Arif Nihat ASYA

 

Arif Nihat Asya (7 Şubat 1904, Çatalca, İstanbul – 5 Ocak 1975, Ankara)

7 Şubat 1904’te İstanbul Çatalca’da doğdu, 5 Ocak 1975’te Ankara’da yaşamını yitirdi.

Milli Mücadele Dönemi’nde Ankara’da bulundu. Bu dönem onun şiire başladığı, Türklük ve vatan aşkı ile şiirler kaleme aldığı tarihlerdir. 1928 yılında Darülmuallimin’i Aliye’den (İstanbul Üniversitesi Yüksek Öğretmen Okulu Edebiyat Bölümü) edebiyat öğretmeni olarak mezun oldu ve Adana kolej ve öğretmen okullarında edebiyat öğretmenliği ve yöneticilik yaptı. Adana, Malatya, Edirne, Tarsus, Ankara ve Kıbrıs’taki liselerde edebiyat öğretmenliği yaptı. 1950-54 döneminde Adana Milletvekilliği yaptı.

Milletvekilliğinden sonra tekrar öğretmenliğe döndü. Ankara Gazi Lisesi edebiyat öğretmeni iken 1962’de emekliye ayrıldı. İstanbul’a döndü. Yeni İstanbul ve Babıli’de Sabah gazetelerinde yazılar yazdı. Aruzla başladığı şiirde rubailer,gazeller yazdı. Özellikle rubailere büyük önem verdi. Rubailerden oluşan 5 ayrı kitap yayınladı. Daha sonra hece vezniyle ve serbest vezinli şiirler de yazdı. Ulusçu şiirleriyle dikat çekti. Yurdun güzelliklerini, doğasını anlatan, kimi zaman yergici ama Türklüğü yücelten şiirleriyle bilinir.

5 Ocak 1975 tarihinde Ankara’da vefat etti. Mezarı Ankara, Karşıyaka Mezarlığı’nda dır.

Edebiyatımızda “Bayrak” şairi olarak tanınan Asya, Bayrak şiirini Adana’nın kurtuluş günü olan bir “5 Ocak”ın heyecanı ile yazdı. Bir çok dergi ve gazetelerde yazılar yazdı. Şiirlerinde hece, arûz ve serbest vezinleri kullanan Arif Nihat, nazmın her tür ve şekliyle eserler vermiştir. Fikrin ağır bastığı şiirlerinde milliyetçilik konusu büyük bir yer tutar. Çok renkli ve değişik biçimli şiirler yazmış olan Asya, son şiirlerinde biraz da mistisizme yönelmiştir. Şiirinde daima bir yenileşme çabası içinde olan şair, etkilerden uzak kalarak kendine özgü bol renkli şiir dünyasını oluşturmuştur.

Güzel ve zarif benzetmelerin yanı sıra, keskin zekâsının, şakacı mizâcının mahsûlü olan nükteleri, hicivleri, kelime oyunları üslûbunu tamamlayan önemli unsurlardır. Tarihimizin şanlı sayfalarını şiirleştiren şair, Rubai türünün yeni Türk edebiyatında önemli şahsiyetlerinden kabul edilir. Bayrak ve vatan, onun mısralarında en usta anlatıcısını bulmuştur.

ESERLERİ

ŞİİR

  • Heykeltıraş (1924)
  • Yastığımın Rüyası (1930)
  • Ayetler (1936)
  • Bir Bayrak Rüzgar Bekliyor (1946)
  • Kubbe-i Hadrâ (Mevlana üzerine, 1956)
  • Kökler ve Dallar (1964)
  • Emzikler (1964)
  • Dualar ve Aminler (1967)
  • Aynalarda Kalan (1969)
  • Bütün Eserleri (1975-1977)
  • Rubaiyyat-ı Ârif (rubailer, 1956)
  • Kıbrıs Rubaileri (rubailer, 1964, 1967)
  • Nisan (rubailer, 1964)
  • Kova Burcu (rubailer, 1967)
  • Avrupa’dan Rubailer (1969)
  • Şiirler (Ahmet Kabaklı derledi, 1971)
  • Bütün Eserleri (1975-1977, Ötüken Yayınları)
    DÜZYAZI:
  • Kanatlar ve Gagalar (özdeyişler, 1946)
  • Enikli Kapı (makaleleri, 1964) 

 

UNUTULMAZ ‘BAYRAK’ ŞAİRİNİN HAZİN HİKÂYESİ

Bu pasaj sayın Soner Yalçın’ın, 05 Haziran 2010, Hürriyet Gazetesi’nde yayınlanan yazısından alınmıştır.
http://www.hurriyet.com.tr/unutulmaz-bayrak-sairinin-hazin-hik-yesi-14944225

“BAYRAK şiirimi 35 yaşımdayken yazdım. Adana Erkek Lisesi’nde edebiyat öğretmeniydim. Hatay, Gazi’nin gayretleriyle Türkiye’ye bağlanmıştı. O konudaki çalışmaları 1938 yılında başlamış, 1939 yılında neticeye ulaşılmıştı. Türkiye, yeni bir sevinç içindeydi. Bu sevinci, Adana da büyük coşkunluklarla yaşıyordu. Adana’nın Fransız işgalinden kurtuluşu 5 Ocak 1922’dir.

Bu bakımdan her sene, 5 Ocak gününde Adana’da büyük şenlikler yapılır. Adeta yer yerinden oynar. Şimdi de öyle midir, bilmiyorum.

 Şehrin bir Saat Kulesi var; bir de Ulu Cami minaresi. İşte o Saat Kulesi’yle Ulu Cami minaresi arasına, her senenin 5 Ocak kutlamalarında, kocaman bir bayrak asılır. Bayrak diyorsam, öyle-böyle bir bayrak değil. On beş izcinin kolları üzerinde taşınan bir bayrak. Vay babam vay. Yani Saat Kulesi’yle Ulu Cami minaresinin arasına bir güneş doğuyor…”

Okunacak şiir bulunamıyor

“Hatay Türkiye’ye bağlandığı için 1940 yılının 5 Ocak kutlamasının daha bir güzel, daha bir heyecanlı olması isteniyordu.

O bakımdan Adana Maarif Müdürlüğü’nden bizim lise müdürlüğümüze bir yazı geldi. Mealen deniyordu ki: ‘5 Ocak kutlamasında, Saat Kulesi’yle Ulu Cami minaresi arasına Adana’nın tarihi bayrağı çekilirken, o güne uygun bir şiirin de, liseniz öğrencilerinden biri tarafından okunması uygun görülmüştür. Gereğini rica ederim. Maarif Müdürü falan filan.’
Lise müdürü bu konuda beni vazifelendirdi. Ben de öğrencilerim arasından üç-dört kişi seçtim. ‘Gidip kütüphanelerde araştırın. 5 Ocak kutlamalarına uygun güzel bir şiir bulun. Pek duyulmamış bir şiir olsun. Meşhurların da kitaplarını karıştırın; adı pek duyulmamış şairlerin de!’
Çocuklar gittiler.

Birkaç gün sonra geldiler. ‘Efendim bulamadık’ dediler. ‘Bulamadık olur mu’ diye öfkelendim.

‘Gidin gözünüzü dört açarak bir daha araştırın’ dedim.
Çocuklar çıkıp gittiler. Üç-dört gün sonra, elleri yine boş geldiler.
E peki ne olacak? Kendi kendime dedim ki, ‘Arif bu şiiri sen yazacaksın!’
Bir gün sonra 5 Ocak! Bir günüm var.”

Kimin bu şiir oğlum

Adana’da Ocak Mahallesi’nde oturuyordum. O zamanlar, bugünkü gibi evlerde günün her saatinde elektrik yok. Geceleri petrol lambası yakıyoruz. El-ayak ortalıktan çekilince, petrol lambasının yorgun ışığında, bayrağımıza sığınarak kalemi elime aldım.

Şafak sökerken Bayrak şiiri hazırdı. O gece, şiiri nasıl yazdımsa, öylece kaldı. Yani üzerinde ikinci bir defa oynamadım.

Sabahleyin liseye gidince, ‘Bana Aydın Gün’ü çağırın’ dedim. Aydın Gün, bugün bizim Opera ve Bale Genel Müdürümüz olan Aydın Gün’dür.

Bulunup getirildi; şiiri eline uzattım; ‘Şunu oku bakayım’ dedim. Okudu. Güzel şiir okuyan öğrencilerimdendi. Bayrak şiirini ona bir daha, bir daha okuttum. Mükemmel okuyordu.

Bayrak şiirimi, 5 Ocak kutlamalarında ilk defa Aydın Gün okudu ve alkışlandı.

O günün akşamı, Halkevi’nde 5 Ocak Balosu var. Aydın Gün de baloda. Davetliler arasından bir kişi Aydın Gün’ü tanımış ve sormuş, ‘Bugün, 5 Ocak merasiminde o Bayrak şiirini sen okudun değil mi?’

– Evet efendim.
– Kimin o şiir?
– Vallahi bilmiyorum efendim.
– Yahu nasıl bilmezsin? İnsan okuduğu şiirin şairini bilmez mi?
– Bilmiyorum efendim! Şiiri bana Arif Hocam verdi. Sonra, ‘Sana bu şiir kimin derlerse, kimin olduğunu söyleme’ dedi.

O zaman mesele anlaşılmış. ‘Tamam bu şiir Arif Hoca’nındır’ demişler.

Bayrak şiirini, Aydın Gün’e Halkevi’ndeki baloda da okutmuşlar. Sonra bir daha bir daha okutmuşlar.

İşte o gün bugündür, benim Bayrak şiirim, bayrağımızın kendisi gibi hepimizin oldu.

Bu şiir, bana ‘Bayrak Şairi’ denilmesine yol açtı ki, bu sıfat, benim için altından dökülmüş bir İstiklal Madalyası kadar kıymetlidir.”

Bayrak şiirinin şairi, Arif Nihat Asya’dır.

Yaşasın muhalefet

Arif Nihat Asya yazın yaşamında neler yaptığını bakınız nasıl yazdı:

“Vurgunculuk yapmadım, soygunculuk yapmadım. Muhalefette; memlekete fayda gördüm, muhalefet yaptım.

Boyuna yazmak kolay iş değildir; imla yanlışı da cümle yanlışı da yapmış olabilirim; lakin yalan haber vermedim, yalan mazbata yapmadım.

Tesir yaptığım olmadı değil. Fakat tazyik yaptığımı gören yoktur.

Devletin memuru oldum; bir partinin memurluğunu yapmadım.

Grupların çıkarı için maddeler düzmek aklımdan geçmedi. Alnımın akı ve şerefimle köşemde baş başa kaldım; ve göğsümü gere gere, alnımı aça aça muhalefet yaptım…

Hakk’ı dinledim, yanlışlarımdan dönmesini bildim, ağzımdan çıktı diye manasız inat yapmadım.
Millete hizmeti şeref bildim. Şahsa kölelik yapmadım.

Ve dil yalancılığı da, kalem yalancılığı da yapmadım.

Belki dalgınlıklarım, ihtiyatsızlıklarım oldu. Çok şükür ki madrabazlık, kurnazlık, düzenbazlık yapmadım.

‘Şunu yapmadın, bunu yapmadın, o halde ne yaptın’ diye sorarsanız; cezasını, kazasını, ezasını da düşünerek muhalefet yaptım.”

Arif Nihat Asya Şiirlerinden Örnekler

Ağıt

Ağlayın, parmakları nur 
Sularından kınalı kızlarım 
Ağlasın Meraga göklerinden 
Meraga’ya bakıp yıldızlarım 

Yollara Kürşadlar uzanmış ölü 
Ağlasın Akülke, ağlasın Sütgölü 
Yiğitlerim uyur gurbet ellerde 
Kimi Semerkant’ta bekler beni 
Kimi Caber’de 

Caber yok, Tiyanşan yok, Aral yok 
Ben nasıl varım? 
Ağla ey Tanrı dağlarından 
İndirilmiş Tanrım 

Şu yakın suların 
Kolu neden bükülmez 
Fırat niçin, Dicle niçin, Aras niçin 
Benden doğar, bana dökülmez? 

Ben ki ateşle konuşurdum.selle konuşurdum 
İdil’le Tuna’yla Nil’le konuşurdum 
”Sangaryos”u ”Sakarya” yapan 
”İkonyom”u ”Konya” yapn 
Dille konuşurdum

Dua

Biz,kısık sesleriz…minareleri, 
Sen,ezansız bırakma Allahım! 

Ya çağır şurda bal yapanlarını, 
Ya kovansız bırakma Allahım! 

Mahyasızdır minareler…göğü de, 
Kehkeşansız bırakma Allahım! 

Müslümanlıkla yoğrulan yurdu, 
Müslümansız bırakma Allahım! 

Bize güç ver…cihad meydanını, 
Pehlivansız bırakma Allahım! 

Kahraman bekleyen yığınlarını, 
Kahramansız bırakma Allah’ım! 

Bilelim hasma karşı koymasını, 
Bizi cansız bırakma Allah’ım! 

Yarının yollarında yılları da, 
Ramazansız bırakma Allah’ım! 

Ya dağıt kimsesiz kalan sürünü, 
Ya çobansız bırakma Allah’ım! 

Bizi sen sevgisiz,susuz,havasız; 
Ve vatansız bırakma Allah’ım! 

Müslümanlıkla yoğrulan yurdu, 
Müslümansız bırakma Allah’ım!

Bir Bayrak Rüzgar Bekliyor

Şehitler tepesi boş değil, 
Biri var bekliyor. 
Ve bir göğüs, nefes almak için; 
Rüzgar bekliyor. 
Türbesi yakışmış bu kutlu tepeye; 
Yattığı toprak belli, 
Tuttuğu bayrak belli, 
Kim demiş meçhul asker diye? 

Destanını yapmış, kasideye kanmış. 
Bir el ki; ahretten uzanmış, 
Edeple gelip birer birer öpsün diye fâniler! 
Öpelim temizse dudaklarımız, 
Fakat basmasın toprağa temiz değilse ayaklarımız. 
Rüzgarını kesmesin gövdeler 
Sesinden yüksek çıkmasın nutuklar, kasîdeler. 

Geri gitsin alkışlar geri, 
Geri gitsin ellerin yapma çiçekleri! 
Ona oğullardan, analardan dilekler yeter, 
Yazın sarı, kışın beyaz çiçekler yeter! 
Söyledi söyleyenler demin, 
Gel süngülü yiğit alkışlasınlar 
Şimdi sen söyle, söz senin. 

Şehitler tepesi boş değil, 
Toprağını kahramanlar bekliyor! 
Ve bir bayrak dalgalanmak için; 
Rüzgar bekliyor! 
Destanı öksüz, sükûtu derin meçhul askerin; 
Türbesi yakışmış bu kutlu tepeye 
Yattığı toprak belli, 
Tuttuğu bayrak belli, 
Kim demiş meçhul asker diye? ..

Anne

İlk kundağın 
Ben oldum, yavrum; 
İlk oyuncağın 
Ben oldum. 

Acı nedir 
Tatlı nedir… bilmezdin 
Dilin damağın 
Ben oldum. 
Elinin ermediği 
Dilinin dönmediği 
Çağlarda, yavrum 
Kolun kanadın 
Ben oldum 
Dilin dudağın 
Ben oldum. 

Belki kıskanırlar diye 
Gördüklerini 
Sakladım gözlerden 
Gülücüklerini… 
Tülün duvağın 
Ben oldum! 

Artık isterlerse adımı 
Söylemesinler bana 
‘Onun Annesi’ diyorlar… 
Bu yeter sevgilim bu yeter bana! 

Bir dediğini 
İki etmiyeyim diye 
Öyle çırpındım ki 
Ve seni öyle sevdim sana 
O kadar ısındım ki 
Usanmadım, yorulmadım, çekinmedim 
Gün oldu kırdın… 
İncinmedim; 
İlk oyuncağın 
Ben oldum.. Yavrum 
Son oyuncağın 
Ben oldum… 

Layık değildim 
Layık gördüler 
Annen oldum yavrum 
Annen oldum!

Çocuk ve Ağaç

Çocuk, çok sevdi ağacı… 
Verirdi ona, her kış 
Çiçekleri olaydı! 

Ağaç, çok sevdi çoçuğu… 
Öperdi altın saçlarından 
Dudakları olaydı! 

Ve ona öptürmek için, 
Eğilirdi yerlere kadar; 
Yanakları olaydı! 

Dökerdi önüne hepsini 
Gümüşten, altından, sedeften 
Oyuncakları olaydı! 

Ve çoçuk gittikten sonra, 
Böyle kalır mıydı ağaç? 
Ne olurdu onun da 
Bacakları olaydı, 
Ayakları olaydı!

Yoğuz

Yoksa şu yaprakta Yavuz 
Yoksa şu sayfada Oğuz 
Biz de yoğuz, biz de yoğuz 

Elimizden siz tutunuz 
İmdadımıza koşunuz 
Daha çoğuz, daha çoğuz 

Kervanımız dizi dizi 
Bırakma Yarabbim bizi 

 

Yazar
Kırmızılar

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen