Koçi Bey

Tam boy görmek için tıklayın.

Koçi Bey

 (XII Yüzyıl)

Osmanlı Müteferriki ve Müellifi

Hazırlayan: Mehmet Memiş, (E) öğretmen.

Büyük şöhretine rağmen hal tercümesiyle ilgili pek az şey bilinen Koçi Bey’in hayatı hakkında söylenenler, XIX. yüzyılın ikinci yarısında risâlelerinin ilkinin basımı sırasında ortaya atılmış bazı tahminî kanaatlerden ibarettir. Belirli herhangi bir kaynak ve vesikaya dayanmayan bu bilgiye göre Koçi Bey, çocuk yaşta iken Arnavutluk’tan devşirilerek Acemi Ocağı’na alınmış, zamanla Enderun’da bazı oda zâbitliklerinde bulunduktan sonra Has Oda’ya yükselerek itimat ve sevgisini kazandığı IV. Murad’ın musâhipleri arasında yer almış veya “mahrem-i hâs”ı olmuştur. Onun ölümüyle yerine geçen kardeşi Sultan İbrâhim’e de bu yolda hizmet verir. Hayatının bundan sonrası için kesin bilgiler olmayıp bu hükümdarın son senelerinde yahut IV. Mehmed’in saltanatının ilk devresinde emekliliğe ayrılıp memleketine döndüğü ve orada öldüğü yolunda bazı tahminler ileri sürülür.

Bir Arnavut devşirmesi olduğu görüşünden hareketle taşıdığı Koçi Bey adının, herhalde kırmızı yanaklı olması dolayısıyla Arnavutça’da kırmızı mânasına gelen “kuç” sözünden türetilme bir lakap olduğuna dair Bursalı Mehmed Tâhir’in ileri sürdüğü tahmin tenkitsizce kabul edilip günümüze kadar tekrar edilegelmiştir. Gerçekte “Koçi Bey” sözü bir lakap değil doğrudan doğruya ve başlı başına bir addır. Osmanlı sahası Türk onomastiği tarihi, yalnız XVII. yüzyılda değil XV ve XVI. yüzyıllarda da bunu müstakil bir ad olarak taşıyan birçok şahsiyeti haber verir.

Saray protokolünü en ince teferruatına kadar bilecek derecede vukufu, iç işleyişiyle Enderun hayat ve çevresini çok iyi tanımasının yanı sıra IV. Murad’ın kendisine bazan günde dört beş defa danıştığı, Sultan İbrâhim’in de bilgisinin yetmediği müşküllerle karşılaştığında bunların altından kalkmak için kendisinden çok acele cevaplar beklediği hususundaki ifadeleri onun saray içinden biri olduğunun açık bir göstergesidir. Devlet mekanizmasının çeşitli şube ve müesseseleriyle işleyişine, idarî usul ve tatbikata dair derin vukufu, onun en azından ve hiç değilse Dîvân-ı Hümâyun kalemlerinin gün görmüş bir emektarı olduğunu düşündürür.

IV. Murad’a olan risâlesinin önsöz mahiyetindeki kısmında Koçi Bey kendisini “nazardan sâkıt olmuş” emektar kullar safında bir kimse olarak tanıtıp her tarafı sarmış fesat ve kötülükler dolayısıyla yaşanan endişe verici gidişat karşısında kendisi gibi kenarda kalmış diğer emektarlarla paylaştıkları düşünceleri hükümdarın kulağına ulaştırmak için zemin bulamadıkları, ancak kötülüklerin üstüne yürüme azmini bir müddetten beri görmekte oldukları hükümdara görüşlerini arzetme fırsatının doğduğunu, herkesin artık bunları ona iletme yolunun açılmış bulunduğunu farkettiğini belirtir. 

Annesi Kösem Mahpeyker Sultan’ın yıllarca vesâyeti altında kalmış olan IV. Murad’ın bir hamle ile bütün idareyi ele aldığı, devletin başına belâ kesilen kapıkulu askerine ilk darbeyi indirdiği tarihten bir yıl öncesine giden bu ifadelerin peşinden gelen bir sene sonraki bir arzı Koçi Bey’in orada beliren çehresini biraz daha aydınlığa çeker. İlk risâlesine girmemiş olan, fakat onun içindeki diğer üç arz ile birlikte başka bir yazmada yer alan, daha sonraki bir arzda daha önce hükümdara söylemeye cesaret edemediklerini bu defa belirtmek istediğini açıklarken kendisini Osmanlı hânedanının nimetleriyle yetişmiş, bu hânedana yedi atadan beri hizmet vererek gençlik yıllarından şimdiki ileri yaşlılık çağına gelinceye kadar pek çok gazâ ve savaşa iştirak edip din ve devlet uğruna nice gayretler sarfı ile nihayet “pîr” olmuş çok eski bir emektar kulu olarak tanıtır. Öyle anlaşılıyor ki, bu metinde bahis konusu edilen Sinan Paşa Köşkü’ndeki büyük ayak divanının tarihi olan 10 Mayıs 1632’de Koçi Bey artık koca bir pîrdir. Hânedana yedi atadan beri hizmet verdiğine dair ifadesi, Koçi Bey’in bu hizmet mâzisinin II. Selim’in son yıllarına kadar çıktığına ve bu satırları yazdığı sırada yaşının seksenler civarında seyrettiğine hükmettirecek mahiyettedir.

Bağdat seferinde padişahın emriyle yapıldığını belirtip onun başı miğferli bir gravürünü basan Ebüzziyâ Tevfik’ten sonra Koçi Bey’in bütün seferlerinde IV. Murad’ın yanında bulunduğunu söylemek âdet hükmüne girmiştir. 

IV. Murad’a Sunulan Risâle. Yirmi yaşına gelinceye kadar tahtta pasif kalmış göründüğü yıllar esnasında toplum ve devlet idaresine hâkim bozuklukları kavramış, iktidara ve aksiyona geçmek için kendisini iyi hazırlamış gördüğü IV. Murad için kaleme aldığı risâlesinde Koçi Bey, XVI. yüzyılın sonlarından başlayarak ülke ve devletin içine düşmüş olduğu kötü durumun umumi manzarasını çizdikten sonra ülkeyi hükmü altına almış kötülükleri seyredip de susmasının kendisi için mümkün olamayacağını ifade eder ve bu durumu bütün acılığı ve açıklığıyla hükümdara duyurmayı kendisi için kaçınılmaz bir misyon saydığını belirtir. Genç sultanı gidişe dur demeye ve kötülüklerin, devletin sürüklendiği tehlikenin önünü almak için harekete geçmeye davet ile bunu yapmadığı takdirde “rûz-ı cezâda bunun hesabının kendisinden sorulacağını” pervasızca söylemekten kaçınmaz. 

Koçi Bey, devletin geleceğini ve bekasını beklemekte olan büyük tehlikeyi haber veren bozuluş ve içten çürüme olgusunu idarî ve içtimaî müesseseler zemininde ele almaktaydı. Kuvvetli bir tahlil kabiliyetiyle gözden geçirdiği meseleler dizisine sadece güncel tesbitler düzeyinde kalmakla yetinmeyip bunların sebep ve menşelerine gitmeyi gözeten tarih perspektifi içinden bir yaklaşım ortaya koyar. Bozuluşu yönünden üzerinde durduğu müesseseyi evvelce ne idi, şimdi nasıldır ve ne haldedir tarzında bir muhâkeme ile gözden geçirip tahlillerini geçmişle şimdiki zaman arasında devamlı bir mukayese düşüncesine dayandırarak yürütür. Yaşanmakta olan bozuluş ve çözülmelerin başlangıcını çok defa Kanûnî Sultan Süleyman devri (1520-1566) ve özellikle III. Murad’ın son saltanat yıllarına (1574-1595) götürür. Koçi Bey’in tahlil ve mukayeselerinde üstün ve en mühim taraf bunları istatistik bilgi ve rakamlara dayandırmasıdır. İstatistik bilgiyi çok iyi kullanmasını bilen Koçi Bey, meseleleri bu yoldan âdeta riyâzî bir kesinliğin çarpıcılığı ile ortaya koymak gibi bir başarıya ulaşır.

Çizdiği bozuluşlar tablosu içinde Koçi Bey’in birinci derecede ehemmiyette bir mesele olarak üzerinde ısrarla durduğu konu timar ve zeâmet müessesesinin içine düşmüş bulunduğu durum olmuştur. 

Onun müesseseler çapında ele aldığı diğer bir bozukluk da ilmiye sınıfıyla ilgilidir. Bu konuda medrese tedrisatındaki seviye ve buralardaki ilmî faaliyet gibi hususlara doğrudan doğruya yönelmek yerine, ilmiye sınıfına hâkim olmaya başlamış usulsüz tayinler ve bu yüzden bura kadrolarının ehliyetsiz ellere geçmesi gibi noktalara parmak basmaktadır. 

Müesseseler yönünden ele alıp zararları hususunda sultanın dikkatini çekmeye çalıştığı, sık sık üzerine döndüğü başka bir konu ise keyfî veya haksız azillerle her çeşit mansıp ve vazifede sebebiyet verilmekte olan istikrarsızlıktır. Mansıp sahiplerinin vazifeleri başında uzun süre kalamamalarının devleti vasıflı ve yetişkin insan unsurundan mahrum bıraktığını belirten Koçi Bey, özellikle fetva makamına gelenlerin azil endişesinden uzak bulundurulmasının yanı sıra kazaskerlerle diğer ilmiye mensuplarının da vazife sürelerinin uzun tutulmasının faydalarını etraflı surette açıklar.

Devlet mekanizmasının sağlıklı bir şekilde işleyişindeki özel konumuna işaret ettiği vezîriâzamlığın statüsünü başlı başına bir konu olarak açıklamak gereğini duyan Koçi Bey, vezîriâzamın saray çevresinin müdahalelerinden, nüfuz sahibi kimseler tarafından tesir ve tazyik altında kalmaksızın icraatında hür hareket etmesinin olumlu yönlerini hükümdara göstermek ister.

Koçi Bey’in yalnız belirli bir müessese ve kesimle sınırlı olmanın çok ötesinde her kesimi içine alan, bütün toplum hayatına tesir eden bir sosyal dert oluşu sıfatıyla devleti kemiren ve çöküntüye götüren bir âfet nazarıyla baktığı rüşvet hadisesini ısrarla ele alarak genç sultanı zamanı geldiğinde harekete geçmesi için zihnen hazırlamaya çok önem verdiği görülmektedir. Koçi Bey, rüşvetin yanı sıra onun kadar zararlı ve ahlâk bozucu tesirleri dolayısıyla zamanının diğer bir sosyal derdi olan, o vaktin tabirince “şöhret merakı” denmekte olan gösteriş ve lüks düşkünlüğü meselesine de ayrıca parmak basar.

Koçi Bey, risâlesinin ikinci yarısında yer alan arzlarında, başta sıraladığı meselelerin düzeltilme ve giderilme çarelerini açıklamaya yönelir, ne gibi tedbirlere ihtiyaç bulunduğunu bir bir anlatır. Düzeliş çarelerini, “kānûn-ı kadîm” dediği geçmişteki usul ve nizamlara dönüşte arayan Koçi Bey, bu gerçekleştirildiği takdirde devletin eski kudretini yeniden kazanacağı ümidindedir. Asgari bir had olarak timar ve zeâmet müessesesinin evvelki haline kavuşturulması ve ulûfeli kapıkulu mevcudunun mümkün olduğu kadar azaltılmasının bile ona geçmişteki halini iade edeceği kanaatini besler.

Osmanlı Devleti’nin çöküş sebeplerinin Batılı tarihçilerin hiçbiri tarafından onun kadar vukufla ele alınmadığını belirten Hammer eseri, Montesquieu’nün Roma İmparatorluğu’nun yıkılışı hakkında Considérations sur les causes de la grandeur des romains et de leurs décadence adlı telifinin Osmanlı edebiyatında muadili olarak görür ve Koçi Bey’i “Türk Montesquieusü” diye adlandırır.

Sultan İbrâhim’e Sunulan Risâle. Sultan İbrâhim tahta geçtiğinde Koçi Bey, onun için de birincisinden dokuz yıl sonra bir ikinci risâle daha kaleme almak durumunda kaldı. İlkinin IV. Murad nezdinde gördüğü kabul ve icraatı hususunda ona sağladığı fayda ve hizmet, hükümdar değişikliğinde bu defa yenisi için de böyle bir risâle istenmesine yol açmıştı. Sultan İbrâhim varlığını muhtemelen annesi Kösem Sultan’dan öğrendiği, onun ve özellikle Vezîriâzam Kemankeş Mustafa Paşa’nın öğütlemeleriyle Koçi Bey’den, kardeşi IV. Murad’a olan risâlesi gibi kendisini de devlet işleri hususunda bilgilendirecek böyle bir rehber yazmasını ısrar ve acele ile istemekteydi.

Koçi Bey’in bu risâlede esas itibariyle sultana ilk cülûs yılı içinde sunduğu arzlar yer almaktadır. Sultanın, cevaplarını acele beklediği soru ve konuların sık sık araya girmesinden dolayı risâledeki metinler arasında birinci risâledeki gibi muntazam bir sıralama, ele alınan bahislerde bir insicam tutturmak mümkün olmamıştır. Belirli bir tasnif dairesinde olmaksızın bir araya getirilmiş arzların taşıdığı başlıklar çok defa muhteviyatlarını gerektiği surette aksettirmez.

Netice itibariyle ikinci risâlede idarî ve sosyal problemler yerine ağırlığı, çeşitli müesseseleriyle devlet mekanizmasının işleyişi ve saray teşrifatıyla ilgili konular kazanır. Bundan dolayıdır ki risâle, Koçi Bey tarafından konulmuş bir isim taşımadığı halde günümüzde “Teşkilât Risâlesi” diye adlandırılmaya başlanmıştır.

KAYNAK:TDV İslâm Ansiklopedisi, müellif: Ömer Faruk Akün.

Yazar
Kırmızılar

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen