‘Nas’ın siyasetle imtihanı

Sözleşme ve ona riayet o kadar önemlidir.

Oysa kamusal alanda alınan kararın içeriğinden çok, şekli ve usulü esastır. Bu demektir ki, kararın meşruiyeti içeriğinden çok karar alma biçimiyle ilişkilidir. Buradaki meşruiyet kavramını hem yasallık hem kamu vicdanı hem de dini açıdan “üç” şekilde ele alıyorum.

Sözleşmelere uymayan bir karar nasıl olur da meşru olabilir? Soru bu! Sözleşme de meşruiyetini anayasanın kendisi, toplumsal mutabakat ve rızadan alır. İkili sözleşmelere uyulmaması bile hem din ve genel ahlâk hem de yasalara aykırı evrensel bir kuraldır. Hal böyleyken “karar alma biçimleri” herkesi bağlayan bir metne, anayasa ve yasalara göre düzenlenmiş anayasal bir kurum, nasıl olur da kararlarını kayda alınmamış başka bir gerekçeyle açıklama yoluna gidebilir?

*****

Prof.Dr. Abdulkadir İLGEN[i]

Cumhurbaşkanı geçenlerde TCMB’nin aldığı faiz kararını eleştirenlere tepki olarak “Bu konuda nass var, nass” gibi bir cümle kurdu. “Nass” derken neyi kastettiği belli. Yine de neyi kastettiği ilk başta herkes tarafından tam olarak anlaşılamadı. Hatta Nesrin Nas’ın bile bundan alındığı söylendi. Mesele gırgıra döküldü.

Burada temel sorun “nass”ın kendisini tartışmak değil tabii ki.

Sorun, “nass”ın, bilhassa “tahrim-i riba” gibi dünya kadar şekle bürünebileceği bizzat Hz. Peygamber tarafından belirtilen bir cüz’ünün, “çıplak gözle” değerlendirilmeye tâbi tutulması ve siyasi bir malzeme olarak devreye sokulması.

Bu durumda yapılan uygulama “ilahi emre”, sorumluk da Şâri’in kendisine, bizzat dine yüklenmiş oluyor. Burası, yanlış giden meselelerde sorumluluğun iç ve dış güçlere yüklendiği komplo geleneğinden gelen bir ülke olsa da, uzun bir aradan sonra, dara düşülen bir meselede devreye “nass”’ın sokulduğunu ilk defa görüyor.

Sorunlu alanlardan birisi bu. O yüzden bu tarz yorumların sınırları nerede başlayıp nerede biter, bilinmediği gibi; bunun, “belirsizliği asgariye indirmeyi” temel gaye edinen dinin ruhuna aykırı bir alışkanlığa kapı açtığı da açıkça görülüyor.

SÖZLEŞME HUKUKU

Dinin ruhu sözleşmedir. İlk sözleşme “kâlû belâ”’da başlar. Bununla ilgili Kitap’ta çok sayıda hüküm var. Hadisler de bu konuyu işler. Münafığın alameti olarak gösterilen şeylerden biri “sözünde durmamak” diğeri de “emanete hıyanet etmek” olarak gösterilir. Eski semavî kitaplar bile “sözleşme” anlamında “Eski Ahit, Yeni Ahit” şeklinde tesmiye olunmuşlardır.

Sözleşme ve ona riayet o kadar önemlidir.

Oysa kamusal alanda alınan kararın içeriğinden çok, şekli ve usulü esastır. Bu demektir ki, kararın meşruiyeti içeriğinden çok karar alma biçimiyle ilişkilidir. Buradaki meşruiyet kavramını hem yasallık hem kamu vicdanı hem de dini açıdan “üç” şekilde ele alıyorum.

Sözleşmelere uymayan bir karar nasıl olur da meşru olabilir? Soru bu! Sözleşme de meşruiyetini anayasanın kendisi, toplumsal mutabakat ve rızadan alır. İkili sözleşmelere uyulmaması bile hem din ve genel ahlâk hem de yasalara aykırı evrensel bir kuraldır. Hal böyleyken “karar alma biçimleri” herkesi bağlayan bir metne, anayasa ve yasalara göre düzenlenmiş anayasal bir kurum, nasıl olur da kararlarını kayda alınmamış başka bir gerekçeyle açıklama yoluna gidebilir?

Sözleşmelere riayet sadece meşruiyet açısından değil, aynı zamanda ekonomik yarar, toplumsal fayda ve uluslararası kredibilite açısından da önemli. Mesela son örnekteki TCMB’nın mevcut karar alma biçimi, anayasa ve yasalar tarafından belirlenen yasal sınırlara uygun “rasyonel” bir karar mıdır değil midir? Burada rasyonelliği “örfe” uygun yaygın teamül anlamında kullanıyorum. Değilse, karar alıcı bu kararı hangi yasal dayanak ve teamüllere göre almıştır?

Bu sorulardan hiçbirinin cevabı tam olarak bilinemiyor. O zaman da öngörülemeyen bu tarz karar ve uygulamaların fiyat istikrarı ve ekonomiye verdiği zarar ve bunlardan kaynaklanan aşınmanın faturası halka çıkartılıyor.

MB üzerine düşen gölge ve ülke risk priminin yükselmesinden dolayı TL cinsinden faizi düşük tutmanın maliyeti, ekonomiye kur baskısı ve döviz cinsinden kamu borçlanması şeklinde geri dönüyor. Faiz yükü katlanıyor, ama bu; eski bir şark kurnazlığıyla faizle mücadele şeklinde sunuluyor.

Bütün bunlar yapılırken, hukuk ve sözleşmelere riayetin sadece ahlaki bir değer değil aynı zamanda ülkenin politik ve ekonomik itibarı açısından da ne kadar büyük bir değer olduğu bir kere daha anlaşılmış oluyor.

Bizde İslamcılığın en büyük kusurlarından biri budur: “usul ve furuü” birbirinden ayırt edememe ve her şeyi sloganlara bağlama. Burada da yapılan budur: hukukun üstünlüğü ve sözleşmeleri formalite gibi görme, gösterme ve geniş halk yığınlarını sloganlarla avutma hastalığı.

TAHRİM-İ RİBA

Tahrim-i riba, yani faizin haram kılınması meselesi ve buna dair uygulamalar, daha çok uzmanları ilgilendirir.

Kitap, “Allah faizi haram, alışverişi helal kıldı” (Bakara/275) buyurmuştur. Konuyla ilgili olarak merhum Sezai Karakoç, “İslam”, der “ribayı haram kılmakla kapitalizmden, alışverişi helal kılmakla da sosyalizmden ayrılır”.

İyi de sorun ayeti bu haliyle çırılçıplak ele almakla çözülmüş olmuyor ki! Zaten Kitap da faizi yasaklamakla, “onun” yerine şunu yapın demiyor, sadece “alışverişi helal kıldık” diyor. Demek ki, burada esas vurgu “ara yapıların” oluşmasını engellemek. Bunu da “piyasa mekanizması” içinde yapmak.

Bu durumda kredi ihtiyacının çözümünde sadece iki seçenek kalıyor. Bunlardan biri, bugün Katılım Bankalarına da ilham kaynağı olan Mudarabe, Müşarake, Murabaha… şeklinde bir yığın örneği bulunan kâr zarar ortaklıkları; diğeri de Ebussud Efendi’nin fetvasına uygun olarak kurulan Para Vakıfları ve Osmanlı uygulaması. Kitab’ın açık bıraktığı “istisnaî çözüm yolları” ‘şimdilik’ bunlardan ibaret.

Bugün Katılım Bankası şeklinde yaygınlaşan uygulamalar, kredi ilişkilerini ilga etmek bir yana, bunları yapısallaştıran bir sürecin aracı, hatta meşrulaştıran bir katalizör görevi üstleniyor. Fakat bütün bunlar yapılırken, basit bir hile-i şeriyye ile Kitab’ın yönlendirdiği piyasa içindeki bir “ortaklık sistemi” değil, kredi ve “aracı kurumların kendisi” sistemin merkezi haline getiriliyor.

Yapılan uygulama bu haliyle “istisnayı kural haline getiren” bir isim değişikliğinden ibaret kalıyor.

Ebussud’un fetvasına dayanan ikinci kısım ise, bir nevi kaydî para yaratma tekelini kamuya ya da kamu yararına çalışan vakıflara inhisar ettirmenin bir şekli gibi görünüyor. Bu şekilde hem emisyon hacmindeki artışın enflasyon şeklindeki maliyeti hem de kredilendirmeden doğan kârın faydası bir anlamda kamu yararına inhisar ettirilmiş kurumlarda toplanmış oluyor.

NARH

Burada tartışılması gereken temel mesele, fiyatlara müdahaleye cevaz verilip verilemeyeceği meselesidir. Hz. Peygamber, Medine’de buğday fiyatlarıyla ilgili kendisine yapılan “tavan fiyat” talebini, “Fiyatları belirleyen Allah’tır” şeklinde geri çevirmiştir.

Burada “Fiyatları belirleyen Allah’tır” ibaresi; “fiyatları belirleyen o kadar çok faktör vardır ki, bunların tamamını sadece Allah” bilir şeklinde yorumlanmıştır. İşin ilginç tarafı, bu tarz bir yorumun Hıristiyan kaynaklarında da geçiyor olmasıdır.

Bu durumda “serbesti” esas, “yasaklama ve sınırlama” istisna olmakta ve merkeze piyasa alınmaktadır. Burada “piyasa” kavramının F. Braudel’in kullandığı anlamda, bilhassa “Kapitalizmin” karşıtı olarak kullanıldığını özellikle belirtmek isterim.

Piyasa ise, bir orman kanunun hüküm sürdüğü “bırakınız yapsınlar bırakınız geçsinler” şeklindeki kuralsız bir cidal sahası değil; tek kelimeyle uluslararası sözleşmeler, anayasa ve yasalarla güvenceye alınmış, denetimi de bağımsız yargı tarafından yapılan standardize edilmiş, öngörülebilir bir yapı, bir kurum ve kurum davranışı, onun adıdır.

Hatta İslam fıkhında Zahirilerden İbn Hazm bile fiyatlara müdahale ve narhı tecviz etmemiş, son tahlilide bunun mal arzını düşüreceği ve kıtlığa sebep olacağını söyleyerek karşı çıkmıştır.

Klasik dönemin karakteristiği ulaşım ve nakliye zorluklarından dolayı arz yetmezliği, modern dönemlerin özelliği de gelir dağılımındaki adaletsizlik ve Kapitalizmin üretmek için üretmek prensibinden dolayı talep yetmezliğidir.

Fakat İbn Hazm’ın mal arzını düşüreceği ve kıtlığa sebep olacağı endişesiyle karşı çıktığı fiyatlara müdahalenin aynısı, günümüzde de “para fiyatına “müdahale yüzünden şiddetle ihtiyaç duyulan döviz arzının düşmesine sebep olacağı gerekçesiyle pekâlâ aynı kategoride değerlendirilebilir.

İşin doğrusunu Allah bilir.

————————————————

Kaynak:

https://www.karar.com/gorusler/nasin-siyasetle-imtihani-1644499

———————————

[i] Prof.Dr., Emekli Öğretim Üyesi

Yazar
Kırmızılar

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen