Jeoekonomi: Küresel mücadelede araç mı, amaç mı?

2011 yılından itibaren hem ABD Başkanı Barack Obama hem de dönemin Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’un Çin aleyhindeki söylemleri sertleşirken, Çin ABD’nin ulusal güvenlik raporlarındaki tehdit sıralamasında Rusya’yı geride bırakarak ilk sıraya yükseldi. Çin ile jeoekonomik zeminden ziyade askeri yeteneklerle mücadele edilmesi gerektiğine ikna olan ABD, bu yaklaşımını NATO ittifakına da taşıdı. 2022’deki zirvede güncellenecek olan NATO’nun yeni stratejik konseptinde de Çin’in kaçınılmaz şekilde Rusya ile beraber ittifak için bir rakip ilan edilmesi bekleniyor. ABD, bu süreçte dünyanın içinde bulunduğu “enerji” ve “tedarik” krizi gibi sorunları kendisi için fırsata çevirerek, jeoekonomiyi uzun vadeli jeopolitik amaçlarına ulaşmasını sağlayacak bir araç olarak kullanmaya başladı.

*****

Mehmet A. KANCI[i]

1991’in Ağustos ayında Moskova’da reformcu lider Mihail Gorbaçov’u hedef alan başarısız darbe girişimiyle Sovyetler Birliği’nin tarihe karıştığı ve soğuk savaşta mağlup olduğu kesinleşirken, kimileri bunu tarihin sonu olarak niteledi. Hatta daha ileri gidip “jeopolitik” kavramının da öneminin kalmadığını savundular. Oysa bu fikir, ABD ve müttefiklerinin Kuveyt’i -daha doğrusu Körfez petrolünü- Irak’ın işgalinden kurtarmak için çıktıkları seferin dumanı tüterken ortaya atıldı.

Bu görüşün taraftarlarına göre “jeopolitik” de “soğuk savaş” ile beraber tarihe karışmıştı ve artık soğuk savaşın galiplerinin odak noktası “jeoekonomi” olmalıydı. Uluslararası ekonomi, jeopolitik ve strateji üçlüsü, jeoekonomik yaklaşımın hizmetinde değerlendirilmeliydi.

21’inci yüzyılla beraber küresel hegemonya peşinde olmadığı iddiasındaki Çin Halk Cumhuriyeti’nin ekonomik araçlarla nüfuz alanını genişletme gayreti, mücadelenin yalnızca “jeoekonomik” olacağı beklentisini güçlendirdi. Ta ki 2008 yılındaki “küresel ekonomik kriz”e kadar.

Küresel ekonomik kriz jeopolitiği göreve çağırdı

Küresel ekonomik krizden Çin Halk Cumhuriyeti güçlenerek çıkarken, elde ettiği artı değeri savunma sanayine yönlendirmesi Washington’da aldatılmışlık duygusu yarattı. ABD yönetimleri o tarihe kadar Pekin’e verilecek ekonomik desteğin bu ülkenin liberal bir sisteme evrilmesini sağlayacağı ümidini taşıyordu. Ancak Pekin’in elde ettiği ekonomik gücü bir yandan “Kuşak ve Yol İnisiyatifi” ile Batılı ülkeler nezdinde nüfuzunu genişletici bir araç olarak kullandığının fark edilmesi bir yandan da Çin Halk Ordusu’nun artan uçak gemisi inşa faaliyetleri, Beyaz Saray’ın Çin Halk Cumhuriyeti ile ilişkilerde rotayı değiştirmesine yol açtı.

2011 yılından itibaren hem ABD Başkanı Barack Obama hem de dönemin Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’un Çin aleyhindeki söylemleri sertleşirken, Çin ABD’nin ulusal güvenlik raporlarındaki tehdit sıralamasında Rusya’yı geride bırakarak ilk sıraya yükseldi. Çin ile jeoekonomik zeminden ziyade askeri yeteneklerle mücadele edilmesi gerektiğine ikna olan ABD, bu yaklaşımını NATO ittifakına da taşıdı. 2022’deki zirvede güncellenecek olan NATO’nun yeni stratejik konseptinde de Çin’in kaçınılmaz şekilde Rusya ile beraber ittifak için bir rakip ilan edilmesi bekleniyor. ABD, bu süreçte dünyanın içinde bulunduğu “enerji” ve “tedarik” krizi gibi sorunları kendisi için fırsata çevirerek, jeoekonomiyi uzun vadeli jeopolitik amaçlarına ulaşmasını sağlayacak bir araç olarak kullanmaya başladı.

AUKUS ittifakının Çin’in kuşatılmasına yönelik en kritik jeopolitik hamlelerden biri olduğu ancak 2030 yılında tam olarak idrak edilebilecek.

ABD’nin enerji iş birliği platformlarını savunma ittifaklarına dönüştürme sanatı

Çin’in “Kuşak ve Yol İnisiyatifi” ve Rusya’nın “Kuzey Akım 2” gibi projelerini örnek aldığı anlaşılan yeni ABD stratejisi, jeoekonomi silahını dünyanın dört bir yanında NATO benzeri küresel ittifaklar kurmasını sağlayacak bir araç olarak yeniden tasarladı. Washington’un 14 Eylül’de İngiltere ve Avustralya ile ilan ettiği AUKUS İttifakı bunun en yakın tarihteki örneklerinden. Uluslararası kamuoyunun halen Fransa’nın devre dışı bırakılarak Avustralya’ya 8 nükleer denizaltı satışından ibaret ekonomik bir mesele olarak algıladığı gelişmenin, Çin’in kuşatılmasına yönelik en kritik jeopolitik hamlelerden biri olduğu ancak 2030 yılında tam olarak idrak edilebilecek.

Özünde ekonomik tabanlı görünen bir başka ittifakın oluşumu da 2013 yılında Doğu Akdeniz’de başlamıştı. O tarihte Avrupa’nın enerji ihtiyacını karşılamak amacıyla Doğu Akdeniz’deki doğalgaz yataklarından faydalanılması için başlatılan proje, Mısır’daki askeri darbe, Suriye iç savaşı, Türkiye-İsrail ilişkilerinde yaşanan sorunlar, Kıbrıs Adası’nın doğal zenginliklerinin paylaşımı meseleleri çevresinde jeopolitik bir soruna dönüştü. Projeden en büyük ekonomik faydayı sağlayacak İsrail, Mısır, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ve Yunanistan eş zamanlı olarak Türkiye karşıtlığında birleşti. Bu ülkeler yalnızca enerji alanında değil savunma alanında da iş birliklerini artırırken, “Doğu Akdeniz Gaz Forumu” adı altında örgütlenen yapıya, Afrika ve Akdeniz’de Türkiye ile nüfuz mücadelesine giren Fransa eklendi. Yunanistan’ı silahlandıran ABD, gözlemci olarak foruma katılırken, Birleşik Arap Emirlikleri de gözlemci olmak için başvuran bir diğer ülkeydi. Böylece jeoekonomik hedefle yola çıkan bu yapı yalnızca 7 yıl içerisinde Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin egemenlik sahasını askeri yollarla kısıtlamayı hedefleyen bir organizasyona dönüştü.

Baltık’tan Karadeniz ve Adriyatik’e: “Üç deniz duvarı”

ABD’nin, enerji ihtiyacı ortak paydasıyla “jeoekonomik” araçları kullanarak Rusya’ya karşı inşa etmek üzere olduğu bir başka jeopolitik silah ise bugün Baltık Denizi’nden Karadeniz ve Adriyatik Denizi’ne doğru uzanıyor. Benzer şekilde, 12 Avrupa ülkesinin enerji güvenliğini sağlamak amacıyla oluşturulan “Üç Deniz İnisiyatifi”nin temelleri 2016 yılında atıldı. 2017 yılında dönemin ABD Başkanı Donald Trump’ın Polonya’nın başkenti Varşova’da katıldığı zirve toplantısıyla “Üç Deniz İnisiyatifi”nin enerji iş birliğinin ötesinde hedefler taşıdığı netleşti. Avusturya-Bulgaristan-Çek Cumhuriyeti-Hırvatistan-Estonya-Macaristan-Litvanya-Letonya-Polonya-Romanya-Slovakya-Slovenya’nın oluşturduğu inisiyatif, coğrafi konumu itibarıyla Rusya’nın karşısında bir duvar gibi yükseliyor. ABD’nin, NATO’nun doğu kanadını güçlendirme gerekçesiyle Polonya’ya güç kaydırması ve Poznan kentinde 30 milyon dolara mal olacak bir karargâh inşa etmesi de bu hat boyunca sıralanan ülkelerin yalnızca enerji iş birliği açısından değil, askeri manada da Rusya’ya karşı kazanacağı öneme işaret ediyor.

Nitekim 21 Ekim’deki NATO Savunma Bakanları toplantısı öncesinde ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin’in Karadeniz çevresindeki üç ülkeye yaptığı ziyaret, enerji temelli bu iş birliğinin dönüşeceği savunma yapısına dair taze ipuçları verdi. Gürcistan, Ukrayna ve Romanya’da temaslarda bulunan ABD Savunma Bakanı, Rusya’nın Karadeniz’deki faaliyetlerinin bölge ülkelerinin ekonomisi için tehdit oluşturduğunu savunurken, Karadeniz’in hem NATO’nun doğu kanadı hem de ABD’nin ulusal güvenliği açısından önem taşıdığına dikkat çekti. Lloyd’un bu açıklamalarıyla eş zamanlı olarak, Avrupa Birliği’nden (AB) ayrılmasının ertesinde Hint-Pasifik bölgesindeki donanma faaliyetleri vasıtasıyla ABD’nin küresel ölçekte yeniden en büyük müttefiki haline geldiği anlaşılan İngiltere’nin Genelkurmay Başkanı da Karadeniz’in yakın gelecekte kazanacağı jeopolitik kimliğe işaret etti. “NATO’nun merkezi bir rol oynayacağı geçici koalisyonlar kurmak lazım. Karadeniz ülkelerinin katılımıyla AUKUS’a benzer ittifakların ortaya çıkması olasıdır. Karadeniz konusunda dikkatli olunmalıdır.” diyen İngiltere Genelkurmay Başkanı Nicholas Carter, jeoekonomik görünümlü bir yapının daha askeri ve siyasi hedefler için jeopolitik bir silaha dönüştürüleceğinin mesajını iletiyordu.

Jeoekonomik krizler jeopolitik fırsatlara dönüşürken

Küresel toplumu 2022-2023 döneminde de etkilemeye devam edeceği anlaşılan enerji ve tedarik zinciri krizleri, jeopolitik dengelerin doğasını değiştirmeye aday. Dünyadaki ekonomik kriz dalgaları geçmişte 30 yıllık aralıklarla tekrar ederken bugün bu süre 10 yıla indi. ABD, Hint-Pasifik bölgesinde başlattığı serbest ticaretin güvenliği için “Serbest Seyir Hakkı” söylemini Karadeniz başta olmak üzere dünyanın belli başlı deniz ticaret yollarında hasmı ülkelere karşı ittifaklar kurmak amacıyla değerlendiriyor. Buhar gücünün devreye girmesiyle Birinci Sanayi Devrimi’nin yarattığı ekonomik hacim uluslararası siyaset ve paylaşım mücadelesinde nasıl belirleyici hale geldiyse, küreselleşen ekonomi ve onun ihtiyaçları da süper güçlerin jeopolitik amaçlarına ulaşmak için kullandıkları araçlara dönüştü. Türkiye gibi İpek Yolu sayesinde binlerce yıldır uluslararası ticaret haritasında yer almış ülkeler, jeoekonominin gücünü 2022 yılında NATO’nun ortaya koyacağı yeni stratejik konsept çerçevesinde avantaja çevirme imkanına sahip olacaklar.

——————————————–

Kaynak:

https://www.aa.com.tr/tr/analiz/jeoekonomi-kuresel-mucadelede-arac-mi-amac-mi/2403213

[i] [Gazeteci Mehmet A. Kancı, Türk dış politikası üzerine analizler kaleme almaktadır.]

Yazar
Kırmızılar

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen