Nizâmî-i Gencevî / Genceli Nizami

Hamse türünün kurucusu, şair, filozof.

Hazırlayan: Mehmet MEMİŞ, (E) Öğretmen

 

Doğum ve ölüm tarihleri kesin olarak bilinmediği gibi hayatı hakkında gerek tezkirelerin verdiği bilgiler gerekse yapılan yeni araştırmalarda elde edilen sonuçlar yeterli değildir; son derece sınırlı da olsa hayatına dair en sağlıklı bilgiler kendi eserlerindeki bazı ifadelere dayanmaktadır. Genel kanaat 535-540 (1141-1145) yılları arasında dünyaya geldiği yönündedir. UNESCO, 1141 tarihini esas kabul ederek şairin doğumunun 850. yılına rastlayan 1991 yılını Nizâmî yılı ilân etmiştir. Türk bir baba ile Kürt bir annenin çocuğu olup bazı kaynaklarda doğum yerinin Kum ve Tefreş olduğu belirtilirse de babasının Gence’ye gelip yerleştiği ve Nizâmî’nin orada doğduğu kabul edilmektedir. Gence’de iyi bir eğitim gördüğü, dil ve edebiyat yanında astronomi, felsefe, coğrafya, tıp ve matematik okuduğu, mûsikiye ilgi duyduğu, Farsça ve Arapça’dan başka Pehlevîce, Süryânîce, İbrânîce, Ermenice ve Gürcüce gibi dilleri de öğrendiği anlaşılmaktadır.

Nizâmî, eğitim döneminden sonra resmî bir görev almayıp çevredeki devlet adamlarına gönderdiği şiirlerden elde ettiği para ile geçindi. Kendileri için şiir yazdığı devlet adamları arasında Irak Selçuklu Hükümdarı II. Tuğrul, Azerbaycan atabeglerinden Nusretüddin Cihan Pehlivan b. İldeniz, Kızılarslan, Nusretüddin Ebû Bekir b. Muhammed, Merâga hâkimi Alâeddin Körpearslan, Erzincan Mengücüklü hâkimi Melik Fahreddin Behram Şah ve Musul Atabegi İzzeddin Mes‘ûd b. Arslanşah bulunmaktadır. Bununla birlikte Nizâmî bir saray şairi olmayıp hükümdarlar, emîrler ve eşrafın yakın çevresinde bulunmak yerine mütevazi bir hayatı tercih etti, böylece hem halk ve yöneticiler hem de şairler tarafından saygı gördü.Hâkānî-yi Şirvânî ve Evhadüddîn-i Enverî ile çağdaş olan Nizâmî’nin ölümüyle ilgili olarak kaynaklarda 570-614 (1174-1217) yılları arasında çeşitli tarihler verilmektedir; kendisine atfedilen bir mezar taşının ona aidiyeti şüphelidir. Eserlerinin yazılış tarihlerinden hareketle onun altmış yaşlarında iken 597-611 (1201-1214) yılları arasında öldüğünü söylemek mümkündür. Kabri eski Gence şehrinde olup burada son zamanlarda Azerbaycan mimarisine göre bir anıtmezar yaptırılmıştır.


Nizâmî, Firdevsî’nin destansı şiir türünü zirveye taşımakla kalmamış, manzum aşk hikâyelerinin en büyük üstadı unvanını kazanmış, Fars edebiyatında hamse türünün kuruculuğu pâyesini elde etmiştir. Fars edebiyatının dâhi şairi olarak tanınmasında onun konuları işleme tekniğindeki mahareti, anlatım gücü, yeni mânalar ve mazmunlar bulması, anlatımda estetiğe önem vermesi, güçlü tasvirleri, ruh tahlillerindeki derinlik, hayal gücündeki enginlik, üslûbundaki parlaklık ve kültür zenginliği rol oynamıştır. Olayları, kavramları ve duyguları ifade ederken edebî sanatlardan yararlanarak bunları zengin bir tablo içine yerleştirmesi sebebiyle her beyti kendi içinde bir bütünlük ve güzellik arzeder. Ancak ilk defa kendisinin ortaya koyduğu kavram ve terkipler eserlerinin anlaşılmasını güçleştirdiğinden birçok beyti şerhe muhtaçtır. Nizâmî dindar bir kişiliğe sahip olup Bâtınîliğe şiddetle karşı çıkmış, şiirlerinde Ehl-i sünnet inancını dile getirmiş, Hz. Peygamber ve dört halife için övgüler yazmıştır. Bazı kaynaklarda Nizâmî’nin tarikata intisap ettiği kaydedilmekte, ayrıca bir kısım şiirlerinde sûfiyâne bir hava görülmektedir; bununla birlikte onun mutasavvıf bir şair olmadığı söylenebilir. Firdevsî’den ve Senâî-yi Gaznevî’den etkilenmiş, kendisi de Fars ve Türk edebiyatlarında birçok şaire örnek olmuştur. Bunlar arasında Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Sa‘dî-i Şîrâzî, Hâfız-ı Şîrâzî, Fuzûlî, Molla Câmî ve Emîr Hüsrev-i Dihlevî gibi ekol sahibi şairler anılabilir.

Eserleri. Nizâmî’nin günümüze kadar gelen tek eseri Ḫamse’sidir. Penc Genc adıyla da bilinen ve yaklaşık 35.000 beyitten meydana gelen eserin tamamlanmasının otuz beş-kırk yıl sürdüğü kabul edilir. Fars edebiyatında türünün en parlak örneği olan Ḫamse bu sahada eser veren şairlere örnek teşkil etmiş, Emîr Hüsrev-i Dihlevî, Şemseddin Kâtibî-i Nîşâbûrî, Molla Abdurrahman-ı Câmî, Feyzî-i Hindî, Hâcû-yi Kirmânî gibi şairler esere nazîre yazmıştır. Çeşitli kütüphanelerde yüzlerce yazması bulunan eser İran’da, Hindistan’da ve Avrupa’da birçok defa basılmış, manzum ve mensur çevirileri yapılmıştır. 

 

HAMSE / PENC GENC

 Şairin beş mesnevisinden meydana gelen eser

Nizami’ninḪamse’sinde yer alan mesneviler şunlardır: 

1. Maḫzenü’l-esrâr. 570 (1174) veya 572 (1176) yılında Mengücüklüler’den Erzincan hâkimi Fahreddin Behram Şah adına kaleme alınmıştır. “Müfteilün müfteilün fâilün” vezniyle yazılan mesnevi yaklaşık 2400 beyitten ibarettir. Behram Şah’tan bu eser karşılığında önemli bir câize alan Nizâmî, Gazneli Senâî’nin Ḥadîḳatü’l-ḥaḳīḳa adlı tasavvufî mesnevisinden esinlenmiş, münâcât, na‘t ve Behram Şah’a övgüden sonra eserini “makale” adını verdiği yirmi bölüme ayırmıştır. İran ve Hindistan’da olduğu gibi Türk edebiyatında da ilgiyle karşılanan bu didaktik esere birçok nazîre yazılmış, ancak Ali Şîr Nevâî’nin Hayretü’l-ebrâr’ı dahil olmak üzere bunlarda Nizâmî’nin başarısına ulaşılamamıştır. 1869’da Caunpûr’da taş baskısı yapılan eserin Vahîd-i Destgirdî (Tahran 1313/1934), Rus  Evgenii E. Berthels’in tashihiyle Abdülkerîm Ali b. Alîzâde (Bakü 1960) ve Hüseyin Pejmân Bahtiyârî (Tahran 1344 hş./1965) tarafından tenkitli neşirleri hazırlanmıştır. Maḫzenü’l-esrâr’ı nazîre, taklit ve tercüme yoluyla Türkçe’ye ilk aktaran şair, VIII. (XIV.) yüzyılda yaşayan ve “Türkî-gûy” diye anılan Haydar Hârizmî’dir. M. Nuri Gençosman da mesneviyi Türkçe’ye tercüme etmiştir (Ankara 1946). Eseri Gh. H. D. Darab İngilizce’ye (London 1945), K. A. Lipskerov ve S. V. Shervinsti Rusça’ya (Moskova 1959) ve Dj. Mortazavi Fransızca’ya (Paris 1987) çevirmiştir. Ayrıca esere birçok şerh yazılmıştır. 

2. Ḫüsrev ü Şîrîn. Yazılış tarihi ve kimin için yazıldığı konusu tartışmalıdır. On yılda kaleme alınan mesnevi 576’da (1180-81) tamamlanmıştır. “Mefâîlün mefâîlün feûlün” vezniyle nazmedilen Ḫüsrev ü Şîrîn’in beyit sayısı nüshalarına göre 5700 ile 7700 arasında değişmektedir. Eserde Sâsânî Hükümdarı Hüsrev Pervîz ile Ermeni prensesi Şîrin’in aşk hikâyesi anlatılır. Güçlü aşk duygularının tahliliyle bir çeşit aşk romanı haline getirilen mesnevi daha sonra benzerlerinin yazılacağı bir edebî tür oluşturmuştur. Çeşitli taş baskıları yapılan Ḫüsrev u Şîrîn’in (Bombay 1249; Lahor 1288) ilmî neşirlerinin ilki Vahîd-i Destgirdî tarafından gerçekleştirilmiştir (Tahran 1317 hş./1938). Eseri Sabri Sevsevil Türkçe’ye (İstanbul 1955), Henri Massé Fransızca’ya (Paris 1970), M. H. Ocmahoba Rusça’ya (Bakü 1985), J. C. Bürgel Almanca’ya (Zurich 1980) ve A. Akoda Japonca’ya (Tokyo 1977) çevirmiştir. 

3. Leylâ vü Mecnûn. “Mef‘ûlü mefâilün feûlün” vezniyle nazmedilmiş olup 5000 kadar beyit içermektedir. 584 (1188) yılında Şirvanşah Celâlüddevle Ahsitân’ın isteği üzerine dört aydan kısa bir sürede kaleme alınmıştır. Konusunu Arap kültüründen almakla birlikte kahramanları İranlı kimliğine büründüren Nizâmî üslûbu, kurgulaması ve ifadesiyle en başarılı eserini ortaya koymuş, birçok nazîre arasında Fuzûlî’nin aynı adla yazdığı eseri ona yaklaşabilmiştir. Tenkitli ilk neşrini Vahîd-i Destgirdî’nin gerçekleştirdiği eserin (Tahran 1317 hş./1938) daha sonra birçok neşri yapılmış, sonuncusu Berât-i Zencânî tarafından hazırlanmıştır (Tahran 1374 hş./1995). Leylâ vü Mecnûn’u Ali Nihad Tarlan (İstanbul 1943) ve M. Faruk Gürtunca (İstanbul 1966) mensur olarak Türkçe’ye, James Atkinson manzum olarak İngilizce’ye (London 1926), A. Globa mensur olarak Rusça’ya (Moscow 1935), Samed Vurgun da manzum olarak Azerbaycan Türkçesi’ne (Bakü 1947) çevirmiştir. 

4. Heft Peyker (Behrâmnâme). “Fâilâtün mefâilün fa‘lün” vezniyle nazmedilmiş olup 593’te (1197) Merâga hâkimi Alâeddin Körpearslan’ın isteğiyle kaleme alınmış ve ona ithaf edilmiştir. Eserde Sâsânî Hükümdarı Behrâm-ı Gûr’un av eğlenceleri, evlilik hayatı ve yedi eşinin kendisine anlattığı hikâyeler konu edilir. Şairin hikâye anlatmadaki ustalığı ve geniş hayal gücü bu mesnevide âdeta doruğa ulaşır. Eserin ilmî neşri Hellmut Ritter ve Jan Rypka tarafından hazırlanmış (K. Haft Paykar, ein romantisches Epos des N. Genğe’i, İstanbul-Praha 1934), daha sonra da Vahîd-i Destgirdî (Tahran 1317 hş./1938) ve Hüseyin Pejmân Bahtiyârî (Tahran 1344/1965) tarafından yayımlanmıştır. Heft Peyker’i C.E. Wilson İngilizce’ye (London 1924), V. Dershavin Rusça’ya (Moscow 1959) ve Alessandro Bausani İtalyanca’ya (Milan 1982) tercüme etmiştir. 

5. İskendernâme. 597’de (1201) yazılan “Şerefnâme” ile 607’den (1211) sonra kaleme alınan “İḳbâlnâme” başlıklı iki bölümden meydana gelir. “Feûlün feûlün feûlün feûl” vezniyle nazmedilmiş olan birinci bölüm yaklaşık 10.000 beyitten meydana gelir. Burada İskender’in soyu, karanlıklar ülkesine gitmesi, Rûm’a dönmesi ve fetihleri anlatılır. 3700 beyit civarında olan ikinci bölümde İskender daha çok bir filozof ve peygamber olarak takdim edilir. Derin felsefî meselelere girilen bu bölümde Nizâmî’nin bilgisi, engin kültürü ve yüksek anlatım gücü dikkat çeker. İskendernâme Berthels’in gözetiminde Bakü’de yayımlanmıştır (Şarafnâma, nşr. A. A. Alizâde, 1947; İkbâlnâma, F. Babaev, Bakü 1947). Fars ve Türk edebiyatlarında birçok şairin nazîre yazdığı eseri H. Wilberforce İngilizce’ye (London 1881), K. Lipskerov Rusça’ya (Bakü 1958) ve J. C. Bürgel Almanca’ya (Zurich 1991) çevirmiştir. Ḫamse ayrıca Külliyyât-ı Ḫamse-i Ḥakîm Niẓâmî Gencevî adıyla da yayımlanmıştır (Tahran 1366 hş.).Nizâmî’nin kaside, gazel, terkibibend, terciibend, rubâî ve kıtalardan oluşan 20.000 beyitlik bir divanı olduğu kaynaklarda zikredilmişse de tam bir nüshası günümüze kadar gelmemiş, cönklerde ve tezkirelerde bulunan şiirleri Vahîd-i Destgirdî tarafından neşredilmiştir (Gencîne-i Gencevî, Tahran 1318 hş.)

 

ngencevi2

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Nizâmî-i Gencevî’nin Ḫamse’sinden minyatürlü bir sayfa (İstanbul Arkeoloji Müzeleri Ktp., nr. 1497, vr. 190b)

 

ngencevi3

 

 

 

 

 

 

 

 

Nizâmî-i Gencevî’nin Ḫamse’sinin unvan sayfaları (İstanbul Arkeoloji Müzeleri Ktp., nr. 1497)

 

ngencevi4

HÜSREV ve ŞÎRİN

İran ve Türk edebiyatlarına has klasik mesnevinin konusu.

Bir aşk macerasının asırlar boyunca ilgi görmüş ve sevilmiş hikâyesi olan Hüsrev ve Şîrin’in aslı Sâsânî Hükümdarı Pervîz’in hayatından alınmış olup Şîrîn ü Hüsrev, Şîrîn ve Pervîz, Ferhâd ve Şîrîn, Ferhadnâme gibi adlarla da bilinmektedir.

Yaşadığı dönemden itibaren Hüsrev’in şaşaalı saltanatı (590-628), sevgilisi Şîrin, atı Şebdîz ile mûsikişinasları Bârbed, Nikisâ ve hazineleri hakkında çeşitli efsaneler ortaya çıkmıştır. Hüsrev’in çok zengin ve ihtişamlı bir hükümdar olduğunu belirten tarihî kaynaklarda onun siyasî hayatına geniş yer verildiği halde Şîrin’le münasebetine birkaç satırla temas edilir. Mesnevilerde ise Hüsrev’in siyasî hayatı kısaca geçilirken asıl ağırlığı Şîrin ile olan aşk macerası teşkil eder. Hüsrev’in tarihî şahsiyetinin çok iyi bilinmesine karşılık Şîrin’e ait bilgiler birbirini tutmamaktadır. Onun, hikâyeye aykırı olarak İran büyüklerinden birinin câriyesi diye gösterilmesi yanında (Mîrhând, I, 265-267; Hândmîr, vr. 92a-b) Hüsrev’in câriyesi (Taberî, III, 114) veya Romalı hıristiyan bir kız olarak da (Lebeau, XI, 501) söz konusu edildiği görülür. Şâhnâme ise Şîrin’i Ermen ülkesi melikesi Mihîn Bânû’nun yeğeni olarak tanıtır. Nizâmî-i Gencevî ile Ali Şîr Nevâî de onu böyle göstermişlerdir. Hikâyenin diğer kahramanı olan Ferhad’ın tarihî şahsiyeti ise meçhuldür. Şâhnâme ve Ravżatü’ṣ-ṣafâʾda adı geçmez; Nizâmî’de, Rum diyarında (Bizans) su yolları yapmakla ün salmış usta bir mimar ve mühendis olarak görülür. Şeyhî’nin eserinde Hüsrev’in müşaviri Şâvur’un Çin’den ders arkadaşı olur. Nevâî’de Çin hakanının oğlu olan bir mimar ve ressamdır (mesnevinin bu kahramanları hakkında daha geniş bilgi için bk. Hüsrev ü Şîrîn [haz. Faruk K. Timurtaş], hazırlayanın girişi, s. 18-21).

Hüsrev ve Şîrin konusu, edebiyatta ilk defa Firdevsî’nin Şâhnâme’sinde siyasî mücadeleler esas olmak üzere yer almışsa da ona asıl şeklini vererek başlı başına klasik bir konu haline gelmesini sağlayan Nizâmî-i Gencevî olmuştur. Onun mesnevi tarzında ölümsüzleştirdiği bu macera kendisinden sonra yüzyıllar boyunca elliden fazla şair tarafından işlenmiştir. Bu eserler, bazı farklı tarafları bulunmakla beraber hep Nizâmî’nin eserinden ilham alınarak yazılmıştır.

HÜSREV İL ŞİRİN HİKAYESİ

 Çocuğu olmayan İran hükümdarı Hürmüz’ün Tanrı’ya yakarışları ve adakları sonunda dünyaya gelen oğlu Hüsrev, büyük bir itina ile büyütülüp delikanlılık çağına vardığında bir gece rüyasında gördüğü dedesi Enûşirevân’dan kendisine Allah tarafından şu dört şeyin ihsan edileceği müjdesini alır: Emsalsiz güzellikte bir sevgili, adı Şebdîz olan hârikulâde bir at, Bârbed adında bir mûsikişinas ve muhteşem bir taht. Hüsrev gün görmüş, ülkeler dolaşmış, maharetli bir ressam olan nedimi Şâpûr’dan Ermen melikesi Mihîn Bânû’nun Şîrin adında dünyalar güzeli bir yeğeni ve onun da Şebdîz adlı bir atının bulunduğunu öğrenir. Hakkında duydukları ile Şîrin’e âşık olan Hüsrev, Şîrin’i istetmek için Şâpûr’u Ermen diyarına gönderir. Şâpûr, Hüsrev’in resimlerini yaparak Şîrin’in görebileceği yerlere asıp onun ilgi ve merakını uyandırır. Daha sonra da rahip kılığı ile ortaya çıkar ve gerçeği anlatır. Şîrin de resimlerine bakarak Hüsrev’e âşık olur. Hüsrev’in bir yüzüğü ile beraber resmini Şîrin’e veren Şâpûr, Hüsrev’i bulmak üzere onun ülkesi Medâin’e gitmesini söyler. Şîrin, erkek kıyafetine girip avlanmak bahanesiyle atı Şebdîz’e binip saraydan ayrılır ve Medâin yolunu tutar. Diğer tarafta, memleketinin kumandanlarından Behrâm-ı Çûbin’in entrikası yüzünden babası ile arası açılan Hüsrev, sadık bendelerine Şîrin gelecek olursa onu ücra bir köşkte ağırlamaları için tâlimat verip kıyafetini değiştirerek Ermen ülkesine doğru yola çıkar. Yolda bir göl kenarında konaklar ve gölde yıkanmakta olan Şîrin’i görür. Ancak ikisi de değişik kıyafetlere girmiş olduklarından birbirlerini tanımazlar ve aksi istikamette yollarına devam ederlerse de bir süre sonra durumun farkına varırlar. Şîrin, Mihîn Bânû’dan izinsiz ayrıldığı için Ermen’e dönemeyeceğini düşünerek Medâin’deki köşkte Hüsrev’in geri dönüşünü beklemeye başlar. Hüsrev ise Mihîn Bânû’nun misafiri olarak Ermen’de hasretle Şîrin’i beklemekte ve yanından ayırmadığı Bârbed’in nağmeleriyle teselli bulmaktadır. Daha sonra Medâin’de olduğu öğrenilen Şîrin’i almaya gönderilen Şâpûr onu bulur, birlikte Ermen’e doğru yola çıkarlar. O sırada babasının, kumandanı Behrâm-ı Çûbin tarafından tahttan indirildiği haberini alarak Medâin’e giden Hüsrev, Çûbin’in tertipleri ve onun askeri karşısında tutunamayıp yeniden Ermen’e hareket eder. Öte yandan Ermen’e varan Şîrin orada Hüsrev’i bulamayınca perişan olur. Ancak bir gün kendini oyalamak için ava çıktığında Hüsrev’le karşılaşır. İki sevgili günlerini av ve içki âlemleriyle geçirmekte iken Hüsrev Şîrin’den vuslat ister. Mihîn Bânû’nun kendisine öğüt verip yemin ettirmiş olması dolayısıyla Şîrin bu teklifi reddeder ve ona her şeyden önce mertlik gereği olarak taç ve tahtını kurtarmasını söyler. Şîrin’in bu sözleriyle gönlü kırılan Hüsrev bir çare aramak ümidiyle Bizans diyarına gider. Kendisini çok iyi karşılayan Rum kayseri onu kızı Meryem ile evlendirir ve tahtını kurtarması için 50.000 kişilik bir ordu ile Medâin’e gönderir. Behrâm-ı Çûbin’i zorlu bir savaşla yenen Hüsrev orada yeniden tahtına oturur. Ancak Meryem ile yaptığı gönülsüz evlilik ona Şîrin’in aşkını unutturamamıştır. Bu arada Mihîn Bânû ölmüş, Şîrin Ermen melikesi olmuştur. Hüsrev’e yaptığı gönül kırıcı muameleden pişmanlık duymakta ve hâlâ onun aşkıyla yanmaktadır. İçinde bulunduğu ruh haliyle ülkeyi yönetemeyeceğini anladığından bir yıl sonra tahtını yakınlarından birine bırakarak Medâin’deki köşkte inzivaya çekilir. Bu arada Hüsrev, Şâpûr’u araya koyarak çektiği hasrete dayanamadığını ve görüşme dileğini Şîrin’e iletir. Şîrin ise onun bu talebini artık başkası ile evli olduğu için geri çevirir.

Burada maceraya başka bir yön veren olaylar içinde yeni bir şahıs ortaya çıkar. Çocukluğundan beri taze sütle beslenmeye alışkın olan Şîrin çevre otlaksız olduğundan süt bulmakta zorluk çekmektedir. Şâpûr’dan buna bir çare bulmasını ister. Şâpûr da Çin’de kendisiyle birlikte aynı üstattan ders gören arkadaşı Ferhad’ı ona getirir. Şîrin’in isteği üzerine işe başlayan Ferhad, bir ay içinde sarp kayalar arasında bir su yolu açıp Şîrin’in köşkü önünde yaptığı havuz ve çeşmeye uzaktaki otlaklardan taze süt akıtmaya başlar. Fakat Ferhad daha sesini ilk duyduğu anda Şîrin’e âşık olmuştur. Onun yaptığı işe mükâfat olarak verdiği mücevherleri kabul etmez. Ümitsiz aşkının ıstırabı ile kırlara, dağlara düşer. Gizli tutmak istediği aşkı kısa zamanda herkes tarafından duyulur. Durumu öğrendiğinde Ferhad’ı kıskanan Hüsrev, onu huzuruna çağırıp para ve servet teklifiyle onu bu sevdasından vazgeçirmeye çalışır. Razı edemeyince, başardığı takdirde Şîrin’den uzak durmayı vaad ederek baştan başa sert bir kayadan ibaret olan Bîsütun dağını delip ordunun geçebileceği bir yol açmak gibi olmayacak bir işle oyalamak ister. Şîrin’in aşkından aldığı güçle işe girişen Ferhad her kazma vuruşunda dağın bir parçasını indirir. Şîrin’in ve atı Şebdîz’in tasvirlerini kayalara işleyen Ferhad’ın yaptığı iş dillere destan olur. Duyduğu merakla onun çalışmasını seyretmeye gelen Şîrin’in bir ara atı sakatlanıp yuvarlanmak üzere iken Ferhad onu atıyla birlikte havada yakalayıp köşke götürür. Bu arada açmakta olduğu yolu neredeyse dağın öbür ucuna ulaştırabileceği korkusu Hüsrev’e Ferhad’ı aradan kaldırma çarelerini düşündürür. Bu maksatla ona Şîrin’in öldüğü haberini yollar. Duyduğu haberle yıkılan Ferhad derin bir ıstırapla hemen can verir. O sırada Hüsrev’in karısı Meryem de ölür. Bu iki ölüm dolayısıyla Hüsrev ile Şîrin birbirlerine iğneleyici birer baş sağlığı mektubu yazarlar. Yaptıklarından özür dileyip Şîrin ile yeniden bir araya gelmek isteyen Hüsrev, onun bu teklife uzak durması karşısında kendisini avutmak için Şeker adlı genç bir kızla evlenir. Fakat bir müddet sonra Hüsrev Şeker’den bıktığı gibi Şîrin’in de inadı kırılır. Neticede Hüsrev ve Şîrin büyük bir düğünle evlenirler. Hüsrev’in Şîrin, taht, Bârbed ve Şebdîz’e sahip olacağına dair rüyası böylece gerçekleşmiş olur. Bu şekilde yaşayıp giderlerken Şîrin’in tesiriyle değişen, varlık ve hayatın fâniliği hakkında felsefî düşüncelere kapılan Hüsrev Şîrin’le beraber inzivaya çekilir. Hüsrev’in Meryem’den doğan ve tahtın vârisi olan kötü ruhlu oğlu Şîrûye öteden beri Şîrin’e göz koymuştur. Gayesine ulaşmak için babası Hüsrev’i bir gece öldürtür. Şîrin’e gizlice haber gönderip onu kendisiyle evlenmeye zorlar. Şîrin bu teklifi kabullenmiş görünerek Şîrûye’yi oyalar. Hazırlanan türbeye Hüsrev’in tabutu büyük bir merasimle götürülür. Tek başına türbeye giren Şîrin, belinden çıkardığı hançerle tabutun başında ona sarılmış olarak hayatına son verir.

TÜRK EDEBİYATINDA HÜSREV İLE ŞİRİN

XIV. yüzyıl ortalarından başlayarak Türk edebiyatında da Hüsrev ve Şîrin konusunu işleyen mesneviler yazılmaya başlanmıştır. Bilinen yirmi iki mesneviden bir kısmı doğrudan doğruya tercüme şeklinde, geri kalanların çoğunluğu ise hikâyenin aslında olmayan yeni ve yer yer mahallî unsurlar kazanmış çeşitli farklılıklar taşıyan birer adaptasyon durumundadır. Hikâye, Türk edebiyatına ilk önce Altın Orda şairi Kutb’un Nizâmî’den tercüme ettiği Hüsrev ü Şîrîn ile (1341) girmiştir.

Anadolu sahasında ilk “Hüsrev ü Şîrîn”i Aydınoğlu Îsâ Bey adına 768’de (1367) Fahrî kaleme almıştır. Nizâmî’nin eserini tercüme eden Fahrî ayrıca Şâhnâme’den de faydalanmış ve mesnevinin konusunda bazı değişiklikler yapmıştır. Ondan sonra Şeyhî, II. Murad adına kaleme aldığı mesneviyle Türkçe’de yazılan en güzel ve en başarılı Hüsrev ü Şîrîn’i meydana getirmiştir.

Çağatay edebiyatı sahasında konuyu ilk defa Ferhâd ü Şîrîn adıyla 1484 yılında Nevâî kaleme almıştır. Nizâmî ve Hüsrev-i Dihlevî’nin eserleri başta olmak üzere daha önce yazılmış “Hüsrev ü Şîrin”leri incelemekle işe başlayan Nevâî, konunun özünde bir değişiklik yaparak Hüsrev yerine Ferhad’ı merkeze alır. Ona göre aşkı terennüm eden bir eserde, aşkın lezzetinden ziyade ıstırabını yaşayan kişinin ön planda tutulması gerekir. Böylece diğer mesnevilerde ikinci derecede yer alan Ferhad’ın macerası Nevâî’nin kaleminden Şark masallarından alınmış ejderha, ehrimen, sihirli ayna, tılsım açma gibi sözlü gelenekten süzülen orijinal motiflerle başlı başına bir hikâye haline gelir. Nevâî’nin bu eserindeki hareket noktası ilâhî aşkı düşündüren veya ona ulaştıracak platonik aşk motifidir. Dolayısıyla aşk ve aşk azabının hakikati Ferhad’ın macerasında somutlaştırılır. Hüsrev’in duygularını sadece bir heves olarak kabul eden Nevâî onun maddî aşkını önemsiz bulur. Platonik aşkı ve bu aşkın en son noktaya erişinceye kadar geçirdiği bütün safhaları sembolik bir anlatımla vermeye çalışan Nevâî, hikâyenin çatısında köklü değişiklikler yapar ve bu yönüyle orijinal bir eser meydana getirir. Ferhâd ü Şîrîn, gerek Nizâmî gerek Hüsrev-i Dihlevî gerekse diğer benzerlerinden farklı bir yapıda yepyeni bir mesnevi olarak ortaya çıkar. Nevâî, Ferhad’ı Çin hakanının (Çin Türkistanı) ikbal yolları kapanmış bir şehzadesi olarak gösterip o dönem Türk coğrafyasındaki milliyetçi duyguları da eserine sindirmiştir.

Nevâî’den sonra bu aşk macerasını mesnevi şeklinde anlatan şairlerin çoğu Osmanlılar arasından çıkmıştır. Hepsi de II. Bayezid devrinde yaşamış Ahmed Rıdvan, Muîdî, Sadrî, Hayâtî, Harîmî (Şehzade Korkut, Ferhâd ü Şîrîn); Âhî (ö. 923/1517, Hikâyet-i Şîrîn ü Pervîz ve Rivâyet-i Gülgûn u Şebdîz -yarım kalmıştır-), Celîlî, Lâmiî Çelebi, Ferhâdnâme (918’de [1512] tamamlanan eser, Nevâî’nin Ferhâd ü Şîrîn’inden oldukça değişik bir üslûpla nakildir), Kanûnî Sultan Süleyman devri şairlerinden Ârif Çelebi (Ferhâd ü Şîrîn), Şânî (Ferhâdnâme), İmamzâde Ahmed, Halîfe, Mahvî, Fasîh Ahmed Dede ve Sâlim (III. Selim devri) bunlardandır. Âzerî sahasında ise Mustafa Ağa Nâsır (XIX. yüzyıl) bir Hüsrev ü Şîrîn tercümesi, Nâkâm da bir Ferhâd ü Şîrîn (M. Ali Resulzâde, bk. bibl.) ortaya koymuştur. Ayrıca Ömer Bâkî’nin Doğu Türkçesi ile yazılmış Ferhâdnâme’si olduğu bilinmektedir (Hüsrev ü Şîrîn [haz. Faruk K. Timurtaş], hazırlayanın girişi, s. 22-46).

Türk edebiyatında asırlar boyunca ele alınmış olan bu mesnevi konusu, Ferhad ile Şîrin adı altında az çok değişikliklerle bir halk hikâyesi şeklinde de işlenmiştir. Mesnevi, 1870’li yıllarda M. R. rumuzu ile muhtemelen Manastırlı Mehmed Rifat tarafından Hüsrev ü Şîrîn adını taşıyan on dört fasıllık bir tiyatro eseri haline getirilmiştir. Son zamanlarda Azerbaycanlı bestekâr Üzeyir Hacıbeyli tarafından “Ferhad ile Şîrin” operası meydana getirildiği gibi Ali Şeyhülislâm da “Operet-i Hüsrev ü Şîrin”i tertip etmiştir. Bundan başka Zebîh Bihrûz 1920’de İngilizce olarak bir Hüsrev ü Şîrin senaryosu yazmış, Şâh-ı Îrân ve Bânû-yı Ermen adıyla yayımlanan eser (Tahran 1304 hş.) filme de alınıp İran’da ve başka ülkelerde gösterilmiş ve ilgi uyandırmıştır (Mehmed Emin Resulzâde, s. 355). Hikâye ayrıca eskiden beri “Ferhad ve Şîrin” adıyla karagöz oyunlarında müstakil olarak işlenmiştir. Mesnevinin ön plandaki kahramanları ayrıca divan edebiyatında çeşitli edebî sanatlarda mazmun olarak da anılmıştır.


BİBLİYOGRAFYA

Taberî, Târih, İstanbul 1260, III, 114.

Firdevsî, Şâhnâme, Bombay, ts., s. 1056-1074.

Mîrhând, Ravżatü’ṣ-ṣafâʾ, Tahran 1912, I, 265-267.

Hândmîr, Ḥabîbü’s-siyer, İÜ Ktp., FY, nr. 216, vr. 92a-b.

Şeyhî, Hüsrev ü Şîrîn (haz. Faruk K. Timurtaş, İstanbul 1963), İstanbul 1980, hazırlayanın girişi, s. 18-21, 22-46.

Ali Şir Nevâî, Ferhâd ü Şîrîn: İnceleme-Metin (nşr. Gönül Alpay), Ankara 1975, neşredenin girişi, s. 1-64.

Lebeau, Histoire du Bas-Empire, Paris 1778, XI, 501.

W. Pertsch, Die Türkischen Handschriften der Herzoglischen Bibliothek zu Gotha, Wien 1864, II, 173.

a.mlf., Die Türkischen Handschriften der Königlischen Bibliothek zu Berlin, Berlin 1889, s. 378.

Gibb, HOP, I, 314-325, 326, 335.

Browne, LHP, I, 12-18; II, 400-406.

Ahmed Hamdi Tanpınar, Hüsrev ve Şîrîn (mezuniyet tezi, 1339), İÜ Türkiyat Araştırma Merkezi Ktp., nr. T4.

Köprülü, Türk Edebiyatı Tarihi, s. 358-360.

Hayyampûr, Nizamî ve Şeyhî Husrev ü Şirin’lerini Mukayese (Travay, 1939-40), İÜ Türkiyat Araştırma Merkezi Ktp., nr. 33.

Rızâzâde-i Şafak, Târîḫ-i Edebiyyât-ı Îrân, Tahran 1321 hş.

Enver Aycan, Ferhad ve Şîrîn (mezuniyet tezi, 1944), İÜ Türkiyat Araştırma Merkezi Ktp., nr. T 162.

Mehmed Emin Resulzâde, Azerbaycan Şairi Nizamî, Ankara 1951, s. 355.

A. Zajaczkowski, Poemat Iranski Husräv u Šīrīn Wersji Osmansko-Trueckiej Šeyhī, Warszava 1963.

a.mlf. – H. Massé, “Farhād wa-S̲h̲īrīn”, EI2 (İng.), II, 793-795.

Kocatürk, Türk Edebiyatı Tarihi, s. 212-216.

Agâh Sırrı Levend, Ali Şir Nevâî, Ankara 1965, I, 92-112.

a.mlf., “Not”, TDl., X (1952), s. 21.

a.mlf., “Lâmiî’nin Ferhad ü Şirin’i”, TDAY Belleten (1964), s. 85-111.

a.mlf., “Celilî’nin Husrev u Şirin’i”, a.e. (1965), s. 103-127.

a.mlf., “Ahmet Rızvan’ın Husrev u Şirin’i”, a.e. (1966), s. 215-258.

a.mlf., “Divan Edebiyatında Hikâye”, a.e. (1967), s. 100.

Zehrâ-i Hânlerî, Ferheng-i Edebiyyât-ı Fârisî, Tahran 1348 hş., s. 195-196.

Banarlı, RTET, I, 357-358, 430-431, 461-463.

M. Wahid Mirza, The Life and Works of Amir Khusrau, Pencab 1973, s. 195-197.

M. Immanazarov, “Şirin i Ḫosrov”, Vostoçnoe Yazıkoznanie, Moskova 1976, s. 98-106.

Amil Çelebioğlu, Sultan II. Murad Devri Mesnevileri (doçentlik tezi, 1976, Atatürk Üniversitesi İslâmî İlimler Fakültesi), s. 252-266.

Haluk İpekten v.dğr., Tezkirelere Göre Divan Edebiyatı İsimler Sözlüğü, Ankara 1988, s. 15, 85, 260, 273, 406, 423, 435, 484.

İskender Pala, Ansiklopedik Dîvân Şiiri Sözlüğü, Ankara 1989, I, 322-324, 468-472.

M. Ali Resulzâde, “Şair İsmail Nâkâm”, AYB, nr. 28 (1934), s. 155.

H. Krenn, “Bemerkungen zu Versen von Nizāmis Efos Husrev und Šīrīn”, WZKM, LIII (1956), s. 92-96.

E. E. Bertels, “Ali Şir Nevaî’nin Ferhad ü Şirin’i” (trc. Rasime Uygun), TDAY Belleten (1957), s. 115-130.

Faruk K. Timurtaş, “Türk Edebiyatında Husrev ü Şirin ve Ferhad ü Şirin Hikâyesi”, TDED, IX (1959), s. 65-88.

a.mlf., “İran Edebiyatında Husrev ü Şirin ve Ferhad ü Şirin Yazan Şairler”, ŞM, IV (1961), s. 73-86.

B. Flemming, “Faḫrīs Ḫusrev u Šīrīn vom Jahre 1367”, ZDMG, CXV/1 (1965), s. 36-64.

Gulâm Hüseyin Begdilî, “Dâsitân-ı Ḫusrev u Şîrîn-i Nizâmî ve Edebiyyât-ı Türk”, Neşriyye-i Dânişkede-i Edebiyyât u Ulûm-i İnsânî, sy. 89, Tahran 1348 hş., s. 25-40; sy. 90-91 (1348 hş.), s. 121-145.

E. İ. Fazılov, “Kutb’un Husrev ü Şîrîn Yazmasında Bulunan Kayıtlar” (trc. Nazif Hoca), TDED, XXI (1975), s. 89-96.

Fevziye Abdullah, “Ferhad ile Şîrîn”, İA, IV, 565-566.

“Ferhâd ile Şîrîn”, TDEA, III, 194-197.

“Husrev ü Şîrin”, a.e., IV, 276-279.

Şîrin’in Hüsrev’in resmine bakmasını tasvir eden bir minyatür (Londra British Library, Ad. nr. 27261, vr. 116a)

KAYNAK: Mustafa ERKAN, TDV İslâm Ansiklopedisi

Yazar
Kırmızılar

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen