalışan bir din dairesine hasreder. Mamafih ümmet de asri medeniyete nisbetle inhisarcıdır.

Asri medeniyet yalnız bir dinin saliklerine inhisarı kabul etmez. Çünkü ilme müstenid olan bu zümre muhtelif dinlere mensup milletleri de dairesine alabilir. Bundan dolayıdır ki milletler ümmetin değil, asri medeniyetin birer cüz-i tamından ibarettir. Müteaddid sultani devletler bir ümmetin cüz-i tamları olabilir. Fakat milletler yani asri devletler bir ümmetin cüz-i tamları olamaz. Millet ne kavim gibi, ne de ümmet gibi inhisarcı değildir. Millet asri medeniyeti küll-i tam, kendisini onun cüz-i tamı olarak görür. Hülasa Türk kavmi İslám ümmetinden, Selçuk ve Osmanlı saltanatlarından mukaddem mevcut idi. Müşterek İran medeniyetine dahil olmadan kendine mahsus kavmi bir medeniyete malik idi. İran medeniyetiyle ümmet ve saltanat teşkilatları Türklerin birçok kavmi müesseselerini izale etti. Fakat aynı zamanda Türklerin millet haline gelmesini temin etti. Tanzimat’ın milli harsa ehemmiyet vermeksizin Avrupa medeniyetine mukallidane bir incizab göstermesi de milli duygularımıza az çok zarar verdi. Fakat bir taraftan da bizi İran medeniyetiyle ümmet ve saltanat ruhlarının tesiratından kurtardı.

Bugün Osmanlı Devlet asli bir devlet şekline girer, din milli lisana naklettirilir, Avrupa medeniyeti içinde bir Türk harsı teşekkül ederse, Türklerin de millet hayatı başlamış demektir. Medeniyet, müsbet ilimler, usuller, fenniyat gibi milletler arasında müşterek olan zihniyetlerin heyet-i umumiyesidir. Milli hars milletin lisanıyla beraber kendine mahsus olan dini, ahlaki, bedi’i duyguların mecmu’udur.

Milletler medeniyet itibariyle tecanüse doğru gidiyorlar. Fakat hars itibariyle birbirinden uzaklaşıyorlar. O halde beynülmilliyeti medeniyette, milliyeti ise harsda aramak lazımdır.

 

Kaynak :

Sosyoloji Dergisi, Cilt 1, Sayı 3 (1917), journals.istanbul.edu.tr

 

Yazar
Ziya GÖKALP

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen