Çocuk Edebiyatı Ve Eğitimi Üzerine Bazı Düşünceler

Çocuk eğitimi, çocuğun bir “özne” olarak ele alınıp önemsendiği çağlardan beri üzerinde durulan en önemli meselelerden biridir. Bu konuda hemen herkes; bilgisi, birikimi, tecrübesi oranında bir şeyler söylemiş ve bu tür bir eğitimde edebiyatın önemi üzerinde durulmuştur. Bu türde önemli gördüğüm sözlerden biri de İmam Şafi’ye ait olan “Çocuklarınıza şiir ve matematik öğretiniz.” sözüdür.

Bugün de çocuk eğitimi ile edebiyat arasındaki ilişki üzerinde durulmakta, çocuklar için öykü, masal, roman türündeki eserlerin öneminden bahsedilmektedir. Sonuçta şöyle ya da böyle kitap okuyan bir çocuk nesli mevcuttur. Çocuklar için şiir meselesi de önemsenmekte ve pek çok şairimiz bu tarzda şiirler yazmakta; hatta sayıları az da olsa bazı şairlerimiz sadece “çocuk şiirleri” yazmaktadır. Mesela;  Gökhan Akçiçek, bu tarzda çok başarılı olmuş bir isimdir. Ama çocuk şiiri meselesinin edebiyatımızda çok da zengin bir tür olduğu söylenemez. Çünkü, ortada çocuk şiiri diye gezinen ürünlerin hemen hepsi şiiriyetten uzak didaktik metinlerdir. Çünkü çocuğa istediğimiz şekli verebileceğimiz bir varlık olarak bakıyoruz çoğumuz. Oysa, çocuk da müstakil bir şahsiyettir. Onun bu yapısı, çocuk eğitiminde ve edebiyatında mutlaka dikkate alınması gereken bir husustur.   

İşte tam da bu noktada İmam Şafi’nin sözüne tekrar dönmekte fayda var: Büyük imam, bu konuda neden şiirle matematiği birlikte ele alıyor? Bu soru üzerinde kafa yorduğumuzda karşımıza çıkan gerçek bence şu olmaktadır. Şiirle matematik ilk bakışta birbirine zıt kavramlar gibi görünseler bile; bakışımızı biraz derinleştiğimizde bu zıtlığın görünüşte olduğu, meselenin özünde ise böyle bir zıtlığın olmadığı görülür. Çünkü; şiir de matematik de soyut kavramlardır. İfade biçimi olarak birisi “rakamları” diğeri “harfleri” kullanır. Bunlar semboldürler. Sembol, ise düşünmenin ana unsurudur. İşte “soyut” olan “somut”a bu araçlarla dönüşmekte, bu dönüşüm sırasında hayal gücü, zihni aktivite, mesele üzerinde yoğunlaşma ve derinleşme faaliyetleri söz konusu olmaktadır. Başka bir deyişle şiir de matematik de çocuğa geniş bir özgürleşme, zihni yeteneklerini, kalbi hassasiyetlerini kullanma imkanı vermektedir. İkisi de  çocuğu “bir sırlar kapısı” önünde tutmaktadır.

Çocuk, bilenenden hareketle bu bilinmezliğin dünyasına girer. Eğer yolculuğun başarıyla tamamlarsa şiirin ve matematiğin kendine açtığı dünyanın zenginlikleriyle karşılaşır. Bu kazanımı aklı kullanma ve içindeki duygusal zenginliği keşfetme şeklinde özetleyebiliriz. Zaten bir çocukta bunları sağlayabilmişsek mesele tamam demektir. Akıl ve gönül yetilerinden haberli ve bunları kullanabilmeyi öğrenen bir birey elbette sağlıklı bir gelişim içindedir demektir. Öyleyse çocuk eğitiminde şiiri ve matematiği birlikte düşünmek doğru olacaktır. Fakat bunu yaparken yan bazı unsurları daha dikkate almak gerekir. Bunlardan biri masal, diğeri öyküdür. Hatta bunlara geleneksel çocuk eğitiminde sistematik olarak kullanılmasa bile çok önemli görülen tekerlemeleri ve bilmeceleri, şaşırtmacaları da eklemek gerekir. Çünkü, masalla düş dünyasının en uç noktalarına çıkan çocuk, öykü ile hayatın gerçeklerine dönerken  bu süreçte tekerlemeler ona kullandığı dilin fonetiği noktasında yetenek kazandırırken, zihinsel aktivitesini de bilmece ve şaşırtmacalar zenginleştirmektedir.

Durum, pedagoglar açısından da böyledir ama; hemen her konuda düştüğümüz temel yanlışa bu konuda da düşünmekteyiz. Bu yanlış, çocuk eğitiminde de kendi kültürümüzün değerler dünyası ve bu dünyayı çocukla buluşturan anlatı türleri yerine başka bir iklimin tecrübeleriyle ortaya çıkan çocuk eğitimi ilkelerini birebir kendi ülkemizde de uygulama ısrarımızdır. Bu tür bir uygulamada çocuk edilgendir. Eline bir kitap verir, okumasını istersiniz yahut bir çizgi filmle baş başa bırakırsınız. Yine bir eğitim aracı olarak da çok değerli olan oyunlar, hazır oyuncaklarla oynanır. Oysa, oyuncağını kendi yapan çocuk, hem bağımsız bir şahsiyet bilinci kazanırken hem de yaratıcı gücünün farkına varmakta ve onu bu yolla harekete geçirmektedir.

Bu yüzden bizim geleneğimizde çocuk, hayat içinde eğitilmiştir. Masalı yalnız okumaz, ona bu süreçte eşlik eden birileri hep vardır. Okuma çağında değilse bir babaanne veya anneanne ağzından dinlenir bu masallar..Okuma çağında ise yine karşılıklı iletişimle bu masal üzerinde evdeki fertler arasında bir paylaşım yaşanır. Bu, kelimenin tam anlamıyla çocuk ruhuna uygun dolaylı bir öğrenme metodudur ve sonuçları da mükemmel olarak tezahür eder. Modern araçlarla çocuğa sunulan masallar ise, onun kendi yalnızlında eğitimine çok da katkı sağlamamaktadır. Çünkü hem paylaşım yoktur; hem de bu filmlerdeki dünyanın değerleri çocuğun bütünüyle içselleştirip benimseyebileceği şeyler değildir. Dolayısıyla çocuk eğitimi, ne yalnız kitapla ne yalnız filme sağlanabilecek bir eğitim değildir. Başta aile fertleri olmak üzere bütün toplum yeri ve zamanı geldiğinde bu eğitimin bir parçası olmak durumundadırlar.

Bu konu üzerinde farklı açılardan yeniden düşünmek gerekiyor bence..Kitaplar yazabiliriz, filmler yapabiliriz..Klasik eğitimin unsurlarını yani tekerlemeyi, masalı… bugüne taşıyabiliriz. Ama hayat tarzımız ne olacak? Bahçesiz, oyun alanı olmayan apartman hayatı, parksız, oyun alanı olmayan yahut yeterince olmayan şehirler olduğu sürece meseleyi çözmemiz zor görünüyor. Öte yandan bilhassa matematik eğitiminin yeniden ele alınması, şiirin çocuk dünyasına hitap edebilecek çok sayıdaki ürünlerle bu eğitimi desteklemesi üzerinde çok durmamız gerekiyor. Hayatını bir karmaşaya dönüştüren insan, elinden kayıp giden ve kendine yabancılaşan çocuklar gerçeğiyle bugün için yüz yüzedir. Bir sıcak aile ortamında ya da güvenli bir mahalle ortamında zaman zaman büyüklerin de katıldığı bir süreçte tamamlanabilir çocuğun eğitimi…Çünkü, o zaman öğretilen sadece şiir ve matematik, dinlenen yahut okunan sadece masal, oynana da sadece oyunlar olmaz…Bütün bu etkinliklere sevgi, anlayış, paylaşım katılır ki; çocuğu asıl zenginleştirecek, besleyecek unsurlar bunlar olur. O zaman çocuk, hayattaki ve tabiattaki şiiri de matematiği de görür. Kitap hayatla çelişmez. Öğrenilenle yapılan aynı olur.  

 

 

Yazar
Mustafa ÖZÇELİK

1954’te Eskişehir’in Günyüzü ilçesinde doğdu. Türk Dili ve Edebiyatı alanında yüksek öğrenim gördü. Ortaokul, lise ve üniversitede Türk Dili ve Edebiyatı dersleri verdi. 1975’ten bu yana pek çok edebiyat dergisinde yazı ve ş... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen