Hacı Bektâş-ı Velî

Türk medeniyetine farklı bir pencere açan Hünkar Hacı Bektâş-ı Velî.

Prof.Dr. Ahmet Yaşar OCAK

Prof. Dr. Abdurrahman GÜZEL

Her iki ilim ve düünce insanımızın Hacı Bektaş Veli ile ilgili önemli makaleleri.

Muhtemelen ölümünden sonra Hacı Bektâş-ı Velî diye şöhret bulmuştur. XIII. yüzyıl Selçuklu Anadolusu’nda Babaî hareketinin lideri Baba İlyâs-ı Horasânî’nin çevresine, XIV. yüzyılda Yeniçeri Ocağı’nın kuruluşuna, XVI. yüzyılda kendi adını alacak olan Bektaşîlik tarikatının teşekkülüne adı karışan Hacı Bektâş-ı Velî’nin, devrinin kaynaklarında hemen hiçbir iz bırakmadığına bakılırsa yaşadığı dönemde yaygın bir şöhrete sahip olmadığı söylenebilir. Öte yandan Yeniçeri Ocağı’nın ve Bektaşîliğin pîri kabul edilmesi ve Alevî-Bektaşî kesiminde bir iman esası olan güçlü konumu onu çözümlenmesi gereken tarihî bir problem haline dönüştürmektedir. Bu durum, hakkındaki yetersiz tarihî bilgilerle menkıbelerin yarattığı çift yönlü (tarihî-menkıbevî) şahsiyetinin birbiriyle uyuşmazlığından kaynaklanmaktadır (Prof.Dr. Ahmet Yaşar OCAK)

 Menkıbevî Hacı Bektaş Rum abdallarının pîridir; Diyâr-ı Rûm’un (Anadolu) büyük evliyasındandır. Tarihî şahsiyetini menkıbevîleştiren anlaşılması ve tahlili güç bu dönüşüm süreci, onu daha XIV. yüzyıldan itibaren zamanımızda da bütün gücüyle varlığını koruyan çok önemli bir kültün, Anadolu’daki heterodoks Müslümanlığın merkez şahsiyeti yapmıştır. Mesele, Baba İlyas’ın sayısı oldukça fazla halifelerinin arasından yalnızca bu mütevazi Türkmen babasına nasip olması noktasında odaklanmaktadır. Ne Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî ne Yûnus Emre ne de Anadolu’da yaşamış başka hiçbir sûfî onun kadar güçlü bir kutsallaştırmanın konusu olmuştur. Bu bağlamda, bugünkü Hacı Bektâş-ı Velî’nin tarihî Hacı Bektâş-ı Velî’nin ölümüyle doğduğunu söylemek tarihî bir gerçeği ifade etmek olacaktır. Dolayısıyla Hacı Bektâş-ı Velî’yi bu iki paralel (yaşarken ve öldükten sonraki) kimliğiyle ele almak zarureti vardır. Ancak yaşadığı dönem ve çevreden hiçbir yazılı kaynak veya belge bugüne intikal etmediğinden onun tarihî hüviyetini belirleyebilmek mitolojik şahsiyetini tahlil etmekten çok daha zordur. Dönemin resmî kronikleri, hatta sûfî kaynakları bile ondan bahsetmez. Bu bilgi kıtlığı, Hacı Bektâş-ı Velî’yi Türkiye’de zaman zaman siyasî-ideolojik spekülasyonların itibarlı malzemesi haline getirmiştir. Bundan dolayı Hacı Bektâş-ı Velî problemini iyi anlayabilmek için hakkında bilgi veren kaynakların mahiyetinden söz etmek gerekir. 

Hacı Bektâş-ı Velî’yi ancak kendi zamanından epeyce sonra yazılmış ikincil kaynaklardan incelemek mümkündür. Bu kaynakların en eskisi, XIV. yüzyılın ünlü sûfîlerinden Âşık Paşa’nın oğlu Elvan Çelebi’nin Menâkıbü’l-kudsiyye adlı menkıbevî aile tarihidir. Hacı Bektâş-ı Velî’nin şeyhi olup 1239 veya 1240 yılında Selçuklu yönetimine karşı Babaî İsyanı diye bilinen büyük sosyal hareketi gerçekleştiren Vefâî şeyhi Baba İlyâs-ı Horasânî’nin torunu olan bu sûfî şair, eserinde Hacı Bektâş-ı Velî’den kısaca bahsetmesine rağmen çok önemli ipuçları verir. 

Hacı Bektâş-ı Velî hakkında ikinci kaynak, vefatından yaklaşık yüz yıl sonra Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin torunu Ulu Ârif Çelebi’nin emriyle Ahmed Eflâkî tarafından kaleme alınan Menâḳıbü’l-ʿârifîn adlı Farsça eserdir. Dönemin Anadolu’su ve Mevlevîliğin tarihi bakımından çok önemli olan bu eserde Hacı Bektâş-ı Velî hakkında kısa bir pasaj vardır. Bu pasaj, hem onun sûfî kimliği hem de öteki kaynakları kontrol etme bakımından büyük değer taşır. 

XIV. yüzyıla ait bu iki kaynaktan sonra kronolojik olarak sırayı, Hacı Bektâş-ı Velî adına düzenlenmiş olup XV. yüzyılın son çeyreği içinde kaleme alındığı kesin gibi görünen Menâkıb-ı Hünkâr Hacı Bektâş-ı Velî alır. Eser XV. yüzyılın son çeyreği içinde yazıya geçirilmiş olmakla beraber ihtiva ettiği bilgiler şüphesiz, Hacı Bektâş-ı Velî’nin yaşadığı dönemden itibaren mensuplarının arasında ağızdan ağıza dolaşarak XV. yüzyıla intikal etmiştir. Ayrıca bu eserin Menâkıb-ı Hâce Ahmed-i Yesevî, Menâkıb-ı Lokmân-ı Perende, Menâkıb-ı Ahî Evran ve Menâkıb-ı Seyyid Mahmûd-ı Hayrânî gibi XIII. yüzyıldan kalma yazılı kaynakları da vardır. Daha çok Vilâyetnâme-i Hacı Bektaş veya sadece Vilâyetnâme diye tanınan bu eserin ehemmiyeti, Hacı Bektâş-ı Velî’nin tarihî şahsiyetini tesbite yarayacak çok önemli veriler ihtiva etmesinin yanı sıra Bektaşîlik ve Alevîlik’te bugün de mevcut olan inançların çoğunun kaynağını oluşturmasından ileri gelir. Dolayısıyla bu çevrelerde yarı kutsal niteliği olan bir kitaptır. Ayrıca Hacı Bektâş-ı Velî’yi Ahmed Yesevî geleneğine bağlayan önemli metinleri içinde bulunduran eser, Hacı Bektâş-ı Velî’nin şahsiyeti ve Bektaşîliğin tarihçesi bakımından tarihî gerçeklerle menkıbelerin birbirine karıştığı değerli bir kaynaktır (bk. HACI BEKTAŞ VİLÂYETNÂMESİ). 

Aynı yüzyılda yaşayan Lâmiî Çelebi’nin Nefehât Tercümesi’nde üç dört cümleyi geçmeyen ifadeleri Hacı Bektâş-ı Velî’nin mistik şahsiyeti hakkında dikkate değer kayıtlar ihtiva eder. XV. yüzyılın sonlarına ait bir başka önemli kaynak ise yine Baba İlyâs-ı Horasânî’nin soyuna mensup bir sûfî tarihçi olan Âşıkpaşazâde’nin Tevârîh-i Âl-i Osmân adlı eseridir. Burada müellifin büyük dedesinin halifesi olan Hacı Bektâş-ı Velî’ye dair aile içinden gelen şifahî bilgiler kaydedilmiştir. Bunlar, büyük bir ihtimalle tarihî Hacı Bektâş-ı Velî’yi anlatan gerçeğe en yakın bilgilerdir. 

Son olarak XVI. yüzyıldan Taşköprizâde’nin eş-Şeḳāʾiḳu’n-nuʿmâniyye adlı eserini de kaydetmek gerekir. Hacı Bektâş-ı Velî bu kitapta diğer kaynakların aksine tam anlamıyla Sünnî bir velî olarak tanıtılır. Sonraki yüzyıllara ait bazı eserlerde de Hacı Bektâş-ı Velî’ye dair bilgilere rastlanır. Ancak bunlar esas olarak adı geçen eserlere ve özellikle Vilâyetnâme ve eş-Şeḳāʾiḳu’n-nuʿmâniyye’ye dayanır. 

Tarihî Hacı Bektâş-ı Velî. Hacı Bektâş-ı Velî’nin tarihî şahsiyeti ve Anadolu’ya gelmeden önceki hayatı hakkında Vilâyetnâme’de yer alan menkıbevî bilgiler dışında kesin bir şey söylemek mümkün değildir. Ancak onun “Horasan erenleri” diye bilinen Kalenderiyye akımına mensup sûfîlerden biri, dolayısıyla Horasan Melâmetiyye mektebinden olduğuna muhakkak nazarıyla bakılabilir. Bu sebeple XIII. yüzyılda Cengiz istilâsı sebebiyle Anadolu’ya vuku bulan derviş göçleri arasında, aynı mektebe mensup Yesevî veya daha kuvvetli bir ihtimalle Haydarî dervişlerinden biri olarak Anadolu’ya gelmiş olmalıdır. Burada bugüne kadar gözden kaçan önemli bir nokta, benzeri bütün Türkmen şeyhleri gibi muhtemelen Hacı Bektâş-ı Velî’nin de kendine bağlı bir Türkmen aşiretiyle birlikte Anadolu’ya gelmiş olduğudur. Çünkü genellikle bu aşiretler (Dede Garkın’a bağlı Garkın aşireti örneğinde olduğu gibi) başlarındaki şeyhin adıyla anılıyordu. Nitekim Osmanlı tahrir defterlerine dayalı yeni bir araştırma, Hacı Bektâş-ı Velî’ye bağlı geniş bir Bektaşlı oymağının mevcut olduğunu ortaya koymuştur (Beldiceanu-Steinherr, sy. 81 [1991], s. 21-79).

Hacı Bektâş-ı Velî muhtemelen aşiretiyle birlikte Anadolu’da yeni bir sûfî çevreye intisap etmiş olmalıdır. Bu çevre, onun içinden geldiği Yesevîlik ve Haydarîliğe çok benzeyen ve XIII. yüzyılda Anadolu’da önce ünlü Türkmen şeyhi Dede Garkın, sonra da onun halifesi Baba İlyâs-ı Horasânî tarafından temsil edilen Vefâîlik tarikatı çevresidir. Nitekim Âşıkpaşazâde’nin kaydından, Hacı Bektâş-ı Velî ve kardeşi Menteş’in Baba İlyâs-ı Horasânî’ye intisap ettikleri, Elvan Çelebi ve Eflâkî’nin ifadelerinden de Hacı Bektaş’ın halifelik makamına kadar yükseldiği anlaşılmaktadır. Hacı Bektaş’ın kardeşi Menteş’in 1239’da başlayan Babaî İsyanı’na iştirak ettiği ve Sivas’ta Selçuklu kuvvetleriyle yapılan muharebede öldürüldüğü, Hacı Bektâş-ı Velî’nin ise ya tasvip etmediğinden veya başka bir sebeple bu isyana katılmadığı hem Elvan Çelebi’den hem de Âşıkpaşazâde’den öğrenilmektedir. Fiilen katılmamış olsa bile isyan liderinin bir halifesi olduğundan isyanı takiben başlatılan tâkibattan kurtulabilmek için bir süre izini kaybettirmiş olmalıdır. Âşıkpaşazâde’ye göre Hacı Bektaş daha sonra Karayol’da (o zaman Sulucakarahöyük, bugün Hacıbektaş) ortaya çıkmıştır. Bu ortaya çıkışın Anadolu’nun Moğol hâkimiyeti altına girmesinden, yani yaklaşık 1250’lerden sonra olduğu tahmin edilebilir. 

Hacı Bektâş-ı Velî, Vilâyetnâme’den anlaşıldığı kadarıyla o zamanlar yarı göçebe Çepni oymağına mensup bir kolun (muhtemelen kendine bağlı Bektaşlı kolunun) yaşadığı bir yer olduğu için bu küçük Türkmen köyünü tercih etmiş olmalıdır. Muhtemel bir diğer sebep de Babaî İsyanı’ndan sonra Selçuklu merkezî yönetiminin gayri Sünnî (heterodoks) Türkmenler’e karşı takip ettiği politika sonucu olabildiğince gözden uzak bir yerde bulunma arzusudur. Ayrıca büyük şehirlerdeki Sünnî meslektaşlarının eleştirilerinden uzak kalmayı istemiş olması da düşünülebilir. Nitekim Mevlânâ’nın bile gıyaben tanıdığı bu Türkmen şeyhine hiç de iyi gözle bakmadığı bilinmektedir. 

Bu dar çevre içinde cereyan eden hayat tarzı yüzünden Hacı Bektâş-ı Velî, Selçuklu başşehrinin veya önemli kültür merkezlerinin ilgisini çekecek ve dolayısıyla bu büyük şehirlerdeki tekkelerde yaşayan meslektaşları gibi zamanın belgelerinde iz bırakacak kadar şöhret yapmamıştır. 

Vilâyetnâme’ye göre Sulucakarahöyük’te tıpkı şeyhi Baba İlyas’ınkine benzer bir hayat tarzı süren, zaman zaman bugün bir ziyaret yeri olan yakındaki bir mağarada inzivaya çekilen, zaman zaman da köyün hayvanlarını otlatmak gibi oymağının günlük işleriyle uğraşan Hacı Bektâş-ı Velî’nin asıl tarihî rolü de burada başlamaktadır. Onun buradaki hayatı artık sadece Vilâyetnâme’den takip edilebilir. Vilâyetnâme onu, Baba Resul diye meşhur Baba İlyâs-ı Horasânî’ye değil Ahmed Yesevî’ye bağlar ve doğrudan onun halifesi olarak takdim eder. Halbuki Hacı Bektaş’ın Ahmed Yesevî’nin ölümünden en az bir yarım asır sonra dünyaya geldiği muhakkaktır. Bununla birlikte Vilâyetnâme’de Hacı Bektaş’ın halifelerinden bahseden kısımda Baba Resul’ün (veya Resul Baba) adına rastlanması, Hacı Bektaş’la Baba Resul arasındaki halifelik ilişkisinin büsbütün unutulmadığını göstermektedir. Ancak Hacı Bektaş Baba Resul’ün halifesi iken Vilâyetnâme bu ilişkiyi tersine çevirmektedir. Bu durumu, 1240’ta öldürülen Baba Resul’den sonra Anadolu’da Hacı Bektaş’ın mânevî nüfuzunun giderek üstünlük kazanmaya başlamasına paralel olarak ötekinin nüfuzunun giderek zayıflamasıyla açıklamak mümkündür. Vilâyetnâme böylece, XV. yüzyılda Anadolu’daki gayri Sünnî sûfî çevrelerde artık bir tek ismin, Hacı Bektâş-ı Velî’nin hâkim olduğunu da göstermiş olmaktadır. 

Hacı Bektâş-ı Velî, yine Vilâyetnâme’ye göre Sulucakarahöyük’te bir Türkmen şeyhi olarak bir yandan kendi cemaati içinde mürşidlik görevini sürdürürken bir yandan da bugünkü Ürgüp yöresindeki hıristiyanlarla sıkı ilişkiler geliştirip onların ihtidâsına zemin hazırlamıştır. Ayrıca şamanist Moğollar’ın da Müslümanlığı kabul etmeleri için yoğun faaliyet göstermiş, halifelerini bu amaçla Anadolu’nun dört bir köşesine yollamıştır. 

Hacı Bektâş-ı Velî’nin bu faaliyeti, gerek kendisinin yaşadığı dönemin sosyal şartlarının gerek kaynakların verdiği bilgilerin tahlilinin, gerekse Bektaşîlik ve Alevilîğin klasik tarihi ve aktüel çizgisinin tabii bir gereği olarak İslâm fıkhının sıkı kurallarıyla sınırlandırılan Sünnî bir anlayışı değil, Horasan Melâmetiyyesi’nin kuru zühd karşıtı cezbeci karakteriyle karışık gayri Sünnî bir yorumunu yansıtmaktaydı. Bu yorum, muhtemelen, Türkmenler arasında hâlâ kuvvetle yaşamakta olan eski İslâm öncesi dinî-mistik inançlarla karışık yarı hurafevî bir İslâm anlayışının telkin ve tâlimini de ihtiva ediyordu. Bu anlayış, tasavvufun yapısından kaynaklanan geniş bir hoşgörüye dayanmakla beraber, aynı zamanda mühtedileri birdenbire kendi kültür çevrelerinden koparıp ürkmelerine sebebiyet vermeden eski inançlarını da kendi içerisinde değerlendiren bağdaştırmacı (syncrétique) bir İslâm anlayışıydı. Onun bu yönteminin Anadolu’nun müslüman ve gayri müslim toplumları arasında önemli bir yakınlaşma ortamının doğmasına yol açtığı söylenebilir. Nitekim bölge hıristiyanlarının da ona büyük bir yakınlık duyduğu ve kendisini Aziz Charalambos adıyla takdis ettikleri bilinmektedir. Öyle görünüyor ki Hacı Bektâş-ı Velî, zaman zaman bazı Moğol idarî otoritelerine karşı çıkmak durumunda kalmış olsa da Sulucakarahöyük’teki mütevazi zâviyesinde bu şekilde ömrünü tamamlamıştır. 691 (1292) tarihli bir vakfiye kaydında kendisinden “merhum” diye bahsedildiğine göre (Birge, s. 41) bu tarihten önce muhtemelen 669’da (1271) vefat etmiştir. 

Hacı Bektâş-ı Velî’nin nasıl bir sûfî kimliği temsil ettiği, hangi tarikat çevresine dahil olduğu, kendi adını verdiği yeni bir tarikat kurup kurmadığı, Bektaşîliğin onunla ilgisi gibi sorulara gelince, önce eş-Şeḳāʾiḳu’n-nuʿmâniyye hariç yukarıda sayılan kaynakların hiçbirinin onu klasik anlamda Sünnî bir sûfî olarak görmediği özellikle vurgulanmalıdır. Kendini Hacı Bektâş-ı Velî’ye bağlayan Bektaşîliğin ve Alevîliğin gayri Sünnî yapısı da bunun en kuvvetli delilidir. Bektaşîliğin önceleri Sünnî bir tarikat olduğunu, fakat Balım Sultan tarafından bugün bilinen hüviyetine sokulduğunu ileri süren tezin ilmî ve tarihî hiçbir temeli yoktur. Hacı Bektâş-ı Velî’nin Sünnî bir mutasavvıf olduğunu ileri sürenler onun nasıl bir sosyal tabanın mensubu bulunduğunu, bu tabanın sosyokültürel ve dinî yapısının karakteristiklerini hiç hesaba katmadan genellikle ona izâfe edilen Maḳālât adlı esere dayanırlar. Bugüne kadar değişik araştırmacılar tarafından birkaç defa yayımlanmış olup tasavvufa yeni intisap eden müridler için basit seviyede bir el kitabı niteliğini taşıyan bu eserin muhteva kritiği yapılmamıştır. Maḳālât üzerinde en kapsamlı çalışmayı gerçekleştiren Esat Coşan bir tasavvuf edebiyatçısı gözüyle eserin yalnız muhteva tasvirini yapmış, tarihî tenkidine girişmemiştir. Halbuki klasik tasavvuf edebiyatında Maḳālât ve Vâridât adlarını taşıyan benzeri eserlerin hemen hepsi daha sonraları anonim derleyiciler tarafından kitap haline getirilmiştir. Nitekim Maḳālât’ta da, bu tür bir eser olduğunu açıkça gösteren ibareler vardır (s. 14, 35). Dolayısıyla bu eserlerin asıllarından uzaklaşmaları ihtimali çok yüksektir. Hacı Bektâş-ı Velî’ye izâfe edilen diğer eserler gibi Maḳālât’ın da onun kaleminden çıkmış olduğu tarihen ispat edilmemiştir. Ayrıca Hacı Bektâş-ı Velî konumundaki konar göçer bir Türkmen sûfîsinin bu tarz eserler yazıp yazamayacağı tartışılabilir. Öte yandan bu çevrelerdeki tasavvuf geleneğinin yazılı eserlerden çok sözlü geleneğe dayandığı bilinmektedir. 

Hacı Bektaş’ın tasavvufî şahsiyetine gelince, başta Âşıkpaşazâde olmak üzere daha sonraki birtakım kaynaklar da onu meczup bir derviş olarak tanıtırlar. Âşıkpaşazâde, Hacı Bektaş’ın bir şeyh olacak ve bir tarikat kuracak durumda olmayıp kendini bilemeyecek kadar cezbe sahibi bulunduğunu kaydederken XV. yüzyıl müelliflerinden Emînüddin b. Dâvûd Fakīh onun hakkında “meczûb-ı mutlak” tabirini kullanır. XVI. yüzyılda ise Vâhidî, hiçbir şeyin farkına varamayacak derecede meczup olan Hacı Bektaş’ın “bu hal ile âhirete irtihal ettiğini” yazar. Bu kaynakların Hacı Bektaş hakkındaki mütalaaları gibi, Vilâyetnâme’ye dayanan M. Fuad Köprülü’nün Hacı Bektaş’ın İslâmî ilimlerde otorite olacak derecede âlim bir mutasavvıf olduğunu ileri sürmesi de kolay kabul edilecek bir fikir değildir. Eğer Hacı Bektaş gerçekten kendini bilemeyecek kadar meczup olsaydı Vilâyetnâme’de anlatılanlarla bir ilgisi bulunamazdı. Öte yandan, onun gibi göçebe bir Türkmen şeyhinin ne böyle bir ortamda İslâmî ilimlerde otorite olacak bir ilmî seviyeye yükselme imkânını bulması, ne de böyle bir imkân bulduktan sonra bu çevrelere geri dönmesi pek kolay kabul edilecek bir şeydir. Ayrıca bir Türkmen şeyhinin âlim olması da gerekli değildir. Vilâyetnâme’nin bu yoldaki ifadelerinin Hacı Bektâş-ı Velî’yi yüceltmeye yönelik bir tutumun eseri olduğu söylenebilir. 

Vilâyetnâme’nin ortaya koyduğu bir başka problem de Hacı Bektaş’ın İmâmiyye mezhebine mensup olup olmadığı meselesidir. Vilâyetnâme, Hacı Bektâş-ı Velî’yi İmam Mûsâ el-Kâzım soyuna nisbet etmek suretiyle hem onu bir seyyid yapar hem de böylece Şiî bir mutasavvıf olarak takdim eder. Ancak Hacı Bektâş-ı Velî’nin yaşadığı XIII. yüzyıl Anadolu’sunda İmâmiyye veya İsmâiliyye mezhebinin mevcudiyetine dair herhangi bir ipucuna bugüne kadar rastlanmadığı göz önüne alınarak bu telakki, XV. yüzyıl sonlarında Vilâyetnâme’nin kaleme alındığı yıllarda bu çevrelere artık nüfuz etmiş bulunan İmâmiyye inançlarının bir etkisi olarak değerlendirilmelidir. Bektaşîlik XVI. yüzyılda bu etkileri almış olarak kurulduğundan bugün Hacı Bektâş-ı Velî’nin böyle bir kimliğe nisbeti Alevî-Bektaşî çevrelerce tereddütsüz kabul görmektedir. 

Vilâyetnâme’nin dikkatli bir tahlili, Hacı Bektâş-ı Velî’nin, hem Ahmed Yesevî hem de Yesevîlik etkilerini geniş ölçüde taşıyan Kutbüddin Haydar geleneklerini sıkı sıkıya koruyan bir Haydarî şeyhi olduğunu ortaya koymaktadır. Öte yandan Elvan Çelebi, Ahmed Eflâkî ve Âşıkpaşazâde’nin eserleri de onun Vefâî şeyhi olan Baba İlyâs-ı Horasânî’nin halifesi bulunduğunu açıkça göstermektedir. Kaynaklardaki bu kayıtlara güvenmek gerekirse, Hacı Bektâş-ı Velî’nin büyük bir ihtimalle Yesevîlik ile Kalenderîliğin karışımından oluşan Haydarîlik tarikatının bir mensubu olarak Anadolu’ya geldiği, daha sonra Baba İlyâs-ı Horasânî çevresine girerek Vefâîlik tarikatına intisap ettiği ve hayatının sonuna kadar da böyle yaşadığı söylenebilir. Bu durumda adını taşımasına rağmen Bektaşîliği kendisinin kurmadığı muhakkaktır. 

Hacı Bektâş-ı Velî’ye başta Maḳālât olmak üzere (bu eserin pek çok nüshası mevcuttur, meselâ bk. Süleymaniye Ktp., Lâleli, nr. 1500) birtakım eserler izâfe edilir. Bunlar şöyle sıralanabilir: 1. Kitâbü’l-Fevâid (İÜ Ktp., TY, nr. 55). 2. Nesâyih-i Hacı Bektâş-ı Velî (Hacıbektaş İlçe Halk Ktp., nr. 29’daki mecmua içinde). 3. Risâle (Staatsbibliothek, Marburg, MS, Or, Oct, nr. 3049). Bunların dışında Hacı Bektâş-ı Velî’ye Tefsîr-i Fâtiha, Şathiyye, Şerh-i Besmele gibi birkaç eser daha mal edilirse de bunların onun tarafından yazıldığına dair hiçbir ilmî delil ortaya konulamamıştır. 

Menkıbevî Hacı Bektâş-ı Velî. Bektaşîlik’ten başka hiçbir tarikatın pîri bu derece muazzam bir kültün, güçlü bir imanın ve kutsallığın konusu olmamıştır. Hemen hiçbir tarikatın pîri Hacı Bektâş-ı Velî’nin Bektaşîlik’teki yeriyle karşılaştırılamaz. Tarihî Hacı Bektâş-ı Velî’nin menkıbevî, hatta menkıbevîlikten de öte mitolojik Hacı Bektâş-ı Velî’ye dönüşerek böyle bir kutsallık kazanması ve bir iman konusu olması hadisesinin nasıl meydana geldiği ve hangi sürecin ürünü olduğu ve bu sürecin nasıl gerçekleştiği gibi önemli soruların cevabı, Antalya-Elmalı yakınındaki Tekkeköy’de bulunan türbesinde medfun Abdal Mûsâ’da düğümlenmektedir. M. Fuad Köprülü, XIV. yüzyılda Hacı Bektâş-ı Velî’nin Sulucakarahöyük’teki tekkesinden yetişen bu mühim şahsiyetin Hacı Bektâş-ı Velî kültünün yayılmasında nasıl büyük bir rol oynadığını ortaya koymuştur. Köprülü’nün incelemelerinden ve daha sonraki araştırmalardan çıkan sonuca göre yaşadığı dönemde pek tanınmayan bu mütevazi Türkmen şeyhini, gerek hayatta iken gerekse ölümünden kendi zamanına kadar geçen süre içinde üretilen menkıbeler aracılığıyla yeni kurulmakta olan Osmanlı Beyliği başta olmak üzere bütün Orta ve Batı Anadolu’da tanıtarak âdeta tekrar hayata kavuşturan Abdal Mûsâ olmuştur. XIV. yüzyılın ilk çeyreğinden sonra Hacı Bektâş-ı Velî Tekkesi’nin şeyhi olan Abdal Mûsâ, beraberindeki bir kısım Haydarî dervişleriyle birlikte yeni kurulmakta olan Osmanlı Beyliği topraklarına gitmiş, orada Orhan Gazi’nin hizmetine girerek fetihlere katılmış ve başarılı olmuştur. Fakat onun gerçekleştirdiği asıl büyük iş, birlikte savaştığı Osmanlı gazilerine Hacı Bektâş-ı Velî’nin menkıbelerini anlatarak onu tanıtması olmuştur. Abdal Mûsâ bunu önce Bursa havalisinde yapmış, daha sonra buradan Bergama ve yakınlarına geçmiş, oradan da Antalya’ya giderek yerleştiği bugün Tekkeköy adını taşıyan yerdeki zâviyesinde sürdürmüştür. 

Bu süreç içinde menkıbeleşen tarihî ve efsanevî geleneklerin XV. yüzyılın son yıllarında yazıya geçirilmiş şeklinden ibaret olan Vilâyetnâme çoğunluğu itibariyle bu mitolojik Hacı Bektâş-ı Velî’yi yansıtır. Ancak bu husus eserin tarihî hiçbir temeli bulunmadığı anlamına gelmez. Vilâyetnâme’de Hacı Bektâş-ı Velî’nin tarihî şahsiyetini aydınlatmaya yarayacak oldukça değerli ipuçları da vardır. Alevî-Bektaşî toplulukları bugün Hacı Bektâş-ı Velî’yi Vilâyetnâme’nin takdim ettiği mitolojik çerçevede tanırlar. 

Vilâyetnâme’deki Hacı Bektâş-ı Velî’nin en belirgin niteliği on iki imam soyuna nisbet edilmesi, yani Peygamber soyuna mensup bir seyyid olmasıdır. Babası İbrâhîm-i Sânî, İmam Mûsâ el-Kâzım neslindendir ve Horasan hükümdarıdır; dolayısıyla Hacı Bektâş-ı Velî bir şehzadedir. Küçükken önce ünlü sûfî Lokmân-ı Perende’nin, ardından onun tavsiyesiyle Ahmed Yesevî’nin yanında eğitilir. Daha o zamanlar birçok keramet göstererek herkesi hayretler içinde bırakır. Ahmed Yesevî’nin “nefes evlâdı” olan Kutbüddin Haydar’ı esir düştüğü Bedahşan ilindeki kâfirlerin elinden kurtarır. Daha sonra onun artık olgunlaştığını gören Ahmed Yesevî, kendisine halifelik sembolleri olan cihâz-ı fakrı (taç, şamdan, seccade, sofra ve alem) teslim eder, beline tahta kılıcını kuşatır ve Diyârırûm’u irşad etmekle görevlendirir. Önce Mekke’ye giderek hac görevini ifa eden Bektaş “hacı” unvanını alır. Dönüşte Necef’i ve Kerbelâ’yı ziyaret edip Anadolu’ya geçer. Buradaki Rum erenleri onun gelişinden haberdar olurlarsa da buna pek sevinmezler. Hacı Bektâş-ı Velî, Çepni oymağına mensup konar göçer birkaç evin kışlığı durumundaki Sulucakarahöyük’e gelir ve Kadıncık Ana’nın evine misafir olur. Bu arada kerametleriyle dikkat çeker. Geçimini sağlamak için köyün sığırlarını güder. Bir müddet sonra bugünkü dergâhın yerinde ilk inziva mahalli olan Kızılca Halvet’i yapar. Hacı Bektâş-ı Velî artık kendini kabul ettirmiş ve mürid edinmeye başlamıştır. Ünü çabuk yayılır. Çevredeki velîler onu kıskanır ve çeşitli sınavlardan geçirirlerse de hepsini utandırır. Avucundaki yeşil beni göstererek Hz. Ali’nin mazharı olduğunu, yani onun kendi bedeninde zuhur ettiğini ispat eder. Böylece Rum’un en büyük evliyası olduğu anlaşılır. 

 

Hacı Bektâş-ı Velî buradaki ikameti esnasında Seyyid Mahmûd-ı Hayrânî, Ahî Evran gibi büyük Rum velîleriyle yakınlık kurar; çevredeki gayri müslimlerle yakın ilişkiler içine girer. Tanıştığı Moğol otoritelerinden bir kısmının müslüman olmasını sağlar. Birçok halife yetiştirir; ölümünden az önce her birine icâzetnâmesini vererek Anadolu’nun bir yöresine yollar ve kendisi de kerametine yakışır bir şekilde vefat eder. 

Buraya kadar anlatılanlardan çıkan sonuca göre Hacı Bektâş-ı Velî’nin asıl şöhreti ve etrafında teşekkül eden muazzam kült onun vefatından sonra oluşmuştur. Bu kültün esas kaynağı da o zamanlar çok muhtemel olarak bir Haydarî zâviyesi olan Sulucakarahöyük’teki dergâhıdır. 

Bu tarihî hadise Hacı Bektâş-ı Velî kültünün önce, hayatta iken bizzat Hacı Bektaş’ın da mensubu bulunduğu Haydarî tarikatı dervişleri arasında ortaya çıkıp geliştiğini ve onlar vasıtasıyla her tarafa yayıldığını gösterir. Osmanlı gazileri aracılığıyla Hacı Bektâş-ı Velî’yi tanıyan Osmanlı sultanları Yeniçeri Ocağı’nı kurarken gaziler arasında yaygın olan güçlü kült sebebiyle ocağı ona bağlamışlar, böylece Hacı Bektâş-ı Velî’nin hâtırası Osmanlı topraklarında giderek gelişmek suretiyle büyüyüp ünlenmiştir. XVI. yüzyılın başlarına gelindiğinde ise Balım Sultan, Haydarîlik’ten ayrılıp Osmanlı hükümet merkezinin desteğini de alarak Bektaşîlik tarikatını Hacı Bektâş-ı Velî’nin adına bugün bilinen şekliyle kurmuştur. Böylece Anadolu Türk gayri Sünnîliği, merkezine Hacı Bektâş-ı Velî’yi yerleştirerek teşekkül sürecini fiilen tamamlamıştır.

https://islamansiklopedisi.org.tr/haci-bektas-i-veli

BİBLİYOGRAFYA

Hacı Bektâş-ı Velî, Maḳālât (nşr. Esad Coşan), İstanbul 1986, s. 17-61.

Manakıb-ı Hacı Bektâş-ı Velî: Vilayet-nâme (haz. Abdülbâki Gölpınarlı), İstanbul 1958.

Elvan Çelebi, Menâkıbü’l-kudsiyye, s. 169-170.

Eflâkî, Menâḳıbü’l-ʿârifîn, I, 381.

Âşıkpaşazâde, Târih, s. 204-205.

Vâhidî, Menâkıb-ı Hoca-i Cihân, Bibliothèque Nationale, suppl. turc, nr. 1585, vr. 72a.

Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 671-672.

Mecdî, Şekāik Tercümesi, s. 44.

Âlî Mustafa, Künhü’l-ahbâr, İstanbul 1286, V, 54 vd.

Evliya Çelebi, Seyahatnâme, I-III; VI-VIII, tür.yer.

Derviş Burhan, Vilâyetnâme-i Hâcım Sultân: Das Vilâjet-nâme des Hâdschim Sultan (nşr. Rudolf Tschudi), Berlin 1914, s. 1-24.

Köprülü, İlk Mutasavvıflar (İstanbul 1919), Ankara 1966, s. 39-47.

a.mlf., “Les origines du Bektachisme: Essai sur le développement historique de l’hétéreodoxie musulmane en Asie mineure”, Extrait des actes du congrès international d’histoire des religions, Paris 1926, s. 20-25.

a.mlf., Türk Edebiyatı Tarihi (İstanbul 1926), İstanbul 1980, s. 249-250.

a.mlf., “Anadolu’da İslâmiyet”, DEFM, II/4-6 (1922), s. 405-406.

a.mlf., “Bemerkungen zur religiongeschichte Kleinasiens”, MOG, II (1922), s. 203-222.

a.mlf., “Bektaşîliğin Menşe’leri”, TY, II/8 (1341), s. 136-140.

a.mlf., “Bektaş”, İA, II, 461-464.

Hilmi Ziya [Ülken], Türk Tefekkür Tarihi, İstanbul 1934, II, 255-262.

a.mlf., “Hacı Bektaş-ı Velî”, Mihrab, II/15-16, İstanbul 1922, s. 515-530.

  1. K. Birge, The Bektashi Order of Dervishes, London 1937, s. 33-51.

Abdülbâki Gölpınarlı, Mevlânâ Celâleddin, İstanbul 1959, s. 238-239.

a.mlf., “Bektaş”, TA, VI, 32-34.

  1. Behnan Şapolyo, Mezhepler ve Tarikatlar Tarihi, İstanbul 1964, s. 298-301.

Cl. Cahen, Pre Ottoman Turkey, London 1968, s. 354.

a.mlf., “Le problème du Shiisme en Asie mineure pré-ottomane”, Le Shiisme imamite, Paris 1970, s. 122 vd.

a.mlf., La Turquie pré-ottomane, İstanbul 1988, s. 334.

Jr. S. Vryonis, The Decline of Medieval Hellenisme in Asia Minor, Los Angeles 1971, s. 369-381.

  1. J. Kissling, “Bektaş, Hacı”, Biographisches Lexikon, München 1974, I, 170-171.

Irène Mélikoff, “Un ordre de derviches colonisateurs: Les Bektashis”, Mémorial Ömer Lûtfi Barkan, Paris 1980, s. 149-157.

a.mlf., “L’Ordre des Bektaşis et les groupes relevant de Hacı Bektaş: Survol du problème”, Sur les traces du soufisme turc: recherches sur l’lslam populaire en Anatolie, İstanbul 1992, s. 5-10.

a.mlf., “Yunus Emre ile Hacı Bektaş”, TDED, XX (1973), s. 29 vd.

Ahmet Yaşar Ocak, La révolte de Baba Resul ou la formation de l’hétérodoxie musulmane en Anatolie au XIIIe siècle, Ankara 1989, s. 87-96.

a.mlf., “Anadolu Heterodoks Türk Sûfîliğinin Temel Taşı: Hacı Bektaş-ı Velî el-Horasanî (?-1271)”, Yunus Emre, Nasrettin Hoca ve Hacı Bektaş Velî Düşüncesinde Hoşgörü, Ankara 1995, s. 185-201.

Ahmet T. Karamustafa, “Early Sufism in Eastern Anatolia”, Classical Persian Sufism: from its Origins to Rumi (ed. Leonard Lewisohn), London 1993, s. 186-190.

Martin van Bruinessen, “When Haji Bektash still Bore the Name of Sultan Sahak”, Bektachiyya: Etudes sur l’ordre mystiques des Bektachis et les groupes se relevant de Hadji Bektach (ed. A. Popovic – G. Veinstein), İstanbul 1995, s. 117-138.

Tevfik Sincânî – Kāsım Ensârî, “Ḥâcî Bektâş-ı Velî ve Ṭarîḳat-ı Bektâşiyye”, Neşriyye-i Dânişkede-i Edebiyyât ve ʿUlûm-ı İnsânî, XXVIII/120, Tebriz 1977, s. 505-513.

Mürsel Öztürk, “Hacı Bektaş-ı Veli”, TTK Belleten, L/198 (1986), s. 885-894.

  1. Beldiceanu-Steinherr, “Les Bektašī la lumière des recensements ottomans (XVe-XVIesiècles)”, WZKM, sy. 81 (1991), s. 21-79.
  2. Tschudi, “Bektās̲h̲iyya”, EI2(İng.), I, 1161-1163.

Hamid Algar, “Bektāš, Ḥājī”, EIr., IV, 116-122.

 ………………………………………………………..

 
Prof. Dr. Abdurrahman GÜZEL[i]

Hacı Bektaş Veli, Ahmed Yesevi’nin halifesi Lokman Perende’nin bizzat talebesidir. Kendisi mükemmel bir dini-milli kültür formasyonu almıştır. Bu sebeple O, Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamlaşması için Türkistan illerinden vazifeli olarak gönderilmiştir. Böylesine mesuliyetli bir görevi üstlenen Horasan Alp-erenlerinden Hacı Bektaş Veli’nin Hayatı ve Eserleri’ni burada bir kaç satırla anlatabilmemiz mümkün de-ğildir. Onun hayatım daha çok eserlerinden hareketle ele almak zorundayız. Ancak günümüze kadar Hacı Bektaş Veli’nin hayatı ve eserleri hakkında (Prof. Dr. Esad Coşan hariç) ciddî bir araştırma yapılmamıştır.
Bu makalede “Hacı Bektaş Veli’nin Tarihî Hayatı ve Eserleri ana hatlarıyla verilmektedir.


1. Hacı Bektaş Veli’nin Yaşadığı Devir ve Doğum Tarihi:

Asıl adı Muhammed Bektaş olan Hacı Bektaş Veli’nin yaşadığı dönem ve çevre iyi bilinmekle beraber, kaynaklarda doğumu hakkında farklı bilgilere rastlanmaktadır.
Doğum ve vefat tarihleri konusunu en eski kaynaklardan başlayarak bugüne kadar yapılmış tetkiklerden elde ettiğimiz bilgiler ışığında kısaca şöyle izah edelim:
Hacı Bektaş Veli’den bahseden kaynakların en eskisi Eflâki Dede’nin “Menâkıbu’1-Arifin”[1] adlı eseridir. Eflâkî “Hacı Bektaş’ın Baba Resûlullah (Baba İshak)’ın meşhur halifesi olduğunu” söyler. Hacı Bektaş’tan bahseden diğer eski bir kaynak da; Aşıkpaşazade Tarihi’dir. Bu eserde Hacı Bektaş’ın doğum ve vefat tarihleri hakkında herhangi bir açıklamaya rastlanmasa da, seyahatlerinin izah edilmesi kayda değer bir bilgidir. Taşköprüzâde Ahmed (Ö. 1553), “Ey-şakâ-iku’n-Nu’mâniyyetî Devleti’1Osmaniyye” adlı eserinde onu I. Murad ( 1362-1389) devri âlimleri arasında zikreder[2].
Tezkireci Ali de, Künhü’1-Ahbâr’ında onun Orhan Bey ( 1326-1362) zamanında yaşadığını söyler. Bu konuda taradığımız eserlerin bir çoğundaki tarihler bu döneme aittir.
Hacı Bektaş Veli’nin doğumu ve vefatı konusunda Hacıbektaş ilçesi Halk Kütüphanesinde bulunan bir yazma eserde şu kayıt bulunmaktadır: “Hazine-i Celîle’den Şeref Vürüd olan tomâr-ı kebîrde muharrar olduğu üzere tarihî vilâdet-i şerifleri 606 ( 1209) olarak müdde-i ömr-i şerifleri 63 olmağla 669 ( 1270) senesi vefât-ı şerifleri muharrer olduğundan iş bu mahalle tahrir olundu[3]. Aynı kütüphanede 119 no’daki Vilâyetnâme’de (v.Ib)Silsilenâme’den alındığı belirtilen Hacı Bektaş’ın 63 yıl yaşadığı ve 606/ 1209’da doğup 669/1270’de vefat ettiği kayıtları mevcuttur[4].
Vakıf kayıtlarından onun 690/ 1291 tarihmerinden önce vefat ettiği anlaşılmaktadır. 695 H.’de yazılmış bu vakfiyede Hacı Bektaş Veli’den “merhum” olarak söz edilmektedi[5]. Bu konuda Bedri Noyan da, onun “Nuşabur”da doğduğunu, babasının İbrahim, annesinin Hatem (veya Hateme) Hatun olduğunu belirttikten sonra, Bektaşi kaynaklarında Hacı Bektaş’ın doğumunun “mürüvvet” sözünün ebced karşılığı (646/1248), “reft” karşılığı (680/1281), yaşama süresinin “Muhammed” karşılığı (92) ve Hakk’a yürüyüşünün karşılığı
(723/ 1325) veya karşılığı (738/ 1337) olarak verildiğini nakleder[6]. Bu konuda bu tür ilmi araştırmalarda dikkate alınması gereken bir hususu da belirtmek gerekir. Velâyetnâme’de adı geçen, Mevlâna, Seyyir Mahmud-ı Hayrânî, Nureddin bin Cebe, Hacım Sultan vb. gibi birçok zâd XIII. yüzyılın ikinci yarısında yaşamış kimselerdir.
Bu da bize Hacı Bektaş Veli’nin yaşadığı çağ hakkında (XIII. yüzyılın ikinci yarısı) tahminî bir fikir vermektedir. Genel olarak kaynaklarda verilen doğum tarihlerinin 1209-1248 arası, vefât tarihlerinin de 1270-1337 arası olduğu görülmektedir. Bu durum Hacı Bektaş Veli’nin XIII. yüzyılın ikinci yarısında yaşamış olduğunu kesinleştirmektedir.
Velâyatnâme’de Hacı Bektaş’ın babasının “İbrahimü’s-Sânî”, annesinin ise Nişabur şehri âlimlerinden Şeyh Ahmed’in kızı olduğu yazılıdır. Bu hususta şu kayıtları görmekteyiz: Sultan İbrahimü’s-Sâni ile Hatem 24 yıl evli kaldıkları hâlde çocukları olmaz. Sultan İbrahim, şehrin ileri gelenlerini toplayarak, bir erkek çocuğunun olması için dualar edilmesini, Kur’an-ı Kerim’den hatimler yapılmasını ister. Buna karşılık ihsanlarda bulunur. Bir hafta kadar hatimler yapılır, dualar edilir. Nitekim Hâteme Hatun Sultan İbrahim’den gebe kalır, müddeti dolunca da nur topu gibi bir erkek çocukları olur. Çocuğunun adını “Bektaş” koyarlar:
“Göricek yüzüni oğlunun o mâh Adını Bektaş virdi onun şâh”[7] dediler.

2. Adı:
Vakfiyelerde ve diğer bazı kaynaklarda “Hacı Bektaş” olarak anılmasının daha sonraki hac’la ilgili kerâmeti dolayısıyla söz konusu olduğunu sanıyoruz. Ali’nin Künhü’1-Ahbâr’ı gibi daha sonra yazıları bazı kaynaklarda da Hacı Bektaş’ın sadece bir kalâp olduğu nakledilir.
“Bektaş” kelimesi bazen “Bektaş”, “Bekdeş”, “Petteş” gibi farklı şekillerde yazılmıştır. Bu kelime, “eş, benzer, misil, muâdil”[8] anlamlarına gelmektedir.
Ayrıca “Âmedan-ı Tâife-i Bektaşiyân be-Hânkâh-ı Hâce-i Cihân” adlı bir yazmada “Bektaş”ın beş harf olduğu ve her beş harfin de mânâları şu şekilde ifade edilmektedir.
“Bektaş beş harfdür: Evvel harf, bâ’dur: Bâ bulûğa işaretdür, yani kişi kendünün zâtınun esrarına vâkıf ve sıfatunun kârma ârif ola ki derecesi bâliğini bula, ki ol derece……….. derecesidür. Üçüncü harftâ’dur: Tâ türâba işaretdür. Yani işi türâb misâli olup her kişinin pâmâli ola ve hiç kimse ile kıl u kâli olmayup gönlinde dünyâ eşgâli yir idinmeye. Fekr-la hâli hoş ola, tâ ki fukarâ menzilin bula. Dördüncü harf, elif dür: Elif uhuvvete
isaretdür. Ya’ni kişi kimse her mu’-mini yad bilmeyip uhuvvet eyleye âhiret için muhabbet ide müzâheret içün” ki buyurmuştur. Resül Hazreti (a.nı.). Beşinci harf, Şin’dür: Şin şeyne işaretdür. Yeşn ar-la ola bi’ar olmaya ve a’mâl-i kubihaden perhiz idüp ahval-i sahiha ile temiz ola, tâ ki makâmın bula ki yirde vekarına dalel ve ârme zelel gelmeye[9].
Prof. Dr. Esad Coşan, “Bektaş”ın lâkap olduğunu, zirâ “o zamanlarda âlim ve asil kişilerin -İranlı veya başka bir soydan olsa bile- muhakkak dini mahiyette bir ismi bulunduğunu”[10] belirtmektedir.
Gerek Vilâyetnâmelerde, gerekse Hacı Bektaş’la ilgili diğer bazı eserler-de, Hacı Bektaş Veli için söylenen şu sıfatlar vardır: “Kutbu’1 Aktâb, mesned-i ul’lulilhâb, Sultânu’1-evliyâ, Burhâmü’1asfıyâ, Fahr-i erbâb-ı Bâbul-lâh, Envârü’1-yâkin, Fatihü’1-evbâb-ı sülâle-i hazret-i sâhib-i sırr-ı ve’1-keşf, aşk deryası, Küşâde-i bâb-ı hikmet, Nesl’1 sâki-i kevser, sâhib-i keşf-i ledünnî, Fahr-ı ma’den-i erkân, Sultânü’1ârifın, ser-çeşme-i nûr-ı dîn, Tâcü’1ârifin, Gavsü’1-vâsılîn, Heykel-i nûrânî, Kutb-ı Rabbâni…” vb.
“Hacı” lâkabı ise, Vilâyetnâme’de yer alan bir kerâmet sonucu Bektaş’ın asıl adıyla birlikte anıla gelmiştir. Vilâyetname’ye göre, Hacı Bektaş’ın hocası Lokman-ı Perende Horasan’dan hacca gittiğinde; Arafat’ta vakfeye geçildiği zaman, arkadaşlarına: -Bugün arife, bizim evde şimdi bişi bişirirler demiş. Bu hâl Hacı Bektaş’a malûm olmuş, Lokman’ın evinde pişirileri bişiden bir tepsiye koyarak. bir dakika içinde Arafat’a ulaştırmıs. orada bunu yemişler. Hac dönüşü Nişabûr halkı kendisini karşıladığı ve tebrik ettiği zaman, Lokman. “asıl Hacı olan Bektaş’tır, hepimiz onu kutlayalım” diyerek onun bu kerâmetini halka duyurmuştur[11] .

3. Anadolu’ya Gelişi:
Aslen Horasanlı olan ve Nişâbur şehrinde doğduğu bilinen Hacı Bektaş Veli şeyhinin dergâhında üç yıl hizmet ettikten sonra, şeyhinden emanetleri ve icazeti alır. Şeyhinin, “Müjdeler olsun ki Kutb’ul aktâblık” senindir; kırk yıl hükmün vardır. Şimdiye dek bizimdi, bundan sonra senindir. Biz bu yokluk yurdunda çok eğlenmeyiz, âhirete gideriz. Var, seni Rum’a saldık. Sulucakarahöyük’ü sana yurt verdik. Rûm abdallarına seni baş yaptık, demesiyle, Hacı Bektaş, Anadolu’ya gelmek için yola çıkar. Velâyetnâmedeki bu kayıt, tarihî kaynaklarca da doğrulanmaktadır.
Hacı Bektaş’ın Amasya, Kayseri, Sivas şehirlerine gittiği daha sonra Karacahöyük’e yerleştiği de Aşıkpaşazâde tarafından nakledilmektedir. Değişik kaynaklarda Hacı Bektaş’ın önce Necef, Kerbelâ, Bağdat ve bazı imamların makamlarını ziyaret ettiği; Şanı Kudüs, Halep, Gaziantep, Elbistan, Tarsus, Bozhöyük, Muğla Kalesi gibi birtakım yerleri de dolaştığı kaydedilmektedir.
Hacı Bektaş Veli, Sulucakarahöyük’e geldiği zaman İdris Hoca ile karısı Kutlu Melek (Kadıncık Ana)in misafiri olur, kendisinin ilk müritleri de bunlardır[12].

4. Vefatı:
Hacı Bektaş Veli’nin vefatı da doğumu gibi. ihtilaflıdır. Kaynakların çoğu onun 63 yıl yaşadığı H. 606 (1209)’da doğup H.669 (127:)de vefat ettiğini kaydetmektedir. Müritlerinin doğum tarihleriyle uyuşması açısından 1270’den sonra verilen tarihlerin de göz önünde bulundurulması gerektiğini hatırlatarak onun kesin olarak 13. yüzyılın sonu ile 14. yüzyılın başına rastlayan tarihlerde vefat ettiğini söyleyebiliriz.
Aşık Paşazâde Tarihinde, Hacı Bektaş’ın kardeşi Menteş’in şehit edildiğini, Hacı Bektaş’ın Kayseri’den Karacahöyük’e geldiği ve mezarının orada olduğu kaydedilmektedir[13].

5. Mezarı:
Hacı Bektaş Dergâhı’nın üçüncü avlusu olan Hazret Avlusu’nun giriş kapısının karşısındaki bölümdedir.
Türbenin, Hacı Bektaş’ın ölümünden 242 yıl sonra ( 1582) Yasinabud Livası Emiri Murad bin Adullah tarafından yaptırıldığı anlaşılmaktadır[14]. Avlu kapısından sekiz basamak merdivenle aşağı inilir. Merdivenin karşısında asıl binaya giriş kapısı bulunmaktadır. Bu kapıya kadar yolun iki kenarında Dede, Baba ve Babagânın on iki tane mezarı vardır.
Hacı Bektaş Türbesi’nin Selçuklu mimarisinin güzel örnekleriyle işlenmiş mermer bir (Akkapı) medheli vardır. Buradan iki basamak merdivenle loş bir koridora girilir. Koridorun, sağ tarafında Kızılca Halvet (Çilehâne-Çile Damı) vardır. Halvet kapısının tanı karşısında yüklük şeklinde bir girinti vardır.
İkinci kapıdan “Kırklar Meydanı’na girilir. Kırklar Meydanı’na girilen kapının sağ tarafında Hacı Bektaş Veli’nin sandukasının bulunduğu yatırın giriş kapısı vardır. “Gök eşik”ten içeri girilince, tahminen 5X5 metre ebadında türbe ortasında Hz. Pîr’in yüksek sandukası görülür. Yatırda büyük bir azamet ve kutsallık vardır[15].

6. Eserleri:
Bilindiği gibi, yakın zamana kadar Hacı Bektaş Veli’ye ait olduğu bilinen eserlerin sayısı oldukça azdı.
Fuat Köprülü, “Anadolu’da İslâmiyet” adlı makalesinde Hacı Bektaş Veli’nin bir Fatiha Tefsiri, bir Makâlât’ı bir de Farisi bir eseri olduğunu nakletmekte[16]. Daha sonraki araştırmacıların Hacı Bektaş’a ait olduğunu söyledikleri eserler ise şunlardır:

a) Kitabü’1-Fevâ’idi:
İstanbul Üniversitesindeki nüsha (Ty.55)da, anlatım üçüncü şahıs ağzından verilmektedir. Abdülbâki Gölpınarlı, bu eserin Hacı Bektaş Veli’ye ait olmayıp, Mesnevî, Nefehât… gibi bazı tasavvufi eserlerden iktibaslarla oluşturulduğunu söyler[17].
Eserin Üniversitedeki yazması Türkçe’ye çevrilmis ve basılmıştır[18] . Eser muhteva olarak Makalât’la çok büyük benzerlikler göstermektedir. Prof. Dr. Esad Coşan, eser hakkındaki mütealâlarını belirtirken, eserin, gerçekten Hacı Bektaş’la ilgili olduğunu, ancak “eserin muhtelif ilâve ve tahrifler ile asli hüviyetinden uzaklaştığı”nı[19]söyler.

b) Fatiha Suresi Tefsiri:
Hacı Bektaş Veli’nin böyle bir eseri bulunduğunu ilk defa Fuad Köprülü haber vermiştir. Ancak o da Bahâ Sa’id Bey’in verdiği ma’lumata dayanır. Bahâ Sa’id Bey, sonradan yanan Tire Kütüphanesi’nde Hacı Bektaş’a ait bir tefsir-i Fatiha olduğunu söylemistir[20]. Prof. Dr. Esad Coşan ise, “Tire Kütüphanesine gittiğini, fakat eserin ne nüshasına ne de eserle ilgili bir kayda rastlayamadığını belirtmektedir[21].
Mutasavvıfların bilhassa Fatiha, Yasin-i Şerif tefsiri gibi birtakım tefsirler yapmaları Hacı Bektaş’ın da böyle bir eseri bulunabileceğini muhtemel kılıyor.

c) Şathiyya:
Hacı Bektaş Veli’nin iki sayfa kadar tutan bir şathiyyesi olduğunu yine Abdülbaki Gölpınarlı nakletmektedir. 1680 yılında Enverî mahlası Hurufı ve Nakşî bir müellif tarafından nazım ve nesir karışık olarak “Tuhfetü’s-Salikîn” adıyla şerhedilen bu eserin yeri bilinmiyor. Bu konuda, Türk Ansiklopedisi’nin “Bektaş” maddesinde sınırlı bilgi veren A. Gölpınarlı, eserin bulunduğu yeri zikretmemiştir.

ç) Hacı Bektaş’ın Nasihatleri:
Hacı Bektaş Veli’ye ait nasihat ve vasiyetler, bir nüshası Hacıbektaş İlçesi Halk Kütüphanesi Ktp. no:29’da kayıtlı olan ve Dedemoğlu tarafından yazılan “Akâid-i Tarikat”ı müteakiben kaydedilmiştir. Nasihatların İstanbul Arkeoloji Müzesi Ktp.no: 891’de kayıtlı “Mecmuatü’r-resâil” içinde eksik olarak bulunduğu da bilinmektedir.
Bu nasihatların gerçekten Hacı Bektaş’a ait olup olmadığı konusunda kesin bir delil bulunmamaktadır. d) Besmele Şerhi:
Bir nüshası Manisa Kütüphanesi’nde bulunan bu eser Türkçe olarak kaleme alınmıştır.
Eser, Hacı Bektaş Veli Besmele Tefsiri adıyla neşredilmiştir[22].
Hacı Bektaş Veli bu eserinde besmelenin mânâ ve ruhunu yorumlar. Bunu yaparken de ayet, hadis ve birtakım kıssalardan deliller getirir.

e) Hacı Bektaş’a ait olduğu söylenen diğer eserler:
Abdulbaki Gölpınarlı tarafından Hacı Bektaş’a ait bir “Hadis-i Erba’în Şerhi” bulunduğu nakledilmiştir[23]. Ayrıca, “Makalât-ı Gaybiyye ve Kelimât-ı Ayniyye” adlı bir diger eserin de ona ait olduğu söylendiği halde esere dair herhangi bir kayda rastlanmamıştır.
Hacı Bektaş’a atfedilen şiirlerin de, esasen “onun enfes evlâdı olarak bilinen ve İdris Hoca ile Ana Hatun soyundan gelen üç tane Bektaş Çelebi’den ilki olan Zekr-nûş Yusuf Bali oğlu Bektaş Çelebi ( 1554-1580)’ye ait olduğu muhtemel görülmektedir.” [24]
Hacı Bektaş Veli’nin “Hunda-nâme” ve “Üssü’1-Hakikâ” adlı eke eserinin daha olduğu söylenmekteyse de, şimdiye kadar hiçbir nüshasına rastlanılmaması, bizim bu eserlerin kimliği hakkında bir yargıda bulunmamızı güçlendirmektedir[25].

f). Makâlât:
Prof. Dr. Esad Coşan tarafından neşredilen Makâlât’ın[26] aslı, Arapça’dır. Velâyetnâme’de “Said Emre’nin Makâlât’ı Türkçe’ye çevirdiği söylenir. Oldukça zengin bir nüsha özelliğine sahip olan eserin aynı zamanda manzum ve mensur türleri de bulunmaktadır.
Makâlât’ın ona ait olduğu konusunda hiç süphe bulunmamaktadır. Çeşitli dini ve tasavvufi meselelerin çok açık bir şekilde ele alındığı bu eserin asıl önemli özelliği, Hacı Bektaş Veli’nin şimdiye kadar tanıtıldığı gibi Şiî-Batınî bir kişilikte olmayıp, aksine şeriate bağlı bir mutasavvıf olduğunu açıkça göstermesidir.
Makalât bilindiği gibi, dört kapı-kırk makam tertibi üzre kaleme alınmıştır. Bu tertip, Ahmed Yesevi’nin “Fakrnâme”siyle hemen hemen aynıdır [27]. Dört kapı (şeriat-tarikat-ma’rifet-hakikat) kırk makam anlayışı Türk mutasavvıflarının kabul ve takip ettikleri bir sülük anlayışıdır. Makâlât, bu özelliğiyle, Fakr-nâme’nin bir şerhi gibidir. Bir Hacı Bektaş muakkibi olan Yunus Emre de, şiirlerinde bu sülûk usulünü oldukça geniş olarak ele almıştır.
Bu da bize göstermektedir ki Türkistan’da Ahmed Yesevi ile başlayan tasavvuf hareketi, Anadolu’da Hacı Bektaş Veli ve Yunus Emre ile hayat bulmuştur. Bu üç gönül adamı fikirleri itibariyle birbirini takip eden ve bütünleyen bir zincirin halkalarıdır.
—————————————————————————–
 By tanıtım makalesi http://www.turkedebiyati.org/sairler/haci-bektasi-veli.html sayfasından alınmıştır. Atıf verilecekse bu sayfanın esas alınması önemle rica olur

Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli,
(Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Vakfı Yayınları)
İSTEME ADRESİ: Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Merkezi, Gazi Eğitim Fakültesi D Blok Teknikokullar/Ank. Tel: 222 70 16
 
KAYNAKLAR


[1] Eflâkî, Menâkıbu’1-Ariün, (Çev: Tahsin Yazıcı), c. l.
[2] Eş-şakâ’iku’n-Nu’mâniyye fi Ulemâ-i Devleti’1-Osmaniyye, Taşköprüzade, inceleme ve notlarla neşreden: Ahmet Subhi Furat, Edebiyat
[3] Hacı Bektaş Veli, Makâlât, (Haz: Prof. Dr. Esad Coşan), Sehâ Neşriyi, Ank. 1986.
[4] Ayrıca bkz. Türk Ansiklopedisi, C.6, s.32.
[5] (5) Ali Emiri, Tarih ve Edebiyat Mecmuası, 20, s. 670.
[6] Bedri Noyan. Bektâşilik, Alevilik Nedir?, Ank. 1985.
[7] Gölpınarlı, Velâyetnâme, s. 1-4.
[8] Tarama Sözlüğü, TDK, yayım, Ankara, 1967. c. IV. s. 5.
[9] Günay Kut, T.D.A. Yıllığı, Belleten, 1971, s. 230.
[10] E. Coşan, Makâlât, s. XXI
[11] Abdülbaki Gölpınarlı, Vileyetnâme, İst., 1958, s. 5; H. Duran, a.g.e., s. 22-23.
[12] Bak. H. Duran, a.g.e., s. 23-24. (13) Bak. a.g.e., s. 25.
[13] Bak. a.g.e., s. 25.
[14] Tarım. C.H., Kırşehir Tarihi. Kırşehir 1968. s. 186, yine bkz. Noyan, Bedri, a.g.e., s. 42.
[15] Geniş bilgi için bkz. Bedri Noyan, Hacı Bektaş’ta Pirevi ve Diğer Ziyaret Yerleri, İzmir, 1964: H. Duran, a.g.e., s. 25-26.
[16] Bkz. Fuat Köprülü “Anadolu’da İslamiyet”, Mihrâb, s. 86.
[17] Türk Ansiklopedisi “Bektâş” maddesi.
[18] Hazret-i Hünkâr Hacı Bektaş Veli’nin Vasiyetnâmesi, Kitabü’1-Fevâ’id. LÖ., Dizergonca Matb., İst. 1959.
[19] Makâlât, s. XXXIX.
[20] Köprülü, Les Origines du Bektachisme” ayrı basım, s. 23. “Anadolu’da İslâmiyet”, s. 86.
[21] (21) Makâlât. s. XL.
[22] Hacı Bektaş Veli, Şerh-i Besmele (Yayma hazırlayan: Rüşdü Şardağ) Kültür Bakanlığı. Ank. 1989.
[23] Abdülbaki Gölpınarlı, Yunus Emre. s. 302.
[24] Abdülbaki Gölpınarlı. Alevî-Bektaş’i Nefesleri, s. 11; Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Vakfı; Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli. Ank. 1988, s. 48.
[25] Bak: H. Duran. a.g.e., s. 28-30.
[26] Makâlât, Seha Neşriyat, Ank. 1986.
[27] Bu benzerlikler için bkz. Abdurrahman Güzel, “Ahmed Yesevi’nin Fakr-nâmesi ile Hacı Bektaş Veli’nin Makâlât’ı arasındaki Benzerlikler” Milletlerarası Ahmed Yesevi Sempozyumu Bildirileri, Ank. 1982. s. 33-43’den ayrı basım.
 

[i] Gazi Üniversitesi Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Merkezi Başkanı
Yazar
Kırmızılar

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen