Postmodern Toplum ve Tüketim Çılgınlığı

Anglosakson dünyasının çağdaş sosyologlarından Anthony Giddens Modernliğin Sonuçları adlı çalışmasında modernizmi şöyle tanımlar: “Modernlik, on yedinci yüzyılda Avrupa’da başlayan ve sonraları neredeyse bütün dünyayı etkisi altına alan toplumsal yaşam ve örgütlenme biçimleridir.[1] Yeni zamanların insanları olarak bizler, hem kıyasıya yakındığımız hem de envaiçeşit nimetlerinden kopamadığımız modern hayatı –kendimize tehlikeli kertede yabancılaşmış olsak da– benimseyip içselleştirmiş durumdayız. Anthony Giddens aynı çalışmasında modernliğin, diğer kadim medeniyetler arasındaki herhangi bir medeniyet olmadığını vurgulayarak şöyle der: “Modernlik, bir diğer uygarlık değildir. Modernlik, Batı’nın, dünyanın geri kalan kısmını kavrayan pençesinin giderek gevşemesi değil, tam tersine, Batı’da ortaya çıkmış olan kurumların etkisinin küresel olarak yaygınlaşmasıdır.[2] Günümüzde ise artık modern değil de postmodern bir dünyada yaşamakta bulunduğumuza yönelik tez genel kabul görmüş bir tezdir. Modern zamanların aşılarak postmodern zamanlara girildiği herkesçe malumdur. Kimi düşünürlere göre ‘postmodernlik’ alışagelmiş olduğumuz modernliğin karşıtıdır ve bambaşka bir şeydir. Giddens’a göreyse modernlik devam etmektedir, ama nasıl devam etmektedir? Postmodern bir çağa geçildiği tezini reddeden Giddens’ın ifadesiyle, postmodernizm dediğimiz şey aslında modernliğin sonuçlarının radikalleşerek evrenselleşmesinden ibarettir.

Tüketim Toplumu adlı meşhur eserin yazarı Jean Baudrillard modern hayatın bizlere gündelik bir konfor sağladığını belirterek bu konforlu gündelik yaşam tarzının patlamaya hazır bir bomba gibi tetikte beklediğini izah etmeye çalışır. Gündelik dinginliği payanda edinmiş olan küresel sistemin devam edebilmesi için süreğen bir tüketim hayatına ihtiyaç vardır. Söz konusu tüketim salt mağazalardan alışveriş etmekten ibaret değildir. Şiddetin, cinsel hazzın, sağlık hizmetlerinin, sanatın, ideolojilerin, politikanın, dinsel bağımlığın ve akla gelebilecek her şeyin biteviye tüketilmesi gerekmektedir. Aksi halde küresel sistem bir şekilde çatlayacaktır ki bunun neticesi hem sistemin çökmesi demektir ve hem de kaos demektir.

Yeni zamanların en yaygın hastalıklarından biri olan şizofrenliği irdeleyen Amerikalı klinik psikoloji profesörü Louis A. Sass Delilik ve Modernizm adlı eserinde şizofrenlerin kendilerini makine gibi gördüklerini belirtmektedir. Bunu kendi zamanından çok iyi anlamış olan Nazım Hikmet bir şiirinde şöyle demektedir:

trak tiki tak
makinalaşmak istiyorum
beynimden, etimden, iskeletimden
geliyor bu
trak tiki tak
makinalaşmak istiyorum

Fransız düşünür Michel Foucault, ilk belirtileri psikolojik de olsa organik de olsa, her hastalığın bireyin dünyadaki bütünsel durumunu ilgilendirdiğini söyler. “Hastalık,” der Foucault, “psikolojik veya fizyolojik bir özden ziyade psikolojik ve fizyolojik bütünlüğünde ele alınan bireyin genel bir tepkisidir.[3] Bu bağlamda ele aldığımızda modern hayat içerisinde nevrozun ve şizofrenliğin çok fazla yaygın olmasını makineleşme olgusuna bağlayabiliyoruz. Nitekim Fransız hekim Alexis Carrel şöyle bir saptamada bulunuyor: “Çağımızın medeniyeti kötü bir durumdadır, çünkü bize uygun değildir. Bu medeniyet bizim gerçek tabiatımız bilinmeden kurulmuştur. İlmî buluşlardan, insan iştihasından, hayalinden, teorilerinden ve arzularından doğmuştur. Bizim tarafımızdan kurulmuş olmasına rağmen bizim ölçülerimize göre olmamıştır.[4] Foucault ile Carrel’in bu saptamalarına İtalyan sosyolog Alberto Melucci şöyle bir katkıda bulunuyor: “Kişisel yaşamda, içsel yaşam ve toplumsal yaşam arasındaki uyuşmazlığı su yüzüne çıkaran şey hastalıktır. Bedenin hastalığı, başka türlü ağza alınamayacak bir kelimenin ifadesi işlevini görür ve semptomların çıkmayan sesi, içsel gerçekliğin duyulması ihtiyacına işaret eder.[5] Mekanik hayatın cenderesine sıkışıp kalmış olan modern insanlığın her ferdinin şizofren olduğunu söyleyemiyoruz fakat mevcut yaşam tarzı içerisindeki herkesin bir parça deli olduğunu etrafımızı gözlemleyerek anlayabiliyoruz. Bunu idrak edebilmek için psikiyatr olmaya da gerek yoktur. Cep telefonuyla bir saat boyunca ara vermeksizin konuşmak şeklindeki bir davranışın sağlıklı bir davranış olduğunda hemfikir miyiz meselâ? “Modernizmin ilk özelliği,” diyor Louis A. Sass, “karmaşa çılgınlığına kapılmasıdır.[6] İrlanda kökenli edebiyat eleştirmeni Terry Eagleton cehennemi şöyle izah ediyor: “İnsanların en korkuncuyla, akıl almayacak kadar monotonuyla, yani kendinle, bir yere tıkılıp kalmandır cehennem.[7] İster karmaşa çılgınlığı diyelim ister makineleşme diyelim, modern hayatın bireyi kendine yabancılaştırması dediğimiz şeydir bu. Mekanik toplum içindeki bireyin yalnızlaşması, monotonlaşması veya bir yere tıkılıp kalması. Dünyevî cehennem midir bu? Öyle olmasa bile dünyevî cennet olmadığı apaçık meydandadır. Modernlik ile postmodernlik arasındaki bağıntıyı Louis A. Sass şöyle tarif ediyor: “Ne olursa olsun, postmodernizm, modernliğin çocuğu ve hatta belki de kardeşidir.[8] Modern ve akabinde postmodern sürecin en belirgin ortak paydası olan tüketim kültürünün getirdiği bolluğun ve refahın gitgide tehlikeli boyutlara ulaştığı tezini savunan Baudrillard ise şöyle der: “Tüketim toplumunun büyük bedeli, kendisinin sebep olduğu güvensizlik duygusudur.[9]

Güvensizlik duygusunun insanlığın bütününe had safhada sirayet ettiği bir dünyada insan psikolojisinin sağlıklı olduğunu düşünemeyeceğimize göre postmoderrn toplumun ve tüketim tutkusunun apaçık bir çılgınlık (veyahut delilik) olduğu gerçeğini itiraf etmek zorundayızdır. Çağımızda artık her etkinlik birer tüketim gösterisine dönüşmüş durumdadır. Tapınak atmosferini anıştıran stadyumlar, cafcaflı sportif turnuvalar, gösterişli mabetlerdeki ibadetler, emeklilik hayatlarını mütemadiyen alışveriş ederek yaşayan emekliler, hafta sonu dinlencelerini AVM ziyaretleriyle güya değerlendiren aileler. Sokak oyunlarının unutulup gitmesi neticesini vermiş olan sibernetik oyunların tutsağı çocuklarımız artık bilgisayar monitörü başında gözlerini kırpmaksızın düşman avlamaktadırlar. Bütün bu sanal oyunların insan doğasındaki şiddeti ve egoistliği palazlandırdığı bir sır değildir zaten.

Şu halde, modernlikten postmodernliğe geçiş süreci insanlığın bir tekâmülü değilse, postmodernizm aslında modernliğin radikalleşmiş bir devamı ise, küresel hastalık veya çılgınlık peyderpey daha da pekişiyorsa bunun sonucu kıyamet midir? Yahut şöyle soralım: “Tarihin sonuna mı gidiyoruz?” Anthony Giddens toplumsal evrimcilerin kuramını şöyle özetliyor: “Tarih, avcı ve toplayıcıların küçük ve yalıtılmış kültürleriyle başlar; ürün toplayan ve hayvancılıkla uğraşan toplulukların gelişimine ve oradan da tarıma dayalı devletlerin oluşumuna kadar devam ederek Batı’daki modern toplumların ortaya çıkmasıyla sonuca varır.[10] Görüldüğü üzere Batı’yı merkeze koyan evrimcilerin indinde tarihin sonuna varılmıştır bile. Bu noktada kimilerinin komplo teorisi diyerek ciddiye almadıkları Hıristiyan teolojisindeki Tanrı’nın Krallığı (tek dünya devleti) projesine atıfta bulunmamız mümkündür. Ne var ki Zamyatin’in Biz adlı romanı esas olmak üzere George Orwell’dan tutun da Aldous Huxley’e varıncaya dek epeyce kara-ütopya kurmacası yazılmıştır. Bunun en yeni örneklerinden biriyse Amerikalı yazar Paul Auster’ın Son Şeyler Ülkesinde adlı romanıdır.

Bununla birlikte insanlığın her şeye rağmen direnmekte olduğunu ihsas eder Michel Foucault ve şöyle der: “Hastalık, içinde evrimin seyrinin açığa çıktığı bir süreç olup, öncelikle en zararsız biçimdeki en yeni yapıları ortadan kaldırırken, en ciddi aşamasına ulaşıp gelişimini tamamladığında ise, en arkaik evreleri etkilemektedir. Demek ki hastalık, herhangi bir yetiye amaçsızca saldıran bir eksiklik değildir. Marazi durumun saçmalığında, iyi takip edilmesi gereken bir mantık vardır ki, bu da normal evrimin mantığıdır. Hastalık, doğa karşısında bir öz değil, tersine çevrilmiş bir süreçte doğanın ta kendisidir.[11]    

KAYNAKLAR

[1] Anthony Giddens, Modernliğin Sonuçları, sayfa 9, Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2012 

[2] A.g.e. sayfa 49

[3] Michel Foucault, Akıl Hastalığı ve Psikoloji, sayfa 16, Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2013

[4] Alexis Carrel, İnsan Denen Meçhul, sayfa 43, Yağmur Yayınevi, İstanbul 1973

[5] Alberto Melucci, Oyuncu Bellek, sayfa 29, Sel Yayıncılık, İstanbul 2013

[6] Louis A. Sass, Delilik ve Modernizm, sayfa 51, Alfa Bilim, İstanbul 2013

[7] Terry Eagleton, Kötülük Üzerine Bir Deneme, sayfa 26, İletişim Yayınları, İstanbul 2012

[8] A.g.e sayfa 51

[9] Jean Baudrillard, Tüketim Toplumu, sayfa 35, Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2012

[10] Giddens, Modernliğin Sonuçları, sayfa 13

[11] Foucault, Akıl Hastalığı ve Psikoloji, sayfa 26

Yazar
Metin SAVAŞ

Metin Savaş, 1965 yılında Balıkesir’de, kalabalık ve nispeten varlıklı, klasik bir taşra ailesinin içinde doğdu. Lise eğitimini Vefa Lisesindeyken yarıda bırakarak çalışma hayatına atılmak zorunda kaldı. Babasının iş dünyas�... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen