Siyaset felsefesinde kriz…

Bir tufan geldi mi sağ sol fark etmez herkesi siler götürür. Buna karşı durmak için ille de sağlam bir dayanak ve felsefe herkese lazım. Ancak bu tufana karşı en hazırlıklı olması gereken kesim olarak gördüğüm muhafazakârların yaklaşmakta olanı idrak etmeye çalışıp onu karşılayacak değerlerle yeni bir siyaset felsefesi üzerine kafa yormak yerine, güncel ve kolay tüketilebilir olanın, popülizmin tuzağına düştüklerini görüyorum. İmparatorluklardan sosyal devlete, teknoloji şirketlerine, finans kapitalizme, lanetlilere, ezilenlere, mağrurlara, imparatorlara, sermayeye, insan haklarına, eşitsizliklere, devletlere, örgütlere, finansal kuruluşlara, kült organizasyonlara, eğitime dair yeni bir bakış ve söyleme ihtiyaç var. Akan suya kapılan kapılır ama aklıselim bir kısım insanın kenarda durup yeni bir siyaset felsefesinin üretimine katkı sağlaması gerektiğine inanıyorum. Hem de çok hızla. Batıda bunu yapan düşünürler var. İş işten geçtikten sonra ahlamanın kimseye faydası yok.

*****

Ayşe BÖHÜRLER

Kierkegaard, felsefe tarihinin soyut mantıksal kurgularla geliştiğini ve bu nedenle bireyi, bireyin gerçek yaşamını gözden kaçırdığını düşünür. Ona göre varoluş, somut ve öznel insanın yaşamıdır. Bu nedenle felsefe somut düşünmeye, yani varoluşa yönelmelidir. Siyaset felsefesi de bundan hariç düşünülemez. Bugün var olana yönelen bir siyaset felsefesi var mı? Doğu ve Batı birçok yön hesaba katıldığında ortada evet budur diyeceğim bir cevap göremiyorum. Elbette burada aydınlara büyük iş düşüyor.

Geçen hafta siyaset felsefesinin yokluğunun çağın önemli eksikliklerinden birisi olduğunu yazmıştım. Bu yoksunluk siyaset üzerine düşünmeye mani oluyor. Geçen yüzyılın aydınları sanatçıları “maddi çıkarlar, aydınlanma ve kadim değerler” arasında kalmıştı. Ancak belirsizlik çağında parametreler adeta çillendi. Bu yüzyılda neredeyse en önemli hedef ayağını bulunduğun yere sağlam basmak haline geldi. Coğrafi sınırların ötesinde istilalardan söz ediliyor, ulus devletler teknoloji imparatorluklarını hatta sosyal medya uygulamalarını güvenlik tehdidi olarak algılıyor. Fikir Turu sitesinde Doç. Dr. Çiğdem Bozdağ’ın Tekno Ulusalcılık ve Sosyal Medya- TikTok Örneği yazısını tavsiye ederim.

Yine aynı sitede Amerikalı jeopolitik uzmanı Robert Kaplan’ın birçok makalesinde yer alan imparatorluk kavramına ilişkin görüşlerini anlatan bir makaleyi de tavsiye ederim. Kaplan, imparatorlukların günümüz devlet sistemlerinden daha barışçıl ve istikrarlı bir yönetim modeli sunduğunu savunuyor. “Büyük Güç Çatışması” çağına girerken emperyalizmin perde arkasında pusuda beklediğinden, liberal emperyal düzenin “imparatorluk siyasal sistemlerinden daha acımasız olduğundan” ve bugünün dünyasında “imparatorluk” kavramının geri dönüşünden bahsediyor… Trump’ın da liberal uluslararası emperyal güce savaş açtığını söylüyor. “ABD ve Çin tam anlamıyla küresel hakimiyet için rekabet ediyor ve Rusya da pek geride sayılmaz. 5G ağları üzerindeki rekabet nedeniyle haritadaki hemen her ülke oyunun içinde. Bu bağlamda gerçekten Soğuk Savaş gibi..” Kaplan, ABD’yi de SSCB’yi de -Çin’den farklı olarak- misyoner güçler olarak görüyor; zira “Her ikisi de kendi değer sistemini dünyaya dayatmaya ve tarihin gerçekte kimin tarafında olduğunu kanıtlamaya çalışıyordu. Yeni pazarlar ve iktisadi sömürü arayan -ve hedef ülkelerin siyasi sistemlerine kayıtsız kalan- Çin, aslında emperyalizmi klasik, misyonerlik öncesi köklerine geri döndürdü.” Dikkat çekici bir yazı, özellikle siyaset felsefesiyle ilgilenenlere tavsiye ederim.

PEKİ YA MARXİZM!

İngiliz Marksist Tarih Araştırmacıları Derneği’nin bir üyesi olan tarihçi Hobsbawm bugün hayatta olmasa da fikirleriyle yeni bir siyaset felsefesine yol gösterenlerden. Yeni sol hareketler üzerine The Guardian’a verdiği röportajın Türkçe çevirisi de yayınlanmıştı. Marks’ın 1848’den bakarak modern dünyayı herkesten daha fazla öngördüğünü söyleyen tarihçi, Marks’ı bugün küreselleşme karşıtı eylemlerde öne geçiren şeyin bu öngörüsü olduğunu söylüyor: “Marx’ı bugünde yaşatan şeyin küreselleşmeyi, zevkleri ve her şeyi de kapsayan evrensel bir küreselleşmeyi öngörmüş olduğu gerçeği olduğunu düşünüyorum. Ama daha akıllı olanların aynı zamanda krizin ortaya çıkışını içeren bir teoriyi de gördüklerini sanıyorum.” Hobsbawm, 21. yüzyılda krize düşen ideolojilerin sadece liberalizm ya da kapitalizmin olmadığını, Marksist düşüncenin de zaman zaman kârdan pay etmek amacı ile sisteme ayak uydurma yanlışlarına düştüğünü söylüyor ve şöyle diyordu: “Yeni küresel ekonomideki yeni durum sadece Marxizm-Leninizm’i öldürmedi, sosyal demokrat reformculuğu da öldürdü. Sosyal demokrasi, işçi sınıflarının kendi ulusal devletlerine uyguladıkları baskının sonucuydu. Ama küreselleşme ile birlikte devletlerin bu baskıya karşılık verme kapasitesi belirgin bir şekilde daraldı. Ve bu yüzden sol geri adım attı: Bakın; kapitalistler bu işi iyi kıvırıyorlar, yapmamız gereken onları yapabildikleri kadar kar yapmak için serbest bırakmak ve bundan payımızı almak. Bu pay refah devletleri şekline büründüğü sürece bu yaklaşım iş görüyordu ama 1970’lerden başlayarak işe yaramaz oldu ve bundan sonra iş Blair ve Brown’ın da yaptığına kaldı: Kapitalistleri mümkün olduğunca fazla para kazanmaları için serbest bırakmak ceplerine ne kadar para koyarlarsa bunun o kadar halkın hayrına olacağını umut etmek…”

Bir tufan geldi mi sağ sol fark etmez herkesi siler götürür. Buna karşı durmak için ille de sağlam bir dayanak ve felsefe herkese lazım. Ancak bu tufana karşı en hazırlıklı olması gereken kesim olarak gördüğüm muhafazakârların yaklaşmakta olanı idrak etmeye çalışıp onu karşılayacak değerlerle yeni bir siyaset felsefesi üzerine kafa yormak yerine, güncel ve kolay tüketilebilir olanın, popülizmin tuzağına düştüklerini görüyorum. İmparatorluklardan sosyal devlete, teknoloji şirketlerine, finans kapitalizme, lanetlilere, ezilenlere, mağrurlara, imparatorlara, sermayeye, insan haklarına, eşitsizliklere, devletlere, örgütlere, finansal kuruluşlara, kült organizasyonlara, eğitime dair yeni bir bakış ve söyleme ihtiyaç var. Akan suya kapılan kapılır ama aklı selim bir kısım insanın kenarda durup yeni bir siyaset felsefesinin üretimine katkı sağlaması gerektiğine inanıyorum. Hem de çok hızla. Batıda bunu yapan düşünürler var. İş işten geçtikten sonra ahlamanın kimseye faydası yok.

DÜŞÜNCE DÜNYASINI ANLAMAK İÇİN PORTRE ÇALIŞMAK

Türk edebiyatında portre çalışan isimlerin sayısı bir elin parmak sayısını geçmiyor. Bunlardan birisi de Kurtuluş Kayalı. Temel ilgi alanı Türk kültürü olan Kayalı’nın “Türk Kültür Dünyası’ndan Portreler, Ordu ve Siyaset ( 27 Mayıs-12 Mart) . Türk Düşünce Dünyasında Yol izleri, Türk Düşünce Dünyasının Bunalımı” kitabı İletişim Yayınları’ndan çıkan eserler arasında yer alıyor. Metin Erksan’dan Bülent Ecevit’e Hilmi Ziya Ülken’den Behice Boran’a, Niyazi Berkes’e birçok aydın yazar yer alıyor. Türk düşünce dünyası üzerinde iz bırakmış ya da bırakamamış portreler, aydın sorunları üzerine analizler, kişisel özellikler, dönem atmosferi derken Türk düşünce dünyasında portreler çalışan önemli isimlerden birisi Kurtuluş Kayalı… Dönemin temel özelliklerini baz alarak aydının hikayesini bize aktarıyor. Öncelikle Kemal Tahir ile yakınlığı ve ona dair çalışmalarıyla kıymetli bir isim olarak not düşmek istedim.

———————————————-

Kaynak:

https://www.yenisafak.com/yazarlar/aysebohurler/siyaset-felsefesinde-kriz-2056598

 

Yazar
Kırmızılar

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen