Mehmet Ali Kalkan’ın “Düşer” Adlı Şiirinin Tahlil Denemesi

İbrahim SAĞIR

Mehmet Ali Kalkan Eskişehir’in yetiştirdiği bir değer ve bir güzel şair.

Ben de şiirle ilgilenen birisi olarak şiirleri üzerinde genel bir tespitten sonra, aklımın erdiğince birkaç kelam gevezelik etmek istiyorum ey aziz okuyucu. Dilimiz sürçer ise affola.

Şair Mehmet Ali’nin “GECEYE GÖZ EKLEDİM-2001 yılanda “GÖK ARADIK TUĞLARA – 2014 yılında”  olmak üzere iki şiir kitabı yayımlanmıştır.

Mehmet Ali’nin dili gayet sade ve durudur. Üslubu akıcı kendine özgü bir tarzı, edası ve sedası vardır. 

Tabiri caiz ise tamamen yerli ve tamamen millîdir.

Şiirlerini bizim kadim şiirimizin ölçüsü olan hece vezni ile yazar. 

Tutarlıdır, kararlıdır. Özentilere, taklitlere yeltenmek gibi fantezilerden uzak durur.

Şiirlerinin tamamına yakını kadim Türk tarihinden önemli olaylara atıflarla veyahut telmihlerle zenginleştirilip bezenmişlerdir. Bu kısa genel değerlendirmeden sonra, gelelim Şair Mehmet Ali Kalkan’ın “GÖK ARDIK TUĞLARA” adlı kitabının 89. Sayfasındaki “DÜŞER” adlı şiiri hakkında bir tahlil denemesine.

DÜŞER

Günah ateşlere varırken elim,

Kara gecelere beyaz çığ düşer.

Çift başlı kartalı beklerken kilim,

Yürek gergefine elif tığ düşer.

Nice zamanlara Yediler uyur,

Gâh pamuk ateşle yan yana durur.

Gâhî dağın adı Karaçuk olur,

Gönül yaylasından sırlı dağ düşer.

Gök hilal burcunda nice tutuştu,

Gözler konuşurdu, mutlu susuştu.

Vaktini bulunca bir kutlu muştu,

Surdaki gedikten eski çağ düşer.

Gidim muhakkaktır arza gelimde,

Burası gözümde öte aklımda.

Her gün beş vakitte, yedi iklimde,

Susam yaprağına İrem bağ düşer.

Giyotin bilerken aklın uzunu,

Maddeci dünyaya diker gözünü.

Cellât utancından örter yüzünü, 

Bir başka âleme ölü sağ düşer…

Bu şiir kitabı elime geçişinden itibaren “DÜŞER” şiirinin içindeki zengin ve kadim Türk kültüründen önemli olaylara atıflarla kaleme alınmış olduğunu gördüm.

O günden beri de bu şiiri nasıl tahlil ederim düşüncesini hep düşündüm, kendime güvenemedim. Ha bu gün ha yarın diye diye işte zaman bu güne kadar uzadı.

Demek hiçbir şey vakti gelmeden meydana gelmezmiş. Vakti bu gün imiş ki kalemi ele aldık. Görelim bakalım kalem mi bizi, biz mi kalemi bir yerlere götürecek, nasıl bir yol yordam izleyeceğiz. Hele bir çıkalım yola, görelim encam ne ola 

“Günah ateşlere varırken elim,”

Günahsız insan olamaz o sebeple her an elimiz günaha uzanabilir.

Mesele o günaha uzanan eli pişmanlık duygusuyla günahtan alıkoymaktır. 

“Kara gecelere beyaz çığ düşer.”

Kara gecelerde tövbe yağmurları ile beyaz bir mağfiret çığı haline getirecek samimiyeti yakalamaktır. Yani tövbemizi gözyaşı yağmurları ile yıkayarak sunacağız O sonsuz rahmet sahibi Rabbimize. 

“Çift başlı kartalı beklerken kilim,”

Çift başlı kartal sembolünün, Türk devletleri tarafından, sevilerek kullanıldığı görülür. Selçuklu Devlet armasında da çift başlı kartal sembolü kullanılmış, hatta günümüzde de Selçuklu kartalı olarak adlandırılmaktadır. 

Çift başlı kartal geçmişten geleceğe ezelî ebedî varoluş, güç, kuvvet, doğruluk manalarını da kapsayan bir sembolik ifadeler zenginliğini taşımaktadır.

“Yürek gergefine elif tığ düşer.”

Yürek gergefine elifi doğruluk sembolü bir tığ kabul ederek, o tığ ile Anadolu  insanının kilimlerinde çift başlı kartalı varoluş, güç, kuvvet, doğruluk sembolü olarak motif motif, desen desen işleye geldiğini ima etmiştir şairimiz. 

“Nice zamanlara Yediler uyur,”

Kuran-ı Kerim’de Kehf Suresinde sözü edilen bu mağara Müslüman ve Hıristiyanlarca kutsal sayılır. Mağaraya 15 – 20 merdivenle inilir. Eshab-ı Kehf Mağarasına ait bir efsane halk arasında anlatılır; “Mitolojik tanrılara inanışın, gücünü kaybettiği dönemlerde, tek Tanrıya inandıkları için eziyet edilmekten kaçan Hıristiyan dinine mensup Yemliha, Mekseline, Mislina, Mernuş, Sazenuş, Tebernuş ve Kefeştetayuş adında yedi genç, Putperestliğe dönmeyi kabul etmediklerinden Rum Hükümdar Dakyanus’un huzuruna çıkarılmışlar. Bu hükümdar, Putperestlik dinine bağlı kalmalarını, aksi takdirde kendilerini öldürteceğini söyleyerek birkaç günlük zaman vermiş. Köpekleri Kıtmir ile birlikte bu yedi genç ölümden kurtulmak için verilen süreden faydalanarak kaçmışlar ve bu mağaraya sığınmışlar. Allah tarafından kendilerine 309 yıl süre bir uyku verilmiştir. Yukarıdaki mısra işte bu olayı telmih etmektedir.

“Gâh pamuk ateşle yan yana durur.”

Türkistan’ın Yesi şehrinde Şeyh Ahmed’in şöhreti artıp binler müridi olunca bazı nadanlar tarafından Horasan âlimlerine şeyh Ahmed zikir meclislerinde kadın erkek berber zikrediyorlar diye şikâyet ederler. Horasan âlimler de Yesi’ye dört kişilik bir teftiş heyeti gönderir. Heyet gelir araştırı sorar soruşturur aslı olmadığını anlarlar ve özür dileyerek ayrılırlar. Şeyh Ahmed’ de o heyetle birlikte bir müridine bir kutu vererek Horasan Âlimlerine gönderir.

Horasan varınca o mürit kutuyu âlimlere verir âlimler kutuyu açarlar ki; Gördüklerine Şaşırırlar.

Kutunun içinde bir miktar pamuğun üstünde kıpkızıl bir kor ateş vardır. 

Pamukla ateş yan yana ama pamuk ateşten hiç etkilenmemiş yanmamıştır…

“Gâhî dağın adı Karaçuk olur,”

Türkistan da Yesevî adında bir sultan vardı. Bu sulatan avlanmayı severdi. Bir gün Sultan Karaçuk dağına mahiyeti ile avlanmaya gitti. Dağ çok engebeli uçurumlu olduğunda hiçbir av bulamadı. Canı sıkıldı. Dervişleri toplayarak dua edin de bu Karaçuk dağı yok olsun dedi. Dervişler toplanıp üç gün dua etse de dağ ortadan kalkmaz. Bunun üzerine aralarında hangi derviş eksik diye müşavere ederler ve Şeyh Ahmed’in Çağırılmadığın anladılar.   

Sultana şeyh Ahmed’in de çağrılmasını söylediler.

Sultan ulak gönderip Ahmed’i çağırtır. Ahmed gelince dervişler tekrar dua ve zikre başlarlar. Birden gökyüzü bulutlarla kaplanır, gündüz geceye döner ve bardaktan boşanırcasına bir yağmur yağar her taraf sulara gark olur.

Kısa süre sonra yağmur durur güneş açar bir de bakarlar ki Karaçuk Dağı yok olmuş…   

“Gönül yaylasından sırlı dağ düşer.”

Böylelikle bu güne kadar gönül yaylasının sırlı dağı düşer ve tarihe karışır.

Artık Karaçuk Dağı yoktur…

“Gök hilal burcunda nice tutuştu,”

Asırlarca gök hilal burcunda Türk bayrağından ışık aldı, renk aldı. 

Onun sevdası ile yandı tutuştu. Bu mısra da bu manaları kucaklamaktadır.

“Gözler konuşurdu, mutlu susuştu.”

Nice zamanlar aktı, nice mevsimler nice umut yüklü kervanlar geldi geçti.

Mutlu bir susuş hiç edasını bozmadı. Umutla, hasretle, sabırla sustu sustu.  

O mutlu susuşa nazire olarak ta o mutlu zamanının geleceği özlemi ile

hep gözler konuştu. 

“Vaktini bulunca bir kutlu muştu,”  

Peygamberimiz (S.A.V.) min İstanbul’un Feth edileceğini müjdeleyen Hadis-i şerifi

“İstanbul mutlaka fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, o ordu ne güzel ordudur.” kutlu bir müjdesinin zuhur zamanı gelmiş ki; İstanbul Fatih Sultan Mehmet tarafından 29 Mayıs Salı 1453 yılında feth edildi.

“Surdaki gedikten eski çağ düşer.” 

Ve bu mısra işte o fetih neticesinde 1000 yıllık Bizans devleti sona erdi. İstanbul’un fethi Orta Çağ’ın sonu, Yeni Çağ’ın başlangıcı kabul edildi. 

Şairimiz bu Türk tarihinin en önemli hadisesini surdaki gedikten eski çağın düşüşü olarak yorumlamıştır.

“Gidim muhakkaktır arza gelimde,” 

Bütün canlılar gitmek üzere geldikleri bu arzda kaderlerini yaşayıp ömürlerini tamamlayıp bu misafirhaneden gidecektir diyerek şair okuyucuyu uyarıyor. 

“Burası gözümde öte aklımda.”

Şairimiz burası gözümün önünde ama ötesi daima aklımda diyerek bu mutlak hakikati okuyucuya da ima ederek hatırlatıyor.

“Her gün beş vakittir, yedi iklimde ,”

Yedi iklimde her gün beş vakitten kasıt beş vakit okunan ezan ve kılınan namazdır.

“Susam yaprağına İrem bağ düşer.” 

Mısraının; Hacı Bektaş’a, mürşidiniz kimdir, meşrebiniz kimdendir? Diye soran Horasan erenlerine “Kim ki şu susam yaprağı üzerinde iki rekât namaz kılarsa odur.” Der

Horasan erenleri eğer siz söylediğiniz gibi ederseniz biz sizi mürşid olarak kabul ederiz.” Deyince

 Hacı Bektaş seccadeyi eline alır, Bismi’llâh ve Bi-emri’llâh diyerek seccadeyi susam yaprağının üzerine serer. İki rekât namaz kılar ve aşağı iner. Bunu güren Horasan erenleri Hacı Bektaş’ın büyüklüğünü ikrar ederler. (295 Vilâyetnâme, s.16.)  Bu olayı telmih ederek şair Cennet bağının susam yaprağına düştüğünü estetik bir ifadeyle söyleme ustalığını gösterir.

“Giyotin bilerken aklın uzunu,”

Giyotin bir Fransız ölüm aleti, zalimin elinde mazlumu da suçluyu da ölüme götürürken, akılardan iyilik, uygunluk ve barışıklığı bileyip yok eder.

“Maddeci dünyaya diker gözünü.”  Maddeci insan gözünü hâlâ şu yalancı dünyanın hayali pırıltılarından alamamaktadır.

“Cellât utancından örter yüzünü,” 

Bir suçsuz insanın canını aldığının farkında olan cellât utancında yüzünü örter. O  yüzünü örtedursun; 

“Bir başka âleme ölü sağ düşer.”

Haksız yere bu dünyayı terk eden insan ebedi bir âleme sağ olarak gider. 

Bu kıtayı sömürgeci devletler üzerinden yoruma tabi tutacak olursak.

Bu devletler insan haysiyetini ayaklar altına alarak Müslüman milletler üzerinde yapıkları zulümler yüzünden, kıydıkları canlar yüzünden bir giyotin cellâdından binlerce defa daha utançlarından yüzlerini örtmeleri gerekir. Belki milyonlarca masum Müslüman’ı katlederek bir başka âleme sağ gitmelerine sebep olmuşlardır. Vesselam. 

Yazar
İbrahim SAĞIR

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen