Bilim ve Etik

Bütün dinler, inananlarına bu dünyada nasıl yaşamalı gerektiğine dair kurallar yani bir ahlâk ilkeleri teklif eder. Daha ileri gidip, bütün dinler özü itibarıyla ahlâkîdir diyebiliriz. Bir dine inanan o dinin teklif ettiği ahlâk ile yükümlüdür ve dinin kuralları o ahlâkı empoze eder. Budizm, Yahudilik, Hristiyanlık ve Müslümanlık kendi adlarıyla anılan bir ahlâk teklifidir aynı zamanda. Dinî ahlâk, ister temelinde Tanrı rızası/emri olsun isterse öbür dünya kazancı veya cezası (cennet/cehennem), bu dünyada nasıl yaşamamız gerektiğinin kurallarını koyar. Dini ahlâkın özelliği budur: Norm/kural koymak. Kısacı dini ahlâk normatiftir.

Bilim ise, ahlâk olgusunu objektif/nesnel bilginin konusu olarak alır ve bu anlamda o sadece ahlâkî olguları tespit ve tasvir eder. Bilim insanı, ahlâkı bilgisinin konusu yapsa da o ahlâkçı değildir. Yani bu bilgiden bir ahlâk vaz etmez veya bu bilgiyi ahlâkî açıdan değerlendirmez, bilimsel etkinliğine ahlâkî inanışlarını, kabullerini karıştırmaz.

*****

Prof.Dr. Hakan POYRAZ

Konuşma dilinde etik ve ahlâk, birbirlerinin yerine kullanılıyor. Ama birbirlerinin anlamını tüketmeden sorunsuzca mı? Hayır! Günlük kullanımda “Etiksiz kedi” gibi bir ifadeye bile şahit olunca bu iki sözcük arasında bir ayrım yapmanın son derece gerekli olduğunu düşünüyorum. Arapçadan dilimize geçen ve huy kelimesinin çoğulu ahlâk eski, Grek kökenli etik ise yeni ve havalı olanı. Etik, ahlâk kelimesini iteleyerek kendine bir kullanım alanı açmadan önce, özellikle ahlâk felsefesi üzerine düşünenler/yazanlarca etik ve ahlâk arasında bir ayrım yapılıyordu. Ahlâk, toplulukla, toplumsal kurallar ile alakalı. Etik ise bu olgu üzerine düşünme demek. Toplumların birbirlerine ve zamana karşı değişebilen birbirinden farklı ahlâk pratikleri var. Etik, ahlâkî alana yönelişi ifade eden sözcük ve bu yöneliş, farklı pratiklerin arkasındaki temeli/ilkeyi bulmaya çalışıyor. Bu anlamda ahlâk yaşanılan bir olgu etik ise bu olgu üzerine düşünmedir diyebiliriz. Benim teklifim şu: Ahlâk yaşanılandır, etik ise bu yaşantı üzerine düşünme.

Ahlâk alanına ilişkin üç tür düşünme biçiminden söz etmeliyiz: Dinî, bilimsel ve felsefî. Bütün dinler, inananlarına bu dünyada nasıl yaşamalı gerektiğine dair kurallar yani bir ahlâk ilkeleri teklif eder. Daha ileri gidip, bütün dinler özü itibarıyla ahlâkîdir diyebiliriz. Bir dine inanan o dinin teklif ettiği ahlâk ile yükümlüdür ve dinin kuralları o ahlâkı empoze eder. Budizm, Yahudilik, Hristiyanlık ve Müslümanlık kendi adlarıyla anılan bir ahlâk teklifidir aynı zamanda. Dinî ahlâk, ister temelinde Tanrı rızası/emri olsun isterse öbür dünya kazancı veya cezası (cennet/cehennem), bu dünyada nasıl yaşamamız gerektiğinin kurallarını koyar. Dini ahlâkın özelliği budur: Norm/kural koymak. Kısacı dini ahlâk normatiftir.

Bilim ise, ahlâk olgusunu objektif/nesnel bilginin konusu olarak alır ve bu anlamda o sadece ahlâkî olguları tespit ve tasvir eder. Bilim insanı, ahlâkı bilgisinin konusu yapsa da o ahlâkçı değildir. Yani bu bilgiden bir ahlâk vaz etmez veya bu bilgiyi ahlâkî açıdan değerlendirmez, bilimsel etkinliğine ahlâkî inanışlarını, kabullerini karıştırmaz. Evet, o bir toplumun üyesi olarak bazı ahlâkî inançlara sahip olabilir ama bu inançları objektif bir etkinlik olan bilimsel etkinliğinin içinde değil, dışındadır. X topluluğun Y gibi ahlâkî özellik gösterdiğinin tespitini yapan bir sosyal bilimciyi ele alalım: Bu bilim insanı, Y iyidir veya kötüdür şeklinde bir değer yargısı belirtmez; inceme yaptığı toplumun ya da bireyin ahlâki davranışlarını betimlerken kendi kanaatlerini işin içine sokmaz, bu davranış biçimlerini doğru bulup bulmadığına ilişkin sübjektif değer yargıları vermekten özellikle imtina eder. Bilim insanı, olan yani olgu ne ise onu tasvir eder. Burada bilimin konusu olgu olduğu için olması gereken hakkında konuşma salahiyeti yoktur. Oysa ahlâk olması gerekenin alanıdır. Olgusal meseleler olgunun kendisine dönerek çözümlenir. Ordu şehri ile Ankara arasındaki karayolu mesafesinin kaç kilometre olduğunu ölçerek buluruz. Oysa nasıl yaşamamız gerektiğine ilişkin sorular böyle değildir. Doğru yaşamanın nasıl olacağını ilişkin birçok inanç, ahlâk biçimi vardır ve bu konuda uzlaşıya varmak, Ordu-Ankara arasındaki mesafenin ölçülmesi gibi değildir. İhtilaf bakidir. Her ahlâk sistemi kendi içinden ve farklı öneri sunar.

Olması gereken kimi zaman ideallerdir, kimi zaman inançlardır ve çoğunlukla, yukarıda verilen tanımda olduğu gibi, “bir çağın yaşamına egemen olan inançlar ve tasarımlar” bütünü olan değerlerdir. Dolayısıyla ahlâk ve bilimin iki ayrı varlık alanını var: Olan/olgu ve olması gereken/değer.

Gelelim felsefeye. Felsefe ahlâka hem kural koyucu/normatif ve hem de eleştirel olarak yaklaşır. Felsefi ahlâkın (etiğin) dini ahlâktan ve normatifliğinden farkı şudur: Felsefe ahlâk için bir temel bulmaya çalışır. Bu temel, tanrı buyruğundan daha çok akıl sahibi bütün varlıkların kabul edebileceği rasyonel bir temeldir. Felsefî ahlâk için bu anlamda bilim zemin olabilir mi? Böyle bir ideal hep mevcuttur: Bilimsel bir ahlâk kurmak ve kuruculuğunu da felsefe ile gerçekleştirmek.

Felsefî bilgi eğer eski çağ filozofu Sokrates’in dediği gibi kendimizi tanımamızı (gnothi seauton) sağlamak ise bilimsel bilgi kendimizi tanımamızın araç ve gereçlerini verebilir ama onu bir iç bilgiye yani bilgeliğe taşımak için daha farklı enstrümanlar gerekmektedir. Kendini bilmek, kendini insan olarak gerçekleştirmektir. Değerlerle. Bilim insan üretimi olup bu değerlerden birisidir. Sanat bir diğeri. Bilimden beslenmek, ahlâk zeminini zenginleştirir ama ahlâkı bilime indirgemek, olması gerekeni olanın mekanik bir parçası haline getirmektir ki ahlâk ile bilimin sözünü ettiğimiz farklı varoluşları buna pek imkân sağlamaz. Yine de bilimsel ahlâk sözcüğü ve bilimden ahlâk için bir zemin bulmak arayışı hiç bitmeyecektir. Olgunun ne olduğu ile ondan nasıl bir değer üreteceğimiz hep farklı olacaktır. Bu nedenle etik için bilimsel bir zemin arayışının kendisi bilimsel değil, normatiftir. Kısaca bilimin ne olduğu, bilimsel bilginin özelliği, bilimsel yöntem ve kuramların yapısı gibi sorunlarla ahlâk sorunlarının dizilişi aynı tarzda değildir. Kabaca bilim olguların açıklamasını/betimlemesini yapar, ahlâk ise değerler alanına aittir. Bu nedenle bilim felsefesi ve etik (ahlâk felsefesi) mevcudiyetleri itibarıyla birbirine en uzak iki felsefe disiplinidir. Normatiflik açısından durum aşağı yukarı böyle. Ama etiğin ahlâka aynı zamanda eleştirel yaklaşımından söz etmiştik hemen yukarıda. Bu açıdan bilimsel bilginin ahlâki sonuçlarını sorgulamakta etiğe oldukça yoğun bir iş alanı açılmaktadır. Bilim etiği başlığı ile bu tarz sorunlar ele alınır: Bilimsel bilginin değer boyutu ve ama daha çok bu bilginin uygulama alanları. Biraz açmaya çalışalım:

Bilim ve etik arasındaki ayrılığın olan (olgu) ile olması gereken (değer) arasındaki mesafe ya da boşluktan kaynaklandığını söyledik. Bilimin iç işleyişinde etik yasalar değil, olgusal dünyanın yasaları belirleyicidir. Yani doğa düzeni ile ahlâksal ilkelerin düzeni aynı değildir. Sözgelimi parçacıkların yapısı, moleküllerin dizilişi, suyun kaynama noktasının referansı ahlâksal değer ve ilkeler değildir. Veya en azından bilim bu ahlâksal referanslara göre işlemez ve bu manada bilimin ahlâk sorununa ilgisiz olduğunu söylemek, yadırgatıcı olsa da doğrudur. Yine aynı şekilde bilimin konu edindiği doğada veya olgusal dünyada kendi başına bir değer yoktur. Değer, insanın doğaya anlam vermesi ile oluşur. Şu ağaç, şu akan dere, şu mutfaktan ciğer aşıran kedi, kendi başına faydalı/zararlı, kendi başına iyi/kötü, kendi başına güzel/çirkin değildir. İyi/kötü ve güzel/çirkin bizim onlarla ilişkimizde onlara atfettiğimiz değerlerdir. Bu nedenle bir dere, bir ağaç iyi, bir kedi de etiksiz olmaz. Kısaca doğada ahlâk yoktur. Yani doğa ahlâkî alanını dışındadır çünkü ahlâk insanî ve toplumsal alanın içindedir. Tekraren söyleyelim: Bilim olana, ahlâk ise olması gerekene dairdir. Bilimin konusu ister doğa olsun ister toplum, aradığı hep bu olandır, olması gereken değil. Bilim, ahlâkı kendine bilme nesnesi yapabilir yani onu olguya dönüştürebilir ve ahlâk sorunları üzerine eğilir ama bunu kendi varoluş tarzı içinde gerçekleştirir. Konuya kendi yöntemi ile bakarak, ahlâk alanında olgu tespiti yaparak… Bu manada ahlâkı bilimsel bilginin konusu haline getiren, sözgelimi kişinin ahlâkî gelişimini inceleyen psikoloji gibi veya bir topluluğu, bir etnisiteyi ahlâksal yönüyle konu edinen sosyoloji ve etnoloji gibi bilimler, inceleme yaptığı kişi ve toplum için herhangi bir ahlâk önermez, onların ahlâkî inançlarının doğruluğunu veya yanlışlığını tartışmaz. Eğer böyle yaparsa yani eğer bilim bir değer yargısında bulunursa, en temel özelliği olan objektif olma özelliğini yitirecektir.

Şimdi tam da burada bilimin ahlâkı ortaya çıkar, tam da bu tavırda görünür hale gelir. Bilimin işleyişi yani onun ödevi, onun hakikatine/varoluş tarzına uygun olarak gerçekleştirdiği ölçüde bilimsel etik de gerçekleştirilmiş olur. Bilimin ödevi olguyu olduğu gibi açıklamak ise, olgunun olduğu gibi açıklanması bilim etiğinin ilkesidir. Bu ilke bilimin değer alanını yani olması gereken yanını gösterir. Bu anlamda, yani olguların düzenlenişinin etik bir değer üzerinden açıklanması anlamında bir bilim etiğinden söz edilmelidir. Zira bilim objektif bir etkinlik olmakla birlikte, insanî bir etkinliktir ve bilim insanlarınca gerçekleştirilir. Bilimsel kurumlar, bilimsel etkinlikler, bilimin toplumsal yapısını imler. Bu bize bilim ve değerler arasında ilişki kurma zemini verebilir. Bu ölçüler içinde yapısal farklılıklarına rağmen, bilim ve ahlâk arasında bir bağ kurulabilir elbet. Bilimsel Devrimlerin Yapısı’nda “paradigma” kavramını ortaya atan Kuhn’un düşüncelerinin sonuçları, bilimsel topluluğu değerler üzerinden değerlendirmemizi mümkün kılıyor. Ya Fayerabend gibi bir bilgi anarşistini bilimi ve bilimsel etkinliği tam da bu noktadan eleştiriyor.

Bilim felsefesindeki bu (kimilerine göre postmodern) eleştirel yaklaşımları bir yana bırakalım, hâlâ revaçta olan klasik yaklaşımın içinden bakalım: Bilimsel bilginin mahiyeti değil ama bilimsel üretim ve etkinlik bütünüyle içinde üretildiği kültürden ve o kültürün değerlerinden ekonomik ve politik değerlerden yalıtık olarak gerçekleşemez. Bu nedenle bilim ahlâkı gibi bir başlık, birbirine uzak iki alanın kesiştiği nokta, çokça tartışılmıştır/tartışılmaktadır. Mademki revaçta olan klasik çerçeveden konuşuyoruz, şunları da hemen söylemeliyiz: Bilimin anlamına dair felsefi soruşturma olarak bilim felsefesi, ahlâka ilişkin sorunları öncelikli olarak ele almaz.

Böyle sorular vardır: Bilimsel etkinliğin sonuçları geride muhakkak ahlâki sorunlar bırakmaktadır. Bilimsel keşiflerin ve uygulamaların insan yaşamına yansıyan can yakıcı sorunları. Teknolojinin toplum yapısında meydana getirdiği radikal değişimler ve çevre sorunları söz gelimi. Bu sorunlar bilim ile ahlâkı birbirine bağlar ama bu bağ bilim felsefesinden değil, ahlâk felsefesinden yani etikten kurulur. Yani özetlersek, bilim etiği, bilim felsefenin değil, etiğin alanıdır. Söz gelimi klonlama sonuçları açısından değerlendirmeye tabii tutulan teorik bir konudur. İnsan tasavvurumuzca bu eylemin ahlâkiliği hakkında bir yargıda bulunuruz. İntihal ise bilgi üretme sürecinde rastlanan bir ahlâksızlıktır. Bunu da yine genel ahlâk kurallarının bir yansıması olarak görmek mümkündür. İşte bu nedenle bilim etiği, bilim felsefesinin değil, ahlâk felsefesinin konusu olmak durumundadır.

———————————————-

Kaynak:

https://www.fikircografyasi.com/makale/bilim-ve-etik

 

Yazar
Kırmızılar

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen