Türk Düşüncesi Çeviri Kokuyor

 

Prof.Dr. Kurtuluş KAYALI

 

Ta­rih ve sos­yo­lo­ji­ye bak­tı­ğı­nız­da, bun­lar Tür­ki­ye’de dü­şün­ce­nin ana mer­ke­zi­ne ge­li­yor ve ana mer­ke­zin­de şe­kil­le­ni­yor. Ama şu­nu da gö­rü­yo­ruz: Ta­rih ve sos­yo­lo­ji ala­nın­da mak­ro mahiyette çe­vi­ri me­tin­ler yok. Ta­rih-sos­yo­lo­ji iliş­ki­si çok bağ­lan­tı­lı bir şey. Me­se­la Ta­rih­sel Sos­yo­lo­ji di­ye bir me­tin var, ama bu so­run­lar da Tür­ki­ye’de teo­rik düz­lem­de dü­şü­nül­müş değil.

Türk Dü­şün­ce­si’nin son yüz­yıl­lık se­ren­ca­mı zen­gin bir bi­ri­kim ola­rak kar­şı­mı­za çı­kı­yor. Fa­kat geç­miş dö­nem­ler­den fark­lı ola­rak gü­nü­müz­de Türk Dü­şün­ce­si’nde bir yok­sul­laş­ma ve tıkanma söz ko­nu­su. Bu ko­nu­lar üze­rin­de ça­lı­şan ve Türk dü­şün­ce ta­ri­hin­de­ki “sü­rek­siz­lik ve ha­fı­za­sız­lık” so­ru­nu­na sü­rek­li ola­rak dik­kat çe­ken Kur­tu­luş Ka­ya­lı ile yapılan bir söyleşiyi okurlarımızın istifâdesine sunuyoruz 

Si­zin Türk Dü­şün­ce­si üze­ri­ne, özel­lik­le Cum­hu­ri­ye­tin ilk yıl­la­rıy­la 1940, 50 ve 60’lar­da Türk dü­şün­ce dün­ya­sı­nın gün­de­min­de­ki de­ği­şim­ler üze­ri­ne yo­ğun­la­şan pek çok ça­lış­ma­nız var. Şu an­da Türk Dü­şün­ce­si’nin gün­de­mi­ni be­lir­le­yen me­se­le­ler geç­mi­şe kı­yas­la na­sıl gö­rü­nü­yor? İçin­de bu­lun­du­ğu­muz dö­nem­de bir Türk Dü­şün­ce­si’nden ve­ya Türk Dü­şün­ce­si gün­de­min­den bah­set­mek müm­kün mü?

Dö­nem­ler ara­sın­da kı­yas­la­ma yap­mak müm­kün. Fa­kat son dö­nem­de, şöy­le bir ge­nel­le­me yap­tık­tan son­ra, me­se­le­ye bel­ki da­ha doğ­ru nok­ta­dan gi­re­bi­li­riz. Geç­miş dö­nem­le kı­yas­la­dı­ğı­mız za­man me­tin­ler, ya­yın­la­nan ki­tap­lar önem­li. Son dö­nem­de te­lif ki­tap sa­yı­sı ola­ğa­nüs­tü sı­nır­lı. Bu ta­bii Tür­ki­ye’de Türk Dü­şün­ce­si’nin gün­de­mi­nin ol­ma­dı­ğı an­la­mı­na gel­mi­yor. Ama te­lif me­tin­ler­den zi­ya­de, çok yo­ğun bir şe­kil­de ter­cü­me me­tin­ler var. 1980’den ön­ce, ter­cü­me eser­ler ba­san bir ya­yı­ne­vi yok­tu. Şim­di ise ne­re­dey­se sa­de­ce ter­cü­me ya­yın­la­nı­yor. Bu me­tin­ler bir ba­kı­ma bi­zim dü­şün­ce gün­de­mi­mi­zi ta­yin edi­yor. Bu­ra­da ba­riz bir so­ru işa­re­ti var: Bu ge­nel yak­la­şım­lar, so­run­la­rı­mız­la il­gi­si açı­sın­dan, bi­zi ne öl­çü­de tem­sil edi­yor? Şu, cid­di­yet­le üze­rin­de du­rul­ma­sı ge­re­ken bir şey: Tür­ki­ye’de sa­yı­la­rı hiç de az ol­ma­yan en­te­lek­tü­el­ler, dü­şün­ce­le­ri­ni bu ek­sen­den oluş­tur­ma­ya ça­lı­şı­yor. Pe­ki, ama bu ter­cü­me eser­ler, yo­ğun bir tarz­da kav­ra­nı­yor mu? Ora­da da bir so­ru işa­re­ti var. Ta­rih ve sos­yo­lo­ji­ye bak­tı­ğı­nız­da, bun­lar Tür­ki­ye’de dü­şün­ce­nin ana mer­ke­zi­ne ge­li­yor ve ana mer­ke­zin­de şe­kil­le­ni­yor. Ama şu­nu da gö­rü­yo­ruz: Ta­rih ve sos­yo­lo­ji ala­nın­da mak­ro ma­hi­yet­te çe­vi­ri me­tin­ler yok. Ta­rih-sos­yo­lo­ji iliş­ki­si çok bağ­lan­tı­lı bir şey. Me­se­la Ta­rih­sel Sos­yo­lo­ji di­ye bir me­tin var, ama bu so­run­lar da Tür­ki­ye’de teo­rik düz­lem­de dü­şü­nül­müş de­ğil. Tür­ki­ye’de dü­şün­ce­nin ak­tı­ğı mec­ra­da, ta­rih ve sos­yo­lo­jik me­se­le­ler iç içe gir­miş va­zi­yet­te. Me­se­le­nin bir ya­nı bu. İkin­ci ya­nı, bun­lar ku­ram­sal dü­zey­de al­gı­lan­mış ve özüm­len­miş me­tin­ler ol­sa bi­le -ki ben özüm­len­miş me­tin­ler ola­rak gör­mü­yo­rum- bun­la­rın Türk­çe­de ne­ye te­ka­bül et­ti­ği­nin sor­gu­lan­ma­sı söz ko­nu­su de­ğil. Da­ha ye­ni­ler­de, bir der­gi­de Şe­rif Mar­din üze­ri­ne bir sa­yı çı­kı­yor. Şe­rif Mar­din Tür­ki­ye’de ta­rih­çi­lik ve sos­yal bi­lim ça­lış­ma­la­rı­nı de­ğer­len­di­rir­ken mea­len şu­nu söy­lü­yor: “Ge­nel ma­hi­yet­te ku­ram­sal me­tin­le­rin Türk ta­ri­hi­ne, ya­kın dö­ne­mi­ne, Türk top­lu­mu­na uyar­lan­ma bi­çi­min­de so­run var. Bun­lar sa­de­ce so­yut ola­rak ve bir şe­kil­de Türk top­lu­mun­dan ya­lı­tıl­mış ola­rak gün­de­me ge­li­yor.” Ka­ba hat­la­rı iti­ba­riy­le bak­tı­ğı­mız­da, Tür­ki­ye’de dü­şün­ce ha­ya­tı­nın me­se­le­le­ri­nin, Tür­ki­ye’nin top­lum­sal ya­pı­sın­dan ya­lı­tıl­ma­ya baş­lan­dı­ğı­nı gö­rü­yo­ruz. En bü­yük, en kro­nik prob­lem­ler­den bi­ri bu. Olum­lu­ya yö­ne­lik bir gi­diş de var. Ta­ri­hin, Tür­ki­ye’de dü­şün­ce ala­nın­da en mer­ke­zî ye­re gel­me­si olum­lu bir du­rum. Sos­yo­lo­jik çö­züm­le­me açı­sın­dan da öy­le; ama es­ki dö­ne­min ak­si­ne bu tür me­tin­ler mak­ro ana­liz­ler­le de­ğil, da­ha mik­ro ana­liz­ler­le gün­de­me ge­li­yor. 1960 ve 70’ler­de Tür­ki­ye’nin top­lum­sal ya­pı­sı ko­nu­sun­da bol mik­tar­da te­lif me­tin var­ken; bu­gün hiç­bir bi­çim­de te­lif me­tin ol­ma­dı­ğı­nı gö­rü­yo­ruz. Ya­ni bu bir te­mel prob­lem ola­rak ken­di­ni his­set­ti­ri­yor. 

1950’den son­ra­ki Türk dü­şün­ce ha­ya­tı, Tür­ki­ye’nin son 200 yıl­lık Ba­tı­lı­laş­ma ma­ce­ra­sı­na iliş­kin önem­li bir sor­gu­la­ma dö­ne­mi ola­rak be­li­ri­yor. Es­ki­ye na­za­ran, gü­nü­müz­de­ki Türk dü­şü­nür­le­ri, Ba­tı’yı da­ha çok bil­mek­le be­ra­ber, Türk top­lu­mu­nu, Türk Dü­şün­ce­si’ni çok da­ha az bi­li­yor­lar. Tan­pı­nar, Ber­kes, Or­han Şa­ik Gök­yay ça­pın­da mü­nek­kit­le­ri­mi­zin ben­zer­le­ri ne­den ar­tık az? Ken­di­mi­zi kav­ra­mak­tan çok uzak bir nok­ta­ya mı dü­şü­yo­ruz? 

Ba­tı Dü­şün­ce­si’nin de bü­tü­nüy­le kav­ran­dı­ğı ka­na­atin­de de­ği­lim. Bu­ra­da cid­di so­ru işa­ret­le­ri var. İlk baş­ta söy­le­me­ye ça­lış­tı­ğım hi­kâ­ye­ler­den bi­ri de bu. Bi­zim bun­la­rı doğ­ru bir şe­kil­de, kap­sa­yı­cı bir tarz­da kav­ra­mış ol­ma­mız ha­lin­de ken­di prob­lem­le­ri­miz­le de bağ­lan­tı­lan­dır­ma­mız müm­kün ola­bi­lir. Ama Tür­ki­ye’de in­san­lar, geç­miş dö­nem bi­ri­ki­miy­le il­gi­len­mi­yor. Bir çe­liş­ki ya­şı­yo­ruz bel­ki. Bi­zim es­ki dö­nem dü­şün­ce ha­ya­tı­mız Ba­tı’ya çok ka­pa­lıy­dı. Bel­ki ge­rek­ti­ğin­den faz­la ka­pa­lıy­dı. Ye­ni dö­nem dü­şün­ce ha­ya­tı­mız Ba­tı’ya ola­ğa­nüs­tü açık ol­ma­sı­na kar­şın, ken­di­ne yö­ne­lik bir ka­pa­lı­lık ta­şı­ma­ya baş­la­dı. Do­ğan Av­cı­oğ­lu 1960’lı yıl­la­rın or­ta­la­rın­da İs­la­mi­yet ve Sos­ya­lizmbro­şü­rü­nü çe­vir­di­ği za­man, bel­ki tam da bu du­ru­mu söy­le­me­ye ça­lı­şı­yor­du: Di­yor­du ki, “ben Fran­sa’nın sos­yal, kül­tü­rel ve eko­no­mik ta­ri­hi­ni çok de­tay­lı bir bi­çim­de bi­li­yo­rum ve fa­kat Türk ta­ri­hi­ni doğ­ru düz­gün bir tarz­da bil­mi­yo­rum.” Bu, ada­mı Tür­ki­ye’nin Dü­ze­ni’nden, Tür­ki­ye’nin Ta­ri­hi’ne ka­dar gö­tür­dü. Şim­di ye­ni dö­nem­de bu tür bir me­rak, bir eği­lim yok. O yıl­lar­da üçün­cü dün­ya­cı­lık fa­lan gün­dem­de. İşin si­ya­sal bo­yut­la­rı da var. Ya­ni ek­sik­li­ği ol­du­ğu­nu bi­le­rek, ken­di top­lu­mu­na da­ir bil­gi­len­me eği­li­mi ve sü­re­ci söz ko­nu­su. Şim­di ise bi­ze, ken­di top­lu­mu­muz hak­kın­da bil­gi­len­me­nin çok an­lam­lı ol­ma­dı­ğı söy­le­ni­yor. Hat­ta il­ginç bir şey, ada­mın bi­ri, “be­nim ken­di­mi Türk Dü­şün­ce­si’ne bağ­lı his­set­mem il­kel bir şey­dir” di­yor. Ya­ni bu nok­ta­dan bak­ma­nın man­tı­ğı ol­ma­dı­ğı söy­le­ni­yor. Ye­ni dö­nem­de Tür­ki­ye’nin dün­ya ile bü­tün­leş­me­si nok­ta­sın­dan bak­tık­la­rı tak­dir­de de, Tür­ki­ye hak­kın­da bil­gi­len­me­nin an­lam­sız ol­du­ğu şek­lin­de bir de­ğer­len­dir­me or­ta­ya çı­kı­yor. Ay­rı­ca es­ki dö­nem Türk Dü­şün­ce­si’nin önem­se­ne­cek, yas­la­na­cak bir kay­nak ol­ma­dı­ğı­na da­ir bir eği­lim var. Dik­kat eder­se­niz, bu iki ör­nek, çok es­ki dö­nem in­san­la­rı­nın ör­ne­ği. Bi­ri 1908 do­ğum­lu, di­ğe­ri de o dö­nem­le­re ya­kın bir ta­rih­te doğ­muş. Bun­lar­dan da­ha il­ginç ola­nı ise şu: Ni­ya­zi Ber­kes ne­re­de Os­man­lı’ya yö­nel­me­ye ça­lı­şı­yor? Ka­na­da’da. Ya­ni Os­man­lı üze­ri­ne bü­tün mük­te­se­ba­tı Ka­na­da’da­ki ça­lış­ma­la­rı sü­re­cin­de şe­kil­le­ni­yor. Ge­rek Tür­ki­ye’nin dün­ya­ya ya­yıl­mış en­te­lek­tü­el­le­ri açı­sın­dan, ge­rek­se de Os­man­lı’ya ya da es­ki Türk dü­şün­ce­si­ne yö­nel­mek açı­sın­dan ol­sun, du­rum bu­dur. Kar­pat’ı da böy­le mü­ta­la­a et­mek müm­kün. Ye­ni dö­nem­de in­san­la­rın, içe­ri­de ve­ya dı­şa­rı­da ol­sun, Kar­pat ve Ber­kes ör­nek­le­rin­de gö­rül­dü­ğü gi­bi, Tür­ki­ye ve ya­kın çev­re­si olan Or­ta Do­ğu ile bağ­lan­tı­la­rı yok. 

Es­ki­den Türk en­te­lek­tü­el­le­ri top­lum­la­rı­na cid­di bir borç­lu­luk duy­gu­suy­la ha­re­ket edi­yor­lar­dı ve bir kat­kı yap­mak is­ti­yor­lar­dı. Bu­gün bel­ki bu kat­kı­nın ve­ya bu borç duy­gu­su­nun ma­hi­ye­ti de­ğiş­miş du­rum­da. Bu duy­gu­yu göz önü­ne alır­sak, Türk Dü­şün­ce­si’nin bun­dan son­ra ya­şa­ya­ca­ğı şe­kil­len­me­le­re iliş­kin ön­gö­rü­le­ri­niz var mı?

Uzun va­de­de bu­nun na­sıl ola­ca­ğı­nı dü­şün­mek, çok ko­lay de­ğil. Ama es­ki­ye bak­tı­ğı­mız­da şöy­le bir du­rum var: Ni­ya­zi Ber­kes Ka­na­da’da, Türk­çe me­tin ya­zı­yor. Bu­gün ise Tür­ki­ye’de en­te­lek­tü­el­ler ya­ban­cı dil­de me­tin ya­zı­yor. Bir­çok me­tin­ler çe­vi­ri. Türk ya­zar­la­rı­nın yaz­dı­ğı, çe­vi­ri me­tin­ler­den iba­ret. Esa­sen dil­le dü­şün­ce ara­sın­da çok yo­ğun bir bağ­lan­tı var. Der­gi­ler­de Tür­ki­ye’ye dö­nük araş­tır­ma­lar çok sı­nır­lı. Tür­ki­ye’de der­gi­ler­de ya­yın­la­nan me­tin­ler bol ya­ban­cı dil dip­not­lu me­tin­ler. Sa­de­ce dip­not­lar ve kay­nak­lar bi­le in­san­la­rın dü­şün­ce­si­nin de­ğiş­ti­ği­nin en gü­zel gös­ter­ge­le­rin­den bi­ri. Pe­ki in­san­la­rın dü­şün­ce­le­ri ne­re­den kay­nak­la­nı­yor? Bu­nun bir de duy­gu­sal or­tam­la bağ­lan­tı­sı var. Tür­ki­ye’de­ki en­te­lek­tü­el, es­ki­den 5-6 ta­ne ki­tap ya­zı­yor­du. Bu­nu ül­ke­de­ki so­mut or­tam be­lir­li­yor­du. Ye­ni dö­nem­de en­te­lek­tü­el, pro­je­ler­de ça­lı­şı­yor; da­ha çok da ulus­la­ra­ra­sı pro­je­ler­de. Bu­nun ör­güt­len­me bi­çi­mi­nin de bu so­run­la ba­riz bir bağ­lan­tı­sı var. Şim­di in­san­la­rın dün­ya­la­rı­na bak­tı­ğı­nız­da, ço­ğu­nun Tür­ki­ye ile bağ­lan­tı­la­rın­da bir so­run ol­du­ğu­nu göz­lem­li­yo­ruz. En ba­ri­zi, fi­kir so­ru­nu. İkin­ci­si, Türk­çe yaz­ma­ma so­ru­nu. Bir baş­ka de­yiş­le, va­kıf üni­ver­si­te­le­rin­den bi­raz da­ha Ba­tı­lı okul­la­ra ben­ze­yen üni­ver­si­te­le­re ka­dar, in­san­la­rın yaz­ma­ya baş­la­dık­la­rı me­tin­ler, fark­lı me­tin­ler ol­ma­ya baş­la­dı. Bu is­ter is­te­mez in­sa­nın olay­la­ra ba­kış tar­zı­nı de­ğiş­ti­ri­yor. Bir de Tür­ki­ye’de ter­cü­me den­di­ğin­de in­san­lar Fran­sız­ca ve İn­gi­liz­ce­den ter­cü­me an­lı­yor­lar. Es­ki dö­nem­de ise -Or­han Şa­ik Gök­yay’ın yaz­dı­ğı me­tin de onu gös­te­ri­yor- 1920’li, 30’lu yıl­lar­da in­san­lar ter­cü­me den­di­ğin­de hem Fran­sız­ca, İn­gi­liz­ce, hem de Arap­ça ve Fars­ça ter­cü­me­le­ri an­lı­yor­lar­dı. O dö­ne­min bi­ri­ki­mi, yas­la­nı­lan kay­nak­la­rı çok da­ha fark­lı. Tür­ki­ye’de mu­ha­fa­za­kâr-mil­li­yet­çi en­te­lek­tü­el­ler bi­le -sa­de­ce son dö­nem açı­sın­dan söy­le­mi­yo­rum- Ba­tı­lı dü­şü­nür­ler­den bes­le­ni­yor. Han­gi­si­ne ba­kar­sa­nız ba­kın, her çe­şit dü­şü­nür­den bes­len­me gi­bi bir du­rum söz ko­nu­su de­ğil. Şim­di, bu fo­toğ­raf ile­ri­de na­sıl olur di­ye bak­tı­ğı­nız­da bi­raz be­lir­gin­le­şi­yor: Es­ki dö­nem Ba­tı­lı­laş­ma­cı­lar­la, ye­ni dö­nem Ba­tı­lı­laş­ma­cı­lar ara­sın­da çok ba­riz bi­çim­de fark var. Ge­rek Meş­ru­ti­yet dö­ne­mi, ge­rek ilk dö­nem Cum­hu­ri­yet Ba­tı­lı­laş­ma­cı­la­rı­nın, hat­ta 1960 yıl­la­rı Ba­tı­lı­laş­ma­cı­la­rı­nın bu coğ­raf­ya ile çok kök­lü bir bağ­lan­tı­la­rı var­dı. Ya­ni on­lar “bu coğ­raf­ya”da Ba­tı­lı­laş­mak­tan bah­se­di­yor. Na­dir Na­di o dö­nem­de “Ba­tı­lı­laş­mak, in­sa­nın ken­di­ni ilik­le­ri­ne ka­dar Türk ola­rak duy­ma­sı­dır” di­yor. Bu dö­nem­de, bu tür so­run­lar so­run ol­mak­tan çı­kı­yor. Ya­ni es­ki­den bir bi­çim­de so­ru so­ru­lu­yor­du Ba­tı ko­nu­sun­da: “Han­gi Garb, han­gi Ba­tı?” Atil­la İl­han’a ka­dar gel­miş bu so­ru. Da­ha ön­ce­ki dö­nem­de Hil­mi Zi­ya so­ru­yor­du bu­nu, İn­san der­gi­sin­de. Ya­ni coğ­raf­ya da önem­siz ol­ma­ya baş­la­dı bu dö­nem­de. “Han­gi Garb?” so­ru­su söz ko­nu­su de­ğil ar­tık. On­la­rın bir şe­kil­de bu coğ­raf­ya ile bu coğ­raf­ya­nın geç­miş kül­tü­rü ile bağ­lan­tı­la­rı var. Ye­ni dö­nem­de iş, şi­ra­ze­sin­den çık­mış gi­bi gö­rü­nü­yor. İle­ri­de in­san­lar es­ki dö­nem­le il­gi­len­me­ye baş­la­dık­la­rın­da ve bu sü­re­cin şart­la­rı­nı sor­gu­la­dık­la­rın­da, o za­man bel­ki Türk Dü­şün­ce­si’nin es­ki dö­nem kay­nak­la­rı­na git­mek müm­kün ola­cak. Tür­ki­ye’de son dö­nem­de dü­şün­ce ha­ya­tı­nın sağ­lık­sız gö­rü­nen me­se­le­le­rin­den bi­ri de şu­ra­da te­za­hür edi­yor: Ye­ni dö­ne­min sol dü­şü­nür­le­ri, es­ki­ye na­za­ran, Tür­ki­ye’de Ba­tı­lı dü­şün­ce fre­kan­sı ile uyum­lu sol dü­şün­ce in­san­la­rı­nı önem­si­yor. İs­la­mî mu­ha­fa­za­kâr ke­si­me bak­tı­ğı­mız­da da Tür­ki­ye’de Ba­tı­lı dü­şün­ce fre­kan­sı ile uyum­lu in­san­lar bir şe­kil­de öne çı­ka­rı­lı­yor. Me­se­la Se­zai Ka­ra­koç’un me­tin­le­ri­ne ba­kar­sak, bu me­tin­ler­de çok ba­riz bir bi­çim­de çe­vi­ri ko­kan tarz­da Ba­tı­lı dü­şü­nür­le­re gön­der­me yap­ma­dı­ğı­nı gö­rür­sü­nüz. Yaz­dı­ğı me­tin­ler bir şe­kil­de özüm­len­miş me­tin­ler­dir. Bel­ki Tür­ki­ye’nin çı­kış yo­lu bu­ra­da so­mut­la­şa­bi­lir: Ye­ni dö­nem­de aşi­na ol­du­ğu­muz me­tin­le­ri özüm­se­yip, on­dan ken­di la­fı­mı­zı da or­ta­ya ko­ya­rak mü­da­ha­le et­ti­ği­miz­de prob­lem an­la­şı­la­bi­lir. Tür­ki­ye’de in­san­lar Alt­hus­ser’e yö­nel­di bir dö­nem­de. Çün­kü işin kül­tü­rel bo­yu­tu­nun öne­mi­ni al­gı­la­dı­lar ve sos­yo-eko­no­mik tah­lil­le me­se­le­nin hal­le­di­le­ce­ği ko­nu­sun­da bir sı­nır oluş­ma­ya baş­la­dı. Mu­rat Bel­ge’nin 1970’le­rin son­la­rın­da böy­le bir de­ne­me­si var, ama ken­di se­si, bu Ba­tı­lı ses için­de kay­bol­mu­yor­du; on­dan kal­ka­rak, ona yas­la­na­rak Tür­ki­ye hak­kın­da bir şey söy­le­me­ye ça­lı­şı­yor­du. Ye­ni dö­nem­de Ba­tı­lı dü­şü­nür­le­rin özüm­sen­me­me­si söz ko­nu­su ve bu du­rum so­nu­cun­da ken­di ses­le­ri kay­bol­du. Tür­ki­ye’de dü­şün­ce­nin ge­li­şi­mi an­la­mın­da tek öl­çüt var bel­ki de: Ba­tı­lı me­tin­le­re bak­sak bi­le ken­di söy­le­ye­ce­ği­miz bir sö­zü­mü­zün ol­ma­sı ve ken­di sö­zü­mü­zün Ba­tı­lı sö­zün için­de kay­bol­ma­ma­sı. Do­la­yı­sıy­la son dö­ne­me bak­tı­ğı­mız za­man ço­ğu ko­nu­da umut­suz ol­sak da, Tür­ki­ye’de dü­şün­ce adam­la­rı­nın ken­di se­si­nin kay­bol­ma­ma­sı du­ru­mun­da, ile­ri­ye dö­nük ola­rak ümit­var ol­ma­nın şart­la­rı­nı dü­şü­ne­bi­li­riz. Ken­di se­si­nin tı­nı­sı­nın fark edil­me­si du­ru­mun­da, Tür­ki­ye’de pek çok ki­şi geç­miş dö­nem Türk Dü­şün­ce­si’nden de is­ter is­te­mez bes­len­mek du­ru­mun­da ka­la­cak gi­bi gö­rü­nü­yor. 

Türk Dü­şün­ce­si’ni be­lir­le­yen prob­lem­ler­den bir ta­ne­si, Cum­hu­ri­yet’in ilk yıl­la­rın­dan, hat­ta yüz­yı­lın ba­şın­dan iti­ba­ren, Tür­ki­ye’de kim­li­ğin na­sıl ta­nım­la­na­ca­ğı nok­ta­sın­da dü­ğüm­le­ni­yor­du. Ay­dın­la­rın bu ko­nu­ya ver­di­ği tep­ki­ler, Tür­ki­ye’de­ki en­te­lek­tü­el il­gi­le­rin şe­kil­len­me­si­ni de be­lir­le­yen bir şey­di. Bu so­run Türk en­te­lek­tü­el­le­ri­nin gün­de­min­de bu­gün na­sıl yan­kı­la­nı­yor? 

Be­nim bu so­ru­ya bü­tü­nüy­le ce­vap ver­mem zor. Ama şöy­le di­ye­bi­li­riz. Me­se­la çok kül­tür­lü­lük de­nen şe­yi es­ki dö­nem­de in­san­la­rın an­la­ma­sı da­ha ko­lay­dı. Ulus-dev­let dö­ne­min­den son­ra ise an­la­şıl­ma­sın­da bir­ta­kım so­run­lar var. Pe­ki, biz bun­la­rı na­sıl tar­tı­şı­yo­ruz? Biz bun­la­rı ken­di ta­ri­hi­mi­ze gi­de­rek tar­tış­mı­yo­ruz. So­run­lar­dan bi­ri­si bu. Bi­ri­si çok il­ginç bir şey söy­le­di. De­di ki: “Bu çok kül­tür­lü­lü­ğü bi­ze Ba­tı mı öğ­re­te­cek?” Tür­ki­ye’de in­san­lar çok kül­tür­lü­lü­ğü Ba­tı’dan öğ­re­ni­yor. Ken­di ta­ri­hin­den bu­nu çı­kar­mak müm­kün bel­ki de. Türk kim­li­ği üze­ri­ne ya­pı­lan tar­tış­ma­lar, me­se­le­yi da­ha mı de­for­me edi­yor, yok­sa bel­li bir çö­züm mü ge­ti­ri­yor? Kim­lik tar­tış­ma­la­rı Tür­ki­ye’nin ya­kın ta­ri­hi­ni de­for­me et­me­nin en gü­zel yol­la­rın­dan bi­ri ba­na gö­re. Ne­den de­for­me et­me­nin en gü­zel yol­la­rın­dan bi­ri? Şim­di iki şey iç içe ge­çi­yor. İl­kin, biz bun­la­rın ar­dı­nı ara­ma­dan for­mü­le et­me­ye ve an­la­ma­ya ça­lı­şı­yo­ruz. Pe­ki, ne­den ara­mı­yo­ruz? Son dö­nem­de bi­zim son yüz yıl­lık, hat­ta iki yüz yıl­lık ta­ri­hi­miz ka­rar­tı­lı­yor. Tür­ki­ye’de me­se­la top­lum­sal ya­pı ki­tap­la­rı yok. E. J. Zürc­her ya­zı­yor, Fe­roz Ah­med ya­zı­yor. Bi­zim­ki­ler on­lar­dan kal­ka­rak de­ğer­len­dir­me­ler ya­pı­yor. Bu­na bir iti­ra­zım yok. Fa­kat on­la­rı sor­gu­la­ma­dan de­ğer­len­di­ri­yo­ruz. Bu, ken­di se­si­nin kı­sıl­ma­ma­sıy­la bağ­lan­tı­lı bir hi­kâ­ye. Ya­ni 60’lı, 70’lı yıl­lar­da Em­re Kon­gar’ın me­tin­le­ri­ne bak­tı­ğı­mız­da bi­le ora­da ken­di se­si­ni du­yu­ru­yor. Bu kay­gı­yı biz bir bi­çim­de ek­si­le­mi­şiz. Me­se­la, Cum­hu­ri­yet Dö­ne­mi Tür­ki­ye An­sik­lo­pe­di­si’ne ba­ka­lım. Bu­nun di­ğer se­ri­si, ikin­ci­si, Tan­zi­mat’tan Cum­hu­ri­ye­te Tür­ki­ye An­sik­lo­pe­di­si. Bi­raz man­tık­lı ba­kar­sak, bu an­sik­lo­pe­di­le­rin ev­ve­la ikin­ci­si­nin, son­ra bi­rin­ci­si­nin ya­yın­lan­ma­sı la­zım. Biz ev­ve­la Cum­hu­ri­yet dö­ne­mi­ni ya­yın­lı­yo­ruz, on­dan son­ra öbü­rü­nü ya­yın­lı­yo­ruz. Za­ten Tür­ki­ye’de adı ta­rih­çi­ye, sos­yal ta­rih­çi­ye çık­mış in­san­la­rın he­men hep­si, ya­şı alt­mış ve­ya üze­rin­dey­se, ev­ve­la Cum­hu­ri­yet dö­ne­mi­ni in­ce­le­miş­ler, son­ra Os­man­lı’ya yö­nel­miş­ler. Ta­ri­hi­mi­ze şa­şı bak­ma­mı­zın en gü­zel ör­nek­le­rin­den bi­ri­si bu. Bu­nun bi­raz da­ha kro­no­lo­jik ol­ma­sı la­zım. Bir de son dö­nem­de, iki yüz yıl­lık ta­ri­hi sor­gu­la­ma ko­nu­sun­da bir so­ru işa­re­ti var. Bu ye­ni me­tin­le­ri oku­du­ğu­muz za­man, so­nun­da bi­zim ta­ri­hi­miz­den ne ka­lı­yor? Kim­lik so­ru­nu­nu vur­gu­la­yan in­san­lar açı­sın­dan bak­tı­ğı­mız­da ne gö­rü­nü­yor? Bun­la­ra gö­re, ta­ri­hi­miz­de üç olay var Tür­ki­ye’de; baş­ka bir şey yok. Bi­rin­ci­si Er­me­ni Teh­ci­ri; bir kıs­mı soy­kı­rım di­ye an­la­tı­yor 1915 olay­la­rı­nı. İkin­ci­si 1955’te­ki 6-7 Ey­lül olay­la­rı. Üçün­cü­sü de Var­lık Ver­gi­si ola­yı. Tür­ki­ye’nin ge­nel ge­çer di­na­mi­ği­ne ba­kan in­san­lar, bu üç so­run üze­rin­de du­rur. Pe­ki, bu üç so­run üze­rin­de sağ­lık­lı bir bi­çim­de mi du­ru­yo­ruz; ora­da da bir so­ru işa­re­ti var. Sağ­lık­lı­lık ko­nu­su­na 6-7 Ey­lül olay­la­rın­dan bak­tı­ğı­mız­da, in­san ora­da­ki şid­de­ti kı­na­ma­lı; o ay­rı bir hi­kâ­ye. Fa­kat bu­nun çer­çe­ve­si, bağ­la­mı ne? 6-7 Ey­lül olay­la­rı­na ba­kı­yor­sak, ola­yın Kıb­rıs bo­yu­tu­nu da gör­mek du­ru­mun­da­yız. İn­san­lar, Kıb­rıs bo­yu­tu­nu gör­me­den ba­kı­yor. Ya­ni hem ta­rih bi­raz de­for­me edi­li­yor, hem de olay­la­ra ken­di bü­tün­sel­li­ği çer­çe­ve­sin­de ba­kıl­mı­yor. Me­se­la im­pa­ra­tor­luk çö­zü­lü­yor, mil­lî dev­let­ler do­ğu­yor, olay­lar o ge­nel ek­sen için­de olu­yor. O çer­çe­ve­ye bir bi­çim­de bak­mak la­zım. Tür­ki­ye’de bu dö­nem­de, ola­ğa­nüs­tü il­ginç bir hi­kâ­ye var. Bu­nu bir­kaç nok­ta­da top­la­mak müm­kün bel­ki. Tür­ki­ye’de bu­gün, bu tarz­da et­nik so­run­lar üze­rin­de yo­ğun­la­şan in­san­lar, alt­mış ya­şın­da et­nik so­run­la­ra bak­ma­ya baş­la­dı. Bu önem­li. Bir de bu in­san­la­rın ço­ğu sol ve sos­ya­list bir geç­mi­şe sa­hip­tir. Bun­lar es­ki dö­nem­de azın­lık­la­ra na­sıl ba­kı­yor­lar­dı? Azın­lık­la­rı, Tür­ki­ye’de em­per­ya­liz­min ma­şa­sı ola­rak gö­rü­yor­lar­dı. Kom­pra­dor bur­ju­va­zi di­ye bir kav­ram var­dı. Şim­di bu olay ola­ğa­nüs­tü tu­haf bir şey. Siz es­ki dö­nem­de, bel­li ke­sim­le­re hiç­bir olum­lu ta­ra­fı yok di­ye, baş­tan aşa­ğı ka­ra di­ye ba­kı­yor­su­nuz. Ye­ni dö­nem­de ay­nı ke­sim­le­re pi­rü­pak di­ye ba­kı­yor­su­nuz. Ya­ni bu in­san­la­rın ge­nel çer­çe­ve­si de­ğiş­ti. Sü­rek­li­lik yok der­ken -ki ben Tür­ki­ye’de dü­şün­ce­de, çok da­ha es­ki­ye git­mek ge­rek­ti­ği­ni dü­şü­nü­yo­rum- alt­mış ya­şın­da­ki adam­da sü­rek­li­lik yok. Alt­mış ya­şın­da­ki ada­mın, kırk­lı yaş­lar­da yaz­dı­ğı şey em­per­ya­lizm, an­ti-em­per­ya­lizm; alt­mış­lı yaş­lar­da ise ana ek­se­ni iti­ba­riy­le bu adam mil­li­yet­çi­lik te­ori­le­ri çer­çe­ve­sin­de dü­şün­me­ye baş­lı­yor. Tür­ki­ye’de bu ko­nu­da ya­zı­lıp çi­zi­len şey­le­rin de yüz­de dok­sa­nı An­der­son, Hobs­bawm ve Gell­ner. Çer­çe­ve çok net bu­ra­da. Her ko­nu tar­tı­şı­lır; ama in­san­lar bun­la­rı sor­gu­la­mı­yor ve ol­du­ğu gi­bi alı­yor. Me­se­la, an­ti-em­per­ya­lizm bit­ti; Tür­ki­ye’de dü­şün­ce ek­se­ni de­ği­şi­yor. Tan­zi­mat bi­zim Ba­tı ile bü­tün­leş­me­miz­dir: Mu­har­rem Ka­rar­na­me­si ve Os­man­lı-İn­gi­liz Ti­ca­ret An­laş­ma­sı. Es­ki­den bun­lar bi­zim, Ba­tı’nın sö­mür­ge­si al­tı­na gir­me­miz­di. Bir dö­nem­de ya­zı­lan me­tin­ler­de bu fark­lı­laş­ma­yı çok net bir bi­çim­de gö­rü­yo­ruz. Tür­ki­ye’de in­san­la­rın, en öne çık­mış me­se­le­le­ri tar­tı­şır­ken bi­le, bı­ra­kın baş­ka dü­şün­ce odak­la­rı­nı, ken­di geç­miş yir­mi yıl­lık se­rü­ven­le­riy­le bir bağ­lan­tı­la­rı yok. Kes­kin ko­puş­lar var Tür­ki­ye’de; Ba­tı­lı me­tin­ler üze­rin­de iş­te bu ne­den­le dü­şü­nül­mü­yor. İn­san­lar çok kı­sa dö­nem­de, çok yo­ğun bir bi­çim­de dü­şün­ce de­ğiş­ti­ri­yor. Son yıl­lar­da bir kı­sım en­te­lek­tü­el­ler açı­sın­dan, so­run sı­nıf me­se­le­sin­den baş­ka me­se­le­le­re ka­yı­yor; bu da onar yıl­lık ara­lık­lar­la olu­yor. Dü­şün­ce­de ge­le­nek ol­ma­sı, bu­nun bir sü­rek­li­lik için­de tar­tı­şıl­ma­sı la­zım. İn­san, ya­ni bi­rey/en­te­lek­tü­el ola­rak bir şey söy­ler­ken, ken­di bi­rey­sel se­si­nin ol­ma­sı la­zım. 

1970’ler­den son­ra bir La­tin Ame­ri­ka ede­bi­ya­tı or­ta­ya çı­kı­yor. Bu ay­nı za­man­da Ba­tı mo­dern­li­ği­nin bi­linç içe­ri­ği­ne cid­di bir kat­kı ge­ti­ren bir ha­re­ket. Paz ve Mar­qu­ez gi­bi pek çok isim çı­kı­yor. Tür­ki­ye’de ise bu öz­gün­lü­ğü gös­te­re­bi­le­cek kay­nak­la­rın ba­şın­da ge­len şi­ir ve ede­bi­ya­tın de­ği­şik alan­la­rın­da bir yok­sul­laş­ma söz ko­nu­su. Bu­nun en açık gös­ter­ge­si de Türk ro­ma­nıy­la Türk top­lum­sal ger­çek­li­ği ara­sın­da­ki ko­pu­şun be­lir­gin­leş­me­si. Türk ede­bi­ya­tı­nın du­ru­mu­nu na­sıl an­la­ma­mız ge­re­ki­yor?

Bu­ra­da çok bü­yük bir ko­şut­luk var. Ya­ni Tür­ki­ye’de sos­yal bi­lim ne öl­çü­de ha­yat­tan ko­pu­yor­sa ede­bi­yat da ko­pu­yor. Şe­rif Mar­din 1960’lar­da Tan­zi­mat’tan Son­ra Aşı­rı Ba­tı­lı­laş­ma ma­ka­le­sin­de di­yor ki; Tür­ki­ye, ka­dı­nın ko­nu­mu iti­ba­riy­le 1900’lü yıl­la­rın ba­şı­na gö­re da­ha mu­ha­fa­za­kâr­laş­tı. Bu­nu Ya­kup Kad­ri’den, bir ede­bi­yat­çı­dan kal­ka­rak di­yor. Bir de Ya­kup Kad­ri’ye, Ke­mal Ta­hir’e, Ta­rık Buğ­ra’ya sa­de­ce dar ede­bi­yat ko­nu­la­rıy­la il­gi­le­nen in­san­lar ola­rak bak­mak ko­lay de­ğil; müm­kün de de­ğil.

 

Yah­ya Ke­mal, Ah­met Ham­di Tan­pı­nar, Ab­dül­hak Şi­na­si Hi­sar’ın İs­tan­bul ile il­gi­li yaz­dı­ğı ay­nı za­man­da Türk di­li­nin şa­hi­ka­sı eser­ler… 

Ta­bii hep­si. Ah­met Ha­şim me­se­la. Ama biz bun­la­rı geç kav­ra­dık; ça­buk kay­bet­tik. Şim­di hiç kim­se Yah­ya Ke­mal’in ta­rih hak­kın­da söy­le­dik­le­ri üze­rin­de dur­mu­yor. 1960’lar­da üç tar­tış­ma var Tür­ki­ye’de: Bi­ri­si, mil­lî ro­man olur mu? Ke­mal Ta­hir 1967’de Dev­let Ana’yı ya­zı­yor. O dö­nem­de ulu­sal ti­yat­ro, ulu­sal si­ne­ma tar­tış­ma­la­rı var. Bi­zim ya­pa­ca­ğı­mız sa­de­ce si­ne­ma de­ğil. Sa­nat, bi­çim ve içe­rik ola­rak da fark­lı ve öz­gün ola­cak; böy­le bir dert var. Ama öz­gün­lük­ten, ese­rin hiç­bir şe­ye ben­ze­me­me­si kas­te­dil­mi­yor. Eser ev­ren­sel de ola­cak ta­bii ki; öy­le bir dert­le­ri de var in­san­la­rın. O dö­ne­min çok yay­gın bir sö­zü hiç kim­se­yi ra­hat­sız et­mi­yor: “Ev­ren­sel ol­ma­nın yo­lu ulu­sal ol­mak­tan ge­çer.” Ya­ni ulu­sal­lık ev­ren­sel­li­ğe bir red­di­ye bi­çi­min­de şe­kil­len­mi­yor. Es­ki­den Ke­mal Ta­hir ve Ya­şar Ke­mal kar­şı kar­şı­ya ge­ti­ri­li­yor­du. Ya­şar Ke­mal da­ha en­ter­nas­yo­nal, ki­tap­la­rı ya­ban­cı dil­ler­de ra­hat ya­yın­la­nı­yor. Ke­mal Ta­hir de şu­nu söy­lü­yor­du: Be­nim ro­ma­nı­mın Fran­sız­ca ya­yın­lan­ma­sı­nın an­la­mı yok, ora­da bir çev­re bul­maz. Or­han Pa­muk’ta bu çok be­lir­gin bir bi­çim­de or­ta­ya çı­kı­yor ve Elif Şa­fak’ta bel­ki şa­hi­ka­sı­na ula­şı­yor. Şa­fak’ın son iki ro­ma­nı Araf ile Ba­ba ve Piç İn­gi­liz­ce ola­rak ya­zı­lı­yor. Her şey bir­bi­riy­le bağ­lan­tı­lı; sos­yal bi­lim me­tin­le­ri İn­gi­liz­ce ya­zıl­ma­ya baş­la­nı­yor, ro­man­lar İn­gi­liz­ce ya­zıl­ma­ya baş­la­nı­yor. Bu bir­bi­ri­ni bes­le­yen bir sü­reç. Ya­ni üs­lup Türk­çe bir üs­lup. Tür­ki­ye’de sos­yal bi­lim, ede­bi­yat, sa­nat, si­ne­ma her bi­çi­miy­le sü­reç­ten ko­pu­yor. Bu­nun ulus­la­ra­ra­sı bağ­lan­tı­sı var, pro­je bağ­lan­tı­sı var. Film­le­ri Eu­ro­ima­ge, Av­ru­pa Bir­li­ği fon­la­rı üze­rin­den des­tek­li­yor. Şim­di Av­ru­pa’da Hint si­ne­ma­sı, Mı­sır si­ne­ma­sı ta­nı­nı­yor; şa­kır şa­kır ya­ban­cı dil­de film çe­ki­yor­lar. Tür­ki­ye’de de böy­le bir şey ya­pı­la­bi­lir mi? Tür­ki­ye’de sa­nat­çı­nın ve­ya sos­yal bi­lim­ci­nin ulus­la­ra­ra­sı çap­ta bir ye­re gel­me­si, ne ka­dar ye­te­nek­li olur­sa ol­sun, dil prob­le­mi ne­de­niy­le Mı­sır ve Hin­dis­tan’da ol­du­ğu ka­dar ko­lay de­ğil. Ben de­ğer yar­gı­sı yük­le­ye­rek de ko­nuş­mu­yo­rumKen­di­me gö­re de­ğer yar­gım var; ama bu bir sü­reç. Tür­ki­ye’de üni­ver­si­te sis­te­mi, ya­ban­cı dil­de yaz­ma­ya teş­vik edi­yor; ono­re edi­yor, 1000 do­lar, 1500 do­lar ödül ve­ri­yor. Kö­tü ni­yet fa­lan ola­rak bak­mı­yo­rum ola­ya; ama ben ya­ban­cı dil­de ya­zar­ken Türk­çe ile yaz­dı­ğım me­tin­den bi­raz da­ha fark­lı dü­şü­nü­rüm gi­bi­me ge­li­yor. İn­san­lar bi­raz da­ha dün­ya va­tan­da­şı gi­bi ba­kı­yor ola­ya. Elif Şa­fak’ın sü­rek­li ola­rak söy­le­di­ği şey koz­mo­po­li­tizm. Ha­fı­za­sız­lı­ğı an­lat­ma­ya ça­lı­şı­yor me­tin­ler­de. Bu mem­le­ket­te da­ha ev­vel Yal­çınKü­çük de, Ce­mil Me­riç de ha­fı­za­sız­lık­tan bah­se­di­yor­du. Elif Şa­fak ha­fı­za­sız­lık­tan bah­se­der­ken Os­man­lı’yla ko­puş­tan bah­se­di­yor; ama çok da­ha net ola­rak, 1915 ha­fı­za­sız­lı­ğın­dan bah­se­di­yor. Bu, baş­ka nok­ta­la­ra da işa­ret eden bir şey; Ce­mil Me­riç’in sö­zü­nü et­ti­ği bu ha­fı­za­sız­lık de­ğil sa­de­ce. Be­nim bu­ra­da söy­le­me­ye ça­lış­tı­ğım, Ce­mil Me­riç’in söy­le­di­ği­nin çok da­ha ile­ri­sin­de bir şey. Biz on-yir­mi yıl ön­ce­si­ni ha­tır­la­mı­yo­ruz. Tür­ki­ye’de sos­yal bi­lim de, ede­bi­yat da bir baş­ka mec­ra­da ge­li­şi­yor; ken­di ta­ri­hin­den, ken­di sos­yal, kül­tü­rel or­ta­mın­dan ba­riz bir bi­çim­de ko­pu­yor. 

Es­ki­den bir de Ana­do­lu prob­le­mi söz ko­nu­suy­du Türk Ede­bi­ya­tı’nda. Bu­gün ise en­te­lek­tüe­lin “gü­ne­ye in­me­si”, bir ta­til bel­de­si­ne çe­ki­lip ora­da ida­me-i ha­yat et­tir­me­si, “ka­fa din­le­me­si” gi­bi bir du­rum var. Ana­do­lu ise bir taş­ra­lı­lık me­se­le­si ola­rak be­li­ri­yor. Türk en­te­lek­tü­eli­nin Ana­do­lu’dan kop­ma­sı, bir öl­çü­de bu koz­mo­po­lit­leş­me­yi or­ta­ya çı­ka­rı­yor ola­bi­lir mi?

 

Son yıl­lar­da bü­tün hi­kâ­ye İs­tan­bul üze­ri­ne odak­laş­ma­ya baş­la­dı. İs­tan­bul üze­ri­ne der­gi çı­kar­ma­ya, gü­zel­le­me yaz­ma­ya baş­la­dı in­san­lar. Es­ki­den İs­tan­bul Bi­zans gi­bi gö­rü­nü­yor­du; şim­di ola­ğa­nüs­tü olum­lu gö­rü­nü­yor. Ama olum­suz bir ba­kış fark­lı açı­dan be­li­ri­yor. “İs­tan­bul köy­lü­leş­ti; es­ki İs­tan­bul de­ğil. Ah es­ki İs­tan­bul ne ka­dar gü­zel­di.” di­yor­lar. Hiç kim­se­nin ak­lı­na es­ki dö­nem­de İs­tan­bul üze­ri­ne ya­zı­lan me­tin­ler gel­mi­yor. Or­han Pa­muk İs­tan­bul der­gi­sin­de, “Hu­zur’da İs­tan­bul Si­lüe­ti” gi­bi bir şey yaz­dı. Hu­zur 1949. Tan­pı­nar’da öy­le bir şey ol­ma­sa, onu bir şe­kil­de gör­me­ye­cek­ti. Yah­ya Ke­mal’in de İs­tan­bul’a ola­ğa­nüs­tü il­gi­si var. Bir İs­tan­bul fo­toğ­ra­fı var­dı; Yah­ya Ke­mal şi­ir­le­rin­de İs­tan­bul’u bir şe­kil­de gö­rür­sün. Es­ki­den İs­tan­bul’a Bi­zans di­ye ba­kan in­san­lar “ah bu İs­tan­bul ne ka­dar gü­zel” di­ye ba­kı­yor­lar. Yah­ya Ke­mal’in şi­i­ri o kül­tü­rün ru­hu­nu yan­sı­tan di­ze­ler­le do­lu; İs­tan­bul’u kül­tü­rel bo­yu­tuy­la, ca­mi­sin­den gün­de­lik ha­ya­tı­na, bay­ram na­ma­zı­na ka­dar an­la­tı­yor. Son dö­nem­de İs­tan­bul de­yin­ce in­sa­nın ak­lı­na, o dar­laş­tı­rıl­mış man­tık çer­çe­ve­sin­de et­nik çe­şit­li­lik ge­li­yor. İn­san­lar ne üze­rin­de odak­laş­mış­lar­sa, İs­tan­bul’u ay­nı çer­çe­ve­de, o dar­lık­ta gö­rü­yor­lar. Me­tin Erk­san bir İs­tan­bul fil­mi çek­miş ol­say­dı -ki 1964’te çek­me­ye ni­yet­len­miş ama ol­ma­mış- bam­baş­ka şey­ler gün­de­me ge­lir­di. Biz ola­ya ra­kam­lar­la ba­kı­yor; so­ru­nu, in­san ola­rak gör­mü­yo­ruz. Bir Tur­gut Can­se­ver’in şe­hir üze­ri­ne yaz­dı­ğı­na bak, bir de İl­han Te­ke­li’nin şe­hir üze­ri­ne yaz­dı­ğı­na. Te­ke­li’de tek şey var: Ra­kam­lar. Şeh­rin ru­hu­na nü­fuz ede­me­miş. Tür­ki­ye’nin en bü­yük kent­leş­me­ci­si, kent uz­ma­nı, ken­tin ru­hu­nu bil­mi­yor. Tur­gut Can­se­ver de ba­kı­yor; ama fark­lı ta­raf­tan, işin kül­tü­rel bo­yut­la­rı­na da ba­kı­yor. Ye­ni dö­nem eği­li­miy­le de­ğil; es­ki­den ken­din­de ka­lan­lar­la ba­kı­yor. Ora­da İs­tan­bul’u ya­şa­yan bir ger­çek­lik ola­rak gö­rü­yor­sun. Bu kül­tür bo­yu­tu­nun ek­sik­li­ği me­se­le­si he­men her alan­da or­ta­ya çı­kı­yor. İs­tan­bul’a ne ola­rak ba­kı­yo­ruz: Ya­pı mı, ra­kam mı, yok­sa bir kül­tü­rel me­kân mı? 

Son dö­nem­de pek çok ne­hir söy­le­şi ya­yın­lan­dı. Bun­lar hak­kın­da ne dü­şü­nü­yor­su­nuz? 

Ni­ye böy­le ko­nuş­ma­lar ya­pı­lı­yor in­san­lar­la? Çün­kü adam­lar ya­za­mı­yor. Tür­ki­ye’de bir yaz­ma prob­le­mi be­lir­di. O hal­de, in­san­la­rı ko­nuş­tu­ra­cak­sın. An­lat­tı­rı­lan­la­ra bak­tı­ğın za­man, bun­lar ne öl­çü­de dü­şün­sel içe­rik ta­şı­yan me­tin­ler, ne öl­çü­de yü­zey­sel me­tin­ler, onu çok da­ha net bir bi­çim­de gö­rür­sün. Yaz­ma he­ve­si, he­ye­ca­nı olan bir in­san, baş­ka­sı­na yaz­dır­maz; otu­rur, ken­di ya­zar. İl­la ol­ma­dık, san­sas­yo­nel şey­le­ri yaz­ma­sı ge­rek­mez. Ha­ya­tın­dan, ken­di sun­mak is­te­di­ği bir fo­toğ­ra­fı çe­ker. 

Te­şek­kür­ler ho­cam.

 

Konuşan: Alim ARLI

 

Prof.Dr. Kurtuluş KAYALI Kimdir:

An­ka­ra Üni­ver­si­te­si DTCF Ta­rih Bö­lü­mü Öğ­re­tim Üye­si olan Prof. Ka­ya­lı, ay­nı üni­ver­si­te­nin Siya­sal Bil­gi­ler Fa­kül­te­si’nden li­sans ve Si­ya­set Bi­li­mi Bö­lü­mü’nden de dok­to­ra de­re­ce­le­ri al­dı. OD­TÜ ve Ana­do­lu Üni­ver­si­te­si’nde ders­ler ver­di. 

Ka­ya­lı’nın Türk dü­şün­ce, si­ya­set ve si­ne­ma ta­ri­hi üze­ri­ne pek çok ça­lış­ma­sı bu­lu­nu­yor. Bun­lar ara­sın­da Or­du ve Si­ya­set: 27 Ma­yıs-12 MartTürk Dü­şün­ce Dün­ya­sın­da Yol İz­le­riTürk Düşün­ce Dün­ya­sı­nın Bu­na­lı­mı: Gö­rün­tü­de­ki Di­na­mizm-Göl­ge­de­ki Tı­ka­nık­lıkTürk Kül­tür Dünya­sın­dan Por­tre­ler;Dü­şün­ce­nin Coğ­raf­ya­sı 1: Top­lum­dan So­yut­lan­mış Dü­şün­ce ve Di­renç Po­tan­si­ye­liYö­net­men­ler Çer­çe­ve­sin­de Türk Si­ne­ma­sıKeş­ke Her­kes Pa­pa­ğan Ol­sa: Mi­zah Üze­ri­ne Ya­zı­lar 1Me­tin Erk­san Si­ne­ma­sı­nı Oku­ma­yı De­ne­mek bu­lu­nu­yor. 

Türk sos­yo­lo­ji ta­ri­hi, Türk mi­zah ta­ri­hi ve Türk si­ne­ma­sı üze­ri­ne li­sans, yük­sek li­sans ve dok­to­ra ders­le­ri ve­ren Ka­ya­lı, pek çok der­gi­nin edi­tör­le­ri ara­sın­da bu­lun­mak­ta ve bir­çok ulu­sal der­gi­de ya­zı­lar yaz­ma­ya de­vam et­mek­te­dir.

 

Anlayış, 

http://www.anlayis.net/makaleGoster.aspx?makaleid=4965

 

 

Yazar
Kurtuluş KAYALI

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen