Çanakkale: En pahalıya mâl olan zaferimiz

Çanakkale Zaferi dünyaya, Türk’ün tükendiği sanılan gücünün henüz tükenmediğini, artık tarihi misyonunu tamamladığını sandıkları Türk’ün, şartlar ne kadar zor olursa olsun, daha çok şeyler başarabilecek güç ve inanca sahip olduğunu göstermiştir. Karşımızdakiler bir devletin çöküşü ile milletin inanç ve gücünün çöküşünün farklı şeyler olduğunu burada anlamışlardır. Türk’ün devleti çökebilir ama kendisi çökmez. Dünya sahnesindeki rolünü bırakmaz. İşte Çanakkale Zaferi bunun için önemlidir.

*****

ÇANAKKALE ZAFERİ VE ATATÜRK[i]

Dr. İsmet GÖRGÜLÜ

 

ÇANAKKALE ZAFERİ’NİN ÖNEMİ

Köklü Türk tarihinin altın sayfalarından biri olan Çanakkale Zaferi, her yıl büyük coşku ile kutlanır.

Bu zaferi anma günlerinde, Türk’üm diyen herkesin duyması gere­ken heyecan, coşku, gurur çok büyüktür.

Neden heyecan ve gurur duyuyoruz? Neden aradan 81 yıl geçmesine rağmen bir muharebedeki zaferimizi bu denli önemle kutluyoruz? Dikkat edilirse, bize bugünkü vatanımızı ve devletimizi sağlayan Kurtuluş Sava­şı Muharebeleri’nden sadece Başkomutan Meydan Muharebesi’ni ülke çapında, programlı törenlerle kutluyoruz. 1 nci İnönü ve 2 nci İnönü Za­ferleri ile Sakarya Meydan Muharebesi’ni daha yöresel olarak kutlamak­tayız. Sakarya Zaferi küçük bir zafer midir? Kesinlikle hayır. Türk tari­hindeki geriye gidişin, batılı devletlerin biz Türk’leri önce Avrupa topraklarından, sonra Anadolu’dan atma çabalarının durdurulduğu bir muharebedir. Türk’ün tekrar batıya doğru ilerlemesini sağlayan bir zafer­dir. İşte bütün bunlara rağmen Çanakkale Zaferi ön planda olagelmiştir.

Bu yazıda bunun nedeni üzerinde duracağız. Çünkü neyi, neden yap­tığımızı, anlayarak, bilerek yapmalıyız.

Bu zafer Gelibolu Yarımadası üzerinde kazanıldı. O dönemdeki yani Birinci Dünya Harbi içindeki düşmanlarımız İngiltere ve Fransa, Gelibo­lu Yarımadası’nı ele geçirerek Çanakkale Boğazı’m açmak ve devamında da başkent İstanbul’u işgal etmek niyetiyle bu harekâta başladılar. Böyle­ce Türk’lerin Avrupa ile bağlantılarını da tamamen kesmiş olacaklardı. Fakat Gelibolu Yarımadası’nın bilindiği gibi bizim tarihimizde ayrıcalıklı bir yeri vardır. Bizim Avrupa’ya geçişimizdeki ilk bölgedir. Avrupa Kıta- sı’nda sahip olduğumuz ilk topraktır. Avrupa’ya attığımız ilk adımdır. 1354 yılında Gazi Süleyman Paşa tarafından Türk topraklarına katılmış­tır. İşte böyle bir vatan parçasının çiğnetilmemiş olması ile Çanakkale Za­feri önemlidir.

Çanakkale Zaferi’nden bir yıl önce Türk Ordusu, tarihinin en büyük hezimetini yaşamıştır. Balkan Harbi, Balkan Faciası, bu mağlubiyet sonu­cunda; üç hafta içerisinde bugünkü topraklarımızın 1/5’inden daha fazla toprak, 167.000 km2, 33 vilayet, 158 ilçe, 6,5 milyon nüfus, bir başka ifa­deyle Meriç Nehri’ne kadar Avrupa’daki toprakların tamamı kaybedilmiş ve ordu da elden çıkmıştı. İşte bu büyük darbeden sonra Türk Ordusu gerçek anlamıyla ordu olabilmek için büyük bir çabaya girişti. Bir yılık sürede, yüzüne sürülen kara lekeyi silecek duruma ve Çanakkale Zafe­ri’ni kazanacak güce erişti. Kazandığı zaferle Türk’ün gerçek kudret ve kabiliyetini ortaya koydu. Tarihindeki Türk’ün yaşadığım, Türk Milleti’nin cevherini, bütün Dünya’ya bir kere daha gösterdi, işte Çanakkale Zaferi bunun için önemlidir.

 

canakkale savasinin onemi

 

Çanakkale Zaferi, bize en pahalıya mal olan zaferimizdir. Karşılığın- / da, en çok insan kaybına maruz kaldığımız bir zaferdir. Bu zafer için hemen hemen her evden bir iki şehit verilmiştir. Türk Milleti, binlerce ay­dınını, okumuşunu bu savaşta yitirmiştir. Anadolu’dan ve özellikle İstan­bul’dan akın akın gönüllü öğretmen, mülkiyeli, tıbbiyeli öğrenciler, Türk Ocakları’nda yetişmiş okur-yazarlar, aydınlar bu savaşa katılmışlar ve can vermişlerdir. Bu savaşa toplam 400.000 Türk katılmış ve bunun 250.000’i zayi olmuştur. Üç yıl süren Kurtuluş Savaşı’nda en güçlü oldu­ğumuz dönem olan Büyük Taarruz’da ancak 100.000 kişilik bir ordu ya­pabildiğimiz ve bütün Kurtuluş Savaşı boyunca 40.000 kişilik zayiat verdiğimiz hatırlanırsa, Çanakkale Zaferi’nin bedeli daha iyi anlaşılır. Birisinde bir zafer kazandık, birisinde ise vatanı kurtardık. Sonuç olarak Çanakkale’de bir nesli kaybettik, Gelibolu’ya bir nesli gömdük, işte Ça­nakkale Zaferi bunun için önemlidir.

Çanakkale Zaferi dünyaya, Türk’ün tükendiği sanılan gücünün henüz tükenmediğini, artık tarihi misyonunu tamamladığını sandıkları Türk’ün, şartlar ne kadar zor olursa olsun, daha çok şeyler başarabilecek güç ve inanca sahip olduğunu göstermiştir. Karşımızdakiler bir devletin çöküşü ile milletin inanç ve gücünün çöküşünün farklı şeyler olduğunu burada anlamışlardır. Türk’ün devleti çökebilir ama kendisi çökmez. Dünya sahnesindeki rolünü bırakmaz. İşte Çanakkale Zaferi bunun için önemlidir.

Çanakkale’de karşımıza o dönemin süper güçleri olan İngiltere ve Fransa vardı. İngiltere, yedi denizin hâkimi, topraklan üzerinde güneş batmayan bir imparatorluk ve namağlup bir devlet idi. Bununla da aşın gurura kapılmıştı. Her iki devlet, sömürgelerindeki kaynaklarını da bu savaş için seferber etmiş ve 600.000 asker kullanmıştı. Başlangıçta zafer­den hiç kuşku duymayan bu iki dev, Türk’ün azmi, vatanı için vatanından başka herşeyini feda eden anlayışı karşısında, mağlubiyeti kabul etmek zorunda kaldı. 252.000 zayiat vererek Gelibolu Yarımadası’ndan kaçtı. Bu kaçış İngiliz İmparatorluğu için geriye gidişin başlangıcı olmuştur. Dünyadaki prestiji sarsılmıştır. Asya ve Afrika’da, çok geniş bir alandaki sömürgelerinde yaşayan müslüman milletlere, bu zaferle istiklal ve hürri­yet tohumlan atılmıştır. Bu da ileride, dünya siyasi haritasının şeklini de­ğiştirecek gelişmelere sebep olmuştur. İngilizlerin gururunu kırmayı, İn­giltere ve Fransa gibi iki büyük devleti tek başına, müttefiki Almanya’dan yardım almadan yenmeyi başaran, arkasından da dünya si­yasi haritasının değişmesine sebep olan Türk Milleti’dir. İşte Çanakkale Zaferi bunun için önemlidir.

Çanakkale Zaferi, ümmetçiliği iflas ettirmiş, İslam birliği Panisla­mizm fikrini çökertmiş, söndürmüştür. Yerine, Türk Milliyetçiliği fikrini alevlendirmiştir. Bunun uygulanabilir olduğunu, gerçek olduğunu kanıtla­mıştır. O dönemde; bugünkü Irak, Suriye, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri topraklarımız içinde, Libya’da kontrolümüz altında idi. Harp başlayınca bilindiği gibi Cihadi Mukaddes ilan edilir, ancak bunun olum­lu hiçbir etkisi görülmez. Türk unsurunun dışındaki Osmanlı tebası olan diğer müslüman unsurlarına İngiliz altını ve İngiliz vaatleri, Osmanlı’nın ilan ettiği Mukaddes Cihat’tan daha sıcak gelir ve Osmanlı Türk’ünü arkadan vururlar. Çanakkale Muharebeleri sırasında da daha acısı yaşa­nır. İngiliz ve Fransız’lar sömürgeleri olan müslüman ülkelerden, Hin­distan’dan yani bugünkü Pakistan’dan, Fas, Tunus ve Mısır’dan, Senegal ve diğerlerinden önemli sayıda müslüman asker getirirler ve bunlan Türk’lere karşı savaştırırlar. Hatta bizim cephelerdeki Mehmetçikleri et­kilemek için yüksek seslerle ezan ve Kuran-ı Kerim bile okuturlar. İşte bu tablo gerçeği görmemizi sağlar. O dönemde oldukça ağırlıklı bir görüş olan, hatta devletin politikası olan İslam Birliği düşüncesinin, bir hayal olduğunu; ümmetçilik yerine milliyetçiliğin esas olması gerektiğini göste­rir. Böylece gerek Osmanlı Devleti’nin son dönemine, gerekse T.C. Dev- leti’nin milli politikasına yön vermiş olur. Ayrıca bu zafer bugün dahi bu hayalin peşinde koşanlara, İslam Birliği’ni ideoloji olarak benimseyenle­re, millet gerçeğini inkâr edip milleti ümmetleştirmeye çalışanlara, düşün­celerinin çürüklüğünü gösteren tarihi bir ispattır. İşte Çanakkale Zaferi bunun için önemlidir.

Bu zaferin belki de bizim için en önemli yanı Milli Mücadele ruhu­nun ilk meşalelerinin burada yakılmış ve T.C.’nin ilk temel taşlarının bu mücadeleler sırasında atılmış olması ile Türk Milletine Mustafa Kemal Atatürk’ü kazandırmış olmasıdır.

Atatürk’ün üstün özellikleri, Bu muharebeler sırasında su yüzüne çıkmış ve milletin dikkatini çekmiştir. Kazandığı başarılardan dolayı, daha muharebeler devam ederken “İstanbul’u kurtaran kahraman”, “payi­taht kurtaran kahraman” ünvanı ile anılmaya başlar, o dönemin en önemli dergisi olan Harp Mecmuası’nda boy boy resimleri çıkar. Halkın ağzında bir efsanevi kahraman olur. Yakup Kadri, “Atatürk” isimli eserinde, halktan duyduklarım şöyle yazar:

“Bu genç kumandan, yanında bir avuç süngülü askerle, yerden, gök­ten, denizden gelen sürekli bir gülle, kurşun ve şarapnel sağanağının ortasında durmadan ileriye doğru atılıyor ve kollarıyla, kızgın boyunlarından yakalayıp denize yuvarlayacakmış gibi düşmanın sıra sıra toplan üstüne saldırıyor. Bu insan, ateşte yanmıyordu, vücuduna kurşun işlemiyordu ve zırhlıların (savaş gemilerinin) attığı gülleler başının üstünden münisleşmiş, yırtıcı kuşlar gibi geçip gidiyordu”.

Bu anlatım Atatürk’ün tam bir masal kahramanı gibi algılandığını gösteriyor ki, o neslin de bir beklenti içinde olduğunu yine Yakup Kadri kitabının başlangıcında şöyle ifade eder.

“Bizim ilk gençlik yıllarımız bir milli kahramana hasretle geçti” der.

İşte Çanakkale Muharebeleri ile beklenilen kahraman çıkmıştır. Mustafa Kemal, bu zaferden kazandığı prestij ile milli mücadeleye atıl­mış; askerlikten istifa etmesine ve hakkında idam fermanı çıkartılmış bir sivil olmasına rağmen kendisine bağlı ve kendisini bir lider olarak be­nimsemiş bir ordu ile millet bulmuştur. Bu ortam ise Türk’ün kurtuluşunu sağlamış ve tarih sahnesinden silinmesini önlemiştir. İşte Çanakkale Za­feri bunun için önemlidir.

ATATÜRK’ÜN ÇANAKKALE ZAFERİ’NDEKİ YERİ

Peki, Atatürk ne yapmıştır da efsanevi kahraman, milli kahraman olarak Türk Milleti’nin gönlüne girmiştir? Nasıl kahraman olmuştur? Ça­nakkale Muharebeleri’ne; 20 tümen, 39 tümen komutanı; 10 kolordu, 52 alay, 104 alay komutanı; 18 kolordu komutanı; iki ordu, iki ordu komuta­nı; binlerce subay, yüzbinlerce ecdat katılmıştır. Bu büyük zaferde şimdi rahmet ve şükranla andığımız, pek çok büyüğümüzün payı vardır. Can vererek bu zaferi kazanmışlardır.

Durum böyleyken nasıl oluyor da Atatürk ön plana çıkıyor? Çanak­kale Zaferi O’nun yüce adıyla özdeşleşiyor? Çanakkale denilince akla Mustafa Kemal geliyor? Yoksa Milli Mücadele’yi zaferle sonuçlandırdı­ğı, vatanı düşman işgalinden kurtardığı için mi sonradan zafer üzerine fa­tura edilmiştir?

 

Ataturk canakkale

 

Şimdi biraz bunlar üzerinde duralım:

Yüce Atatürk’ün Çanakkale Zaferi ile özdeşleşmesi sonradan değil­dir. Daha muharebeler devam ederken ismi parlamaya başlar, Çanakkale Cephesinin en önemli ve güven duyulan komutanlarından biri olur. Bu­nunla ilgili birkaç kaynaktan duruma bakalım.

Birinci Dünya Harbi sırasında asker-sivil işbirliği ile çıkarılan Harp Mecmuası isimli bir dergi mevcuttur. Bu derginin 1915 yılına ait 2 ve 4 ncü sayılarında Alb. Mustafa Kemal’e geniş yer verilir. 4 ncü sayısında Çanakkale Kireç Tepe’de mermi kovanlarından yapılmış bir anıtın önün­de çekilmiş fotoğrafı, tam sayfa olarak yayınlanır ve altına şunlar yazılır:

Büyüklüğüne söz bulunamayan

Bir levha-i Şehamet (Akılla yaratılan bir yiğitlik levhası)

Bu cümle çok önemlidir. Daha o dönemde, yüce Atatürk’ün kahra­manlığı, yiğitliği ve bunun akılla yaratıldığı ile büyüklüğü teslim edilmiş ve bu büyüklüğünü ifade için söz bulunamadığından yakınılmıştır. Bu sözler herkes için söylenmemiştir ve özellikle henüz albay rütbesindeki bir komutan için bu sözler çok büyüktür. Ama öyle değerlendirilmiş ve böyle yazılmıştır.

2 nci sayısında da Birinci Dünya Harbi’nin genel değerlendirmesi yapılırken yine Atatürk’e yer verilmiş, bir resmi konmuştur.

Atatürk’ün kazandığı bu haklı ün, Başkomutanlıkta da etkisini göste­rir. Daha muharebelerin ilk iki ayı içerisinde başarılarından dolayı rütbesi albaylığa yükseltilir ve toplam 3 madalya ve 3 nişan verilir. Ayrıca ken­disine iki önemli görev için tayin teklifi yapılır. İlki, daha kendisi Tümen Komutanı iken Temmuz 1915 ortasında, Trablusgarb’e ordu komutanı yetkisiyle ve Tuğgeneral (Mirliva) rütbesi ile gitmek arzusunda olup olmadığı sorulur, İkincisi ise Anafartalar Grup Komutanı iken 1915 Ekim ayı başında, Irak Ordusu Komutanlığına tayin teklifidir.

Bu olaylar devleti yönetenlerin Atatürk’e bakış açısını sergilemekte­dir. Yani daha muharebeler sırasında, henüz zafere erişilmeden Anafarta­lar Kahramanı Mustafa Kemal tanınmış ve hakkı teslim edilmiştir.

Zaferden sonra ise Mustafa Kemal ismi, efsanevi bir kimlik kazanır. Artık İstanbul’u kurtaran kahraman unvanı ile anılır. Gazeteciler, yazarlar kendisiyle mülakat yaparlar.

Halkın en büyük arzusu ise kendisini görmektir. 1916’nın Ocak ayında 16 ncı Kolordu Komutanı olarak Edirne’ye girişinde halk sokakla­ra dökülür.

Atatürk’ün Çanakkale’de ve sonrasında Kurmay Başkanlığı’m yap­mış olan Orgeneral İzzettin Çalışlar, günlüğünde bu karşılanışı şöyle an­latır:

Kanunusani 15.1331 (28 Ocak 1916)

… Yollar hıncahınç ahaliyle dolmuş, bütün mektepler karşılama için yerlerini almıştı. Şehir saray gibi donanmış, peş peşe zafer takları yapıl­mıştı. “Yaşasın Arıburnu ve Anafartalar Kahramanı Mustafa Kemal Bey” yazılı levhalar asılmıştı… Edirne eşrafı, vilayet erkânı, konsoloslar hep oradaydılar… Bütün şehir, heyecan ve coşkulu sevinçle karşıladı. Çiçek­ler, buketler takdim ettiler. Alkışlar, her türlü nümayişler, tezahürat, her türlü tasavvurun üstündeydi…”

Görüldüğü gibi Atatürk’ün şöhreti, halkın kendisine layık gördüğü unvanlar, kendisine duyulan hayranlık o günlerde ortaya çıkmıştır,. Son­radan yakıştırma değildir. Tarihte herhalde bir şehir halkı, hiçbir albayı bu şekilde karşılamamıştır. Fakat Albay Mustafa Kemal’i karşılamıştır. Albay Mustafa Kemal ne Edirne’nin fatihidir, ne de Edirne’yi düşmandan kurtarmıştır. Edirne’de çalışmamış, fıziken Edirne’liler tarafından tanın­mıyordu. Bunlara rağmen karşılanışın bir Fatih’e yaraşır biçimde olduğu­nu anlıyoruz. Sebep, Çanakkale’de yaptıklarıdır. Yaptıkları ile kazanılan zaferdir. Türk Milletine, ikiyüz yıldır hasret kaldığı zafer coşkusunu tek­rar tattırmasıdır. Bir büyük zafer armağan etmesidir.

Yüce Atatürk’ün Çanakkale Muharebeleri’ndeki yerini ve zaferdeki payını; bu muharebelere katılmış H. Cemal adlı bir subay, 1915 yılında yazdığı “Ulu Cenk” isimli Çanakkale Muharebeleri’ni anlatan kitabında; Atatürk için ayrı başlık açıyor ve O’nun farklılığım anlatıyor. Başlık il­ginçtir.

“Anafartalar Muharebeleri Komutanı Mustafa Kemal Bey; Yarınki Harbiye Nazırımız”

Bu başlığın altında yazar, kanaatini bir sonuç cümlesi ile ifade edi­yor ve konuya giriş yapıyor:

“Çanakkale’ye bir zafer heykeli dikmek şerefi ile Türkler şeref kaza­nacaklarsa o heykelin, Çanakkale’yi kurtaran Mustafa Kemal Bey olması lazımdır. Başkası olamaz. Bu hak kimseye verilemez.”

Bu satırların 1915’te yazıldığını tekrar hatırlatalım ve konunun deva­mından birkaç cümle daha aktaralım:

‘Türk askerini, yalnız bu komutan, hiçbir vakit lüzumsuz yere harca­mıyor. Gerek subaylar, gerek erler Arıburnu siperlerinden söz ederken Mustafa Kemal’in adını hürmetle anıyorlar…”

“Bu zafer hatırası şerefine, bundan sonra Akdeniz’in gölgeli dalgala­rı arasında uzak-yakın memleketlerden gelen bir gemi, boğazların, bu hi­lafetin anahtarı üzerinde sallanan Türk Bayrağı’m görünce selam verecek, orada daima Türk askerini ve onun kahraman komutanı Mustafa Kemal’i hatırlayacaktır.

Mustafa Kemal için bugün Almanlar, gazeteleriyle bir övgü sütunu yazarlarsa, yarın dünya, bu komutanın zafer destanlarım söyleyecektir.

Böyle komutanlarımızı takdir etmek, onların adına heykel dikmek, yaşama hakkımızdaki nasibimizi müjdeler.”                                                                                              .

Bu cümleler, O’nun sayesinde bir vatana, bir millete sahip olduğunu, O’nun sayesinde hayatiyet kazandığım, insan gibi yaşadığını unutanlara ithaf olunur.

Bu açıklamalardan şu sonucu çıkarıyoruz. Yüce Atatürk’ün Çanak­kale Zaferi’ndeki payı çok büyüktür. Bu zaferin baş mimarı O’dur. Bu durum daha o zamanlar, kendisine teslim edilmiştir.

Bunlar, yazılanlar açısından konuyu ispatlama niteliğindeydi. Aslın­da yeni birşey ileri sürmedik. O günlerde bilineni kendi yaklaşımımız ve inceleme sonucu bulduklarımızla tekrarlamış olduk.

Şimdi de Yüce Atatürk’ün neler yaparak “Anafartalar Kahramanı” “İstanbul’u Kurtaran Kahraman” ünvanlannı aldığını kısaca açıklayalım. Bu konu aslında bir kitap konusudur. Ancak biz burada sadece ana hatları ile birkaç nokta üzerinde duracağız.

Yüce Atatürk beş defa İstanbul’u kurtarmıştır. Yani Çanakkale’de mağlubiyeti önlemiştir. Çanakkale’de mağlubiyet demek İstanbul’un düş­mesi demektir. Onun için İstanbul’u kurtarmıştır denilir. Onun için payi­tahtı yani İstanbul’u kurtaran kahraman denmiştir.

İlki, muharebelerin ilk günü olan 25 Nisan 1915’tedir. Düşman Arıburnu kıyısına asker çıkarmıştır. Kıyıda çok zayıf kuvvetimiz var­dır. Düşmanı durduramaz. Düşman Conkbayırı’na doğru ilerlemektedir. Conkbayırı düşman eline geçtiği takdirde Çanakkale’de savunma imkan­sız hale gelir, buradaki kuvvetlerimiz imha olur; sonucunda İstanbul’a hem deniz, hem karayolu açılır ve İstanbul düşer. İşte böyle hayati daki­kalar yaşandığında Yb. Mustafa Kemal, Arıburnu’na çıkan düşmana taar­ruz edilmesi gerektiğini düşünür ve Kolordu Komutanından müsaade ister. Kolordu Komutanı bu durumda kendisi karar veremez. Çünkü Mus­tafa Kemal’in Tümeni ordu ihtiyatıdır. Kullanılması için Ordu Komuta­nından emir alınması gereklidir. Aynca düşmanın üç ayn yere birden çık­tığı öğrenilmiştir. Mustafa Kemal’in 19 ncu Tümeni Arıburnu’nda kullanıldığı takdirde diğer bölgelerde meydana gelebilecek tehlikelere karşı elde kuvvet kalmayacaktır. Ordu Komutanının da Saros Körfezi böl­gesine gittiği öğrenilmiştir. Ordu Komutanı gittiğine göre belki bu bölge­ye bir çıkarma başlamıştır. Bununla ilgili bilgi mevcut değildir. İşte bu nedenlerle Kolordu Komutanı karar veremez. Ordu Komutanına danışa­lım der. Ancak telefonla temas kurulamaz. Kolordu Komutanı görüşmek üzere Saros Bölgesine gider. 40 km.lik mesafe, en azından iki saat süre­cektir. Yani en erken öğleden sonra dönebilecektir. Fakat düşman onun dönmesini beklemeyecektir. İşte bu durumda Yb. Mustafa Kemal, Çanak­kale Muharebelerinin kaderini değiştiren bir iş yapar. Durumun önemin­den dolayı, ordudan gelecek emri beklemeden düşmana taarruza karar verir ve taarruz eder. Sorumluluğu üzerine almıştır. Büyük riske girmiştir. Yaptığı işten dolayı başına gelebilecekleri önemsemeden Çanakkale’nin kurtarılması için kendisini tehlikeye atmıştır. Vazifeyi herşeyden üstün tutmuştur. Kahramanlık işte budur. Harp Mecmuası kapağındaki resminin altına yazılan “Şahamet”; yani akılla yaratılan kahramanlık kavramı bura­dan itibaren başlar.

 

Ataturk canakkale zaferi

 

Yüce Atatürk, inisiyatifiyle başlattığı bu taarruzla, tam düşmek üze­reyken Conkbayırı’nı düşmandan kurtarır ve onu kıyıya kadar sürer. Böylece hayati tehlikeyi önler. Eğer bu taarruz gecikseydi, Çanakkale Muha­rebeleri birinci gününde kaybedilirdi. Zaferimizle değil, Balkan Harbi gibi facia ile sonuçlanırdı. Bunu önleyen Atatürk’tür. Sadece bu kahra­manlığı bile Ulu Cenk isimli kitapta yazılanları hak ettirmektedir.

Burada şu akla gelebilir. “Başka bir subay olsaydı, o da hemen hemen aym şeyi yapabilirdi.” Biz bu görüşte değiliz. Bunun en açık ispatı da muharebe sahasının Kolordu Komutanı olan Yanyalı Esat Paşa’dır. Atatürk kendisine taarruzu teklif ettiği halde taarruz emri verememiştir. Ordu Komutanının emrinin beklenmesini söylemiştir. Kaldı ki Yanyalı Esat Paşa sıradan bir paşa değildir. Balkan Harbinde, Yanya Savunması ile ün yapmış, ender başarılı komutanlardan birisidir. Harp sanatının usta­sıdır ama tamız emrini verememiştir. Ayrıca, kaç subay, kolordu komuta­nının bu emrinden sonra kendiliğinden bu taarruzu yapabilir? İşte bu so­runun cevabı, akla gelen sorunun da cevabıdır.

Yüce Atatürk, 25 Nisan’dan itibaren, sonuna kadar 8,5 ay süre ile bu muharebelerin en çetin görevlerini üstlenmiş, bütün faaliyetlerinde son derece başarılı olmuş, verdiğimiz örnekteki gibi sayısız kahramanlıklar göstermiştir. Bunlar üzerinde uzun uzadıya duramıyacağız. Sadece İstan­bul’u kurtarmasını sağlayan diğer kahramanlıklarını kısaca açıklayacağız.

İstanbul’u ikinci kurtarışı 7 Ağustos günü olmuştur. 19 ncu Tümen Komutanı’dır. Arıburnu’nda cephenin bir bölümünü savunmaktadır. Cep­hesine yoğun şekilde düşman taarruz etmektedir. Düşmanın bir kolu da Conkbayırı’nı kuşatıcı şekilde ilerlemektedir. Burada 30-40 kişilik kuvve­timiz vardır ve gelen düşmanı durduramayacaktır. Ve burası Albay Mus­tafa Kemal’in bölgesi dışındadır, Bu bölge üzerinde hiçbir sorumluluğu yoktur. Buna rağmen ve kendi cephesine de yoğun şekilde taarruz edil­mesine rağmen, elinde kalan son kuvvetinin tamamım (1,5 tabur kadar) Conkbayırı’na gönderir. Conkbayırı’nın düşmesini ikinci defa önler. Do­layısıyla İstanbul’u ikinci defa kurtarmış olur.

Üçüncü kurtarışı da 10 Ağustos günüdür.

8 Ağustos gecesi Anafartalar Grup Komutanı olur. 9 Ağustos günü Birinci Anafartalar Zaferi’ni kazanır. 10 Ağustos günü de düşmanın, hem bu mağlubiyetin acısını çıkarmak hem de kesin sonuca ulaşmak için büyük kuvvetleri ile Conkbayırı’na taarruz edeceğini değerlendirir. Düş­manın bu taarruzunu önlemek için, düşmandan önce Conkbayırı’ndan ta­arruz etmeye karar verir. Geceleyin Conkbayırı’na gelir. Burada önemli nokta; Conk’taki kuvvetlerimizin 10 Ağustos sabahı düşmanın yapacağı taarruza karşı koyamayacak şekilde zayıf olması, bu kuvvetlerle taarruza karar verilmesidir. Gece süresince başka yerden kuvvet getirmek de müm­kün olmayacaktır. Yani bir yeri, bulunduğu yerde durarak koruyamaya­cak kuvvetlerle düşmana taarruz ederek, bu yeri savunmak düşünülmüş­tür. İşte bu askeri dehadır. Akıldan doğan kahramanlıktır.

Yüce Atatürk, geceleyin Conk’a ulaştığında oradaki tümen komuta­nına taarruz emrini verir. Tümen komutanı ve kurmayı şaşırırlar ve hayre­te düşerler ve Atatürk’e şöyle derler:

“İki günden beri devamlı surette taarrruz ettikleri halde başarılı olunamadığını ve bu yüzden birliklerin büyük kayıp vermiş halde bulunduk­larını, iş yapamayacak ve perişan durumda olduklarını, yeni bir taaarruza kalkışmanın neticesini vahim gördüklerini” ifade ederler.

Atatürk, Anafartalar Muharebatına Ait Tarihçe isimli kitabında bu değerlendirmeyi hesap olarak doğru ve mantıklı bulduğunu, reddi müm­kün olmayan bir muhakeme olduğunu yazar ve şöyle devam eder:

“Bazı kanaatler vardır ki onların hesap ve mantıkla izahı pek güç­tür. Özellikle muharebenin kanlı ve ateşle safhasındaki duyguların doğur­duğu kanaatler…

Söylenenler gerçekten durumu ve kıtaların halini olduğu gibi tasvir ediyordu. Fakat bu değerlendirmeyi kararımı değiştirecek nitelikte bulma­dım. Çünkü ben düşmanı şedit veya seri bir baskın ile mağlup edebilece­ğimize kanaat hâsıl etmiştim. Bunun için çok kuvvetten ziyade, çok dik­katli ve fedâkárâne bir sevk ve idarenin maksadı temin edeceğine hükmetmiştim” der.

10 Ağustos sabahı gün doğmadan birliklerin en önüne geçer, bizzat kendi verdiği işaretle Mehmetçikleri hücuma kaldırır. Hem de nasıl? Ta­banca ve tüfeklerdeki mermileri çıkarttırır, süngü taktırır, sadece süngü ile düşman üzerine saldırıyı başlatır. Sırp Sındığı gibi, henüz yığınlar ha­linde uykuda olan düşman, bu sessiz hücum karşısında neye uğradığını şaşırır, bozulur, dağılır ve kaçar. Çok kayıp verdirilir. Gün doğumu ile ta­arruza geçecek olan düşmanın, kaçtığı bölgelerde savunma gücü kalmaz.

Atatürk böylece Conkbayırı’nı dolayısıyla İstanbul’u şehameti ile, askeri dehası ile, olmazı olur ederek bir kere daha kurtarır. Sağ göğsün­den bir şarapnel parçası ile vurulması ve cep saati sayesinde kurtulması bugünkü muharebede olur.

İstanbul’u diğer kurtarışları ise 9 Ağustos’taki Birinci Anafartalar ve 21 Ağustos’taki İkinci Anafartalar Zaferi ile olmuştur. İkinci Anafartalar Muharebesi’ndeki şehametinden, yani akılla yaratılan kahramanlığından küçük bir örnek verelim.

Düşman 21 Ağustos günü 6 tümenle (yaklaşık 70 bin kişi) Anafartalar Ovası’nda taarruza başlar. Bizim, bunun karşısında iki tümenimiz (yaklaşık 18 bin kişi) vardır. Düşman donanmasının yoğun ateşi altında bu kuvvetlerle, bu büyük taarruzu durdurmak mümkün değildir. Bir tü­menimiz de oldukça geridedir. Yetişmesi çok geç olacaktır. Yetişene kadar düşman cepheyi yarabilir. İşte böyle çok kritik bir durum yaşanır. Bu tümenin gelişine kadar olan zamanın kazanılması gerekmektedir. Bu­rada askeri deha kendini gösterir, elde bir süvari alayı vardır. Anafartalar Grup Komutanı Albay Mustafa Kemal, bu alayı savunan kuvvetlerimizin üzerinden aşırtarak, taarruz için ilerlemekte olan düşmanın üzerine saldırtır. Sonunda gerekli olan zaman kazanılır. Kuvvetlerimiz cepheye yetişir.

Bu uygulama bir yaratıcılık örneğidir, bir buluştur, akılla yaratı­lan kahramanlıktır. Kurallarla, kalıplarla kendini bağlamamış bir beynin ürünüdür. Askeri tarihte bir süvari kıtasının, kendisinden mislilerce büyük, taarruz eden bir düşmanın üzerine atılması ya görülmemiştir, ya da çok nadirdir. Çünkü bu şekildeki bir saldırının ötesi yoktur, ölüme kucak açmadır, süvarilerin kendilerini feda etmeleridir. Anafartalar’da da öyle olmuştur. Karşılığında da üç-dört misli büyüklükteki düşman yenil­miştir.

Birkaç kritik örnekle ebedi Başkomutanımızın, ölümsüz yüce Önde­rimizin Çanakkale Zaferi’ndeki payını ortaya koymaya çalıştık. Tekrar ifade ediyoruz. Zaferdeki payı, yeri bu kadar değildir. Saatlerce üzerinde konuşulacak boyuttadır. Bu kadarı bile gösteriyor ki Çanakkale Zaferi’nin mimarı, kilit adamı Albay Mustafa Kemal’dir. Orada bulunması da Türk Milleti için bir şans olmuştur.

Yüce Atatürk; vatanı kurtarmamış, bağımsızlığımızı kazandırmamış, yeni çağdaş bir Türk Devleti kurmamış, insanın insan gibi yaşamasını sağlayan bir sosyal düzen getirmemiş, Türk’ü ümmetten millete çevirme­miş, kadınları insan yapmamış, fikir özgürlüğünü, serbest girişim özgür­lüğünü getirmemiş, yaşama standardımızı yükseltmemiş, beyinlerimizi, aile hayatımızı, sosyal, ekonomik ve siyasi hayatımızı çağdaşlaştırmamış olsaydı bile, bu büyük zaferdeki payı O’nu ölümsüz kılmaya, O’nun milli kahraman olarak yaşamasına yeterdir. Yeter ki bu duruma bakanlar Türk olsun, kaderini Türkiye Cumhuriyeti’ne bağlamış olsun ve biraz da insan olsun. Biraz insan olunduğu takdirde bu hakkı teslim etmemek mümkün değildir. İnsanlık yönü olan düşmanları dahi bu büyük insanı Çanakkale Muharebeleri’nde yaptıklarından dolayı takdir etmişler ve övmüşlerdir.

Hiçbir güç, hiçbir artniyetli, Türk’ü karanlığa çekmek isteyen hiçbir akım, yüce Atatürk’ü Türk’ün gönlünden, ruhundan, beyninden silemez, silemeyecektir; O’nun yolundan ayıramaz ve ayıramayacaktır. Yetişmiş ve yetişmekte olan Mustafa Kemallerin çokluğu bunun teminatıdır.

——————————————–

[i] Kaynak: http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/45/786/10100.pdf

Yazar
Kırmızılar

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen