Savaşcı İle Bilgin – 1

Nikris hastalığından acı çeken Osman Bey, yere serili keçe yatağından yarı beline kadar zorlukla doğruldu. Ölüm döşeğindeki Osman Bey, son nefesini vermeden önce hayır duasını almak için başucunda toplanmış saygıyla oturan ve yüreklerinde derin bir sızı bulunan evlatlarına sevgi dolu gözlerle baktı. Yaşamlarıyla beraber görevleri de biten insanların huzuru içindeki Osman Bey, boyunları bükük evlatlarına gülümsedi.  Birkaç defa yutkunduktan sonra kurumuş dudakları aralandı ve gücünü kaybetmemiş bir sesle konuşmaya başladı.

* Beni, herkes gibi şu kötülüklerle dolu dünyada ilk nefes alışımızdan beri pençesi altında tutan yazgımın ellerinde, can çekişirken görüyorsunuz. Geleceğiniz mutlulukla, zaferle, şanla dolu olsun. Sizlerden ayrılmaya hazırlandığım şu sıralarda gözüm arkada kalmıyor. Bütün kaygılar sizden uzak olsun.  

İyi bir idareci, keskin görüşlü, mücadelesinde planlı hareket eden, sabırlı ve müsamahalı olan ve rakiplerine bile kendisini sevdirmesini bilen Gazi Osman Bey hastalandıktan sonra yerine vekil yaptığı büyük oğlu Orhan Bey’e doğru döndü.

* Orhan Bey oğlum bulunduğun mevki, senin büyük bir önder gibi davranmanı gerektiriyor. O yüzden seni çevreleyen kutlulukla asla zorba olma. Bakışlarını zalimlikten kaçır, adaleti geliştir ve onu yeryüzüne süs yap. Dünyayı fethettiğin zaman da, kılıcını kullanarak dinimizi yaymaya çalış. Hıristiyan krallıklar ile hakka dayanan dostluklar kur. Bilginleri her zaman onurlandır. Nerede olursa olsun, bir adamın bilgin olduğunu duyarsan, onu yükselt ve ondan yardımlarını esirgeme. Çevrende sürekli yasalarla aydınlanmış kişiler bulunsun. Yasaların devletleri hayatta tutan tek temel olduğuna inanarak, onu koru. Orduların ve servetin seni hiç bir zaman gururlu yapmasın. Boş girişimlerle, verimsiz kavgalarla zamanını boşa harcama. Çünkü yanlış tutkular, dünya imparatorluğunun sonu olur. Herkese karşı eli açık ol. Orhan Bey oğlum, milletimize karşı pek çok görevlerin var; onlara karşı iyilik ve bağışlama ile davranırsan Hanlık ünvanına lâyık olursun. Durmadan, milletimize karşı nasıl iyilik yapabilirim diye düşüneceksin. Ancak o zaman Allah’ın sevgisini kazanabilirsin. Kısacası oğlum, devletin başında olduğun sürece âdil ol, iyi adam ol, merhametli ol, halkını sev ve İslâm’ı yaymak için durmadan çalış, çabala. Oğlum, Bursa’yı fethetmişsin, zaferin kutlu olsun. Benim cenazemi Bursa’ya göm ve orayı da devletinin başkenti yap.

Dur durak nedir bilmeyen, yüreği sarsılmaz, bileği bükülmez bir yiğit olan, erkek güzelliğinin ifadesi olarak Kara lakabıyla anılan Osman Bey’in son sözleri bunlar oldu ve konuşmasının ardından ruhu sonsuzluğa doğru uçup gitti. Yaşamdan ve ölümden şikayetçi olmayan, arkasında mensup olduğu millete hizmet etmeye hazır iki değerli oğul bırakan Osman Bey’in maddi mirası, bir savaşçının silahları ve bir çobanın araçlarından başka bir şey değildi. Kendine bağlı topluluklardan aldığı vergileri silah arkadaşlarına dağıttığı için evinde bir tahta kaşık, bir tuzluk, uzun bir yün kaftan, keten bir türban, tarla sürmek için birkaç çift öküz, koyun sürüsü ve birkaç Arap atı dışında bir serveti bulunamadı. On altı bin kilometrekare toprağa hükmeden Osman Bey’in fakir evinde ne bir gram altın ne de bir gram gümüş çıktı. Arap atlarını oğulları aralarında paylaştı.

Erken yaşlarda ölen Osman Bey’in ardında bıraktığı iki oğuldan Orhan Bey’de yiğitlik, Şeyh Edebâli tarafından yetiştirilen Alâaddin Bey’de ise bilgelik en belirgin özelliklerdi. Ahi şeyhi, Din bilgini ve

Osmanlı Devletinin fikir babası Şeyh Edebâli’nin kızı Malhun Hatun’un çocukları olan iki kardeş babalarının karakterinin öne çıkan iki önemli özelliğini paylaşmış gibi görünüyordu.  Birbirine karşı sonsuz bir sevgi ve şefkat ile bağlı olan iki kardeşten büyük olan Orhan Bey, kardeşi Alâaddin Bey’e Bey olmasını teklif etti, ama Alâaddin Bey “Babamız sana güvendiği için sağlığında seni milletimizin başına getirdi, askeri idareyi eline verdi. Sen de babamızın güvenini boşa çıkarmadın ve fetihleri başarıyla sürdürdün. Kısa sürede Mudanya, Yalova, Akyazı, Mudurnu, Ayangölü, Kandıra ve birkaç gün öncede Bursa gibi güçlü bir kaleyi fethederek topraklarımıza kattın. Yaşadığın sürece Bey sensin ve sen kalacaksın.” Dedi. 

Önerisi kardeşi tarafından reddedilen Orhan Bey bu seferde Devlet’i aralarında paylaşmayı önerdi. Alâaddin Bey, devletin ve milletin parçalanmasına neden olacağını ileri sürerek bu öneriye de şiddetle karşı çıktı. Hatta babasından kalan ve kendi hakkına düşen koyun sürüsünü bile kabul etmedi ve Mezopotamya koyunlarından meydana gelen sürüden kendi payına düşen kısmının devlete ait mallara dahil edilmesini istedi. Ortalıkta pek görünmek istemeyen Alâaddin Bey, Orhan Bey’e bundan sonra Uludağ’ın eteklerinde ormanlarla kaplı “Yaprak Denizi” diye anılan yörede küçük bir köye yerleşeceğini söyledi.

Orhan Bey kardeşine “Senin bir kenara çekilmeni istemiyorum. Gel ve benim vezirim ol! İkimiz el ele verip milletimize hizmet edelim,” dedi. Alâaddin Bey, Orhan Bey’in bu içten ısrarı karşısında yumuşadı ve gönülden bağlı olduğu kardeşine gülümsedikten sonra “Vezirlik makamını yani milletin hamallığını kabul ediyorum. Bu ağır yükü yerine getirmek için gece gündüz çalışacağımdan emin olabilirsin,” dedi.

Osman Bey’in son arzusu yerine getirildi. Oğulları, komutanları ve savaşçılarının arasında, imamların dualarıyla Bursa’ya getirilen cenaze Gümüşlü Kubbe diye anılan yere gömüldü. Orhan Bey ve Alâaddin Bey babalarının cenazesini toprağa verir vermez, ülkenin sınırlarını genişletmek için çalışmalara başladılar. Orhan Bey ve devlet işlerini örgütlemesinde ve yönetmesinde ona yardımcı olan Alâaddin Bey ilk iş olarak askerlerine bir çağrı yaptılar. Osman Bey’in yanında yetişmiş, savaşlarda pişmiş komutanları Akça Koca, Konur Alp, Abdurrahman Gazi ve Kara Mürsel, genç beylerinin çağrısı üzerine askerleri ile birlikte yola çıktılar ve Bursa’da toplandılar. Bursa’dan harekete geçen gaziler, rüzgârla yarışan güçlü savaş atlarına bindiler ve Gemlik Körfezini çevirmeye, Mudanya dağlarının arkasından itibaren, Marmara ile Karadeniz arasında kalan yarımada üzerindeki kasaba ve kentleri birer birer fethetmeye başladılar.

DEVAM EDECEK

KAYNAKLAR

BÜYÜK OSMANLI TARİHİ: Ord. Prof. İsmail Hakkı UZUNÇARŞILI

BÜYÜK OSMANLI TARİHİ: Baron Joseph Von Hammer Purgstall

OSMANLI TARİHİ: Alphonse de Lamartıne

Yazar
Hasan ERDEM

Hasan Erdem; 1961 yılında Tekirdağ ili Hayrabolu ilçesi Kutlugün köyünde doğdu. İlkokul, ortaokul ve liseyi Eskişehir’de okudu. Askerden geldikten sonra Bursa’da otomotiv sektöründe üretim yapan bir firmada 25 yıl güvenlik şefi ol... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen