Ahmed Yesevî Hacı Bektâş İlişkisi; Bir Efsane Mi Yoksa Gerçek Mi?

 

 

 

haci bektasi veli asitanesi

 

Dr. Hayati BİCE[i]

 

Türk tasavvuf tarihinde, Ahmed Yesevî-Hacı Bektâş ilişkisi kadar üzerinde spekülasyon yapılmış, bi­linçli olarak farklı yönlere çekilmek istenmiş bir başka konu yoktur, denilse yeridir. Bu durum, bir yönüyle tarihî kay­nakların yetersizlik ve çelişkiler ile malûl olması, diğer yö­nüyle bazı Bektaşîlik karşıtlarının ‘dindışılık ithamlarını etkisiz hale getirmek üzere, Türk tasavvuf tarihinin seçkin ismi Ahmed Yesevî’nin saygın ismini kullanma çabasından -Günümüzde dahi bu tavrın örneklerini görebiliriz.- kay­naklanmaktadır. Bu yazıda Ahmed Yesevî-Hacı Bektâş İliş­kisi’ özellikle Velâyetnâme-i Hacı Bektâş ve Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi ışığında ele alınmıştır.

Hacı Bektâş Kimdir?

Hacı Bektâş Velî, Türk tarihinde, Anadolu ve Balkanlar coğ­rafyasının 15-19. asırlarında, dinî -ve hatta siyasî- olarak bü­yük bir etkinliği olan Bektâşîlik yolunun kurucu piridir.

Hacı Bektâş Velînin bir insan olarak kim olduğu konusunda -maalesef- yaşadığı dönem ve çevreden hemen hiçbir belge­nin gün ışığına çıkmaması, dolayısıyla elde bulunan kaynak­ların yetersizliği nedeniyle, sağlam bir yanıt verebilmek zor­dur. Öyle ki, doğum yeri, doğum tarihi, ailesi, yetiştiği çevre, bağlı olduğu silsile gibi bir tasavvuf adamını tanımak adına gereken bilgileri elde etmek bir yana, herhangi bir tarihî şah­siyetin kimliğini netleştirebileceğimiz verilerin hepsi çeliş­kiler arzeden rivâyetlerden ibarettir. Ölüm tarihi için 1292 tarihli bir vakfiye kaydında kendisinden ‘merhum’ diye bah- sedilmesinden hareketle, bu tarihten önce vefat etmiş olması gerektiği söylenebilmektedir.1 Oysa bu yazıda Hacı Bektâş ile ilişkisi üzerinde durulacak olan Ahmed Yesevî için -doğum tarihi dışında- bu soruların net yanıtlarını verebilmek müm­kündür. Anne-babasının kim oldukları (Şeyh İbrahim ibn İlyas / Karasaç Ayşe Hatun) bilindiği gibi, kabirleri üzerine inşa edilen türbeleri de hâlen ziyaretgâh olarak, Kazakistan’ın Sayram kentinde dimdik ayaktadır.2

Kimlik bilgileri bir yana, Hacı Bektâş’ın tarikata intisâbı -ve bağlı olduğu silsile dahi- tartışmalıdır. Âşıkpaşazâde Tarihinde Hacı Bektâş’ın Baba İlyas Horasânî’ye intisâbına işaret edilir.3 Bektâşîlik tarihinin en önemli kaynaklarından olan Hacı Bektâş Velâyetnâmesi’ne göre ise, Lokman Peren­de aracılığı ile Yesevîlik geleneğine bağlanır.4 Hacı Bektâş’a atfedilen eserlerden Fevâid, Ahmed Yesevî-Hacı Bektâş iliş­kisini doğrudan şeyh-mürîd ilişkisi şeklinde yansıtır.5 Oysa, tarihî kaynaklar dikkate alındığında, Hacı Bektâş’ın, Ahmed Yesevî’nin ölümünden -en az- yarım yüzyıl sonra dünya­ya geldiği söylenebilir. Dolayısıyla Hacı Bektâş’ın, Ahmed Yesevî’ye doğrudan intisâbı mümkün değildir.

Hacı Bektâş ve ailesinin Anadolu’ya gelmeden öncesindeki hayatı hakkında Velâyetnâme-de yer alan menkıbevî bilgiler dışında bir veri yoktur. Aile çevresinin ‘Horasan erenleri’ diye bilinen Kalenderiyye akımına mensub sûfîler, dolayı­sıyla Horasan Melâmetiyye meşrebinden dervişler ile ilişkili olması muhtemeldir. 13. yüzyılda Horasan’ı kasıp kavuran Cengiz Han önderliğindeki Moğol fırtınası önünde sürük­lenerek Anadolu’ya savrulan -Yesevî veya Haydârî- derviş grupları ile birlikte bu topraklara gelmiş olabilirler. Bu sırada genç bir derviş olabilecek Hacı Bektâş, münferid olarak de­ğil, ya bir dergâhın mensubları arasında veya daha kuvvet­li bir ihtimal ile ailesinin mensubu olduğu Türkmen aşireti ile birlikte hareket etmiş olmalıdır. Bu aşiretin, Anadolu’ya geldikten sonra Osmanlı tahrir defterlerinden de görüleceği üzere Hacı Bektâş’a nisbetle ‘Bektâşlı Obası’ olarak anıldığı düşünülmelidir.6 Türk sosyal organizasyon örneklerinde, boy yapılanmalarının önderlik eden bey/önder adı ile anıl­ması geleneği -ki Selçuklu-Osmanlı isimlendirmeleri de bu kapsamdadır.- göz önüne alındığında, bu ma’kul bir durum­dur. Hacı Bektâş Velî, Velâyetnâme’den anlaşıldığı kadarıyla o zamanlar yarı göçebe Çepni Oymağına mensub bir kolun (kendisinden isim alan Bektâşlı Oymağının) yaşadığı bir yer olduğu için, küçük Türkmen köyü Sulucakarahöyüku tercih etmiş olmalıdır. Hacı Bektâş Velînin, bir Yesevî -veya Haydârî- dervişi olarak tasavvufî bir geleneği benimseyen ai­lesi ve aşireti ile geldiği Anadolu’da, o sırada var olan tarikat zümrelerinden yerleştikleri çevrede etkin olan Vefâîyye çev­resine intisâbı mümkündür. Bu yüzden Bektâşîlik olarak ad­landırılacak kendi tarikat âdâbını oluştururken, Yesevîyye/ Haydârîyye/Vefaîyye geleneklerinden yararlandığı da söy­lenebilir. Âşıkpaşazâde’nin Hacı Bektâş ve kardeşi Menteş’in Baba İlyas Horasânî’ye müntesib olduğu ifadeleri de bu görüşü destekler. Hacı Bektâş’ın kardeşi Menteş’in 1239’da başlayan Babaî İsyanına iştirak ettiği ve Sivas’ta Selçuklu kuvvetleriyle yapılan muharebede öldürüldüğü, Hacı Bektâş Velînin onaylamaması nedeniyle isyana katılmadığı nakle­dilir. İsyana katılmasa bile takibâta uğraması mümkün olan ve bu yüzden bir süre ortadan kaybolan Hacı Bektâş, bir süre sonra Sulucakarahöyük (bugünkü Hacıbektaş) kasabasında bir mürşid olarak ortaya çıkar ki, bu tarihin Anadolu’nun ta­mamen Moğol hâkimiyeti altına girmesini takiben 1250’ler- den sonra olduğu söylenebilir.7

Bazı araştırmacılara göre, geç döneme ait ve güvenilirliği tartışmalı olan kaynaklarda Anadolu’daki bir kısım Vefâîyye mensublarınm Yesevîyye tarikatından gibi gösterilmesi, 13. yüzyılda Vefâîyye şeyhlerinden Baba İlyas Horasânî’nin Anadolu Selçuklu Devleti aleyhine başlattığı isyanın oluştur­duğu sosyal psikoloji ile doğrudan ilişkili olabilir.8 Babaîler isyanı adı verilen bu ayaklanma hareketi, Osmanlı Devle­ti tarafından kanlı bir şekilde bastırıldıktan sonra Vefâîyye tarikatına mensub -özellikle de Babaîler ile ilişkisi bulunan- birçok sûfî, isyan töhmetinden uzak kalmak için tarikatının adını gizlemiş, -ya da Ahmed Yesevî yolundan geldiğini öne sürmüş- olabilir.

Hacı Bektâş, köyden büyükçe bir kasabanın dar çerçeve­sinde yaşamayı tercih eden hayat tarzı nedeniyle -zamanın iletişim kanallarının zayıflığı da hesaba katılırsa-, Selçuk­lu başşehri Konya’daki ilim ve tasavvuf çevrelerinin ilgisini çekecek -ve dolayısıyla bu büyük şehirlerdeki dergâhlarda yaşayan muasırı sûfîler gibi, zamanın belgelerinde iz bıra­kacak- kadar şöhret kazanamamış olabilir. Velâyetnâme’de, Sulucakarahöyük’te münzevî denebilecek bir hayat tarzı sü­ren, zaman zaman -yakındaki bugün bir ziyaretgâh olan bir mağarada- halvete giren, bu arada bazen köyün hayvanlarını otlatmak gibi oymağın gündelik işleriyle uğraşan bir Hacı Bektâş portresi ile karşılaşırız. Hacı Bektâş’ın, silsilesinin za­manın egemen güçleri gözünde ‘sakıncalı hale gelen’ Baba İlyas’a değil, Ahmed Yesevî’ye bağlanıp halîfesi olarak takdim edilmesi, -gerçek ise- siyasî bir tercih olarak görülmelidir.

Osmanlı tarihinin temel kaynaklarından Âşıkpaşazâde, Hacı Bektâş’ın, Osmanlıların kuruluşundan önce Anadolu’ya gelip yerleşmiş meczûb bir derviş olduğunu ve bir tarikat oluşu­munu başlatmadığını kaydeder. Köprülü’nün Velâyetnâme’ye dayanarak Hacı Bektâş’ın âlim bir mutasavvıf olduğunu be­lirtmesi, ‘meczûbiyet’ savım ortadan kaldırır ki, zaten bir meczûbun Velâyetnâmede anlatılan keşf ve kerâmetler ile ilgisini kurmak da doğrusu zor olurdu. Bugün de bazı akademisyenlerin yaptığı gibi Velâyetnâme nin Hacı Bektâş’ı ilim sahibi bir mutasavvıf olarak nitelemesini, ‘Hacı Bektâş Velîyi yüceltmeye yönelik bir tutumun eseri’ olarak küçümsemek, Hacı Bektâş’a izâfe edilen Makalât, Besmele Şerhi gibi eserleri bir Türkmen dervişinin yazmış olamayacağını iddia etmek kabul edilemez.

Hacı Bektâş Velî, Sulucakarahöyük’teki ikameti sırasında Seyyîd Mahmud Hayrânî, Ahî Evran gibi Anadolu velîleri ile tanışır. Velâyetnâme ye göre Hacı Bektâş, Sulucakarahöyük’te, bir Türkmen şeyhi olarak bir yandan kendi muhibleri önün­de bir mürşid olarak faaliyet gösterirken, bir yandan da bu­günkü Göreme/Ürgüp yöresindeki münzevî, muvahhid Hı- ristiyanlarla ilişkiler geliştirip pek çoğunun İslâm ile tanış­masına vesile olur. Anadolu’nun Müslüman ve gayr-i Müs­lim toplulukları arasında önemli bir yakınlaşma ortamının doğmasına yol açtığı söylenebilir. Bölge Hıristiyanlarının da Hacı Bektâş’ı bir azîz olarak değerlendirerek büyük bir ya­kınlık duyduğu ve bazı kaynaklarda Azîz Charalambos adıy­la takdis ettikleri bilinmektedir.9

Yine bu yıllarda, bazen yerel Moğol otoriteleri ile çatışmak durumunda kalsa da, artık Anadolu’da yerleşik hale gelen Moğolların, İslâm’a girmesi için çalıştığı; bunun için Moğol- lardan kazandığı halîfelerini, her birine icâzetnâmelerini ve­rerek soydaşlarını İslâm yönünde ikna için Anadolu’nun dört bir yöresine yolladığı rivâyet edilir. Gerçekten de, Mevlânâ Celâleddîn Rûmî’nin Dîvân-ı Kebir inde işaret ettiği gibi, Moğolların bir yüzyıl içerisinde tamamen Müslümanlaşması bu irşad çalışmalarının ürünüdür.

Hacı Bektâş Velî, bu şekilde Sulucakarahöyük’teki müteva­zı dergâhından tüm Anadolu’ya yayılan bir irşad faaliyetini sürdürerek ömrünü tamamlamış olmalıdır.

Velâyetnâme’’deki Mitolojik Hacı Bektâş ve Yesevî Gele­neğine Mensubiyeti

Hacı Bektâş Velî hakkında yazılmış olan muhtelif velâyetnâmeler, Hazret Sultan Yesevî ile ilgili izler taşır. Velâyetnâme’de, Hacı Bektâş’ın Şeyh Lokman Perendenin mürîdi olduğu ve Lok­man Perendenin ise Ahmed Yesevî’den el aldığı anlatılır. Osmanlı devleti daha kurulmadan, birçok Yesevî derviş­lerinin Anadolu’ya geldiği rivâyetleri, Hacı Bektâş’ın, Ah­med Yesevî’den değilse bile halîfelerinden birisinin elinden biat alarak Yesevî tarikatı mürîdlerinden olmasını ihtimal dâhiline sokar. Yesevîlik geleneğinde; zikir törenlerinde kul­lanılan dilin -Arapça ve Farsça yerine- Türkçe olması, Ana­dolu sahasında Bektâşîlik ile benzer algılanmasında etkin olmuştur. Bektâşî nefeslerinin tıpkı Yesevî hikmetlerinde olduğu gibi sûfî meclislerinde halk edebiyatı şiirlerinin dili ve vezni ile yazıldığı gibi otantik Türk ezgilerine has müzik­ler ile ritim zenginliğine kavuşturulup seslendirilmesi, sosyal psikolojik benimsemede ihmal edilemeyecek derecede önem taşıyan bir faktördür.

Velâyetnâmedeki Hacı Bektâş Velînin en belirgin niteliği, on iki imam soyuna nisbet edilerek Peygamber soyuna men- sub bir Seyyîd olmasıdır. İmam Musâ Kâzım neslinden olan babası İbrahim Sânî, Horasan hükümdarı olduğu için, Hacı Bektâş bir şehzade olarak doğar. Çocukluğunda önce Yesevî sûfîsi Lokman Perendenin, ardından tavsiyesiyle Ahmed Yesevî’nin yanında eğitilir. Daha bu yıllarda, birçok kerâmet göstererek herkesi hayretler içinde bırakır. Ahmed Yesevî’nin ‘nefes evlâdı’ olan Kutbü’d-dîn Haydarı esir düştüğü Bedahşan ilindeki kâfirlerin elinden kurtarır.10

Hacı Bektâş Velî, bu olağanüstü başarılarından sonra artık Horasan’da kalmayacak ve Hazret Sultan Yesevî’nin emir ve işaretiyle Anadolu topraklarına gelecektir. Yesevî’nin Hacı Bektâş’ı Anadolu’ya göndermesine ilişkin rivâyete göre, Ah­med Yesevî, uzun zamandır sakladığı babası Şeyh İbrahim ibn İlyas emanetlerini -tac, hırka, sofra, seccade- sahibi olan Hacı Bektâş’a teslim ettikten sonra; “Ya Hacı Bektâş, tam ola­rak nasibini aldın. Müjde olsun ki, Kutbu Taktâb’lık şenindir, kırk yıl hükmün vardır. Şimdiye dek bizimdi, bundan sonra senindir.(…) Var seni Rûm’a saldık, Sulucakarahöyük’ü sana yurt verdik, Rûm abdallarına seni baş yaptık!” der.11

Önce Mekke’ye giderek hac görevini ifâ eden Bektâş ‘Hacı’ unvanını böylece alır. Dönüşte Necef’i ve Kerbelâ’yı ziyaret edip Anadolu’ya geçer. Buradaki Rûm erenleri onun geli­şinden haberdar olurlarsa da buna pek sevinmezler. Hacı Bektâş-ı Velî, Çepni Oymağına mensub konar-göçer birkaç evin kışlığı durumundaki Sulucakarahöyük’e gelir ve Ka­dıncık Ananın evine misafir olur. Geçimini sağlamak için köyün sığırlarını güder. Bir süre sonra bugünkü dergâhın yerinde, ilk halvet yeri olarak Kızılca Halvet’i inşa eder. Ken­disini çevreye kabul ettiren Hacı Bektâş’ın ünü yavaş yavaş yayılır ve civar köy ve kasabalardan mürîd edinmeye başlar. Hacı Bektâş Velînin asıl ünü ve ismi etrafında teşekkül eden menkıbeler ise ölümünden sonra oluşmuştur.

 

Osmanlı Kurulurken Yesevîlik ve Bektâşîlik

Kaynaklardaki sınırlı sayıdaki verilere inanılacaksa, Hacı Bektâş’ın, Yesevîlik ile Kalenderdik karışımından oluşan Haydârîlik tarikatının etki alanındaki bir genç olarak Anadolu’ya geldiği; burada faal bir mürşid olan Vefâîyye Şeyhi Baba İlyas Horasânî çevresine girerek tarikatına intisâb ettiği ve hayatının sonuna kadar da böyle yaşadığı söylenebilir. Bugün Alevî-Bektâşî toplulukları arasında popüler olan mitolojik çerçevedeki Hacı Bektâş Velînin tarihî şahsiyetini aydınlatmaya yarayacak değerli ipuçları Velâyetnâme de bulunabilir. Türkistan’daki Nakşbendîlik gibi, Anadolu’daki Bektâşîlik de, Ahmed Yesevî ile ilişkili ve Yesevîlik ile arasında organik bağların varlığı gözlemlenen büyük bir İslâm tarikatıdır. Bazı silsilenâmelerde Hacı Bektâş’ın silsilesi, Yesevîlikten uzaklaştırılıp başka tarikat zincirleri ile bağlantılı olarak gösterilmmekle beraber, bu silsilelerin hiçbir tarihî değeri yoktur.

14. yüzyılda Orta Anadolu bozkırlarında mayalanan Bektâşîlik tarikatı, 15-16. yüzyıllarda, Yeniçeri Ocağının mânevi koruyucusu pâyesi verilerek, âdetâ ‘resmî bir mâhiyet’ aldıktan sonra, asırlar boyu Osmanlı sultanlarının destek ve himayesine mazhar olmuştur. Hacı Bektâş’ın Osmanoğullarmın gelecekteki güçlü devletini müjdelemesi ve Osman Gâzî’ye kılıç kuşatması veya tac giydirmesi, Orhan Gâzî gibi ilk Osmanlı hükümdarları ile ilişkisi ve 14. yüzyılda Yeniçeri Ocağının kuruluşunda himmet eden mânevi bir pîr rolünü oynaması ile ilgili bazı rivâyetleri yansıtan menkıbe­lerin, yüzyıl kadar sonra, 15. asrın ilk yarısında, Bektâşîliğin Osmanlı coğrafyası içinde bir yer edinmesinden sonra oluş­turulduğu kabul edilir.

Bektâşîlik geleneğinin dün olduğu gibi bugün de sahip­lendiği -Emevî Araplarmdan olan ve Ahmed Yesevî’nin soy kütüğü ile organik bağı bulunan- Seyyîd Battal Gâzî’ye ait türbe ve külliyenin Anadolu Selçukluları tarafından imar edilmesi gerçeği gibi somut bulgular ve Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi’nde nakledildiği gibi daha Orhan Gâzî döne­minde Hacı Bektâş’ın ulaştığı saygınlık gibi sağlam bilgiler dönemin mânevi hayatı hakkında önem taşır.

15. yüzyıldan itibaren yoğunlaşarak Balkanları fetheden Os­manlI fütuhâtı ile Bektâşîlik, Balkanlara atlayıp Romanya’da Tuna kıyılarından Arnavutluk topraklarında Adriyatik’e ka­dar uzanan çok geniş bir alanda Sarı Saltuk, Seyyîd Ali Sul­tan, Otman Baba gibi efsanevî öncüleri eli ile oluşturduğu merkezlerle, Balkanların İslâmlaşmasında önemli bir etkin­lik göstermiştir. Bu etkinliğin yansımalarını Balkan coğraf­yasında bugün dahi izleyebilmemiz, oluşturulan etki alanı­nın yaygınlık ve derinliğinin kanıtıdır.12

Anadolu’nun Yesevî dervişleri ile tanıştığı 13 ve 14. asırlara ilişkin belgeler, sonraki asırlara nazaran daha az olduğun­dan, Yesevîlik geleneğinin yazılı belgelerine ancak 15. asır­dan sonra, yani Bektâşî geleneğinin oluşması ve belgelerde tesbitinden sonra rastlanır.

Osmanlı gazileri aracılığıyla Hacı Bektâş Velîyi tanıyan Os­manlI sultanları, Yeniçeri Ocağını kurarken gaziler arasında yaygın olan güçlü kült nedeniyle Yeniçeri Ocağını mânevi önder olarak Hacı Bektâşa bağlamışlar, böylece Hacı Bektâş Velî ismi Osmanlı topraklarında asırdan aşıra yayılıp genişle­yerek ünlenmiştir. Köprülü, Bektâşîliğin 15. asırda, Bektâşîlik tarihinde önemli bir yeri olan -bazılarınca pîr-i sânî (ikinci kurucu) sayılan- Balım Sultan (v. 1516)dan önce bütün âdâb ve erkânı ile teşekkül etmiş olduğunu ifade eder. Balım Sultan, Haydârîlik’ten ayrılıp Osmanlı otoritesinin de desteğini ala­rak Bektâşîlik tarikatı âdâbını derleyip Hacı Bektâş Velî adına bugün bilinen şekli ile Bektâşîliği yeniden organize etmiştir.

Bir diğer önemli nokta ise, Osmanlı sultanlarının gözünden düşüp ocakları târ ü mâr edilene kadar her zaman Bektâşîlik geleneğine mâl edilen Yeniçeri Ocağının ‘bir numaralı üyesi’ olması ve bunun yeniçeri sicilleri kayıtları sayesinde resmileştirilmiş olmasıdır.13

Seyyîd Battal Gâzî’yi piri olarak kabul eden Hacı Bektâş’ın, Eskişehir’e gelerek Kurban Bayramı törenlerini dervişle­riyle Seyyîd Gâzî zaviyesinde geçirdiği ve âyinlere katıldığı Velâyettıâmede anlatılır. Evliyâ Çelebi, Ahmed Yesevî gibi soy kütüğü Hz. Ali’ye çıkan, Seyyîd Battal Gâzî ile Hacı Bektâş’ı Orhan Gâzî’nin şahsında Osmanlı tarihi ile birleştirir.

“… Horasandan yedi yüz Horasan erenleri ile Hacı Bektâş-ı Velî ceddimiz Türk-i Türkân Hoca Ahmed-i Yesevî Hazretlerinden Rûm’a gelmek içün mezun olup doğru bu Âsitâne-i Seyyîd Battal Gâzî’ye gelüp niçe zaman anda ikâmet edüp Bursadan Orhan Gâzî Hacı Bektâş-ı Velîyi görmeğe bu Seyyîd Battal Âsitânesi’ne gelüp Bektâş-ı Velî ile müşerref olup Bektâş-ı Velî ricasıyla bu Âsitâne-yi Battal’ı Koca Orhan Gâzî eyle imar edüp gûya bir kal’a-yı metin edüp bin adet hâne halkın iskân etdirüp şehr imar eder.”lH]

Evliyâ Çelebi, devrindeki Bektâşîlerin Pîr-i Türkistan Yesevî’ye saygı ile bağlı olduklarını ve kendilerini Ah­med Yesevî’ye izâfe ettiklerini de İstanbul’da yaşayan Der­viş Sünneti dilinden şöyle yansıtır: “…Evvela tarîk-i Hoca Ahmed-i Yesevîdenfukara-yı Bektâşiyânızf…)”15 Kendisinin de soyundan geldiğini iftiharla tekrarlayan Evliyâ Çelebinin ünlü Seyahatnâme’sini dolduran saygı dolu ifadelerinden kolayca anlaşılacağı gibi, 17. yüzyılda Anadolu Türkleri arasında Hazret Sultan Yesevî ile Hacı Bektâş Velî arasında doğrudan ilişki kuran ve Yesevî silsilesine müntesib dervişle­rin mânevi bir görev ile Diyâr-ı Rûm’a gelmeleri hakkındaki rivâyetlerle örülen kapsamlı bir Bektâşî menkıbesi teşekkül etmişti. Evliyâ Çelebi örneğinde çok iyi görülmüş olduğu gibi Yesevî evlâdı olmak, Osmanlı entelektüel çevrelerinde bir iti­bar unsuru olmuştur.

Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi’nden Ahmed Yesevî-Hacı Bektâş İlişkisinin Örnekleri

Evliyâ Çelebi, Seyahatnâme’sinin birçok yerinde, Osmanlı coğrafyasında gelişen Bektâşîlik tarikatına, kurucusu Hacı Bektâş Velî üzerinden, Yesevî etkisinin derinliğini gösteren veriler sunulmaktadır. Birkaç örnek verelim:

Evliyâ Çelebi, Osmanh’nın kuruluş yıllarının Orhan Gâzî dönemini anlatırken Horasan’dan gelerek Anadolu’da irşad postuna oturan Hacı Bektâş Velî hakkında şunları yazar:

“Orhan Gâzî’nin zaman-ı hilâfetinde cedd-i izâmımız Türk-i Türkân Hoca Ahmed-i Yesevî Hazretleri Horasan’dan halîfesi olan Hacı Bektâş-ı Velîyi üç yüz fukarasıyla sahib-i seccade idüp deff ve kudüm ve alem saraf virüp ‘Var Orhan Beğ ile Rûm fatihi ol yâ Bektâş!’ diyii nefes idüp Hacı Bektâş-ı Velî üç yüz er ile Horasan’dan Orhan Gâzî’ye gelüp mülakat olduğı gibi Bursa üstüne gelüp feth itdiler…”16

Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi’nde ismine sık sık yer verilen Hacı Bektâş Velînin, Ahmed Yesevi ile ilişkili olarak gösteril­diği bazı yerler de şöyledir:

“Türk-i Türkân Hoca Ahmed-i Yesevî’nin halîfelerinden Şeyh Lokman ki Horasan erenlerindendir. Vâlid-i büzürgvârı Hacı Bektâş’ı Şeyh Lokmana tilâmizliğe verüp Hacı Bektâş anlar­dan ulûm-ı zâhire ve bâtınayı tahsil eyledi.”17 “…devletleri müebbed ola deyüyetmiş aded kibâr-ı Evliyâullah Horasan’da Yesu şehrinde Türk-i Türkân Hoca Ahmed Yesevî Hazretleri huzurunda hayr dua ve senâlar edüp yedi yüz fu­karasıyla Hacı Bektâş-ı Velîyi Devlet-i Âl-i Osman’a mûin ü zâhir ola deyü gönderüp.. .”18

“Amma (Hacı Bektâş) irşadı Hoca Yesevîden görüp Rûm erenlerinden olmağla izin taleb edüp yedi yüz fukarâ ile Seyyîd Muhammed-i Buharî-i Saltuk ile Hacı Bektâş’ı Rûm’da Osmancık’a gönderüp Mevlânâ-yı Rûmî ve Hacı Bektâş-ı Velî ve Şems-i Tebrîzî ve Muhyiddîn-i Arabi ve Karaca Ahmed Sultan ve gayrı yetmiş kibâr-ı evliyâullahların bin yirde haşrolup sohbet-i has edüp Orhan Gâzî asrında Hacı Bektâş-ı Velî iştihar bulup yeniden çeri yani yeni-çeri peyda edüp Rûm diyârların Orhan ile maan feth edüp yedi yüz fukarâlarının cümlesin feth olunan şehirlerde sâhib-i seccade edüp Muhammed Buharî Sarı Saltuk Bayı Kâfiristan’a gönderüp Dobruca ve Eflak ve Boğdan ve Leh ve Moskovda çok gazâlar edüp ‘Saltuk’ nâmıyla iştihâr verdi. Anınçün hâlâ Rûm’da yedi yüz âsitâne-i Bektâşiyân vardır. Ba’dehû Hacı Bektâş-ı Velî sene (—) tarihinde yine Orhan hilafetinde merhûm olup Orhan, cenâze-i Sultana hazır olup Kırşehri’nde defn etdiler.”19

Osmanlı coğrafyasındaki Yesevî geleneği ile Bektâşîlik çizgi­sini birleştiren dervişlerin izleri net ve somut olarak ünlü Osmanlı gezgini Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi’nden izlenebilir.

Evliyâ Çelebinin makamlarını tesbit edip eserinde bahsettiği derviş-gâzîler olan Merzifon’da medfûn Pîr Dede, Bursa’daki Geyikli Baba Sultan, Dâvûd Baba ve Abdâl Mûsâ, Karade­niz kenarında Batovadaki Akyazılı, İstanbul Unkapanı’nda medfûn Horoz Dede, Bozok Sancağı Yozgat’taki Emîr-i Çin Osman, Tokat il merkezindeki Gaj-Gaj Dede ve Zile ilçe­sindeki Horasanlı Şeyh Nusret, Aksaray’daki Pertevi Sultan çeşitli şekillerde Bektâşî geleneğinde de değer verilen kişi­liklerdir.

Bu Yesevî dervişlerinden çoğunlukla Bektâşî geleneğine de eklemlenmiş bazıları hakkında anekdotlar da, Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi’nde yer alır:

“Şeyh Hazret-i Abdâl Mûsâ dahi Hoca Ahmed Yesevî fukarâsı idi. Horasandan Hacı Bektâş ile Rûm’a geldi. Niçeyüz keşf [u] kerâmetleri zâhir olmuşdu. Cümleden biri Geyikli Babaya kor olmuş âteşi pembe içine sarup hedâyâ-yı rumûz gönderir. Ge­yikli Baba dahi anlara süd gönderir. Rûmûz oldur kim ‘Sen ateşle pembeyi imtizaç ettirdinse ben dahi leben-i hâlis hâsıl olan vahşî gazâlları teshir edüp at gibi binüp ve südün yiyüp kullanırım.’ rumûzun etdi. Hakkâ ki ol asrın ikisi de gerçek erleridir. Bursa içre (—) mahallesinde bir tekye-i mamurda âsûdedir. Bunlar dahi Bursa fethinde bulunmuşlardır.”20

“Şeyh Hazret-i Pir Dede, Hazret-i Hacı Bektâş-ı Velî ile Horasan’dan Türk-i Türkân Hoca Ahmed-i Yesevî izniyle Rûm’a gelüp şehr-i Merzifon’un cânib-i şimâlisi haricinde şehre nâzır bir mürtefi zeminde sâkin olup… bir ârif-i billâh kimes- ne idi kim Orhan Gâzî asrından tâ Ebul-Feth’e ermiş bir zât-ı şerîf idi. (…) Hâlâ âsitânesi,…her şeb iki yüz ve üç yüz âdem konup göçer mihmân-sarây-ı Bektâşîyândır.”21

“Sahrâ-yı Zile’de menzil-i tekye-i Şeyh Nusret, Hacı Bektâş ile diyâr-ı Horasan’dan gelmiş ceddimiz Hâce Ahmed-i Yesevî halîfelerinden Horasan erenleridir. Zile vadisinde mamûr u âbâdan imaret ve mescid ve misafirhâneli bir tekye-i muaz­zamdır, yetmiş adet fukarâları vardır…”22

Evliyâ Çelebinin bu yazdıklarına bakılırsa, Şeyh Nusret de, Hacı Bektâş-ı Velî ile birlikte, bizzat Hazret-i Pîr-i Türkistan’ın emri ile Anadolu’ya gelmiştir.

Evliyâ Çelebinin ziyaret ettiği Tokat’taki Gaj-Gaj Dede Tekkesi hakkındaki ifadeleri de ilginçtir. Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi’nden nakledelim: “…Şehre hâil bir cihan- nümâpüşte üzere tekye-i Gıj-Gıj Dede Sultan Tarîk-i Yesevî’de bir ulu sultan imiş. Hacı Bektâş Velî-i Horasanî’yle diyâr-ı Horasan’dan gelüp izn-i Bektâş Velî ile bu kûh-ı bülend üzere sâkin olur. Kaçan kim celâl sıfat olduklarında ejderha gibi gıjıldadığından Gıj-Gıj Dede derlermiş. Himmeti hâzır ü nâzır ola. Sâhib-i kanâat birkaç fukarâları vardır.”23 (Şehre bakan bir küçük dağ üzerinde olup, bir mesire olan ve o sırada bir­kaç kanaat sahibi dervişi bulunan bu tekkenin bânîsi Gaj-Gaj Dede, Yesevî mürîdlerinden bir er olarak Hacı Bektâş Velî ile Anadolu’ya gelmiş, celâlî-sıfat bir Horasan ereni olup cenk meydanlarında ejder gibi seslendiğinden ‘Gaj-Gaj Dede’ is­mini almıştır.)

Evliyâ Çelebi’ye Göre Balkanlarda Yesevî/Bektâşî İzleri ve Sarı Saltuk

Evliyâ Çelebinin Seyahatnâmesinde yer alan bilgilere göre Yesevî himmeti Anadolu’yu da aşarak Balkanlara ulaşmış­tır. Balkanlardaki Özi seyahati anlatılırken ‘Menzil-i sahrâ-yı âsitâne-i Batova, yani Akyazılı Sultan’ başlığı altında Akyazılı Sultan isimli Yesevî dervişinden şöyle bahsedilir:

“… Der sitâyiş-i âsitâne-i Akyazılı Sultan: İsm-i şerifleri (….) (…) Belh [u] Buhara ve Horasan’da cedd-i izâmımız Türk-i Türkân Hoca Ahmed-i Yesevî halîfeleritıdendir. Hatta Hacı Bektâş-ı Velî Horasan’dan Rûm’a teveccüh etdiklerinde yetmiş aded kibâr-ı kümelin erenler ile Bektâş-ı Velî Bursa gazâsına Orhan Gâzî’ye geldiklerinde Hazret-i Sarı Saltuk Bay ki ism-i şerifi Muhammed Buharî’dir, anlar ve Kaligra Sultan ve bu Akyazılı Sultan Bursa’ya bile gelüp ba’del-feth mezkûr erenler Rûm diyârında Bektâş-ı Velî izniyle post sahibi olurlar.”24

Rumeli’nde rastlanan Yesevî dervişlerinden, esasen Hindli olup Temeşvar’daki Lippa kalesinde 1567’de ölen Şeyhü’ş-şerîf Muhammedü’l-Hindî adlı bir Yesevî dervişinin öyküsü, Yesevî etkisinin Hindistan’a kadar ulaştığını kanıtlaması yönünden ol­dukça ilginçtir. Hindistan’ın Agra kentinden olan bu Yesevî şeyhi, Ataî’nin ifadesine göre; ‘Şeyh Hacı Bektâş hizmetinde kalan Şeyh Rıza hulefâsından Ahmed Yesevî tarikatında birpîr dir.25

Rumeli’nin fethinin mânevi öncüsü olan Sarı Saltuk da, asıl adı Muhammed Buharî olan bir Yesevî dervişidir. Evliyâ Çe­lebi, Sarı Saltuk’un Karadeniz kıyısında Romanya’nın Silistre bölgesindeki türbesini ziyaret ettiğini belirtir. Rivâyete göre, Ahmed Yesevî, Hacı Bektâş’tan sonra ‘Sarı Saltuk’ lakabı ile tanınacak olan Muhammed Buharî’yi de Horasan erenlerin­den yedi yüz kişi ile Anadolu’ya Hacı Bektâş’ın yardımına, Balkanlardaki Müslümanların imdadına gönderir.

Evliyâ Çelebi “Bir mücâhid-i fîsebilillah bir sultan idi…” diye övdüğü Sarı Saltuk’a Ahmed Yesevî tarafından Rumeli’nin fet­hinin hedef gösterildiği rivâyetini anlatırken; “Ceddimiz pîr-i pirân-ı Türkistan Hoca Ahmed Yesevî ibn Muhammed Hanefî, Hacı Bektâş-ı Velîye imdat içün, yedi yüz âdem Horasan eren­lerinden virüp…” “Makedonya ve Dobruca ve yedi krallık yerde nâm ve nişan sahibi ol!” talimatı ile yönlendirildiğini belirtir.26

Menkıbevî mâneviyat gücünü temsil eden ‘tahta kılıç’ı Sarı Saltuk’un beline kuşatarak; “Saltuk Muhammed’im! Bektâş’ım seni Rûm’a göndersin. Leh diyarında delâlet gösteren Sarı Saltuk suretine girip o melunu bu tahta kılıçla kütleyle! Makedon­ya, Dobruca’da, Yedi-krallık yerde nâm ve şan sahibi ol!” diye nasihat eder. Hazret Sultan Yesevî’nin bu talimat ve emrini yerine getirerek Anadolu’ya gelen Sarı Saltuk Hacı Bektâş Velîyi bulur. Hacı Bektâş Velînin talimatı ile Rumeli’ne ge­çerek Dobruca’ya yerleşen Sarı Saltuk Rumeli’nde sayısız kerametler gösterir, birçok küfür beldelerini fetheder ve böl­ge halklarını İslâm’a davet edip Müslümanlaştırır.

Sonuç

Velâyetnâme-i Hacı Bektâş, Hoca Ahmed Yesevî ile Hacı Bektâş ilişkisini doğrudan yansıtması ile Türk Tasavvuf Tarihinin önemli bir eseridir. Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi ise, Bektâşîliğin 17. yüzyılda Anadolu ve Balkanlardaki et­kinliğine tanık olan, yazarının kaleminden çıkan satırları ile, pek çok etnografik, kültürel ve tarihî konuda olduğu gibi, Bektaşîlik tarikatı tarihi yönünden de eşsiz bir kaynaktır. Özellikle Anadolu ve Balkan coğrafyasındaki -hemen hemen bütün- Bektâşî dergâhlarını yerinden gözlemlerle derlemesi ve tarikatın 17. yüzyıldaki durumunun bilançosunu sunması yönünden önem taşır. Her iki eserden anlaşılması gereken, Ahmed Yesevî ile Hacı Bektâş Velî arasında doğrudan, bi­rebir bir ilişki olmasa bile Bektâşîliğin, Türk tasavvuf gele­neğinin bu ana damarından, Yesevîlik ve kurucusu Ahmed Yesevî’den etkilenmiş ve tarikat âdâbının teşkilinde yararlan­mış olduğu kesindir.

Şunu sorarlar; bunun aksini iddia eden, Hacı Bektâş ile Ah­med Yesevî’nin bütün ilişkisini göz ardı etmek/ettirmek iste­yen adama: Neden, muasırı binlerce ‘meczûb derviş’ arasın­dan bir başkası değil de; Sulucakarahöyük’ün dağda koyun güden, münzevî bir sûfîsi öne çıkarılıp hakkında, kendisini Pîr-i Türkistan Ahmed Yesevî ile ilişkilendiren menkıbeler teşkil edilmiştir? Bu gibi savları ‘meczûbâne bir tavır’ ile or­taya atmak kolaydır da; asırların mânevi birikimini boşa çı­kartacak bir iddianın arkasında durmak zordur!..

Velâyetnâme, Seyahatnâme gibi tarihî metinlerde Hacı Bektâş ile Ahmed Yesevî arasında bir mânevi ilişki bulun­duğunu gösteren tüm anlatıların uydurma -ve dolayısıyla geçersiz- olduğunu iddia eden akademik zevât da, uydur­ma olduğunu iddia ettikleri konulara ‘kendi halinde yaşayıp göçmüş bir meczûb’ dedikleri Hacı Bektâş Velînin ‘konu kahramanı’ olarak seçilmesinin nedenini izah etmelidirler. Bunu yapamadıkları sürece -ki yapamayacakları, gün gibi âşikârdır- yazıp çizdiklerinin hiçbir kıymeti yoktur. Doğu ve Batı Türklüğünün mânevi ufuklarında, asırlardır güneş gibi parıldayıp duran ve kanaatime göre kıyamete kadar da gönül iklimimizi ısıtıp ışıtacak olan bu iki azizimizi -Ahmed Yesevî ve Hacı Bektâş Velî- gözden düşürebilmeleri de, birbirlerin­den uzak kutuplara atabilmeleri de mümkün değildir.

Dipnotlar

  1. Ocak, Ahmet Yaşar, “Hacı Bektâş-ı Velî” mad., Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), 14. Cild, Ankara, s.471-472.
  2. Ahmed Yesevî’nin hayatı, ailesi, silsilesi ve halîfeleri için bkz. Bice, Hayati, Pir-i Türkistan Hoca Ahmed Yesevî, İnsan Yay., İstanbul, 2011.
  3. Âşıkpaşazâde Tarihi (Tevârîh-i Âl-i Osman): yüzyılın Osmanlı tarihçisi bir sûfı olan ve ‘Âşıkpaşazâde’ olarak bilinen Derviş Ahmed Âşıkî’nin eseridir. Âşıkpaşazâde’nin eseri, yazarın büyük dedesi Baba İlyas Horasânî ile ilişkilendirilen Hacı Bektâş’a ilişkin olarak, aile içinde nak­ledilen şifahî bilgileri yansıtması ile tarihî yönden Hacı Bektâş hakkındaki kaynaklardan birisi olmakla beraber verdiği bilgilerin güvenilirliği tartışmalıdır. Atsız, Âşıkpaşaoğlu Tarihi, MEB Yay., İstanbul, 1992, s. 164.

Genelde Türk tasavvuf tarihinin -ve özelde Bektaşîlik yolunun- otoritesi, Prof. Dr. M. Fuad Köprülüye göre ise, Hacı Bektâş, 13. yüzyılda Anadolu Türkmenleri ve -bilhassa göçebe oymaklar arasında taraftar bulan Babaîlerin ünlü şeyhi Baba İshakın halîfelerindendir. Köprülü, M. Fuad, “Hacı Bektâş Velî” mad., İslâm Ansiklopedisi, 2. Cild, Beşinci Baskı, İstanbul, 1979, s. 461-464.

  1. Velâyetnâme-i Hacı Bektâş: Kısaca Velâyetnâme olarak bilinen bu eser, Bektâşîliğin yazılı kay­naklarının en önemlisidir. Hacı Bektâş hakkındaki sözlü rivâyetlerin 15. yüzyılın son çeyreğinde kaleme alınması ile oluşmuştur. Hacı Bektâş’ın tarihî şahsiyetini ele veren bazı bilgiler yanında, Hacı Bektâş ve Bektâşîlik ile Ahmed Yesevî ve Yesevîlik geleneği arasını bağlayan önemli verileri yansıtan eser, tarihî gerçeklerle menkıbeleri birbirine karıştırmasına rağmen Bektâşîliğin âdâb ve erkânı ile ilgili değerli içeriği ile de önem kazanmıştır. Velâyetnâme: Menâkıb-ı Hacı Bektâş-ı Velî, Yay. Abdulbakî Gölpınarlı, İnkılâp Kitabevi, İstanbul, -tarihsiz-.
  2. Hacı Bektâş Velî, Fevâid, Haz. Baki Yaşa Altınok, Hacı Bektâş Velî Külliyatı, Gazi 0. Türk Kültürü ve Hacı Bektâş Velî Araştırma Merkezi Yay., Ankara, 2010, s. 19-167.
  3. Ocak, a.g.m.
  4. Ocak, a.g.m.
  5. Bice, Hayati, Pîr-i Türkistan Hoca Ahmed Yesevî,, İnsan Yay., İstanbul, 2011, s. 264.
  6. Ocak, a.g.m.
  7. Velâyetnâme: Menâkıb-ı Hacı Bektâş-ı Velî, Haz. Abdulbakî Gölpınarlı, İnkılâp Kitabevi, İstanbul, -tarihsiz-, s. 11.
  8. Gölpınarlı, a.g.e., s. 16.
  9. Köprülü, M. Fuad, Hacı Bektâş Velî mad., İslâm Ansiklopedisi, Cild, Beşinci Baskı, İstan­bul, 1979, s. 461-464.
  10. Bice, a.g.e., s.261.
  11. Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi, Kitap, Yapı-Kredi Yayınları, İstanbul, 1999, s. 12.
  12. Evliyâ Çelebi, a.g.e., s. 280.
  13. Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi, Kitap, Yapı-Kredi Yayınları, İstanbul-1996, s. 34.
  14. Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi, Kitap, Yapı-Kredi Yayınları, İstanbul-1999, s. 25.
  15. Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi, Kitap, Yapı-Kredi Yayınları, İstanbul-1999, s. 17.
  16. Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi, 2. Kitap, Yapı-Kredi Yayınları, İstanbul-1999, s. 26.
  17. Evliyâ Çelebi, a.g.e. s. 31,34.
  18. Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi, 2. Kitap, Yapı-Kredi Yayınları, İstanbul-1999, s. 207-208.
  19. Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi, Kitap, Yapı-Kıedi Yayınları, İstanbul-1999, s. 146.
  20. Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi, Kitap, Yapı-Kredi Yayınları, İstanbul-2001, s. 36.
  21. Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi, Kitap, Yapı-Kredi Yayınları, İstanbul-1999, s. 197.
  22. Zarcone Thierry, ‘Hindistan’da Türk Tasavvufu: Yesevîyye Örneği’, (Çev. Süleyman Derin), Dergâh, IV/38 (1993), s. 19-20.
  23. Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi, Kitap,Yapı-Kredi Yayınları, İstanbul-1996, s. 312.

KAYNAKLAR

Atsız, Âşıkpaşaoğlu Tarihi, MEB Yay., İstanbul, 1992.

Bice, Hayati, Pîr-i Türkistan Hoca Ahmed Yesevî,, İnsan Yay., İstanbul, 2011.

Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi, [Osmanlıca Tam Metin], 1.-5. Cild,Yapı-Kredi Yayınları, İstanbul, 1999-2001.

Gölpınarlı, Abdulbakî, Velâyet-nâme: Menâkıb-ı Hacı Bektâş-ı Velî, İnkılâp Kitabevi, İstanbul, -tarihsiz-.

Hacı Bektâş Velî Külliyatı, (Heyet) Gazi Ü. Türk Kültürü ve Hacı Bektâş Velî Araştırma Merkezi Yay., Ankara, 2010

Köprülü, M. Fuad, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, DİB Yay., Ankara, 1966.

——————————————-

[i] Araştırmacı-Yazar

 

Kaynak: Keşkül Dergisi, Bahar, 22. sayı, Sf. 11-19

Yazar
Hayati BİCE

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen