Enis Behiç KORYÜREK
11 Mart 1891, İstanbul doğumludur. Şairimiz Selanik ve Üsküp idadilerinde, İstanbul Lisesi’nde okudu, Yüksek öğrenemini Mülkiye’de (1910-1913) yaptıktan sonra, Hariciye (Dış İşleri Bakanlığı)’ye katıldı. Bükreş’te (1985), Budapeşte’de (1916-1921) konsolos katipliği ve konsolusluk yaptı. 1921’de Türkiye’ye döndükten sonra Kurtuluş Savaşı’nı destekleyen “Müdafaa-i Milliye” adlı gizli örgüte katıldı, adalet, iktisat ve çalışma bakanlıklarına bağlı çeşitli görevlerde çalıştı, Fransızca ve edebiyat öğretmenliği yaptı. Hecenin Beş Şairi‘nden birisidir.
Daha Mülkiye’de öğrenciyken aruzla şiirler yazan, Servet-i Fünun etkisi taşıyan bu şiirlerini Şehbal Dergisi (1912-1914) ‘de yayınlayan Enis Behiç, Balkan Savaşı yıllarında Ziya Gökalp’in tavsiyesiyle heceyi benimser ve Milli Edebiyat akımına bağlanır. Enis Behiç daha çok Balkan Savaşı dönemlerinde tanınmaya başlanmıştır. Kısa zamanda aruz ölçüsünden heceye ölçüsüne dönen, Enis Behiç’in en ünlü şiirleri, milli heyecanlarla yüklü epik şiirleridir. Hamasî ve lirik şiirler yazmıştır. Bir yandan da hece vezni üzerinde çalışarak kimi durak değişikliklerini, bir şiirde çeşitli hece kalıplarını kullanmayı denedi. İlk kitabını yayınladıktan sonra bir suskunluk dönemine giren şair, 1946’dan sonra bir çeşit mistisizmle Çedikçi Süleyman Çelebi adlı bir mevlevinin ruhuyla temas sonucu doğduğunu söylediği dini ve tasavvufi şiirler yazdı.
Enis Behiç, 1949 yılında Ankara’da vefat etmiştir.
Eserleri Miras(1927) Varidat-ı Sülamaniye (1949) Enis Behiç Koryüek’ten Miras ve Güneş’in Ölümü (iki baskısı yapılmıştır 1952,1971)
Şiirlerinden Örnekler
Ey Türk Eli!..
Ey Türkeli, ben uzaktan gelen yorgunum.  
Dinle beni, ben de senin bir öz oğlunum.  
Geceleyin çölde yalnız kalan yolcu bir  
Solgun ışık farkedince nasıl sevinir,  
Nasıl bütün ümidini bağlarsa ona,  
Ben de öyle yadelinden baktım vatana.  
Sen uzaktın benden, fakat kalbim senindi.  
Ey Türkeli, hasretin ta ruhuma sindi.  
Bir kasırga alt üst etti dünyayı bütün. 
 Kanlı, viran mabedinde tarihin bugün  
Kaç hükümdar tacı kandil olup asıldı…  
Kaç istiklal gömmek için mezar kazıldı… 
 Bu kazılan mezarlardan biri en derin.  
Bu en derin mezar senin, ey vatan senin!  
Kızıl gökten çalacaktı ayla yıldızı  
Ölümünden şenlik yapan kefen hırsızı.  
O karanlık günlerinde, gönlümüz kara,  
Bağrımızda sefillerin açtığı yara,  
Ellerimiz bağlı matem zincirleriyle.  
Neslimizin bezgin ömrü bütün hâile, 
 Şehid olan emellere hep hazin, hazin  
Ağlamaktan nuru söndü gözlerimizin.  
Dinleyerek baykuşların kahkahasını  
Millet kara bayraklarla tuttu yasını. 
 
Bugün ki biz Hak yolunda kanını döken,  
Bugün ki biz bin kahrile hurdahaş iken  
Yekpâre bir çelik olmuş sine sahibi  
Bir milletiz, kükremişiz yanardağ gibi…  
Bugün ki biz, alçakların hakaretinden  
Varlığında kıyametler kopup cûşeden  
Yıldırımlı bir ummanız, uğulduyoruz;  
Zulme karşı Tanrı hışmı oldu Ordumuz.  
Biz daha dün öyle bedbaht olanlarız ki.  
Öyle göğsü hicran ile dolanlarız ki.  
Rûhumuzun zırhı oldu ıztırâbımız…  
Bahtımızla budur, dedik, son hesâbımız.  
Varsın gelsin arzın daha bin beliyyesi! 
 Öcümüzün sayhasıdır topların sesi.  
Felaketler pençemizde oyuncak oldu…  
Yangınlarla bütün vatan alsancak oldu… 
 Bir kırılmaz yalınkılıç gibi hıncımız. 
 İmanını kalkan etti her akıncımız…  
Tayfunlara yoldaş oldu nâra salan Türk!..  
Hey koca Türk, Tanrısından kuvvet alan Türk!.
“Zafer” azgın bir küheylan; koşar, şahlanır;  
Sırtındaki şehsuvarı pek çabuk tanır.  
Bu şehsuvar, küheylâna daha binerken  
Yelesinden bir tutar ki, azgın at hemen  
İlk mahmuzda anlar nasıl binicisi var.  
Yol ver artık küheylana, şanlı şehsuvar!  
Sen korkusuz, güçlü, hakim oldukça ata  
Atın seni erdirecek her saltanata. 
 Onu ne dağ, ne deniz durduracaktır.
  
“Zafer” seni uçuracak… Uçuracaktır…  
Fakat bil ki: İrâdende sarsıntı varsa,  
Gönlünü bir lâhza için korku sararsa,  
Ya gözlerin kararırsa böyle uçuştan,  
Veya biraz mestolursan, dalgınlaşırsan  
“Zafer” seni birdenbire sırtında atar;  
Attan düşen nallarının altında yatar…
İşte biz ki ta ezelden beri atlıyız,  
Asırların göklerinde biz kanatlıyız.  
Kanımızın ateşinden şimşek yarattık;  
Bu şimşekle küheylana bir kırbaç attık.  
“Allah!” diye haykırarak “Zafer” imize  
Hurûşettik Sakarya’dan ta Akdeniz’e…  
Âtîlere koşuyoruz gençlikle, şanla…  
Şan beraber koşar Hakka doğru koşanla.
Tuna Kıyısında
Evimden uzakta, annemden uzak;  
Kimsesiz kalmışım yad ellerinde.  
Bir vefa ararım kalbe dolacak  
Gurbetin yabancı güzellerinde.  
Tuna’nın üstünde güneş batarken  
Sevgili yurdumu andırır bana.  
Bir hayal isterim Boğaziçi’nden  
Bakarım “İstanbul!” diye her yana.  
İstanbul! Ey sedef mehtaplarından
Hülya gözlerime ilk ışık veren!  
Buranın ufkunda yanıp tozlanan  
En munis renge de biganeyim ben.  
Ah, orda renklerin -şark güneşile 
 Naz eden- sihirbaz ahengi vardır.  
Bu akşam yurdumu andırsa bile  
Ah, orda akşamın bin rengi vardır.
Hatıra
Geçsin günler, haftalar, 
 Aylar, mevsimler, yıllar… 
 Zaman, sanki bir rüzgar  
Ve bir su gibi aksın…  
Sen gözlerimde bir renk,  
Kulaklarımda bir ses  
Ve içimde bir nefes  Olarak kalacaksın…
Gemiciler 
Biz dalgalar, fırtınalar kahramanı yiğitleriz. 
 Ufuklardan ufuklara haber sorar, gezeriz. 
 Güneşlerde uyuklayan yamaçları, 
 Kalbi durgun tarlaları bıraktık. 
 Gölge veren ağaçları 
 Sevmiyoruz biz artık. 
 Sevgilimiz, 
 Ey deniz! 
 İşte biz; 
 Nihayetsiz 
 Mavilikler yolcusu! 
 Ruhumuzun kardeşidir 
 Güneşlerde parlayan bu yeşil su. 
 Bayrağımız yeşil sular ateşidir. 
 Biz bayrağın fedaisi sayısız Türk genciyiz. 
 Biz hilale şan arayan korku bilmez gemiciyiz. 
 Ey vatandan müjdelerle bize kadar gelen rüzgâr! 
 O sarışın sahillerde kara gözlü genç kızlar, 
 Yaz gecesi mehtap ile konuşurken, 
 Doğru söyle, sordular mı bizleri? .. 
 Nasıl cevap verdiği gökten 
 Gemimizin rehberi, 
 O vefakâr 
 Yıldızlar? .. 
 Poyraz var; 
 Yelken dolar. 
 Gemi sanki kanatlı! 
 Enginlerde pembe güneş 
 Gülümserken bu yolculuk ne tatlı! 
 Çal sazını kalenderce yiğit kardeş! 
 Nağmelerin yorulmayan dalgalardan bahtiyar. 
 Gönderelim bu ahengi o sevgili yurda kadar…
