Farabi Felsefesinde Bilim ve İktidar İlişkisi

Farabi Felsefesinde Bilim ve İktidar İlişkisi[i]

Uğur DAŞTAN[ii]

Özet

Hakikate ulaşma adına sistemli faaliyetlerin bütünü olarak tanımlayabileceğimiz bilimin iktidar ile olan ilişkileri son dönem postmodern düşüncenin en önemli tartışma konularından birisini oluşturmaktadır. Söz konusu bu tartışmanın teorik ve pratik olmak üzere iki ana ekseni bulunmaktadır. Teorik düzlemde konu hakikate ulaşma adına yapılan çalışmalarda akla ve dolayısıyla özneye dayalı yöntemsel bir bakış açısı ile ilgili eleştirileri içerirken, pratik düzlemde bilimsel olarak yapılan faaliyetlerin söz konusu dönemin siyasi ve popüler unsurlarından ne kadar arınık olduğu ve bilimin siyasi gücü elinde bulunduranların faydasına ortaya koyduğu ürünlerle ilgilidir. Genel olarak Batı’da konunun geçmişe dönük örneklendirmelerinde Aydınlanma düşüncesinin kilit bir öneme sahip olduğu düşünüldüğünde, önceki dönemlerde ortaya konulan siyasi ve bilimsel olgulara ait tespitlerin sonraki dönemlere oranla yetersiz kaldığını söyleyebiliriz. Oysa bilim ve iktidar olgusuna ilişkin İslam coğrafyasının aydınlanmasını ifade eden şahsiyetlerin de görüşlerinin bulunduğu muhakkaktır. Bu sebeple çalışmamızda İslam coğrafyasındaki düşünsel ve bilimsel zenginliği gösterme adına hem bilim hem de siyaset alanındaki derin çalışmalarına atfen Farabi’nin konuya ilişkin görüşleri aktarılmaya çalışılacaktır. Düşünürümüzün düşünce mirasının, mevcut güncel tartışmalarla benzeşen veya ayrışan noktaları belirlenecek, ideal devlet düzeni içerisinde bilime teorik ve pratik anlamda nasıl bir misyon yüklemiş olduğu sorusuna cevap aranacaktır.

Anahtar Kelimeler: Farabi, Postmodernizm, Bilim, İktidar, İdeal Devlet Düzeni

Giriş

Bilim ve iktidar ilişkileri geçtiğimiz yüzyılın ortalarından günümüze kadar yoğun bir biçimde tartışılan en önemli felsefi problemlerin başında gelmektedir. Problemin bir tarafını modern bilim geleneği oluştururken, diğer tarafını esasen konunun popüler olmasını da sağlayan postmodern düşünürlerin oluşturduğunu söylebiliriz. Temel olarak bilim ve iktidar arası ilişkilerin ne olduğunu, nasıl olması gerektiğini ve söz konusu bu iki olgunun etkileşime girerken kendi mahiyetlerini ne denli değiştirip değiştirmediklerinin ele alındığı problemin; içeriği gereği din, toplum, kültür, bilimsel yöntem, bilim adamının ya da bilim camiasının özellikleri v.b birçok diğer hususla da ilgili olduğunu görürüz. Öyle ki bu hususlar dolaylı veya doğrudan hem bilim hem de iktidar kavramı ile bir şekilde etkileşime girerek, problemin kapsamının farklılaşmasına ve genişlemesine yol açmaktadır. Bu sebeple, konunun tam olarak anlaşılması için öncelikli olarak taraflara ve konuya ilişkin ne dediklerine bakmamız faydalı olacaktır.

Bu taraflardan ilki pozitivizm ve mantıkçı pozitivizmin akımına mensup düşünürlerin oluşturduğu modern bilim geleneğidir. Özellikle bu düşünürlerin Descartes’le başlayan Kartezyen felsefe, Aydınlanma anlayışı ve oradan da A. Comte’a uzanan geniş bir düşünsel mirasın üzerine, söz konusu anlayışlarını inşa ettikleri görülür (Best- Kellner 1991: 17). Bu anlayışına göre; doğa bilimleri hem barındırdığı yöntemi hem de ürün olarak pratik hayatta işimizi kolaylaştıran teknoloji boyutuyla mutlak hakikatleri elde etmemizde ayrıcalıklı bir konuma sahip olan yegâne alandır. Bu açıdan bakıldığında konu alanı ne olursa olsun sadece somut olgular eksenine indirgenen bir gerçeklik alanında, deney ve gözlem yöntemini kullanmayı benimseyen modern bilim anlayışı, aynı zamanda elde ettiğimiz bu verileri mantık aracılığıyla rasyonel açıdan temellendirmeyi de gerekli görmektedir. Böyle bir temellendirme bilginin objektif olması demektir ki objektiflik; bilginin kişiler arası kabul edilebilirliğini yani evrensel olmasını, her türlü ön yargıdan uzak bir biçimde tarafsızlığını ve son olarak da görelilik ve tartışmaya açık olmaktan uzak objeye uygunluğunu barındıran bilim için olmazsa olmaz özellikleri barındırmaktadır (Ertürk 2004: 70).

Pozitivist geleneğin modern bilim algısında gelinen son noktayı ifade eden bu temel varsayımlar açısından, bilim ve iktidar arasında, en azından postmodernlerin iddia ettiği türden bir ilişkinin kurulması mümkün görünmemektedir. Hatta daha da ileriye giderek, rasyonalizm ve empirizm açısından da benzer bir ilişkinin kabul edilmesi zordur. Çünkü bu türden bir ilişkinin varlığı rasyonaliteden ve objektiflikten uzak irrasyonel bir tutuma karşılık geldiği açıktır. Zira her iki kavramı ele aldığımızda, bilim ölçülebilir bir alanla ilgili iken iktidar için böyle bir ölçülebilirlikten söz etmemiz mümkün değildir. Eğer bilim ve iktidar ilişkisinden illa söz edilecekse, bu bilimin kendi iç dinamikleri ile ilgili değil; bilim dışı faktörlere dayalı olarak gerçekleşen bir durumdur ve bilimin kendi münhasır yapısını ve kesin bilgiye giden yöntemini ilgilendirmemektedir (H. Arslan 1999: 66-67). Dolayısıyla modernite açısından baktığımızda, bilimin iktidar ile olan ilişkileri daha çok iktidar aleyhine ya da diğer bir deyişle; bilimin lehine ancak şu şekillerde izah edilebilir:

  • Bilimin iktidar elde etmek için bir vasıta olarak kullanıldığında ortaya çıkan ilişki. Bu ilişki, bilimin ortaya koyduğu bilgiler vasıtasıyla doğaya egemen olma istencinin doğurduğu zorunlu bir ilişkidir ve bilimin özerk yapısını bağlayıcı değildir.
  • İktidar, bilimin bilgi üretimini engellediği veya çarpıttığı zaman ortaya çıkan ilişki ki bu şekilde iktidar eliyle yanlış veya bilinmesi istenen bilgiler topluma empoze edilir ki modern bilimin benimsediği bilim tanımlamasına zaten aykırıdır.
  • Bilimin ürettiği bilgiler ile bizi iktidarın etkilerinden kurtarması ve özgürleştirmesi biçiminde gerçekleşen ilişki. Bu ilişki ise rasyonel ve bilimsel olan bilginin bizi dini dogmalar ve yanlış ideolojilerin etkisinden kurtaracak olması hasebiyle zaten bilimi önceleyen ve önemsenen bir durumdur (H. Arslan 1999: 69).

Tüm bu görüşlerin aksine postmodern düşüncede ise tam tersine teorik düzlemde tek düze bir anlayışın yerine çoğulcu bir yöntemsel anlayışın benimsendiğini görmekteyiz. (Ertürk 2004: 76) Modern bilim anlayışının sarsılmaz temel arayışından, evrensel ve genele hitap eden iddialarından ve buna bağlı olarak rasyonel tutumundan rahatsız olan postmodern düşünürler, daha çok parçalanmış bir özne ve irrasyonel bir tutum ile her türden faktörün çoğulcu bir biçimde varlığını devam ettirebileceği düşünsel bir yapı kurgulamayı hedeflerler (Best-Kellner 1991: 17). Postmodernler açısından çoğulcu bir bilimsel yöntemin arzu edilmesinin temelinde yatan ilk neden; biraz da bilimin pratik hayata ilişkin olarak, teknolojik gelişmeler vasıtasıyla toplumlarda meydana getirdiği olumsuz etkilerle ilgilidir. Nitekim aynı yüzyılın ilk yarısında iki dünya savaşına sahne olan dünyada o çok sevilen ve benimsenen bilim algısının ortaya koyduğu yıkımlar, bilime karşı takınılan bu yüceltmenin yeniden sorgulanmasını gerekli kılmıştır (Demir 2014: 150-151). Diğer bir neden ise sosyal bilimler alanında yaşanan gelişmelerle ilgilidir. Sürekli olarak doğa bilimlerinin yöntemine uygun olarak kurgulanmaya çalışılan sosyal bilimlerin, araştırdığı konu evreni nedeniyle yaşadığı sıkıntılar, bir süre sonra modern bilim eleştirisine dönüşmeye başlamıştır. “İnsan” ve insani ilgilendiren diğer tüm öğelerin zamana ve kültürlere bağlı olarak incelenmek istendiği sosyal bilimlerin, metodolojik olarak insanı ele alırken “açıklama” ilkesi yerine “anlama” ilkesini kullanmak istemesi bir süre sonra modernite ile çatışmayı kaçınılmaz kılmıştır (Özlem 1998: 162). Tüm bunlara ek olarak, Aydınlanma sonrası aklın önemsenmesine bağlı bir biçimde ortaya konulmak istenen kalkınma, ilerleme, demokrasi ve insan hakları gibi tüm insanları kucaklaması beklenen projelerin gerçekleştirilememesi, postmodern düşüncenin ortaya çıkışını belirleyen son neden olarak karşımıza çıkmaktadır (Demir 2014: 169).

Bu nedenlere genel olarak bakıldığında, dikkate değer en önemli hususun “insan” faktörü olduğu görülür. İnsan ile ilgili tespitler, bilimin iktidar ile ilişkilerinin neden bu dönemde ortaya çıktığını göstermesi bakımından da oldukça önemlidir. Bu açıdan, bilimin teorik doğrulamasında yeni bir anlayış geliştirmek isteyen postmodern düşünürlerin; insani eylem, bilgi ve düzen arasında açık bir ayrım yapmadan, bu temel faktörleri bir arada iç içe belirleme gibi bir felsefi eğilimleri vardır (Murphy 2000: 51). İnsanın ele alınış biçimi değişmiştir ve doğal olarak insanın konu olduğu veya üzerinde yorum yapabildiği her türden bilginin, modern bilim anlayışının katı, doğa bilimsel ve somut algılamasındaki ısrarına rağmen, yeniden varlığını kabul etmemiz gerekmektedir (Demir 2014: 179-180). “İnsan” olgusuna postmodernler tarafından yapılan bu güçlü vurgu; modern bilimin başarılarının altında yatan nedenlerin aslında sanıldığı gibi tek düze olmadığını, farklı dönemlerde değişen şartlara göre çok değişken ve çoğunlukla birbirinin yerine geçen bilim dışı etkenlere bağlı olarak şekillendiğini göstermektedir. Dolayısıyla hem yöntemi hem de pratik hayata ilişkin olarak ortaya koyduğu ürünlerle bilimin psikolojik, toplumsal, tarihsel ve ahlaki değerlerle doğrudan ilişki içerisinde olduğunu görmemiz ve buna göre yeni tanımlamalar getirmemiz gerekmektedir.

İşte tam bu noktada bilimin anlaşılması ve icra edilmesinde, bilim dışı etkenlere merkezi bir değer veren postmodern tanımlama, aynı zamanda bilimin tarihsel süreç içerisinde iktidar ile olan ilişkilerini tam olarak kavrayabilmemize ve açıklamamıza yardımcı olur. Bu açıdan bakıldığında, bilimin iktidar ile tarihsel olarak modernitenin algılayışının ötesinde, sürekli, karmaşık ve doğrudan bir ilişkisi olduğu açıktır. Bu bağlamda, postmodern düşünürler tarafından bilim ile iktidar arasındaki ilişkileri şu şekilde sıralamamız mümkündür:

  • Bilim sanılanın aksine objektif olarak hakikati arama çabası değildir. Özellikle son dönem yaşanan teknolojik gelişmeler düşünüldüğünde, bilimsel faaliyetlerin temelinde siyasi amaçların sürekli başat bir rolü olmuştur. Böylelikle daha güçlü iktidarlar için bilim bir araç olarak kullanılmaktadır (Demir 2014: 136-137).
  • Bilim camiası sürekli siyasal kurumlarca desteklendiğinden, toplumsal yapılarda belli ideolojik odakların merkezi gibi davranmaya başlamışlardır. Bu şekilde, siyasetçilerle iş birliği yapan bilim çevreleri, toplum üzerinde hegemonya kuran bir baskı grubu haline dönüşmüşlerdir (Demir 2014: 161).
  • Bilimin kaydettiği ilerlemelere bağlı olarak iktidarın işleyişi de sürekli değişmekte ve kendini yenilemektedir. Böylelikle bilim iktidarın temel dinamiği haline gelmiştir (Prigogine 1997: IV) .
  • Bilim her dönem yöntemi ve içeriği değişen, mevcut siyasal yapının veya toplumsal baskı unsurlarının etkilerine göre pozisyonunu yeniden belirlemek durumunda olan bir alan olduğu kadar bu yapıları ve toplumu da doğrudan etkileyen bir yapıya sahiptir. Bu sebepten dolayı bilimin toplumsal rolü gereği, iktidar biçimlerinden bağımsız olması asla söz konusu değildir (Ferrarotti 1997: 52-54; Bernal 2011: 21-28).
  • Özellikle, Endüstri Devrimi sonrası sürekli tüketim esasına dayanan bir toplum modeli arzulayan kapitalist ekonomik sistem içerisinde, bilim ve iktidar karşılıklı olarak birbirlerine muhtaç hale gelmiş yapılar olarak anılmaktadır (Karakaş 2002: 160) .

Postmodern çizgide belirlenen bu kriterler, bilim ve iktidar ilişkilerinin bugünkü genel çerçevesini oluşturmakta ve geçmişe dayalı açıklamalarda, modernitenin mimarı olarak sadece Batı Dünyası görüldüğünden, hep Batı’daki uygulamalardan veya düşünce adamlarından örnekler verilmektedir. Oysa bilim ve iktidar ilişkilerinin bizim geçmiş düşünsel tarihimizde de en azından bugünkü tartışma konularını içeren bir biçimde ele alındığı muhakkaktır. Hatta daha da iddialı bir biçimde ifade edecek olursak, meselenin belli konular ekseninde düşünürlerimizce doğrudan işlendiğine dahi şahit olmamız mümkündür. Bu nedenle, kendi düşünsel tarihimizden seçip burada konuya ilişkin görüşlerini aktarmaya çalışacağımız Ebu Nasr El-Farabi’nin bilim tasarımı, iktidar ile arasındaki ilişkileri doğrudan gözlenebilir bir nitelik arz etmektedir. Nitekim bu ilişkiler iki alanın ve onları dolaylı etkileyen hususların bir arada bütünsel bir şekilde işlenmesi ile konuya kaynaklık edebilecek nitelikte olup, problemin ana hususlarına dair açıklamaları içermektedir.

 

1. Farabi’nin Bilim Anlayışına Genel Bir Bakış

Farabi felsefesine genel olarak bakıldığında, sadece bilim ve iktidar ilişkilerinin değil; daha birçok hususun bir arada sistemli bir şekilde ele alındığı görülür. Bunun en önemli nedeni; Farabi’nin bilim tasarımında gizlidir. Nitekim düşünürümüzde çağının yaygın anlayışına uygun olarak bilim; hikmet ve felsefe ile eş değerde kabul edilmiştir (Küyel 2005: 11). Üstelik bilime karşı takınılan bu bütünsel tutum; tarihsel olarak ilk defa Farabi’de ortaya çıkan bir durum da değildir. Nitekim en yüksek ve hakiki hikmet olarak nitelendirdiği bilimin izlerini sürdüğü “Tahsilu’s Sa’ada (Mutluluğun Kazanılması) adlı eserinde Farabi, mevzu bahis ilmin; sırasıyla, Irak halkı olan Kaideliler, Mısır, Yunanlılar ve son olarak da Süryaniler aracılığıyla Araplara geçtiğini ifade etmiştir (Farabi 2013b: 91). Bu açıdan bakıldığında, Farabi’de bilim denildiğinde; günümüzde yaygın olarak kabul edilen ve diğer alanlara göre öncelik tanınan olgusal bir faaliyet alanı anlaşılamaz. Bilim; felsefe ile eş değerde ve henüz sınırları itibariyle birbirinden ayrılmamış; metafiziksel ya da fiziksel olsun tüm gerçekliğin bir arada kurgulandığı ve çok çeşitli yöntemlerin birlikte kullanılabileceği bütünsel bir faaliyet alanını ifade eder. Örneğin; bugün modern bilimin temsilcisi olarak kabul edebileceğimiz mantıkçı pozitivistlerin hakikat bağlamında dışladıkları felsefeye bakış açıları ile Farabi’nin bakış açısı aynı değildir (Küyel 2003: 17). Yine, Farabi felsefesi söz konusu olduğunda onun pozitif bir toplumbilimci olduğunu söylememiz de yanlış olacaktır (Çilingir 2009: 34). Tüm bu alanlar tek ve mutlak olan hakikatleri bulmamız için birbirini gerektiren yapılardır ve birbirlerini tamamlayıcı şekilde ele alınmak zorundadır.

Farabi’nin bilim anlayışındaki bu bütünsellik, beraberinde bilgi anlayışının ontolojik bir nitelik taşıması anlamına gelir. Ona göre asıl ve mutlak olan varlık; ilk var olandır ve o her türlü eksikliklerden noksandır. Bu ilk varlık, kendisini bilmesi bakımından her hangi bir sorun yaşamaz. O, aynı zamanda maddi bir yönü olmadığından tözü bakımından da saf akıldır (Farabi 2013a: 33- 38). Bizim mutlak hakikat olan bu varlığı, tam olarak kavrayamayışımızın altında yatan neden; hem maddi bir yanımızın bulunması hem de kavrayış kuvvetimizin o ilk varlığı tasavvur etmesindeki zayıflığıdır (Farabi 2013a: 42). Farabi’den sonra gelen birçok düşünür, bu ilk var olanın, İslam anlayışına paralel bir biçimde, Tanrı olduğu noktasında birleşmişlerdir (Filiz 2005: 18­19; Küyel 1990: 225). Dolayısıyla, Farabi’nin bilme ediminde ontolojik açıdan belli bir hiyerarşinin bulunduğunu ve insanın bu hiyerarşi içerisinde ilk var olandan pay aldığı müddetçe hakikate daha çok yaklaşacağını söyleyebiliriz (Aydın 2003: 170). Bu hiyerarşiye bağlı kalındığında, düşünürümüz açısından bilme ediminde insanı ilgilendiren bir kaç nokta ön plana çıkmaktadır. Bunlardan ilki; insan için bilginin elde edilmesinde duyusal, deneysel, rasyonel ve nihayet mistik anlamda farklı aşamaların bulunduğu gerçeğidir (Filiz 2005: 15). İkincisi; mutlak varlık olan ilk varlık söz konusu olduğunda, inanç ve bilginin bizim açımızdan eş değerde olduğudur (Filiz 2005: 19). Son olarak da insan has özelliklerin diğer var olan şeylerden farklı olması hasebiyle, ilimlerin niteliklerine göre sınıflandırılması gerektiğidir.

İlimler sınıflandırmasında Farabi’nin nazari ve pratik olmak üzere temelde iki türlü bir ayrıma gittiğini görmekteyiz. Bu iki bilimle uğraşmak için mantık ise bir giriş mahiyetinde araçsal bir işlev görür. Nazari ilimler; hem varlığı hem de varlığın nedenlerini ele alıp incelediğimiz ilimlerdir ve tüm bilgilerimizin ilk hareket noktasını oluşturur (Farabi 2013b: 60-61). İnsana bu dünyada ve öteki dünyada arzuladığı mutluluğu verecek olan bu ilimlerden farklı anlamlar çıkarmamızın ve başka hakikatler elde etmemizin nedeni; hep aynı yöntemi kullanıyor olmamızdır. Oysa, bu tarz düşünme gerektiren ilimler ayrı uzmanlık alanı gerektirir ki, burada diğer ilim türleri olan ameli (pratik) ilimler devreye girer (Farabi 2013b: 54). Bu anlamda, pratik ilimler zaman bakımından daha önce olmasına rağmen bu ilimlerle uğraşanların kendini seçkin ya da filozof olarak adlandırması hiçbir suretle kabul edilemez (Farabi 2008: 72). Asıl gerçekliği açıklayan ve belli hakikatleri barındıran bilimler daima nazari bilimler olmalıdır.

Konumuzla ilgili olarak bilimler sınıflamasında dikkat edilmesi gereken nokta; siyasetin bir bilim olarak nazari ilimleri içerisinde zikredilmesidir (A. Arslan 2013; 35). Bu, siyaset yapmamızı gerektiren bilginin daha üst düzey ve doğrudan mutluluğumuza yön veren bir niteliği olduğu anlamına gelir. Bu açıdan siyasetin tepe noktasında bulunan ve iktidarı koşulsuz tek başına elinde bulunduran yönetici, Farabi’ye göre bilimin veya felsefenin içeriğine de tek başına sahip olan gücü temsil etmektedir. Yönetici kavramı zamansal olarak ilk yönetici ve sonraki yöneticiler olmak üzere ikiye ayrılır. Mutlak anlamda ilk yönetici; başka bir kimsenin kendisini yönetmesine ihtiyaç duymayan kişidir. O bilim ve marifeti elde etmenin yanı sıra hakikate giden yolda başka hiçbir kimseye ihtiyacı olmayandır. Tanımlaması yapılan bu ilk yöneticinin ardından, bu yöneticinin kimi özelliklerini kendilerinde toplayan sonraki yöneticiler gelir (Farabi 2012: 85-87). Yöneticilerin farklı dönemlerde gelmesi ya da aynı dönemde farklı toplumlarda, farklı birçok yöneticinin bulunması her hangi bir sorun oluşturmaz. Zira Farabi’ye göre farklı zamanlarda birbirini takip ederek erdemli şehirlere yöneticilik yapan kişiler sanki tek bir ruh gibi her zaman aynı kalan tek bir hükümdar gibidirler. Aynı şey; aynı zamanda farklı toplumda bulunan yöneticiler için de geçerlidir (Farabi 2013a: 109). Bu açıdan erdemli hükümdarlık, bir bilgelik olarak devamlılık gerektirir (Farabi 2014a: 105). Burada önemli olan şey; yöneticinin bilme edimindeki rolünün farkında olması ve idaresi altında bulunan yönetilen sınıfının mutluluğunu kazanmasına yardımcı olmasıdır. Bu mutluluğun yolunun da bilmeden geçmesi, eğitim ve öğretim faaliyetlerinin de bilme sürecine dâhil edilmesi demektir.

Mutluluğu arayan erdemli bir toplumda yönetici; ilk varlık ile doğrudan münasebet kurabilen tek unsurdur (Farabi 2013a: 102-104). İnsanlığın en üst mertebesinde ve mutluluğun en üst derecesinde olan bu kişi, elinden geldikçe şehrin bütün bölümlerini birbiriyle bağlamalı, uyum içinde çalışmalarını sağlamalı ve iyiliği ortaya çıkarmalı ya da kötülükleri bertaraf etmelidir (Farabi 2012: 90-91). Yönetici aynı zamanda şehirlerin halklarına iyi fiil yapmayı alışkanlık haline getirmeyi aşılamalı ve onların iyi insan olmalarını sağlamak zorundadır (Farabi 2014b: 151). Yöneltilenlere bakıldığında ise durum daha çok kendilerine vaaz edilenleri yerine getirmek suretiyle toplumsal bütünlüğü bozmamaya yönelik eylemleri yapmakla sınırlandırılmıştır. Bu bağlamda, bilgeliğe dayalı erdemin toplumun tüm tabakalarına yayılmasında eğitim ve öğretim faaliyetleri önemli bir yer teşkil eder. Burada öğretim daha çok nazari bilimlerin belli kişilere yani seçkinlere (yönetenlere) aktarımını ifade ederken, eğitim daha çok pratik bilimleri içeren bilgilerin toplumda zuhur etmesine dayanan bir süreç olarak tanımlanabilir. Ameli bilimlerin tatbiki sırasında iktidar sahibi olan gücünü kullanmaktan çekinmez ve gerekirse bu ilimleri aktarırken savaş sanatını dahi kullanabilir. Benzer bir biçimde gönüllü eğitim almak isteyenler arasında yine belli bir sınıflandırma yetkisine sahip olan yönetici, böylelikle avam yani yönetilenler ile seçkin olan yöneticiler arasındaki bilgisel ilişkileri de düzenler ( Farabi 2013b: 80-89).

 

2. Farabi Felsefesinde Bilim ve İktidar ilişkilerinin Değerlendirilmesi

Genel hatlarıyla bakıldığında, Farabi’nin bilim algısı içerisinde postmodern bir sorun olan bilim ve iktidar ilişkilerin peşinen kabul edildiğini ve sistematik bir biçimde işlendiğini söylememiz mümkündür. Öyle ki, bilime mutlak hakikatleri ortaya çıkarma anlamında yüklenen misyon gerçekliğin her biçimini kucaklamakta ve her türden toplumsal olguyu bilgi edinim sürecine dahil etmektedir. İktidar ekseninde icra edilen bir faaliyet alanı olarak bilim; iktidarın doğrudan sahip olması gereken niteliklere bağlanarak, toplumun huzura ve mutluluğa ermesinde de öncelikli bir faaliyet alanı olarak belirlenmiştir. Bu açıdan bakıldığında, postmodern düşünürlerce bilimsel faaliyetlerin iktidar biçimlerinden bağımsız olamayacağı tezi Farabi felsefesi için de söylenebilir. Ancak burada bir ayrımın özellikle dile getirilmesi gerekir ki, o da Farabi’nin kabul ettiği biçimde iktidarın bilge veya filozof olan bir kişiye ait olması zorunluluğudur. Nitekim mutlak varlık ile toplum arasında köprü oluşturan bilge yöneticinin toplumu kötü veya yanlış bir bilgi edinim faaliyetine yöneltmesi mümkün değildir. Toplum gerçekliğe ait bilgiye ancak yöneticinin rehberliğinde ulaşabilir ve bu şekilde her bir birey kendi toplumsal konumuna göre üzerine düşenleri yaparak, asıl gaye olan mutluluğu yakalayabilir.

Farabi’de iktidara dayalı olarak kurgulanan bilim modelinin ontoloji ile sıkı bir biçimde ilişkili olması, bilimin farklı dönemlerde değişen şartlara göre iktidar biçimlerini de değiştirebileceği görüşünü reddeder. Çünkü böyle bir durumda, bilimin mutlak olan gerçeklikten bahsedebilmesi pek olası değildir. Farabi açısından bilimin yöntemi ve konusu olan gerçeklik âlemi mutlaktır ve pratikte uygulamalar değişse bile asıl bilim olan nazari bilimlerin ve bu bilimlere vakıf olması beklenen yöneticinin pozisyonunda herhangi bir değişikliğin gündeme getirilmesi söz konusu değildir. Buna en iyi örneği; bilimler sınıflamasında fıkıh ve kelamı pratik bir bilim olarak nitelendirmesi oluşturur. Zira fıkıh ve kelam bilimleri konuları ve amaçları itibariyle nazari ilimlere benzese de esasında retorik ve şiirsel yönleri ağırlıkta olan bilimlerdir ve bu anlamda mutlak gerçekliği tek başlarına vermekten yoksundurlar (A.Arslan 2014: 19-20). İnançlarla ve fiillerle ilgili bölümler olmak üzere kendi içerisinde çeşitlenen fıkıh ve kelamın, dini bilgileri diğer bilgi türlerinin önüne geçirme gayreti de ayrıca Farabi tarafından eleştirilir (Farabi 2014a: 106-108). Dolayısıyla denilebilir ki, felsefeyi mutlak bilgiler vermesi bakımından dine dahi yeğleyen Farabi’nin gözünde bilim; belli kalıplar eksenine tek düze yönteme tabii ve belli bir süre aynı yöntemi kullanan ve belirli dönemlerle sınırlandırılmış bir alan olarak tanımlanamaz. Bilim mevcut yapısıyla süreklidir ve bu nedenden dolayı iktidar ile tarihsel açıdan birbirlerini değiştirmeleri pek mümkün görünmemektedir.

Günümüzde bilimin teknolojik kazanımlarından hareketle iktidarla karşılıklı olarak birbirlerine muhtaç oldukları şeklindeki postmodern algının, Farabi felsefesindeki izlerini sürdüğümüzde ise karşımıza bilimin pratik yönüne kıyasla nazari yönünü önceleyen klasik tavrının bir kez daha çıktığınız görürüz. Bu açıdan Farabi’nin teknolojik bağlamda bilimin üretmiş olduğu ürünlere dayalı bir dünyevi mutluluk ve refah yerine; daha evrensel ve maddi boyutun ötesinde bir mutluluk ve refah tanımlaması yaptığı aşikârdır (Hammond 2001: 79). Bu mutluluğun gerçekleştirilebilmesi için bilimi maddi öğelere dayalı bir etkinlik olarak anlamayı ve değerlendirmeyi sakıncalı gören filozofun, pratik alana ilişkin her türden bilgiyi nazari ilimlerin bir gerekliliği olarak ikinci plana itmesi, ontolojik varsayımlarım tamamlayıcı nitelikte olan sistemli düşüncelerinin bir parçasıdır. Bu sistemli düşünceye bağlı kalarak, bilim ve iktidarın pratik bilimler bağlamında birbirlerine muhtaç olduğu şeklindeki postmodern düşüncenin yerine; Farabi’deki ontolojik kurgu gereği, ancak nazari ilimlerin konusunu oluşturan öğeden yani ilk var olandan maddi öğelere doğru sırlanan bir hiyerarşide daha çok metafiziksel unsurların da sürece dâhil edildiği bir bilim ve iktidar ilişkisi kurguladığını söylememiz gerekir.

Ontolojik temellerle doğru orantılı bir biçimde, burada bağlayıcı olan bir diğer husus; aslında düşünürümüzün bilime olan bakış açısıyla yakından ilgilidir. Şöyle ki, postmodern düşünürleri teknolojik gelişmeler ekseninde, bilim ve iktidarın birbirlerine muhtaç olduğu tezine götüren şey; doğrudan Batı toplumlarında gözlemledikleri olağanüstü değişimlerdir. Endüstri Devrimi sonrasında daha da belirgin hale gelen bu değişimler, bilimin belirleyicisi konumuna çoğunlukla teknolojik yenilikleri ve ürünleri yerleştirmektedirler. Bu zaviyeden bakıldığında, bilim ve iktidar ilişkisinin karşılıklı ve çıkara dayalı olması son derece doğaldır. Farabi döneminde de hem bu dünya hem de öteki dünya mutluluğunu yakalamamızı sağlayan bütünsel bilim algısının, yine benzer bir toplumsal gözlemin yansıması olduğu görülür. Ancak burada toplumların içerisinde bulundukları durumların ve önemsenmesi gereken önceliklerin farklı olduğunu da kabul etmemiz gerekir. Nitekim, Farabi’nin yaşadığı dönemde, İslam coğrafyasında Abbasi halifesi gücünü yitirmiş ve Endülüs’de birçok kişi halife unvanını almıştır. Hal böyle olunca, siyasi çalkantıların artmasına binaen, İslam Coğrafyası için birliktelik bir zaruriyet haline gelmiştir (Çilingir 2009: 19). Farabi, bu siyasi kargaşadan çıkmanın yolunu iktidarı tek başına elinde bulunduran, bilge bir hükümdarda bulmuş ve bilime şartların gereği daha geniş ve yüksek hakikatleri kavrayabileceğimiz bir alan nazarıyla bakmıştır. Sonuçta hem Farabi’nin hem de postmodern anlayışın, bilim ve iktidarın birbirlerini gerektirmeleri açısından genel kabulleri benzeşiyor gibi görünse de bu düşünceye sevk eden nedenler ile bu nedenlerin çözümü bağlamından ortaya atılan açıklamaların pek bağdaşık olmadığı görülmektedir.

Son dönem bilim ve iktidar ilişkilerinde bilim camiasının sürekli siyasal kurumlarca desteklenmesi ve belli ideolojik kalıpların etkisinden kurtulamaması hususunda ise Farabi’nin konuya yaklaşımı daha çok evrensel değerlerin bilime hâkim olması ile ilgilidir. Mutlak anlamda herkes için geçerli bir bilginin varlığına olan inancından hareketle, düşünürün, bilimin insanlara yol göstermesi açısından ideolojik bir aygıt olmasına itirazı olmadığını söyleyebiliriz. Tabi bu ideoloji; kendi kurguladığı ve bilim ile iktidarın tek bir yöneticinin kontrolünde zuhur bulduğu “İdeal Devlet” modeli için geçerlidir. “İdeal devlet”te bilimsel argümanlar aynı zamanda insani özelliklerin bir arada olmasından kaynaklanan birçok değer yargısıyla zaten yoğrulmuş bir durumdadır ve en iyi şekilde bu argümanlara topyekûn sahip olan tek unsur bilge yöneticidir. Halk yani avam istese de bu hakikatlerin tamamına yöneticisi olmadan hiçbir suretle erişemez. Çünkü halkın bunu yönetici olmadan anlayacak istidadı yoktur (Farabi 2013b: 82-83). Bu nedenle, bilimin ideolojiye dönüşmesi ve beraberinde bilim adamlarının hakikatlerden uzaklaşmaları biçimindeki modernite eleştirisi Farabi’nin değer yargılarını da kapsayan bütünsel bilim algılamasında korkulacak ve bizi hakikatlerden uzaklaştırılacak bir mevzu olarak görülmemektedir. Aksine ideal düzen içerisinde yönetici filozofun sahip olduğu bilgiler ve bunları toplumdaki bireylere belli şekillerde empoze etmesi, genelin mutluluğu için arzu edilen doğal bir durumdur.

Sonuç

Farabi açısından bilim ve iktidar arasında doğrudan bir ilişki kurmak mümkündür. Bilim; içerisinde ahlaksal, dinsel, sanatsal vb. birçok özelliği barındıran bir faaliyettir ve bu özellikleri ile asıl var olan gerçekliğin anlaşılmasında kullanılabilecek yegâne yoldur. Bu açıdan postmodern bir anlayışla, bilimin iktidar ile ilişkilendirilmesinin, bilimin varlığı için bir tehdit olarak görülmediği Farabi felsefesinde, esasında bilimin iktidar dışında daha birçok hususla bir arada ele alınması, kendi içeriğinin zorunlu bir nedeni olarak değerlendirilebilir. Bilimin mutlak varlıkları araştıran bir faaliyet olarak değişmeyen ve sürekli olan yöntemi yine bilimin aynı özelliklere haiz bir iktidar eli ile temin edilmesini gerektirir. Üstelik söz konusu iktidarı değerli ve diğer toplum üyelerine göre üstün kılan da bilime vakıf olmasıdır. Toplumdaki her birey yöneticinin gösterdiği çizgide eylemlerde bulunarak, toplumsal refaha katkı sağlamakta ve böylelikle hakikate bir adım daha yaklaşmaktadır.

Bilimin postmodern düşünürlerin algıladıkları anlamda dar ve belli bir alanla sınırlandırılmaması, içerik itibariyle ahlaki bir zeminde bina edilmesi; bugün geldiğimiz noktada teknolojinin kazanımlarını daha etkili ve insan onuruna uygun bir biçimde kurgulayabilmemize olanak sunmaktadır. Bilime sadece üretim gözüyle bakmadan ve bu vesileyle hangi iktidar odaklarına hizmet ettiğini düşünerek kaygılanmadan sırf hakikatleri ortaya çıkaran ve aynı zamanda kendi varlığımızın da anlamlandırılmasına katkı sunacak bir etkinlik gözüyle bakabilmemiz için Farabi felsefesinin önemli bir temel oluşturduğunu söylememiz her halde yerinde bir açıklamam olacaktır.

Kaynaklar

ARSLAN, Ahmet, “Çevirenin Önsözü”, İlimlerin Sayımı (İhsau’l Ulum), (çev. Ahmet Arslan), Divan Kitap, Ankara 2014. 7-44

ARSLAN, Ahmet, “Çevirenin Önsözü”, Mutluluğun Kazanılması (Tahsilu’s Sa’ada), (çev. Ahmet Arslan), Divan Kitap, Ankara 2013. 7-50

ARSLAN, Hüsamettin. “Bilim, Bilimsel Bilgi ve İktidar”, Doğu Batı Düşünce Dergisi, Yıl:2, Sayı: 7, Temmuz 1999, 63-89.

AYDIN, İbrahim Hakkı. Farabi’de Bilgi Teorisi, Öteki Neşriyat, İstanbul 2003.

BERNAL, John Desmond. Bilimin Toplumsal İşlevi, (çev. Tonguç Ok), Evrensel Basım Yayın, İstanbul 2011.

BEST, Steven- KELLNER, Douglas. Postmodern Teori Eleştirel Soruşturmalar, (1991), (çev. Mehmet Küçük), Ayrıntı Yayınları, İstanbul 1998.

ÇİLİNGİR, Lokman. Farabi ve İbn-i Haldun’da Siyaset, Araştırma Yayınları, Ankara 2009.

DEMİR, Ömer. Bilim Felsefesi, Sentez Yayıncılık, Ankara 2014.

ERTÜRK, Ramazan. “Modern ve Postmodern Düşüncelerde Bilim”, Felsefe Dünyası, 2004/2, Sayı 40, 65-76.

FARABI. Es-Siyasetü’l Medeniyye veya Mebadi’ül Mevcudat, (çev. Mehmet S. Aydın, Abdulkadir Şener, M. Rami Ayas), Büyüyen Ay Yayınları, İstanbul 2012.

FARABİ. Harfler Kitabı ( Kitabu’l Huruf), (çev.Ömer Türker), Litera Yayıncılık, İstanbul 2008.

FARABİ. İdeal Devlet (El-Medinetü’l Fazıla), (çev. Ahmet Arslan), Divan Kitap, Ankara 2013a.

FARABİ. İlimlerin Sayımı (İhsau’l Ulum), (çev. Ahmet Arslan), Divan Kitap, Ankara 2014a.

FARABİ. Mutluluğun Kazanılması (Tahsilu’s Sa’ada), (çev. Ahmet ARSLAN), Divan Kitap, Ankara 2013.

FARABİ. “Mutluluk Yoluna Yöneltme ( Tenbih’ala Sebili’s Saade)”, Farabi’nin İki Eseri, (çev. Hanifi Özcan), M. Ü. İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, İstanbul 2014b. 129-170.

FERRAROTTİ, Franco. “Endüstri Devrimi ve Bilim, Teknoloji ve İktidarın Yeni Nitelikleri”, (Ed. Frederico Mayor-Augusto Forti), (çev. Mehmet Küçük), Bilim ve İktidar, (s.s 41-68), Tübitak Popüler Bilim Kitapları, Ankara 1997.

FİLİZ, Şahin. “Bilgi-İnanç Bağlamında Farabi’nin Bilgi Felsefesi”, Uluslararası Farabi Sempozyum Bildirileri (Ankara, 7-8 Ekim), Elis Yayınları, Ankara 2005, 15-24.

HAMMOND, Robert. Farabi Felsefesi ve Ortaçağ Düşüncesine Etkisi, (çev. Gülnihal Küken- Uluğ Nutku), Alfa yayınları, İstanbul 2001.

KARAKAŞ, Mehmet. “İktidar İlişkileri Açısından Bilim ve Sosyoloji”, Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 4(1) 2002, 154-169.

KÜYEL, Mübahat Türker. “Farabi’de Devlet Bilim İlişkisi”, Uluslararası Farabi Sempozyum Bildirileri (Ankara, 7-8 Ekim), Elis Yayınları, Ankara 2005, 11-14.

KÜYEL, Mübahat Türker. “Felsefe ve Etik ilişkisine Bir Örnek: Farabi’de Geometri Felsefesi”, Bilge Dergisi, Sayı:17, Ankara Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları, Ankara 2003, 17-29.

KÜYEL, Mübahat Türker. “Kutadgu Bİlig ve Farabi”, Uluslararası İbn Türk, Harezmî, Farabi, Beyruni ve İbni Sina Sempozyumu Bildirileri (Ankara, 9-12 Eylül 1985), Ankara Kültür Merkezi Yayını, Sayı: 42, Ankara 1990. 219-230.

MURPHY, John W. Postmodern Sosyal Analiz ve Postmodern Eleştiri, (çev. Hüsamettin Arslan), Paradigma Yayınları, İstanbul 2000.

ÖZLEM, Doğan. Bilim, Tarih ve Yorum, İnkılâp Kitabevi, İstanbul 1998.

PRİGOGİNE, Ilya. “Önsöz”, (Ed. Frederico Mayor-Augusto Forti), (çev. Mehmet Küçük), Bilim ve İktidar, (s.s I-VI), TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları, Ankara 1997.

——————————-

[i] Kaynak (Bu makaleye atıflar aşağıdaki şekilde yapılmalıdır);

DAŞTAN, Uğur; Farabi Felsefesinde Bilim ve İktidar İlişkisi”, I. Türk İslam Siyasi Düşüncesi Kongresi Bildiriler Kitabı, 8 – 10 Ekim 2015, Aksaray; Ed: Mehmet AKINCI ve Gökçe Nur ŞAFAK, ISBN: 978-605-030-160-1, Yayın Tarihi: Şubat 2016, Sf. 331-340

 ****

[ii] Atatürk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Felsefe Anabilim Dalı Doktora Öğrencisi Elmek: [email protected]

 

Yazar
Uğur DAŞTAN

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen