Çocuklar niye okusun?

Pedagoji, çocuklara yazmayı seçmiş olan bir yazarın, öteki yazarlardan farklı olarak hesaba katması gereken bir konudur, bu doğru, ama pedagojik kaygılar kötü edebiyatı hiçbir biçimde mazur gösteremez. Çocuklara yönelik iyi bir edebi metin kuşkusuz zaman zaman pedagojik daraltmaları zorlayabilir, zorlamalıdır da. Sanattan söz ettiğimizi unutmayalım; pedagojik bir iki ilkeyi ihlal etmiş bir kitap, içinde edebiyat ve dolayısıyla sanat içermeyen bir kitaptan daha zararlı olamaz. Yetişkinlere yazmakla çocuklara yazmak kolaylık ve zorluk sıfatlarıyla birbirinden ayrılmaz, yazmak öncelikle edebi bir yeterlilik işidir. Bu yeterliliğe (yeteneğe) sahipseniz, çocuğa ya da yetişkine yazmak yalnızca bir tercihten ibarettir.

*****

Dr. Fatih ERDOĞAN

Okuma alışkanlığının düzeyi, her ülkedeki aydınların ve eğitim dünyasını oluşturanların ortak sorunu olmuştur ve olmaya devam edecek gibi de gözüküyor. Kendileri kitapsever olan öğretmenler, kitabı hayatlarında var etmeyi alışkanlık haline getirmiş olan anne babalar, kitap sevgisini bulundukları yörede neredeyse militanca çabalarla aşılamaya ve yaymaya çalışan özverili kütüphaneciler yıllardır çocukların (daha çok) kitap okumalarını istiyor ve bunun için çaba harcıyorlar.

Bu çabanın ne kadar değerli olduğu şüphesizdir. Ancak yine de biraz geri çekilip şu soruyu soralım derim: Niçin okusunlar? Neden yukarda değindiğim kişiler ille de çocukların ve gençlerin daha çok kitap okumasını istiyorlar?

Bireylerin, dolayısıyla da toplumun aydınlatılması ve bu sürecin de bilgiden ve kitaptan geçtiği bilincine varışımızın yukardan aşağıya doğru inen bir tarihi var. Halkın günlük yaşantıları içinde üreyen ve tarihsel kökler üzerinde gelişen sözlü edebiyat geleneğini (kitap okuma tanımının dışında tuttuğum için) saymazsak, kitap okumanın yüceltilmesi genellikle eğitim almış kesimden, eğitimsiz halk kitlelerine doğru yönelmiştir. Zaten kitabı bilgi taşıyıcı bir araç olarak görürsek, bilginin çoktan aza doğru akıyor olması da doğaldır. Bilginin yayılması ve daha geniş kitlelerce paylaşılması da gelişmişliği getirecektir. İşte kitap okumanın savunucularının istediğini dile getirmelerini kolaylaştıran ortak kavram da budur. Yalnızca somut bilgi taşıyan bir kitap, yeni buluş ve gelişmeleri tetikleme olasılığı nedeniyle önemliyken, örneğin soyut kavramlardan oluşan bir şiir kitabı duygusal ve estetik bir katkı sağlayarak oluşturacağı yücelmiş insan ile daha zarif, daha incelmiş ve kavgasız bir dünyayı kurmayı olanaklı kılabilir.

Yenilik – en önemli kavram!

Kitabın toplumsal ve bireysel gelişimi besleyen bir araç olduğundan bugün için şüphe etmiyoruz. Bireysel gelişim daha çok bilgilenmekle mümkün. Daha çok bilgilenmek ise gelişimi körüklüyor. Tanzimat ve cumhuriyeti birbirine bağlayan en önemli kavram “yenilik” kavramıdır, dersek yanlış olmaz. Tabii, öncelikle “Batılılaşma,” ama vurgulamak istediğim yanı ilki. Toplumsal bir “yeni”nin benimsetilmesi, örneğin cumhuriyetin halka tüm ideolojisiyle, kurumlarıyla ve yaşam biçimiyle benimsetilmesi, halkın o yönde bilgilendirilmesiyle mümkündü. Hele dil devrimi gibi köklü değişimlerin yaygınlaştırılması çok daha özel bir bilgilendirme sürecini gerekli kılmaktaydı. Var olan kitaplar yeni alfabeyle basılmalıydı, yeni bir cumhuriyetin, padişaha kulluk etmekten, oy kullanan cumhuriyet bireylerine dönüşmelerini sağlamak için de okuryazarlık oranı hızla yükseltilmeliydi. Bunun için de yeni alfabeyle yeni yeni kitaplar da basılmalıydı. Cumhuriyetin çocukluk yılları diyebileceğimiz bu ilk yıllarında yeni alfabeyle yayımlanan kitaplara bakınca o dönemde çocuk kitabıyla, yetişkinlere okuma yazma öğretmek için yazılmış kitaplar arasındaki farkın çok az olduğu görülür. Toplumsal bir hareketlilik ve yenilik söz konusudur ve bu yeniliğin yukardan aşağıya, yani daha eğitimliden, daha az eğitimliye doğru aktarılması gerekiyordur. İşte çocuklara yönelik edebiyatımızı bugünlere getiren ırmağın kaynaklarından biri ve en çok besleneni bu yaklaşım olmuştur.

Çocuklar için yazmak

Ülkemizde, diyelim son 50 yılda eser veren çocuk yazarlarının kimliği üzerine bir araştırma olmadığını sanıyorum. Bu yazarların ne kadarı öğretmendir, ne kadarı yalnızca çocuk kitabı yazmaktadır, ne kadarı gerçekten edebiyatçı kimliğine sahiptir, ne kadarı edebiyatımızı tanımaktadır, eğitim düzeyleri, yaşam biçimleri, gelir düzeyleri nedir, türünden sorulara bu nedenle ancak gözlemsel yanıtlar verebiliriz.

Çocuklar için yazan yazarların bir bölümü yazar olma, yazar olarak anılma özlemini başka bir biçimde (örneğin yetişkinler için yazarak) elde edemedikleri, çocuklara yazmayı da “kolayca yazar olma” yolu olarak gördükleri için çocuk yazarı olarak kendilerini var etme çabası içine girmişlerdir.

Yazardan sayılmak için ille de yetişkinlere yazmak gerekmiyor tabii, ama çocuklar için yazılan kitaplar gerek kahramanları, gerekse konuları itibariyle çocukları ilgilendiren, ama edebiyatın bütünü içinde yer alan ve edebi niteliğinden asla ödün verilmemiş kitaplardır. ‘Alt tarafı çocuk kitabı’ oldukları için yumuşatılmış standartlarla, ‘hoşgörülü’ kriterlerle tartılmazlar. Başka bir deyişle, bir romanla bir çocuk romanı aynı edebiyat sınavına girip geçmek zorundadır.

Çocuğa ya da yetişkine yazmak yalnızca bir tercihtir

Pedagoji, çocuklara yazmayı seçmiş olan bir yazarın, öteki yazarlardan farklı olarak hesaba katması gereken bir konudur, bu doğru, ama pedagojik kaygılar kötü edebiyatı hiçbir biçimde mazur gösteremez. Çocuklara yönelik iyi bir edebi metin kuşkusuz zaman zaman pedagojik daraltmaları zorlayabilir, zorlamalıdır da. Sanattan söz ettiğimizi unutmayalım; pedagojik bir iki ilkeyi ihlal etmiş bir kitap, içinde edebiyat ve dolayısıyla sanat içermeyen bir kitaptan daha zararlı olamaz. Yetişkinlere yazmakla çocuklara yazmak kolaylık ve zorluk sıfatlarıyla birbirinden ayrılmaz, yazmak öncelikle edebi bir yeterlilik işidir. Bu yeterliliğe (yeteneğe) sahipseniz, çocuğa ya da yetişkine yazmak yalnızca bir tercihten ibarettir.

Son yirmi-otuz yıl içinde çocuk edebiyatımızın gösterdiği gelişmeye koşut olarak kazandığımız nice incelikli ve yetenekli yazarımızı “meclis dışında” tutarak (ve bardağın boş tarafına bakarak) söylersek şöyle bir gruplama yapabiliriz:

Dil bilmeyen bir kısım yazarımız geleneksel masallarımızı ve benzerlerini oturup yeniden yazarken, dil bilenlerden bir kısım ise Avrupalı veya Amerikalı örneklerden esinlenerek veya bazen uyarlayarak ürün verme yolunu seçmişlerdir. Bunların bir bölümü edebiyatın öncelikle dille yapıldığını unutmuş, bozuk Türkçelerini usta çizerlerin resimleriyle örterek (özellikle resim-kitap türünde) kitap yapma yolunu seçmişlerdir. Her iki kategorinin önemli bir bölümü yazarlık etiketinin kendilerine bilge bir kişilik statüsünü verdiğini sandığından, yazdıklarında çocuklara durmadan kendi doğrularını empoze etmeyi görev biliyorlar.

Çocukları sevmek kimseyi yazar yapmaz

Bu yazarların bir bölümü bugünkü çocukların beklentileri, özlemleri, bilgi dağarcıklarıyla ilgili olarak son derece bilgisizdirler. Kendi bilmediklerini çocukların da bilmediğini sandıkları için de bilgiç tavırlarla yazıp durduklarının saçma olduğunu bir türlü göremezler.

Yazdıkları öykülerde sekiz yaşında çocuğun duyması gereken kaygı ve endişeler üç yaşındaki çocuklara duyurulur. Beş yaşındaki çocuğun soracağı sorular on yaşındaki çocuğa sordurulur, çünkü bu yazarların önemli bir bölümü çocukları tanımaz, (ama sevdiklerini söylerler, hatta çocuk yazarı olmanın ön koşulunun çocukları sevmek olduğunu sanırlar.)

Takıntıları mutlak doğru sanmak

Bu yazarların bir bölümü son derece tutucu olduklarını bilmezler; insan ilişkileri, dostluk, arkadaşlık, cinsellik, vb konularda kendi çocukluk ve gençliklerinde idolleştirdikleri (ama çoğu kez gerçekleştiremedikleri) modelleri ve kendi takıntılarını mutlak doğrularmış gibi, satır satır çocukların kafalarına vururlar.

Bu yazarların bir bölümü pek okumaz, yalnızca kendisine rakip gördüklerini (beğenmemek için) okur. Bu nedenle de bu yazarlar yaydıkları her şeyin ilk kez kendileri tarafından düşünüldüğünü ve yazıldığını sanırlar. Ne Pertev Naili Boratav’ı okumuşlardır, ne Tahir Alangu’yu, ne Eflatun Cem Güney’i, ne de günümüzde masal üzerine kuramsal veya derleme çalışmaları yapan nice değerin farkındadırlar.

Karşı pencere – nazlanma

Tüm bunlara ilaveten şöyle de bir gerçek var: Yazarlar, çizerler, yayımcılar olarak çocuk kitapları konusunu gündeme almaya değer bir konu olarak görmekte nazlanırız ve bu nazlılığımızın muhtemel ki akla uygun gerekçeleri var. Bunların başında herhalde ticari nedenler geliyor. Yayımcılar çocuk kitabına yatırım yapamadıkça yazar ya da çizer ne yapsın, denilebilir. Öte yandan yayımcı da ‘verimli’ bir ticari alan olarak görmedikçe bu alana girmemekte de haklı bulunabilir. Ancak hal böyle olunca ortalığı takım Nasreddinler, takım Keloğlanlar, takım Behrengiller doldurur. Bunlarda da resimleme gibi, sayfa düzeni gibi grafik konularında herhangi bir yaratıcılığa yer verilmez. ‘Herkesin yaptığı’ yapılır yalnızca, sonra da ‘sezon geçince’ çocuk kitabı yayımcılığı yine küçümsenerek bir yana itilir.

Bu küçümsemeyi anlamak çok güç.

Çocuk nüfusun bu denli yoğun olduğu bir ülkede, çocuğun okuyacağı kitabı üretmekte gösterilen nazlılığı gelişmiş ülkelerde aynı konuya verilen önemle kıyaslayınca, bunu anlamak daha da güçleşiyor. O ülkelerde çocuk daha çocukken okur hale getiriliyor ve büyüyünce de okuyor. Üstelik o ülkelerde televizyon yayınları bizdekilerden daha çok çeşitli ve daha yoğun.

Çocuğun istediği, ebeveynin aldığı

Biz konumuza dönelim. Yani çocuklar niye okusun? Neyi, niçin okusun?

“Öyle bir kitap istiyorum ki içinde her şey olsun…” Bu sözü bir kitap fuarı sırasında annesinin elinden bir an için kurtulup yanımıza geliveren bir çocuk söylemişti. O anda istediği kitabı çıkarıp verebilmeyi öyle çok istemiştim ki… O her şeyin dilenebildiği, her şeyin pekâlâ mümkün olduğu, sınır bilmez, coşkulu yaşlarındaydı. O istediği her şey kuşkusuz kendine göre bir ‘her şey’di. Andersen’in Çirkin Ördek masalında anne ördek yavrularına dünyanın ne kadar geniş olduğunu anlatırken, “Ohoooo…” der, “Şu içinden çıktığınız yumurta kadar sandığınız dünya, aslında taa şu ötedeki çitin arkasına kadar uzanıyor!”

Çocuklara nasıl kitaplar okutulması gerektiği konusu, çocuk yayımcılığının anne-babaya pek seçme hakkı verebilecek düzeyde olmadığı ülkemizde bile bir sorun.

İçinde her şey olan bir kitap

Çocuğun, istediği bir şeyi tarif ederek istemesi hiç kuşkusuz onu alacak olan büyük için de bir kolaylık gibi görünüyor. Ama doğrusu iş her zaman bu kadar sorunsuz olmuyor. Oyuncakçıdaki, kırmızı ışıklar çıkararak yürüyen ve yürürken düdüğü öten bir itfaiye arabasını istediğinde işiniz kolay; paranız varsa gider alırsınız. Ama içinde her şey olan kitap? Evet, biraz zorlanacaksınız bunun için. Belki çocuğunuzla pazarlık ederek bu isteğini biraz yumuşatmasını sağlayabilirsiniz. Tıpkı, kırmızı ışıklı itfaiye yerine belki daha ucuz olan sirenli bir ambulans önermek gibi…

Peki, içinde her şey olan kitap yerine ne mi önerilebilir? İçinde bir şeyler olan kitap kuşkusuz! Ama içinde bir şeyler olmayan hangi kitap var ki?.. Kitapçılarda az ya da çok bir takım çocuk kitapları satılıyor. Bunların her birinde farklı ya da birbirlerini tekrarlayan bir şeyler var; olmaması da mümkün değil. ‘Her şey’den zaten vazgeçmiştik, içinde ‘bir şeyler’ olan kitabı alacağız, ama hangi ‘bir şeyler?’

Bu muhabbetin hemen ortaya çıkardığı bir gerçek, çocuk kitaplarının ‘güzel kitaplar’ ve ‘güzel olmayan kitaplar’ olarak ayrıştığı… Hangi kitaplar ‘güzel kitaplar’dır? Renkli kitaplar mı? Baskısı temiz olanlar mı? Resimleri sanat değeri taşıyanlar mı? Dili akıcı olanlar mı?

Aileye düşen görev

Görüldüğü gibi, çocuğa kitap seçme konusunda büyüğe bazı görevler düşüyor. Ama… Biraz da buna değinmem gerek sanırım.

Çocuk kitaplarında resimleme konusu ayrı bir önem taşıyor. Özellikle, okumayı henüz öğrenmemiş çocuklar için kitabın resimleri çok gerekli. Çünkü öyküyü bu resimler aracılığıyla izliyorlar. Bu, aynı zamanda çocuğun resimle de ilk buluşması. Bu nedenle resimleri hem çocuğun öyküyü anlamasına, izlemesine yardımcı olacak netlikte ve açıklıkta olması gerekirken, çocuğun estetik yönden gelişmesine yardımcı olabilecek güzellikte olması da gerekir. Peki hangi resimler güzel? Yine bu konuda da değerlendirmeyi yapacak olanlar anne ve baba. Onlar bir kitabın estetik yönden güzel olup olmadığına karar verecekler. Onlara dışardan önerilebilecek tek şey çocuklarını tek tip, klişeleşmiş resimleme anlayışlarına mahkûm etmemek, farklı üsluplarla resimlenmiş kitaplarla çocuğu zenginleştirmek.

Bu yaş çocuklarının kitaplarında ele alınan konuların da kitabı değerlendirirken dikkate alınması gerekiyor. Bize çok anlamlı gelen bir tema, örneğin gurur, özgürlük düşüncesi gibi soyut kavramlara dayalı kitaplar çocuğa çok anlamsız (veya erken) gelebilir. Yine aynı şekilde, alışılmamış devriklikte cümlelerle çok katlı benzetme ve sembollerle işlenmiş bir metni bu yaş çocuklarının anlaması da güç olabilir. Bu durumda ölçüyü belirlemek yine kitabı alan büyüğe kalıyor. Önerilebilecek şey, çocuğun o sıralarda nelerle ilgili olduğunun göz önüne alınması. Örneğin, kediyle ya da pencereye konan kuşlarla ilgileniyor, onlar hakkında sorular soruyorsa, içinde kuşların ya da kedilerin bulunduğu bir kitap arayabilirsiniz.

Görüldüğü gibi, çocuğa kitap seçiminde asıl ölçüyü çocuğu yetiştiren büyük koyuyor; bu ölçü de öyle kesin kurallara bağlı değil ve her çocuk için geçerli reçeteler de yok. Her konuda çocuk nasıl büyüğün “ürünü” oluyorsa, okuduğu kitaplarla da büyüğün beğenisini, büyüğün kitap zevkini ve büyüğün okuma alışkanlıklarını yansıtacak, bu kaçınılmaz. Sağlığına, okuduğu okula, beslenmesine, yaşadığı çevreye nasıl özen gösteriyorsak, neler okuyacağına da aynı özeni göstermek zorundayız.

“Kitabımı okuyun ha!”

Çocuk, ebeveyn ve yayıncılık açısından kitaba baktıktan sonra tekrar yukarda niteliklerini saydığım yazarların ülkemizdeki konumuna dönüyorum: Bu genel panorama içinde yer alan yazarların yazdığı kitapların kitapçı raflarını doldurduğunu, bu yazarların dağıtımcılarca okullara götürülüp yazar adı altında çocuklara tanıtıldığını ve bu yazarların çocuklara “kitabımı okuyun ha!” dediğini ve çocukların da (aslında o kitapları okumamış olan) Türkçe öğretmeninin zoruyla bu kitapları alıp evlerine gittiğini varsayalım bir an için.

Burada çocuğa söylenecek hiçbir şey yoktur. Oyunu kuralına uygun oynamıştır ve okulda, üstelik öğretmeninin denetimindeki bir eylemi gerçekleştirmiştir. Kitapları okuyup çocuğunun okulda ticari bir tezgâha kurban gittiğini düşünecek veli çıkacaktır tabii ama çoğu bunu fazla irdelemeyecektir. Yazar birkaç da kitap imzalayıp evine döndüğünde gördüğü ilgiden hoşnuttur, ancak kendisinin asla hesap edemeyeceği bir hasar başından beri çevresinde dolaştığımız okuma alışkanlığı konusunda verilecektir.

Yetişkinler çocuk kitabı okumuyorlar

Çocuk yazarlarının açmazı ve aynı zamanda “avantajları”, günümüzde bu durum iyiye doğru gitmekteyse de, yetişkinlerin çocuk kitabı okumuyor olmalarıdır. Yetişkin okur genellikle adını bir yerlerden duyduğu bir yazarın kitabını, kendisi okumaksızın çocuğuna almakta bir sakınca görmez.

Çocukların beğenmedikleri bir kitaba verdikleri tepki çoğunlukla pasiftir, bu nedenle yazar kendini değerlendirmek için güzel bir fırsatı kullanamamış olur. Öte yandan, bu tür bir eleştirmensizlik, kötü yazarlara yazardan sayılma şansı verir.

İşte bugün için çocuk kitaplarının, yarın da öteki kitapların okunma oranlarından hoşnut olmamayı sürdüreceksek, bunun nedenlerini kolaya kaçıp çocukların dijital medya ile buluşmasını gerekçe göstermek yerine, biraz da kendimizde aramalı, kendimize şu soruyu sormalıyız: Çocuk bizi niye okusun ki?

——————————————–

Kaynak:

https://fikirturu.com/kultur-sanat/cocuklar-niye-okusun/

Yazar
Kırmızılar

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen