Bireysel ve Toplumsal Hayatta Sosyal Adaletin Yeri

Bireysel ve Toplumsal Hayatta Sosyal Adaletin Yeri[i]
 
Prof.Dr. Aygün AKYOL[1]
 
Özet:
 
Çalışmada sosyal adalet kav­ramı teorik ve pratik yönleriyle ele alınmaktadır. Öncelikle kavramsal alt yapısı incelenmektedir. Adalet, Eşitlik ve Özgürlük kavramlarının sosyal adalet açısından ne anlam ifade ettiği müzakere edilmekte­dir. Bu kavramlar netleştirildikten sonra, sosyal adalet tasavvurunun gelişimi müzakere edilmekte, ta­rihsel süreç ortaya konulmaktadır.
 
İnsan, toplumsal bir varlık oldu­ğundan sosyal yaşamda adaletin tesisi de önem arz eder. Çalışma­nın ikinci kısmında sosyal adalet ve sosyal devlet ilişkisi müzakere edilerek, emeğin korunması, ka­dın erkek eşitliği noktasında sos­yal adaletin ve sosyal devletin yapması gerekenler analiz edil- mektedir. Özellikle Türk İs­lam kültüründe sosyal adaletin teorik ve felsefi temelleri ortaya konularak, bireysel mutluluğun ve toplumsal huzurun elde edil­mesinde gelenek ve geleceğin birlikte değerlendirilmesinin imkânı müzakereye açılmaktadır. Son olarak eşit ve özgür bir toplumun tesisinde sosyal adalet konusunda yapmamız gerekenlere değinilmektedir.
 
Abstract:
 
In the article, the concept of social jus­tice is discussed with its theoretical and practical aspects. First, its conceptual in­frastructure is examined. The meaning of the concepts of justice, equality and free­dom in terms of social justice is discussed. After these concepts are clarified, the de­velopment of social justice imagery is ne­gotiated and the historical process is put forward. Since human is a social entity, it is also important to establish justice in social life. In the second part of the study, the relationship between social justice and social state is analyzed and the things that social justice and social state should do in terms of protection of labor, equality of women and men are analyzed. Especially in the Turkish Islamic culture, the theoreti­cal and philosophical foundations of social justice are put forward and the possibility of evaluating the tradition and the future together in achieving individual happiness and social peace is opened to negotiation. Finally, what we need to do about social justice for the establishment of an equal and free society is mentioned.
 
 
Giriş:
 
Toplumsal bir varlık olan insan, yaptığı tüm eylemlerinde birbiriyle etkileşim için­dedir. Bu etkileşim, toplumun diğer fertle­rine karşı tutum ve davranışlarında insana bir takım sorumluluklar yüklemektedir. İn­sanın bu sorumluluklarıyla ilgili kullanılan kavramlardan biri de adalet kavramıdır. O kadar ki adalet kavramı, bireyin toplum içinde sağlıklı bir fert olarak yaşayabilmesi­nin en önemli şartlarından bir tanesi olarak görülmüştür. Adaletin bireysel ve toplum­sal yönleri olduğundan, gerek insan yetiş­tirirken gerekse kurumları şekillendirirken adalet kavramı sadece bireysel olarak de­ğil, toplumsal sahadaki etkisi açısından da incelenmek zorundadır. Bu da sosyal ada­let kavramını ortaya çıkarır.
 
Toplumsal yaşamda sosyal adalet sağ­lanamadığında sosyal yapıdaki çatlaklar ve bozulmalar hız kazanacaktır. Sosyal adaletin sağlanması, toplumsal kazanım- ların ortak kullanılması anlamına geldiğin­den toplumun refah ve huzurunun dengeli dağılımının yanı sıra, insan unsurunun da eşitlik ve özgürlük merkezli kurgulanması anlamına gelmektedir. Zira ne kadar zen­gin olursa olsun, birçok toplum sosyal ada­leti sağlayamadığından sorunlarla boğuş­maktadır.
 
Çalışmamız; sosyal adaleti müzakere ederek, bunun gerçekleşmesindeki temel unsurları araştırıp, bunlardan hareketle toplumsal hayatımızda sosyal adaleti sağ­lamada nasıl bir yol izleneceğine dair katkı yapmayı amaçlamaktadır. Öncelikle sosyal adaletin en temel kavramlarını inceleyip konuya giriş yapmak istiyoruz. Kavramları netleştirdikten sonra sosyal adaletin geli­şimi ve imkânını, bu bağlamda toplumsal sahada adaletin gerçekleştirilmesinde na­sıl bir yol izlememiz gerektiğini müzakere etmek istiyoruz.
 
Toplumsal yaşamda sosyal adaletin te­sis edilebilmesi için bir bilinç ve ortak an­layışın egemen olmasına ihtiyaç duyulur. Bu da toplumda temel bir takım değerlerin kabulü ve bunlara dair zihniyetin hayata geçirilmesiyle gerçekleşecek bir durum­dur. Bu nedenle de sosyal adaletin en te­mel unsuru birey kavramı üzerinden şekil­lenir. Sağlıklı bireylerden oluşan, eşitlikçi ve özgürlüğü merkeze alan bir toplumsal yapıda toplumsal adaleti müzakere etme imkânı vardır. Bu noktada yeterli alt yapı sağlanamadığında toplumdaki farklılıklar zenginlik olarak görülmekten çıkıp, aykırı­lığa dönüşecek, sosyal insicam bozulacak ve toplumsal çatışmalar artacaktır.
 
Sosyal adaleti müzakereye geçmeden önce adalet, eşitlik ve özgürlük kavram­larının anlam dairesini belirlemeye çalı­şacağız. Bunlar netleştirilmediği takdirde herkesin sınırlarını kendi özel durumuna göre genişletip daraltabildiği anlayışlarla karşı karşıya kalacağımızdan sosyal adalet de gerçeklikte karşılığı olmayan bir yapıya dönüşecektir.
 
 
1.1 Adalet Kavramı
 
Adalet, toplumsal yaşamı şekillendiren en önemli kavramdır. Toplumsal yaşamın şekillenmesinde ve sağlıklı bir sistem üze­rine oturtulmasında adalet kavramı belir­leyicidir. Bu nedenle de ahlak ve siyaset felsefesi ile ilgili müzakereler adalet kavra­mıyla başlar. Adalet kelimesi Arapça “a-d-l” fiilinin mastarı olup, zulmün zıddı olarak tarif edilmektedir. Ayrıca “hakikat” üzere hüküm verme olarak da ifade edilmiştir.
 
Terim olarak ise, bireysel ve toplumsal ya­pıda dirlik ve düzeni, hakkaniyet ve eşitlik ilkelerine uygun yaşamayı sağlayan, insa­nın davranışını ahlaki açıdan inceleyen ve eleştiren erdem olarak ifade edilebilir.[2]
 
Platon (Ö. MÖ. 347) ve Aristoteles (Ö. MÖ. 322) ahlak ve siyasetle ilgili açıklamaların­da “adalet” erdemine diğer erdemler ara­sında “orta yol”u bulduran bir denge un­suru olarak en temel rolü verirler.[3] İslam’ın temel kaynağı olan Kur’an’a baktığımızda ise, pek çok yerde adalet kavramı üzerinde durulduğu görülmektedir. Kuran’da adalet kavramı, Allah’ın hükümleri ve emirleri[4], insanlar arasındaki ilişkilerde şahitlik[5], in­sanların birbirleri hakkındaki hükümleri[6] ve yetimler[7] gibi konularda pek çok defa kullanılmıştır. Adalet kavramıyla ilgili ola­rak ifade edebileceğimiz, Kur’an’da zikre­dilen “orta bir ümmet” kavramı da İslam filozofları tarafından önemsenmiştir. Zira Kuran’da “Böylece biz sizi, insanlara şahit ve örnek olmanız için “orta bir ümmet” kıl­dık”[8] şeklindeki ayette “orta” kavramı ada­let kavramının bir açılımı olarak düşünüle­bilir. Bir başka ayette ise, “Artık onlardan kimi nefsine zulmeder, kimi orta bir yolda­dır…”[9] ifadeleriyle, “orta yol” kavramı “zul­mün” zıddı olarak kullanılmıştır. Yukarıda verdiğimiz tanım göz önünde bulundurul­duğunda “orta” kavramının âdil, mu’tedil olarak da ifade edilebilmesi mümkündür.[10]
 
İslam filozofları da felsefi düşüncelerin­de fizik, matematik ve metafiziğe yer ver­dikleri kadar, siyaset ve ahlakla ilgili tartış­malara da yer vermişlerdir. Zira ahlak ve siyaset onların felsefi düşüncelerinin bir parçasıydı. “Adalet” kavramı, İslam filozof­ları tarafından hem bireysel nefsin gelişi­mi noktasında, hem de toplumsal düzenin sağlanması noktasında en çok kullanılan kavramlardan birisi olmuştur.[11]
 
Görüldüğü üzere tüm sistemler adalet kavramını merkeze alarak görüşlerini ve uygulamalarını ortaya koymuşlardır. Ada­let kavramı, bireysel ve toplumsal yaşamın sağlıklı kurgulanabilmesi için en temel er­demlerden birisi olmakla birlikte, adaletin bütün olarak sağlanabilmesi eşitlik ve öz­gürlük kavramlarının da müzakere edilme­sini gerektirir.
 
 
1.2. Eşitlik Kavramı
 
Geleneksel toplum yapısı ağırlıklı olarak tebaa ve cemaat kurgusu üzerinden şekil­lendirilmektedir. Bunun temel belirleyicisi de kişinin aidiyetini belirleyen nesep ve mezhep gibi duygularıdır. Ancak modern toplumsal yapı, bireyi merkeze alan, eşitlik ve özgürlük gibi değerler üzerinden bir sis­tem kurmaktadır. Bu nedenle geleneksel yapıdan gelen anlayışların bugünkü koşul­ları kavraması ve kurgulayabilmesi, yeni bir ahlak ve toplumsal adalet tasavvurunun geliştirilmesini zorunlu kılmaktadır.
 
Bu noktadaki en temel kavram eşitlik ilkesidir. Eşitlik ilkesi anayasamızın 10. Maddesinde, “Herkes, dil, ırk, renk, cin­siyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım göze­tilmeksizin kanun önünde eşittir. Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. Bu maksatla alınacak tedbir­ler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumla­namaz” ifadeleriyle açık ve net bir şekilde vurgulanmıştır.[12]
 
Eşitlik ilkesi değerlendirirken kavramın delaleti tam anlaşılmadığından yorumu çok farklı şekillerde karşılık bulmaktadır. Eşit­lik ilkesinin dar anlamda yorumlanması, çok büyük bir yanılgıya sebep olmaktadır. Eşitlik, herkese aynı biçimde davranmak değildir. Eşitlik, toplumdaki farklı grupların fırsat eşitliğine sahip olma noktasında kar­şılaştıkları engelleri çözümlemeyi ve bun­larla ilgili tedbirler almayı gerektirir.[13]
 
Sosyal adalet konusu merkeze alındığın­da eşitliğin detaylı olarak müzakere edil­mesi gerekmektedir. Özellikle toplum için­de dezavantajlı durumda olan grupların, bu dezavantajlı durumlarından kurtulmalarını sağlayabilmek için eşitlik ilkesine uygun bir usul belirlenmesi büyük önem arz etmek­tedir. Bu anlamda eşitlik ilkesinin ilk ba­samağı Hukiki Eş/tl/k’tir; bu, temel hakla­rın elde edilmesiyle gerçekleşir. Seçme ve seçilme hakkı, eğitim hakkı, çalışma hakkı bu gruba girer. Eşitlik ilkesinin ikinci basa­mağı ise Pozitif Ayrımcılıktır. Bunun temel amacı var olan eşitsizliğin ortadan kaldırıl­masıdır. Eşitlik ilkesinin üçüncü basamağı ise kimlik, kişilik ve cinsiyet gibi Kişiye Yük­lenen Roller noktasındadır. Özellikle kadın erkek eşitliği noktasında karşımıza çıkan bu basamak, geleneksel toplum formların­dan gelen kadının eğitim, iş ve hayata katı­lım noktasındaki dezavantajlı durumunun giderilmesi için alınacak tedbirleri kapsar. Bu noktada kadın ve erkek arasındaki rol dağılımı dengeli bir şekilde kurgulanmaya çalışılır. Bu manada çocuğun bakımının sa­dece anneye yüklenmemesi, annenin üst­lendiği kadar babanın da bu rolü üstlenme­si eşitlik ilkesinin gereği olarak görülür. Bu nedenle çocuk doğduğunda babaya da doğum izni verilmesi, ya da çocuğun bakımı için ücretsiz izin hakkının babaya da tanın­ması bu türden eşitlik kavramına örneklik teşkil eder.[14]
 
Toplumsal adaletin gerçekleşmesi bağ­lamında eşitlik ilkesini ana hatlarıyla de­ğerlendirecek olursak, eşitlik ilkesinin var­lığın doğal durumu ola­rak eşitliğin olmasından dolayı değil, özellikle eşit­sizliğin hâkim olduğu bir du­rumda eşitliği sağlamaya, sosyal ve eko­nomik den­gesizlikleri en aza indirge­meye yönelik kurgulanan bir ilke oldu­ğunu söyleye­biliriz. Eşitlik ilkesi; cinsi­ yet, nesep ve mezhep gibi insanın içi­ne doğduğu ortamdan kaynakla- nan durumların evrensel insanlık mirasına katkı yapmasına engel olmayacak şekilde yorumlanması olduğun­dan sosyal adaletin de en temel unsurla­rından birisidir.
 
Sosyal adaletin temel kavramlarından birisi de özgürlük kavramıdır. Adaletin sağ­lanabilmesi için insanların öncelikle ken­dilerini ifade edebilecekleri, hak ve özgür­lük talebinde bulunabilecekleri bir hukuki zemin olması gerekmektedir. Bu nedenle özgürlük kavramının analizi bu noktada önem arz etmektedir.
 
Özgürlük, bir eylemi yapmak ya da yap­mamak yönünde karar verdiğimizde her­hangi bir zorlama ile karşılaşmaksızın ka­rarımızı uygulamamız noktasındaki hukuki ve insani güvencedir. Bu güvencenin sonu­cu olarak insan gerçekleştirdiği eylemlerin sorumluluğunu da üstlenir. Burada dikkat çeken nokta, özgür bir eylemin aynı zaman­da gönüllülük esasına dayalı gerçekleşme­sidir. Bu nedenle de baskı, şiddet ve tehdit yoluyla dayatılan eylemler insani bir eylem olarak nitelenemez. Zira insanı insan kılan, özgürlüğü ve akabinde gelen sorumluluğu­dur.[15]
 
Eşitlik ve özgürlük ilişkisi noktasında da bir takım tartışmalar söz konusudur. Eşit­liğin mutlak eşitlik olarak alınması duru­munda, sosyalizm örneğinde olduğu üzere özgürlüğe kısıtlamalar gelebilir. Aynı şekil­de özgürlük, mutlak özgürlük olarak alın­dığında kapitalizmde olduğu üzere, bu da yeni sınıflar, oligarşik yapılar ortaya çıkara­bilir.[16]
 
Eşitlik ve Özgürlük ilişkisinin düzenlen­mesinde bu kavramların mutlak olarak an­laşılması yerine zayıf olanın güçlendirilme­si, güçlü olanın zorbalığa evrilmesine engel olacak bir hukuki ve adli sistem geliştiril­mesi gerekmektedir. Bu sağlandığı takdir­de toplumdaki eşitlik ve özgürlük talepleri huzurun ve toplumsal birlikteliğin teminatı olacaktır. Bu da aslında insanların gelir dü­zeyiyle alakalıdır. Toplumsal zemin alt gelir grubu üzerinde şekilleniyorsa bu, sosyal adalet noktasında eksiklikler olduğunun göstergesidir. Bu nedenle sosyal adale­tin gerçekleşmesi, sadece ilke ve kanun üzerinden şekillenen bir durum olmayıp kişinin gelir düzeyiyle de alakalıdır. Sosyal adaletin sağlanabilmesi için alt ve üst gelir gruplarından ziyade orta sınıfın oluşumu ve gelişimi önem arz eder. Bunun sağlan­ması noktasında sosyal devletin koordi­nasyonu büyük önem arz etmektedir. Bu da özgürlük ve eşitlik ilişkisinde dengeli ve seviyeli bir düzeyi gerektirmektedir. Mutlak eşitlik ya da mutlak özgürlük amacıyla yola çıkıldığında kavramlardan beklenen sağlık­lı sonuçlar elde edilememektedir. Bu ne­denle bunların hukuki ve insani bir sistem üzerinden dengeli bir şekilde kurgulanma­sı gerekmektedir.
 
Bugün eşitlik ve adalet ilişkisi bir takım çevreler tarafından kendi bağlamından çı­karılarak müzakereye açılmakta ve adalet ilkesi eşitsizliğin temellendirilmesinde kul­lanılmaktadır. Zira eşitlik ve özgürlük ta­nımlarının, mutlak eşitlik ve mutlak özgür­lük olarak anlaşılmasından doğan sorunlar sosyal adalet teorisinin bir problemi gibi gösterilmekte; bunlar eşitlik ve özgürlüğün aleyhine sonuçlar için yorumlanmaktadır. Yukarıda da ifade edildiği üzere bugün bizlerin eşitlik ve özgürlük taleplerimizin arka planında mutlak anlamda eşitliğin ve özgürlüğün olması değil, aksine bunların hayatın içinde olmaması yatmaktadır. Bu olmadığı için de eşitlik ve özgürlük ilkele­riyle, bu konuda dezavantajlı olanların bu dezavantajlarının giderilmesi ve kendini gerçekleştirmelerine imkân tanınması amaçlanmaktadır.
 
Burada şöyle bir soru yöneltilebilir, “Eşit­lik mi Adalet mi tercih edilmeli?” Bu soru­nun cevabı doğal olarak adalettir. Ancak bu sorunun kurgusunda bir yanlışlık var. Zira sorudaki eşitlik ve adalet kıyaslamasın­daki eşitlik ilkesi mutlak eşitliği merkeze almaktadır. Hâlbuki sosyal devlette ortaya çıkan eşitlik ilkesi adaletin gerçekleşmesi için ortaya konulmuş bir ilkedir. Eşitlik ve özgürlükten bahsedilirken bu herkesin her şeyi yapabileceği bir durum değil, haklar ve özgürlükler bağlamında eşit haklara sahip olmaktır. Bu anlamda düşünüldüğünde ne mutlak eşitliğin açmazlarına ne de mutlak eşitsizliğin açmazlarına düşülmektedir. Herkes kendi bilgi ve becerisine göre hak ettiğini elde etmektedir. Bu anlamda eşit­lik kavramı müzakere edilirken, eşitliğin bir paylaştırmadan ziyade haklar ve özgürlük­ler bağlamında dezavantajlı olanların bu durumunun giderilmesi anlaşılmalıdır. Yok­sa insanların elde ettikleri hakların baş­kalarına aktarılması değildir. Her kesimin hakkının korunması eşitlik ve adalet ilkesi­nin de bir gereğidir.
 
2. Sosyal Adalet Kavramı
 
İnsan, kelime kökünden hareketle, “bir­likte yaşayan sosyal bir varlık” olarak ta­nımlanır.[17] Bu tanımlamada insanın kendi kendine yeterli olmaması ve yaşamak için benzerlerine ihtiyaç duyması sebebiyle, tek başına mutlu ve huzurlu bir yaşam sürdür­mesi mümkün görülmemektedir. İnsanları toplum içinde yaşamaya ikna eden erdem ise, birlikte yaşama isteğidir. Bu anlamda en mutlu ve en iyi insan, insanlarla birlik­te yaşayan, yani sosyal, toplumsal hayatın içindeki insandır.[18]
 
İnsanların birlikte yaşamaları ve etkile­şimleri sonucunda ya kültürel farklılıkların öne çıkartılmasıyla belirginleşen bir takım sorunlar ya da farklı kültür gruplarının bir arada yaşadığı birbirini anlayabilen toplum­lar ortaya çıkmıştır. Son yıllarda gerek ileti­şim ve ulaşım imkânlarındaki gelişmeler, gerekse kişilerin daha iyi bir yaşam ümidiy­le nüfus hareketleri neticesinde ortaya çı­kan yeni durum, kültürel çeşitliği ve bunun görünümlerini arttırmıştır. Ancak bireysel ve toplumsal sahada sağlıklı ve uyumlu ilişkiler ağı geliştirilemediğinde sorunlar artmaktadır. Bu noktadaki sorunların ön­lenmesinin en önemli unsuru öncelikle sağlıklı bir bireysel gelişim, ikinci olarak da sosyal adaletin sağlandığı bir toplumsal düzendir. Çalışmamızın bu bölümde sağ­lıklı toplumun olmazsa olmazı olan sosyal adalet kavramı üzerinde durmak istiyoruz.
 
2.1 Sosyal Adalet Tasavvurunun Gelişimi
 
Sosyal adalet tasavvuru insanın hak ve özgürlüklerinin farkına varmasıyla gelişen bir sürece işaret eder. Kavramsal olarak incelendiğinde sosyal adalet tanımında iki husus öne çıkar. Bunlardan birincisi kanun önünde eşitlik; ikincisi ise üretim sürecinde ve üretim sonrasında paylaşımın mümkün olduğu kadar topluma yayılması ve sosyal farklılaşmaların mümkün olduğunca azal­tılmasıdır. Görüldüğü üzere sosyal adalet kavramı denildiği zaman, aslında adaletin toplumsal sahaya yaygın ve etkin bir sis­tem üzerinden aktarılması anlaşılmaktadır. Esasında adalet kavramı, ilk bölümde de incelediğimiz üzere, oldukça zengin bir ta­rihsel gelişim sürecine sahiptir. Ancak ada­letin toplumsal bir taleple ortaya çıkması sınıf çatışmalarının neticesinde olmuştur. Eski burjuva toplumu ve onun sınıfları yer­lerini, bireyin özgür gelişimini bütün toplu­mun özgür gelişiminin şartı olarak gören yeni bir sosyal anlayışa bırakmaktaydı.[19]
 
Adalet kavramının toplumsal ve siya­sal hayata yön verme noktasında sosyal adalet olarak anlaşılması son iki yüzyıllık bir süreçte zemin bulmuştur. Bu anlamda sosyal adalet kavramının gelişimi felsefi bir düşüncenin kendi doğal gelişim seyri gibi olmamıştır. Bu kavram sanayileşmede or­taya çıkan kitlelerin fakirliği, hiçbir mülke sahip olamayan işçi sınıfının hayat müca­delesi gibi acı tecrübelerin sonucu ortaya çıkmıştır. Bu durumdan etkilenen J. Stuart Mill (1806-1873) üretim sürecinde açığa çıkan verim ve karlılığın sadece sermaye sahiplerine değil, onları çalışarak ortaya çıkaran işçi sınıfına da dağıtılması gerek­tiği inancındadır. Ona göre paylaşım adil olmalıdır ve burada ortaya çıkan pürüzler tamamen insanidir. Yani adil olmayan pay­laşım sisteminden insanlar sorumludur. Mill’e göre sosyal adaletin sağlanması için Marx’ın aksine özel mülkiyetin ve kapitalist üretim biçiminin ortadan kaldırılması da gerekmez. Mill’e göre bu noktada yapılma­sı gereken, eşitliğe dayalı sendikal birlikle­rin kurulmasıdır.[20]
 
Sosyal adalet kavramının gelişim süre­cinde II. Dünya Savaşı ve sonrasında orta­ya çıkan geniş çaplı sosyal, ekonomik ve siyasi gelişmelerin de büyük etkisi olmuş­tur. Nazi rejiminin son bulmasından sonra birçok Avrupa devleti ve Almanya, anaya­salarına “sosyal” kavramını eklemişlerdir. 1949’da kabul edilen ilk Alman anayasası Alman devletini “sosyal hukuk devleti” ola­rak tanımlar. Bunda amaç, o zamana ka­dar yaşanan çöküntünün, kitleler halinde fakirliğin, mal ve sermaye dağılımındaki eşitsizliğin devletin bu konudaki sorumlu­luğunu yerine getirmemesinden kaynak­landığı düşüncesidir.[21]
 
Sosyal devlet anlayışını tamamlayan hukuk devleti ibaresi ise, devlet gücünü sınırlayan hukuk karşısında bütün bireyle­rin mutlak eşitliğini sağlayan temel ilkedir. Böyle bir devlet, üyelerinin ekonomik ve toplumsal ilerlemelerini de garanti altına almakla yükümlüdür. Bu anlayışın geliş­mesiyle birlikte ilk defa işçilerin sosyal durumlarını iyileştirmek üzere emeklilik, hastalık ve iş kazası sigortası (1883-1884) kanunlarıyla, bunları takiben yaşlılık ve iş göremezlik (1891) sigortaları çıkarılmıştır. Özellikle sosyal sigorta, sosyal devletin en önemli kurumsal bulgusu olarak değerlen­dirilmiştir. Bu amaç bağlamında fakir ve muhtaç insanlara yardım, her insanın var oluşunu devam ettirmek için asgari geçim şartlarının sağlanması, ekonomik eşitsizli­ğin mümkün olduğunca giderilerek asgari refahın temini, ekonomik büyümenin des­teklenerek bu refahın toplumun bütün ke­simlerine yayılması sosyal devletin amaçla­rı arasında kabul edilmiştir.[22]
 

2.2  Sosyal Devlet ve Sosyal Adalet İlişkisi

Sosyal devlet; [a] Bireyin refah düzeyini piyasadan bağımsız olarak şekillendirme, [b] Hastalık ve işsizlik gibi muhtemel sorun­lardan kaynaklanan riskleri minimum sevi­yeye indirerek aile içi krizleri engelleme, [c] Dini, dili ve ırkı ne olursa olsun, herkesin sıkıntı yaşamaksızın sosyal hizmetlere eri­şimini mümkün kılma hedefinde ilerleyen bir yönetim anlayışını merkeze alır.[23]
 
Sosyal devletin sosyal adaleti gerçek­leştirirken özgürlük ve eşitlik ilişkisini nasıl yorumlayacağı da büyük önem arz etmek­tedir. Zira sosyal devlet denildiğinde yöne­timsel açıdan bir takım müdahalelerin ola­cağı da aşikârdır. Bu noktada da özgürlük ve eşitlik ilkelerinin sosyal devlette nasıl kullanacağı tartışma konusu olmuştur. Bu konuyla ilgili tartışmalarda öne çıkan isim Isaiah Berlin, biri pozitif diğeri negatif ol­mak üzere iki farklı özgürlük olduğunu vur­gular. Pozitif Özgürlük, birtakım haklarını kullanabil- koşulların bireye su­nulmasıdır.
 
Berlin’in po­zitif özgürlük tanımı, bireyin özgürleşme­si ile devletin müdahalesi arasında doğ­ru yönlü bir nedensellik ilişkisi oldu­ğuna ilişkin yaklaşımı desteklemek­tedir. Negatif Özgürlük ise, devletin kimi zaman yok sul kesimle­rin medeni ve politik haklardan daha fazla istifade edebilmeleri için özgürlükler alanını daraltmasıdır. Devletin bu alanda bir takım müdahalelerde bulunması yoksul kesimlerin refah düzeyini yükseltme ama­cına matuftur.[24]
 
Görüldüğü üzere sosyal devlet anlayışın­da, devletin sosyal adaletsizlikleri giderme hedefi merkeze alındığından devlet mü­dahaleciliği temelinde geliştirilmiştir. Bir başka ifade ile liberal/piyasacı ekonomi uygulamalarının beslediği dengesiz gelir bölüşümü olgusu, devletin müdahalesini bir seçenek olarak ön plana çıkarmıştır. Müdahale ile kastedilen, devletin sosyal sorumluluklar üstlenerek, gelirden yeterin­ce pay alamayan bireylerin temel ihtiyaç­larını karşılayacağına dair birtakım güven­celer vermesidir. Kaldı ki işsizlik sigortası, sağlık sigortası, bedava eğitim, aile ve ço­cuk yardımı ve ucuz konut sağlama gibi uygulamalar, bu güvencenin tezahürleri olarak bazı ülkelerde yoksulluğun azaltıl­masını mümkün kılmıştır.[25]
 
Sosyal devlet, piyasa güçlerinin işleyi­şini değiştiren bir devlet modelidir ve en temel özelliği sosyal ve ekonomik yaşama müdahale ederek denge sağlamaktır. Sos­yal devlet, vatandaşların belirli bir yaşam seviyesinin altına düşmeden yaşayabilme­leri ve sosyal ve ekonomik haklarla des­teklenmesi temeli üzerine kurulmuştur. Bireylerin sosyal refahının arttırılması için uygulanan programlardan yararlanma hak­kı, sosyal devlette temel vatandaşlık hakkı olarak kabul edilmiştir. Bununla birlikte, sosyal devlet toplumsal birlik ve dayanış­manın, toplumun bütün bireylerinin ekono­mik özgürlüklerinin arttırılması, toplumsal eşitliğin ve adaletin gerçekleştirilmesiyle bağlantılı olduğu düşüncesiyle benimsen- miştir.[26]
 
Toplumların sağlıklı, huzurlu ve mutlu bir birliktelik yürütebilmeleri için eşitlik ve özgürlük merkezli bir toplumsal yapı oluş­turarak sosyal adaletin temel şartı olan cinsiyet, nesep ve mezhep ayrımcılığı yap­maksızın bütün insanlara yaşanılabilir, in­sani bir çalışma ve yaşam alanı sunmak gerekmektedir. Bugün gerek emek ve sermaye dengesinin bozulması gerekse toplumsal yaşam biçiminden kaynaklanan sorunlar sebebiyle sosyal adaletin yaka­lanması noktasında büyük sıkıntılar ortaya çıkmaktadır. Bu noktada sosyal adaletin sağlanması noktasındaki temel hareket noktalarını analiz etmek istiyoruz.
 
2.3  Emek ve Sosyal Adalet Teorisi
 
Sosyal adalet ve imkânını müzakere et­tiğimizde ilk karşımıza çıkan işçi ve emek­çinin haklarının korunması meselesidir. Ya­şanabilir bir dünya hedefleniyorsa, adil bir iş bölümü ve adaletli bir ücret sisteminin toplumsal yaşamda hâkim olması gerek­mektedir. Adil iş bölümü, liyakat sistemine dayalı bir toplumsal düzenin kurgulanması­nı gerektirmektedir. Bu sağlanamadığında toplum üzerinde yapılması gereken doğru uygulamalar da hayata geçemeyeceğinden baştan, sistem çöküşe mahkûmdur. Özel­likle yetişmiş insan gücünün doğru değer­lendirilmesi, görevlendirmelerde liyakat ilkesine dikkat edilmesi sosyal adaletin en temel şartıdır. İkinci husus ise adil bir gelir dağılımının merkeze alınmasıdır. Zira top­lumun ekonomik dengesi bozulduğunda, gelir adaletsizliği yaygınlaştığında, maddi imkânlar bir grup azınlığın elinde olduğun­da toplumsal huzur da bozulmaktadır.
 
Bu nedenle sosyal adaletin gerçekleş­tirilmesinde en temel unsur, çalışanların haklarının belirlenmesi ve korunmasıdır.
 
Bu noktada en temel hak, çalışma hakkı ve özgürlüğüdür. Çalışanların temel hakları kadın ve genç işçilerin korunmasına bağ­lı olarak zaman içinde gelişme göstermiş; sosyal güvenlik hakkı, örgütlenme hakkı, toplu iş sözleşmesi ve grev hakkı, iş güven­cesi hakkı, dinlenme hakkı, işçi sağlığı ve güvenliği hakkı temel sosyal haklar olarak kabul edilmiştir.
 
Türkiye Cumhuriyeti de kendisini “de­mokratik, laik ve sosyal bir hukuk devle­ti” olarak tanımladığından herkese insan onuruna yaraşan asgari bir yaşam düzeyi sağlamayı amaçlamaktadır.[27] Bu noktada anayasamızın 49. Maddesine göre; “Ça­lışma, herkesin hakkı ve ödevidir. Devlet, çalışanların hayat seviyesini yükseltmek, çalışma hayatını geliştirmek için çalışanları korumak, çalışmayı desteklemek ve işsiz­liği önlemeye elverişli ekonomik bir ortam yaratmak için gerekli tedbirleri alır” ifadesi emeğin ve emekçinin korunmasına yönelik devletin teminatıdır.[28]
 
İşçi ve Emekçinin Anayasal haklarına kı­saca değinecek olursak:
  • Sosyal güvenlik hakkı: Anayasa’nın 60. maddesinde düzenlenmiştir: “Herkes, sosyal güvenlik hakkına sa­hiptir.”
  • Örgütlenme hakkı, toplu iş sözleşme­si ve grev hakkı: Anayasa’da, çalışan­ların ve işverenlerin, üyelerinin çalış­ma ilişkilerinde ekonomik ve sosyal hak ve menfaatlerini korumak ve geliştirmek için, önceden izin almak­sızın, sendikalar ve üst kuruluşlar kurma hakkına sahip bulundukları hükme bağlanmıştır (AY/m.51/1).
  • Angarya yasağı: Angarya yasaktır (AY/m.18).
  • Asgari ücretin sağlanması ve adil üc­ret hakkı: Anayasa’nın 55’inci mad­desine göre; “Ücret emeğin karşılığı­dır. Devlet, çalışanların yaptıkları ise uygun adaletli bir ücret elde etmeleri ve diğer sosyal yardımlardan yarar­lanmaları için gerekli tedbirleri alır. Asgarî ücretin tespitinde ülkenin eko­nomik ve sosyal durumu göz önünde bulundurulur. ”
  • Dinlenme hakkı: Anayasa’nın “Çalış­ma şartları ve Dinlenme Hakkı” baş­lıklı 50/3. maddesinde; dinlenmenin çalışanların hakkı olduğu ve bundan vazgeçilemeyeceği belirtilmiştir.
  • Kadın ve çocukların çalışma şart­ları açısından korunmasına ilişkin haklar: Anayasa’nın “Çalışma şart­ları ve Dinlenme Hakkı” başlıklı 50. maddesi uyarınca, “Kimse, yaşına, cinsiyetine ve gücüne uymayan işler­de çalıştırılamaz” (AY/m.50/1). “Kü­çükler ve kadınlar ile bedenî ve ruhî yetersizliği olanlar çalışma şartları bakımından özel olarak korunurlar” (AY/m.50/2).[29]
Yukarıda işaret ettiğimiz üzere Türki­ye Cumhuriyeti; laik, sosyal hukuk devleti olması vasfıyla vatandaşları arasındaki farklılıkları nesep, mezhep ve cinsiyet fark­lılıklarını dikkate almaksızın eşit ve özgür yurttaşlık çerçevesini kendisi için belirle­miştir. Bu noktada sosyal devletin sıhhatli bir şekilde işlemesi için bu temel ilkelerin yönetim ve organizasyonlarda dikkate alın­ması, vatandaşların eğitim ve öğretim sü­reçlerinin de bu ilkeler çerçevesinde yön­lendirilmesi gerekmektedir. Bu yapılmadığı takdirde gerek her grubun kendi aidiyet ve kimlik tasarımlarını merkeze alarak di­ğerlerini yok sayması, gerekse sosyal ve ekonomik anlamda ortaya çıkacak denge­sizlikler toplumsal barışı ve huzuru boza­caktır.
 
 
 
2.4. Kadın Erkek Eşitliği ve Sosyal Adalet Teorisi
 
Sosyal adalet teorisi birey kavramı üze­rinden şekillenmektedir. Birey kavramını kabul ettiğinizde nesep, mezhep ve cin­siyet ayrımcılığı yerine eşit yurttaşlık ilke­sini benimsemiş olursunuz. Bu noktada bir diğer husus da eşit yurttaşlık ilkesini benimseyen sosyal devletler, vatandaşları arasındaki dezavantajlı durumları ortadan kaldırmayı ve onların sosyo ekonomik du­rumlarını belli bir dengeye kavuşturmayı amaçlamaktadır. Bu nedenle toplumsal hayatta sosyal adalet sağlanmak isteniyor­sa, öncelikle özgür ve eşit birey kavramının temellendirilmesi gerekmektedir.[30]
 
Geleneksel formlardan çıkarak yeni bir boyut kazanan günümüz insanının ilişkiler ağı toplumsal yaşamda da kendisini yeni bir yaklaşım ve anlayışa bırakmaya zorla­maktadır. Ancak geleneksel formlardan kurtulamayanlar bu sorunlara karşı gerçek­çi bir tutum sergilemek yerine geriye dönüş ve geçmişin idamesini savunarak sorunlar­dan kurtulmaya çalışmaktadırlar. Bu da bireyde, ailede ve toplumsal hayatta pek çok sorunun ve kırılmanın tetiklenmesine sebebiyet vermektedir. Geçmiş toplumsal yaşam ile bugünkü toplumsal yaşam ara­sındaki en belirgin farklılık, kadının aile ve toplumsal sahadaki rolü üzerinde gerçek­leşmektedir.
 
Birey kavramını toplumsal alanda temel­lendirmediğimizde bunun olumsuz yan­sımalarını doğrudan kadının eğitim, iş ve yaşam alanlarında görebiliyoruz. Bilgi, gör­gü ve birikim noktasında iyi yetişemeyen bu kişiler, kendi zihinlerindeki problemleri etraflarındaki ve sorumluluk alanlarındaki insanlara yansıtmakta, kadınların eğitim, iş ve sosyal hayatlarında gelişimlerine en­gel olmaktadır. Bu da sadece kadının de­ğil, toplumun tamamının olumsuz yönde etkilendiği bir durum ortaya çıkarmaktadır. Özellikle kadın erkek eşitliğine karşı bir tutum sergileyen, bunu yaparken de dini kendisine paravan kılan birçok grup, kadı­nın eğitim ve iş hayatından çekilmesinden, kadına yönelik şiddete ve kız çocuklarının evlendirilmesine kadar varan akıl ve izan dışı söylemleri dillendirmektedir. Bu nokta­da yapılması gereken bunların anayasaya dayanılarak engellenmesidir.
 
Kadın erkek eşitliği noktasındaki ek­siklikler toplumun en temel sorunlarından birisidir. Yönetimlerin vatandaşlarına karşı uygulamalarında mezhep, nesep ve cinsi­yet üzerinden kimlik merkezli bir yaklaşımı benimsemesi, sosyal adalet konusunda pek çok sorununun ortaya çıkmasına se­bebiyet vermektedir. Bu nedenle Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan itibaren laiklik ilkesini ve kadın erkek eşitliğini benimse­miş, bunu anayasasının amir hükümleri arasına almıştır.
 
Son zamanlarda belli kesimler tarafın­dan kadın erkek eşitliği üzerinde söz söyle­nildiğinde, eşitlik kavramının bu konunda yeterli olmayacağı, bunun adalet kavra­mıyla karşılanabileceği vurgulanmaktadır. Bu kişiler tarafından gerek örtük, gerekse açık bir şekilde kadınla erkeğin eşit olama­yacağı, bunun daha da büyük sorunlara sebebiyet vereceği dillendirilmektedir. Ka­dın erkek eşitliğini hedef alan bu söylemler geçersiz ve tutarsız bir mantığa dayanmak­tadır.
 
Kadın erkek eşitliğinde hedeflenen, ge­rek bireysel gerekse toplumsal yapıdan kaynaklanan dezavantajlı durumların, yani eşitsizliğin giderilmesidir. Temel amacı da insanların birbirlerine karşı yaptıkları haksızlıkları ve zulümleri önlemektir. Bu nedenle “kadın erkek eşit değil!” diyenle­re aynı şekilde “Bir erkek de diğer erkekle eşit değildir!” denilebilir. Burada bahsedi­len eşitlik vurgusu yukarıda da ifade edildi­ği gibi kanun önünde eşitliktir. Kadının ev yaşamında, iş yaşamında, sosyal hayatın­da kanunlar tarafından korunması, içinde bulunduğu şartlardan kaynaklanan deza­vantajların ortadan kaldırılmasına yöne­liktir. Kadın erkek eşitliğine aykırı söylem ve eylemler, kadının toplumsal yaşamda ayrımcılığa, şiddet ve istismara maruz kal­masına sebebiyet vermektedir.
 
Sosyal devletin temel vazifelerinden bi­risinin işçinin ve emeğin korunması oldu­ğunu yukarıdaki bölümde ifade etmiştik. Kadın istihdamı noktasında son yıllarda bir ilerleme olduğu, ancak bu ilerlemenin ço­ğunlukla yarı zamanlı işlerde gerçekleştiği ifade edilmektedir. Bu tür işlerin genellikle güvencesiz, düşük statülü, düşük ücretli olması ve nitelik gerektirmemesi nedeniyle maddi ve manevi tatmin yaratmadığından, kadının dezavantajlı konumunu giderecek bir çözüm olmadığı görülmektedir.[31]
 
Kadın istihdamına yönelik yapılan de­ğerlendirmelerde, bu konudaki uygulama­ların kadın istihdamını teşvik etmekten ve istihdamda olan kadınlara eşitlik sağla­maktan uzak; hatta bazı yasal düzenleme ve uygulamaların istihdam edilen kadınları çalışmaktan caydırıcı nitelikte olduğu, birey tasarımı üzerinden bir kimlik kurgusu yeri­ne cinsiyet vurgusu ve kurgusu üzerinden bir yaklaşımın öne çıktığı kanaati ifade edil­miştir. Hal böyle olunca anayasamızda ve kanunlarımızda var olan eşitliği teşvik edici yasalar ise kadınların hayatını doğrudan et­kilemekten uzak, soyut yasal düzenlemeler olarak kalmakta, uygulamada kadınlara karşı var olan ayrımcı ve dışlayıcı tutumlar­da bir dönüşüm yaratmamaktadır.[32]
 
Esasında yasal düzlemde ulusal ve uluslararası normlar kadın erkek eşitliği ve buna dair sosyal politikalar oluşturulması noktasında belli bir altyapı sunmaktadır. Ancak zihniyet ve uygulama noktasında birey kavramını şekillendirememiş, anlam- landıramamış insanlar kendi uygulama ve sorumluluk alanlarında kanuni ve hukuki alanların dışına çıkarak bu noktadaki kaza- nımları geriye götürmektedir. Bu nedenle öncelikle sosyal adaletin gereği olan bu ko­nudaki kanunların uygulanması, kadın er­kek eşitliğine aykırı eylem ve söylemlerde bulunanların engellenmesi gerekmektedir.
 
Kadın erkek eşitliği ile ilgili alanda sos­yal adalet sağlanacaksa, çalışma yaşamı bu konuda büyük önem arz etmektedir. Çalışma yaşamı, toplumsal yaşamın diğer alanlarında da varlık gösterebilmenin te­mel koşullarından birisidir. Nitekim çalış­ma yaşamı, sağladığı statü, gelir, sosyal ilişkiler, sosyal güvence, sendikal örgüt­lenme, yönetime katılma gibi olanaklar ile bireylerin toplum içinde yer almaları gere­ken süreçleri belirli ölçülerde sunmaktadır. Çalışma yaşamının dışında olmak ise ka­dınlar için gelir, statü ve sosyal ilişkilerde sosyal dışlanma riski barındırır.[33]
 
Bugün kadın erkek eşitliği tecrübemize baktığımızda bir taraftan yasalar ve amir hükümler bunu emrederken, buna uygun olmayan söylem ve uygulamalar meseleyi içinden çıkılamaz hale sokmaktadır. Os­manlı Modernleşmesi ve Cumhuriyet Tür­kiye’sinde birçok aşama kat edilen kadın hakları konusunda, köyden kente yoğun göçün ve bu göçe ilave olarak da kimlik ve yaşam biçimi olarak modernleşme tecrü­besi geçirmemiş mülteci akınıyla karşılaşıl­dığı için büyük bocalama yaşanmaktadır. Bu nedenle ivedilikle bu noktadaki kaza- nımların korunması ve ilerletilmesi nokta­sında önlemler alınması gerekmektedir. Bu noktadan sonra geleneksel toplum ko­şullarına dönülemeyeceğine göre bireyde, ailede ve toplumda derin toplumsal yaralar açılmak istenmiyorsa, konunun uzmanla­rı tarafından yapılan değerlendirmelere, tarih ve toplum tasavvuruna sahip bilim insanlarının konu hakkındaki görüşlerine müracaat etmek gerekmektedir.
 
 
2.5. Türk İslam Kültür Tasavvurundan Hareketle Sosyal Adaletin İmkânı
 
Türk İslam kültürü, sistemini adalet ilke­si üzerinden kurgulamayı hedeflediğinden, sosyal adaletin tesisi noktasında teorik temellendirmeleri geleneğimizdeki alt ya­pıdan hareketle de kurgulayabiliriz. Gerek İslam’daki adalet tasavvuru, gerekse Türk kültüründeki Töre kavramı, adaletin Türk kültürü ve siyasal yapısı açısından önemini ortaya koymaktadır. Özellikle hakkın, huku­kun ve adaletin sağlanması, Türk ve İslam Kültürü açısından vaz geçilmez temel de­ğerlerdir. Emeğin hakkının korunması, işin bilene verilmesi, toplumda zayıf ve kimse­sizlere destek olunması bizim kültürümü­zün esaslı unsurlarıdır. Bugün yapılması gerekense geleneğimizde vücut bulan bu unsurlara modern dönemdeki birikimden de istifade ederek hukuki zeminin sağlam­laştırılması ve toplumsal hafızadaki yerini koruyarak daha ileriye taşınmasını sağlamaktır.[34]
 
Özellikle kadın hakları konusunda kendi geleneğimizdeki birikimden yararlanılmalı, gerek Türk kültürünün gerekse İslam kül­türünün kendi dönemine göre ilerici bakış açısı daha ileriye taşınmalıdır. Orhun Abdideleri bu anlamda, Türk kültüründeki ka­dın erkek eşitliğinin en büyük vesikasıdır.
 
“Türk milleti yok olmasın diye, millet olsun diye babam İltiriş Kağanı, annem İlbilge Ha- tunu göğün te­pesinde tutup yukarı kaldır­mış olacak.” ifadeleriyle, milletin de­vamlılığının ve muvaffakiyetinin kadın ve er­keğin birlikte hareket et­mesine bağlı olduğu vur­gulanmıştır. Özellikle de Türk kültürün­de hâkim olan tek eşlilik an­layışı, kadın ve erkeğin eşit bireyler olarak değerlendiril­mesi Türk kültürü ve aile yapısı açısından örneklik teşkil eder.[35]
 
Din tasavvurumuza baktığımız zaman, emeğin korunması ve kadın hakları konu­sunda yüce dinimiz İslam’ın Arap tarihine ve kültürüne müdahalede bulunduğunu ve belli bir sistem üzere bunları ıslaha gi­riştiğini görmekteyiz. Özellikle Hz. Peygam­berin kız çocuklarına karşı yapılan kötü muameleyi doğrudan ortadan kaldırması, eşinin ticaretle uğraşması ve saygın kişili­ğiyle toplumda birey olarak kabul görmesi önemli unsurlar apaçık ortadayken Tür­kiye’de Arap Bedevi kültürünü İslam dini ile aynileştiren belli çevreler bu örnekler yerine Kur’an’da da eleştiri konusu olan Bedevi kültürü üzerinden din ve tarih inşa etme çabasına girişmektedir. Hâlbuki İs­lam’ın Türk yorumu, Kur’an ve Peygamber tefekkürünü en doğru biçimde anlayarak bir medeniyet tasarımı ortaya koymuştur. Bu anlamda eşitlik ve özgürlük merkezli bir din ve dünya tasarımı oluşturma noktasın­da Türk İslam Ahlak Tasavvurunun bizlere yeterli örnekler sunduğu kanaatindeyiz. Bugün yapılması gereken, bu örneklerden hareketle günümüz insanının ihtiyaç duy­duğu sosyal ve psikolojik gereksinimleri karşılayacak bir yoruma ulaşmaktır.[36]
 
Türkiye’de özellikle dini grupların eko­nomik ve sosyal açıdan güç kazanmasıyla bir taraftan kız çocuklarının eğitim ve iş yaşamına girişi artarken, diğer taraftan ka­dın karşıtı söylem ve eylemler aynı yapılar içindeki cemaat ve tarikat örgütlenmeleri tarafından dillendirilmektedir. Bu gruplar arasında konu hakkında farklı düşünen­ler olmasına rağmen yüksek sesle itiraz etmek yerine kadın erkek eşitliğine karşı olan söylem hâkim görüş olarak kabul gör­mekte, her geçen gün bu konudaki etkileri artmakta ve baskı grupları oluşturulmakta­dır. Bu da günümüz Türkiye’sinde bireysel, ailevi ve toplumsal sahada ileriye dönük çatışmaları ve huzursuzlukları beslemek­tedir.
 
Özellikle kamuda sorumluluk sahibi insanların Türkiye’nin toplumsal gerçek­lerini ve yeni neslin bakış açısını dikkate alarak konuya eğilmesi ve çözüm önerileri ortaya koyması gerekmektedir. Bu toplum­sal gerçeklik kabul edilmeyip buna uygun çözümler üretmek yerine, aksi istikamet zorlanırsa, toplumsal hayattaki çatışmalar artarak devam edecektir. Zira günümüz şartlarında kadın ve erkeğin izole bir ya­şam sürmesine imkân yoktur; toplumsal hayatın her aşamasında bir arada bulun­mak zorunluluğu vardır. Burada yapılması gereken kadın ve erkeğin toplum içindeki tutum ve davranışlarının birey kavramı üze­rinden şekillendirilerek, eşitlik ve özgürlük merkezli ele alınması ve uygulamaların bu yönde düzenlenmesidir.[37]
Sonuç
 
Sosyal adalet kavramı, bugün gerek bi­reysel olarak gerekse toplumsal olarak bir­çok yeni anlayış ve tasavvurların oluştuğu, emek ve sermaye dengesinin bozulduğu, gelir adaletsizliğinin yaygınlaştığı bir dün­yada toplumların ve devletlerin varlıklarını sürdürmeleri noktasında büyük önem arz etmektedir. Bu nedenle sosyal adaletin gerçekleşmesi noktasında adalet, eşitlik ve özgürlük kavramlarının toplumsal bilinç­te anlamlı hale getirilerek, eğitim ve öğre­tim süreçlerinin bir parçası olarak ele alın­ması gerekmektedir.
 
Birey kavramı merkeze alındığında top­lumsal adaletin en temel hareket noktası da sağlanmış olmaktadır. Vatandaşlarını mezhep, nesep ve cinsiyet ayrımcılığından koruyarak eşit ve özgür yurttaşlar haline getiren bu anlayışta bireyler hesap verme ve hesap sorma noktasında kanunların kendilerine tanıdığı hakları sonuna kadar kullanabilen kişiler olarak karşımıza çıkar.
 
Bu kavramsal bilinçlenme sağlandıktan sonra sosyal adaletin ve sosyal devletin gerekleri yerine getirilebilir. Yoksa sadece kanunları buna uygun hale getirmek, sos­yal adaletin gerçekleştirilebileceği anlamı­na gelmemektedir.
 
Türkiye olarak üç yüz yıllık bir modern­leşme tecrübesine sahip olmakla Türkiye Cumhuriyeti’ni laik, sosyal, hukuk devleti olarak kurguladık. Özellikle İslam ülkeleri arasında sorunlarla doğrudan karşılaşan ve çözüm önerileri sunan bir tarihsel biri­kimimiz olması sebebiyle bu birikimi heba etmemeliyiz. Anayasamızın ve kanunla­rımızın koruma altına aldığı haklarımızın arkasında durmalı ve toplumu bu noktada aydınlatma görevini fert fert yerine getir­memiz gerekmektedir.
 
Toplumun sosyal adalet ve sosyal devlet algısına baktığımızda yardımlaşma, yardım kuruluşları üzerinden bir sosyal adalet ta­sarımı kurgusu öne çıkmaktadır. Hâlbuki sosyal devletin asli amacı, yardım olmayıp, bilakis insanları yardıma muhtaç hale dü­şürmeyecek düzenlemelerin yapılmasını sağlamaktır. Toplumsal sahada her şeyi devletten bekleyen, belli bir siyasi ve dini yapıya yakın durarak oradan aldıklarıyla varlığını sürdüren yapılanmalar feodal ya­pının ve kula kulluk anlayışının tezahürle­ridir. Sosyal devlet ise vatandaşlarını birey­sel ve toplumsal sahada koruyan, kendini gerçekleştirmesine imkân tanıyan, başka­ları tarafından değil de kendi hakları ve emekleriyle bir şeyleri başarabilme olanağı sunan devlettir. Bu nedenle de gerek eği­tim, gerek ekonomi gerekse de kimlik ta­sarımı noktasında topluma belli bir adalet ve hukuk sistemi getirmiş, liyakat sistemini merkeze almış bir yapılanmadır.
 
Devletin hukuki ve adli sistemi içeri­sinde çeşitli çıkar gruplarının örgütlenme çabası, bireyi ve sosyal devlet anlayışını ortadan kaldıracağından devlet açısından güvenlik tehdidi oluşturduğu gibi, toplum­sal hayatta da kırılmaları pekiştirmektedir. Bu nedenle laik, sosyal hukuk devleti, ki­şilerin inanç alanlarına ve uygulamalarına hoşgörü ile yaklaşmakla birlikte hukuk dışı her tür yapılanmaya karşı gerekli tedbirleri alır. Böylece vatandaşının mağdur duruma düşmesini daha işin başında engelleyerek devletin işleyişini de teminat altına almış olacak, bu tür oluşumların kemikleşmesi­nin önüne geçmiş olacaktır.
 
Sosyal adalet ve sosyal devletin teme­linde devletin hukuki ve insani düzenleme­leri olduğu kadar bireyin ve sivil toplumun da önemli rolü vardır. Özellikle birey olmayı benimsemiş; nesep, mezhep ve cinsiyet ayrımcılığı yapmayan bir vatandaşlık tasav­vuru sosyal adaletin gerçekleştirilmesinin temel hareket noktasıdır. Buna devamında bu bilişsel düzeye ulaşmış vatandaşların birliktelikler oluşturarak hak ve özgürlük­lerini savunma iradesi de sosyal devletin varlığını ve devamlılığını pekiştirecek te­mel unsurdur. Sivil toplum örgütü olarak, işçinin ve emekçinin hakkını korumak üzere ortaya çıkan sendikal yapılanmalar da siyasi mülahazalardan sıyrılarak işçinin ve emekçinin hakkını korumaya yoğunlaş- malıdır. Sosyal ve ekonomik durumu belli bir düzeye ulaşan insanlar, hak ve özgür­lüklerini daha sağlam bir irade ile savuna­bilirler. Bu nedenle bizler gerek bireysel, gerekse toplumsal sahada kişinin kendini gerçekleştirmesini merkeze alan bir anla­yışı benimsemeli, adaletin kişinin sade­ce kendisi için istenen bir durum olmayıp başkalarının hak ve hukukunu güvenceye almak olduğu ortaya koymalıyız.
Kaynakça
 
Ağaoğullan, Mehmet Ali, Eski Yunanda Siyaset Felsefesi, Vteori Yay., Ankara 1989.
Akarsu, Bedia, Ahlak Öğretileri I-Mululuk Ahlakı, İÜEF Yay., İstanbul 1970.
Akyol, Aygün, Kutadgu Bilig’de Ahlak ve Siyaset, Araştırma Yay., Ankara 2013.
Akyol, Aygün, İbn Haldun’da Kültür ve Medeni­yet Tasavvuru, Ankara 2019.
Akyol, Aygün, “Türk İslam Ahlak Tasavvurunda Kutadgu Bilig’in Rolü”, Kutadgu Bilig ve Türk İslam Kimliği, İTO Yay., İstanbul 2019.
Akyol, Aygün, “Türk Din Tasavvurunda Sevgi ve Gönül -Yesevi Merkezli Bir İnceleme-”, Geçmişten Günümüze Türkistan Tarih, Kültür ve Medeniyet Sempozyumu, Ankara, Türkistan 2019.
Akyol, Aygün, “Gençliğin Dindarlık Tasavvuru ve Deizm Tartışmaları”, Günümüz Gençliğinin Zihin Problemleri, ed.: İbrahim Maraş, İsmail Erdoğan, Ki­tap Dünyası Yay., İstanbul 2019.
Akyol, Aygün, İslam Ahlak Felsefesi -Birey ve Öz­gürlük Merkezli Bir İnceleme, Kutadgubilig Dergisi -Ahlak/Etik Özel Sayısı, Aralık 2017, ss. 87-106.
Akyol, Aygün, “Bir Yenileşme Hareketi Olarak İs­lamcılık ve Analizi -Said Halim Paşa Merkezli Bir İn­celeme-“, 2. Türk İslam Siyasi Düşüncesi Kongresi Bildiriler Kitabı, 26-28 Ekim 2017, Kütahya 2018, s. 253;
Akyol, Aygün, “Şehrezûrî ve Adalet Anlayışı”, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fklt. Dergisi, 2008/1, c.
7, sayı: 13.
Akyol, Aygün, “Ahlâk-ı Nâsırî’de Ahlâk ve Siyaset İlişkisi: Sevgi Erdemi Merkezli Bir Okuma”, Değerler Eğitimi Dergisi, c. 10, no: 24, Aralık 2012, s. 18.
Akyol, Aygün- Uyanık, Mevlüt-Arslan, İclal, İs­lam Felsefesi Tanımlar Sözlüğü, ed.: Aygün Akyol, Elis Yay., Ankara 2016.
Aristoteles, Politika, çev.: Mete Tuncay, Remzi Kitabevi, İstanbul 1975
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, çev. Saffet Ba- bür, Bilgesu Yay., Ankara 2007.
Aristoteles, Eudemos’a Etik, çev.: Saffet Babür, Dost Kitabevi, Ankara 1999.
Aydın, M. Kemal-Çakmak, Eyüp Ensar, “Sosyal Devletin Temelleri”, Bilgi Dergisi, Yaz 2017, sayı: 34.
Ayhan, Alanur, “Eşitlik İlkesi ve Tarihçesi -Tür­kiye’de Kadın Erkek Eşitliği ve Eşitsizliği-“, Hukuk Gündemi Dergisi, 2009/3.
Bedir, Eyüp, “Sosyal Politikaya İlişkin Genel Bil­giler ve Sosyal Politikanın Araçları”, Sosyal Politika içinde, Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi Yay., Eskişehir 2014.
Çağrıcı, Mustafa, “Adalet”, DİA, , T.D.V. Yay, İstanbul, 1988, c. 1.
Çağrıcı, Mustafa, İslam Düşüncesinde Ahlak, MÜİFV. Yay., İstanbul 1989.
Cevizci, Ahmet, Felsefe Sözlüğü, Ekin Yay., An­kara 1996.
Ergin, Muharrem, Orhun Abideleri, Boğaziçi Yay., İstanbul 2011.
Fahri, Macit, İslam Ahlak Teorileri, çev.: Muam­mer İskenderoğlu-Atilla Arkan, Litera Yay., İstanbul 2004.
Fârâbî, Fususu’l-Medenî, neşr, D.M. Dunlop, çev.: Hanifi Özcan, DEÜ. Yay., İzmir 1987.
İbn Manzur, Lisânu’l-Arap, Daru’s-Sadr Yay., Beyrut 1990, c. 11.
İbn Miskeveyh, Ahlakı Olgunlaştırma, çev.: Ab- dulkadir Şener-İsmet Kayaoğlu-Cihad Tunç, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., Ankara 1983.
İleri, Ülkü, “Sosyal Politikalarda Kadın ve Cinsi­yet Ayrımcılığı İle İlgili Başlıca Uluslararası ve Ulusal
Hukuki Düzenlemeler”, Hak-İş Uluslararası Emek ve Toplum Dergisi, cilt: 5, Yıl: 5, Sayı: 12 (2016/2).
Uyanık, Mevlüt, Felsefi Düşünceye Çağrı, Elis Yay., Ankara 2012.
Uyanık, Mevlüt, “Adalet Kavramı Merkezinde Eşitlik ve Özgürlük İlişkisinin Felsefi Analizi”, İstan­bul Barosu ve Hukuk Felsefesi ve Sosyolojisi Arkivi (HFSA), İstanbul Barosu Yay., İstanbul 2010.
Uyanık, Mevlüt-Akyol, Aygün, İslam Ahlak Felse­fesi Elis Yay., Ankara 2013.
Platon, Devlet, çev.: Selahattin Eyüboğlu-M. Ali Cimcoz, Remzi Kitabevi, İstanbul 1971.
Şehrezurî, Resâilü’ş-Eş-Şecereti’l-İlâhiyye fi Ulu- mi’l-Hakâiki’r-Rabbâniyye, thk. Necip Görgün, Elif Yay., İstanbul 2004, c. II.
Topakkaya, Arslan, “Bir Söylem Olarak Sosyal Adalet Kavramı?”, Erciyes Üniversitesi Hukuk Fa­kültesi Dergisi, Cilt I, Sayı:2, Kayseri, 2006.
Tusî, Nasîreddin, Ahlâk-ı Nasırî, çev.: Anar Gafa- rov-Zaur Şükürov, edit.: Tahir Özakkaş, Litera Yay., İstanbul 2007.
Yay, Serdar, “Tarihsel Süreçte Türkiye’de Sosyal Devlet”, 21. Yüzyılda Eğitim ve Toplum Dergisi, c. 3, sayı: 9, Kış 2014.
Yücesoy, Yasemin, Musa Demir, Çalışma Yaşa­mında Haklar -El Kitabı-, Uluslararası Çalışma Ofi­si Yay., Ankara 2011.
Dipnotlar 
[1] Prof. Dr. Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, İslam Felsefesi Anabilim Dalı, [email protected]
[2] İbn Manzur, Lisânu’l-Arap, Daru’s-Sadr Yay., Beyrut 1990, c. 11, s. 430; Mustafa Çağrıcı, “Adalet”, DİA,, T.D.V. Yay, İstanbul, 1988, c. 1, s. 341; Ahmet Cevizci, Felsefe Sözlüğü, Ekin Yay., Ankara 1996, s. 11; Mevlüt Uyanık, Felsefi Düşünceye Çağrı, Elis Yay., Ankara 2012, s. 203.
[3] Platon ve Aristoteles’in düşüncesinde “adalet” kavra­mının ele alınışıyla ilgili olarak bk. Platon, Devlet, çev.: Selahattin Eyüboğlu-M. Ali Cimcoz, Remzi Kitabevi, İstanbul 1971, 427e, 430e; Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, çev. Saffet Babür, Bilgesu Yay., Ankara 2007, pn.: 1109a, 1119b, 1129b, 1134a; Mehmet Ali Ağaoğulları, Eski Yunanda Siyaset Felsefesi, Vteori Yay., Ankara 1989, s. 235; Şehrezurî, Resâilü’ş-Eş-Şecereti’l-İlâhiyye fi Ulumi’l-Hakâiki’r-Rabbâniyye, thk. Necip Görgün, Elif Yay., İstanbul 2004, c. II, s. 55; Macit Fahri, İslam Ahlak Teorileri, çev.: Muammer İskenderoğlu-Atilla Arkan, Lite­ra Yay., İstanbul 2004, ss. 94-100; Bedia Akarsu, Ahlak Öğretileri I-Mululuk Ahlakı, İÜEF Yay., İstanbul 1970, s. 83, 84, 102, 103.
[4] Bk. 6/En’âm Suresi, 115; 12/Yunus Suresi, 4-54; 16/Nahl Suresi, 90; 33/Ahzâb Suresi, 5.
[5] Bk. 3/Âl-i İmrân Suresi, 18; 4/Nisâ Suresi, 135; 5/ Mâide Suresi, 8-106; 6/En’âm Suresi, 152; 65/Talâk Suresi, 2.
[6] Bk. 3/Âl-i İmrân Suresi, 21; 4/Nisâ Suresi, 58, 5/ Mâide Suresi, 42-95; 7/A’râf Suresi, 29-159-181, 8/ Enfâl Suresi, 58; 10/Yunus Suresi, 47; 16/Nahl Suresi, 76; 22/Hac Suresi, 25; 42/Şûrâ Suresi, 15; 49/Hucurât Suresi, 9; 55/Rahmân Suresi 9; 57/Hadîd Suresi, 25; 60/Mümtehine Suresi, 8.
[7] 4/Nisâ Suresi, 3-127; 6/En’âm Suresi,152.
[8] 2/Bakara Suresi, 143.
[9] 35/Fâtır Suresi, 32.
[10] Mustafa Çağrıcı, “Adalet”, c. 1, s. 341; Aygün Akyol, “Şehrezûrî ve Adalet Anlayışı”, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2008/1, c. 7, sayı: 13, s. 98, 99.
[11] Şehrezurî eş-Şeceretü’l-İlâhiyye, c. II, s. 10; Fârâbî, Fususu’l-Medenî, neşr, D.M. Dunlop, çev.: Hanifi Özcan, DEÜ. Yay., İzmir 1987, ss. 52-54; İbn Miskeveyh, Ahlakı Olgunlaştırma, çev.: Abdulkadir Şener-İsmet Kayaoğlu-Cihad Tunç, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., Ankara 1983, ss. 102-107; Nasîreddin Tusî, Ahlâk-ı Nasırî, çev.: Anar Gafarov-Zaur Şükürov, edit.: Tahir Özakkaş, Litera Yay., İstanbul 2007, s. 90, 294, 295; Mustafa Çağrıcı, İslam Düşüncesinde Ahlak, MÜİFV. Yay., İstanbul 1989, s. 75, 89; Aygün Akyol, Mevlüt Uyanık, İclal Arslan, İslam Felsefesi Tanımlar Sözlüğü, ed.: Aygün Akyol, Elis Yay., Ankara 2016, ss. 25, 26.
[12] X. Kanun önünde eşitlik MADDE 10- Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. (Ek fıkra: 7/5/2004-5170/1 md.) Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. (Ek cümle: 12/9/2010-5982/1 md.) Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz. (Ek fıkra: 12/9/2010-5982/1 md.); Aygün Akyol, “Gençliğin Dindarlık Tasavvuru ve Deizm Tartışmaları”, Günümüz Gençliğinin Zihin Problemleri, ed.: İbrahim Maraş, İsmail Erdoğan, Kitap Dünyası Yay., İstanbul 2019, ss. 223¬254.
[13] Alanur Ayhan, “Eşitlik İlkesi ve Tarihçesi -Türkiye’de Kadın Erkek Eşitliği ve Eşitsizliği-“, Hukuk Gündemi Der¬gisi, 2009/3, s. 46.
[14] Alanur Ayhan, age, s. 48
[15] Uyanık, Akyol, İslam Ahlak Felsefesi, s. 186
[16] Mevlüt Uyanık, “Adalet Kavramı Merkezinde Eşitlik ve Özgürlük İlişkisinin Felsefi Analizi”, İstanbul Barosu ve Hukuk Felsefesi ve Sosyolojisi Arkivi (HFSA), İstanbul Barosu Yay., İstanbul 2010, ss. 207-208, 296-309; Uya­nık, Akyol, İslam Ahlak Felsefesi, Elis Yay., Ankara 2013, s. 188.
[17] İnsan kelimesinin kökeni ile ilgili iki yorum bulunmak­tadır. Bunlardan birisi ünsiyet kelimesinden hareketle açıklanır, diğeri ise, nisyan kelimesinden hareketle açık­lanmıştır. Ünsiyet kelimesi, insanın birbirine yakın olma isteğini ifade etmek için kullanılmıştır. Nisyan kelimesi ise, insanın unutkanlığına yapılan vurguyla açıklanmış­tır. Ünsiyet kelimesinden hareketle yapılan açıklamaya göre, insanın insan olmasını sağlayan şey, ünsiyet yani bir arada yaşama arzusudur. Bu da kendi türünden in­sanlarla bir arada yaşama ve birlikte olma iradesi üze­rine kuruludur. Tusi, Ahlak-ı Nasıri, s. 252; Aygün Akyol, “Ahlâk-ı Nâsırîde Ahlâk ve Siyaset İlişkisi: Sevgi Erdemi Merkezli Bir Okuma”, Değerler Eğitimi Dergisi, c. 10, no: 24, Aralık 2012, s. 18.
[18] Aristoteles, Politika, Çev.: Mete Tuncay, Remzi Kitabe- vi, İstanbul 1975, s. 9, 85; Eudemos’a Etik, çev.: Saffet
[19] Arslan Topakkaya, “Bir Söylem Olarak Sosyal Adalet Kavramı?”, Erciyes Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt I, Sayı:2, Kayseri, 2006, s. 97, 99.
[20]        Arslan Topakkaya, “Bir Söylem Olarak Sosyal Adalet Kavramı?”, s. 97, 99.
[21] Arslan Topakkaya, “Bir Söylem Olarak Sosyal Adalet Kavramı?”, s. 100.
[22]          Arslan Topakkaya, “Bir Söylem Olarak Sosyal Adalet Kavramı?”, s. 100.
[23] M. Kemal Aydın, Eyüp Ensar Çakmak, “Sosyal Devletin Temelleri”, Bilgi Dergisi, Yaz 2017, sayı: 34, s. 4.
[24] Aydın-Çakmak, “Sosyal Devletin Temelleri”, s. 3, 4
[25] Aydın-Çakmak, “Sosyal Devletin Temelleri”, s. 3, 4.
[26] Serdar Yay, “Tarihsel Süreçte Türkiye’de Sosyal Dev­let”, 21. Yüzyılda Eğitim ve Toplum Dergisi, c. 3, sayı: 9, Kış 2014, s.148, 149.
[27] Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, Madde 2 – “Türki­ye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devleti­dir.”
[28] Yasemin Yücesoy, Musa Demir, Çalışma Yaşamında Haklar -El Kitabı-, Uluslararası Çalışma Ofisi Yay., Anka­ra 2011, s. 9, 10; Eyüp Bedir, “Sosyal Politikaya İlişkin Genel Bilgiler ve Sosyal Politikanın Araçları”, Sosyal Politika içinde, Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakülte­si Yay., Eskişehir 2014, s. 3
[29] Yasemin Yücesoy, Musa Demir, Çalışma Yaşamında Haklar -El Kitabı-, s. 9, 10
[30] İslam Ahlak Felsefesi açısından birey ve özgürlük merkezli bir İslam Ahlak Tasarımı için bkz.: Aygün Akyol, İslam Ahlak Felsefesi -Birey ve Özgürlük Merkezli Bir İnceleme, Kutadgubilig Dergisi -Ahlak/Etik Özel Sayısı, Aralık 2017, ss. 87-106.
[31] Ülkü İleri, “Sosyal Politikalarda Kadın ve Cinsiyet Ayrımcılığı İle İlgili Başlıca Uluslararası ve Ulusal Hukuki Düzenlemeler”, Hak-lş Uluslararası Emek ve Toplum Dergisi, cilt: 5, Yıl: 5, Sayı: 12 (2016/2), s. 130
[32] Ülkü İleri, “a.gm”, s. 130, 133.
[33] Ülkü İleri, “a.g.m”, s. 135.
[34] Aygün Akyol, Kutadgu Bilig’de Ahlak ve Siyaset, s. 32, 120; ag. mlf., “Türk İslam Ahlak Tasavvurunda Kutadgu Bilig’in Rolü”, Kutadgu Bilig ve Türk İslam Kimliği, İTO Yay., İstanbul 2019, s. 55, 56; ag. mlf., İbn Haldun’da Kültür ve Medeniyet Tasavvuru, Ankara 2019, s. 120.
[35] Muharrem Ergin, Orhun Abideleri, Boğaziçi Yay., İs¬tanbul 2011, s. 15, pn .: 11.
[36] Aygün Akyol, “Türk Din Tasavvurunda Sevgi ve Gönül -Yesevi Merkezli Bir İnceleme-”, Geçmişten Günümüze Türkistan Tarih, Kültür ve Medeniyet Sempozyumu, An­kara, Türkistan 2019, s. 95; Akyol, Ibn Haldun’da Kültür ve Medeniyet Tasavvuru, s. 131.
[37]        Aygün Akyol, “Bir Yenileşme Hareketi Olarak İslamcı­lık ve Analizi -Said Halim Paşa Merkezli Bir İnceleme-“,
2. Türk İslam Siyasi Düşüncesi Kongresi Bildiriler Kitabı, 26-28 Ekim 2017, Kütahya 2018, s. 253; Aygün Akyol, “Gençliğin Dindarlık Tasavvuru ve Deizm Tartışmaları”, s. 229.
 
————————————–
[i] AKYOL, Aygün. “Bireysel ve Toplumsal Hayatta Sosyal Adaletin Yeri.” Türk Medeniyeti: Sf. 33-50
Yazar
Aygün AKYOL

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen