Kur’an ile yeniden buluşmak

Etkili iletişim sürecinde, belirli bir duygu ve düşünceyi (mesajı) alıcı muhataplara ulaştırırken, verilmek istenen anlamın istenildiği biçimde anlaşılmasını sağlamak için bu anlamlara en uygun kelime ve cümlelerin seçilmesi ve sıralanması gerekir. Bu bağlamda, paragraf içinde cümlelerin sıralanması, genel metin içinde paragrafların sıralanması, anlatılmak istenen mesajın karşı tarafta etkili bir biçimde anlaşılması bakımından son derece önemlidir. Söz gelimi, çok açık ve anlaşılır bir metnin paragraflarının yeri değiştirilse; her paragraftaki cümlelerin yerleri değiştirilse; önceki sonraya, sonraki öne çekilse; bu metin veya paragraftan anlam çıkarmak ya imkânsızlaşır ya da çok zor olur. Belirli bir tema hakkında bilgi tamamlanmadan, başka bir temaya ani geçişler olursa, paragraflar arası anlam bütünlüğünde karışıklık ortaya çıkabilir.

*****

Prof.Dr. Feyzullah EROĞLU

İnsanların yaşadıkları hayatta, içgüdüsel, sosyal ve düşünmeyle ilgili davranışlarının her birinin ayrı ayrı yeri vardır. İşleyen bir insan aklı, bunların hayattaki yerlerini karıştırmadan son derece uygun bir seçimle ayırt edebilir. Aklı ve bilimi dışlayan kişiler ve topluluklar için bu temel insani işlevlerin her biri ayırt edilmek yerine, çoğunlukla hepsi birbirine karıştırılır. Toplumların hayatında, içgüdüsel olan davranışların, diğer ikisinden ayrılması nispeten kolay olmakla birlikte, uygulamada esas sorunlu olan inanma ve düşünme eylemlerinin davranışsal alanlarının ayırt edilmesindeki karışıklıktır. Gelişmiş toplumlar, bu yakıcı ve yıkıcı sorunu büyük ölçüde “laiklik” uygulamasıyla nispeten başarmış gibi gözükmektedir.

Aslına bakılırsa, Kur’an’daki İslam’da, inanma işlemleri ve eylemleri, ‘akletme’ ve ‘düşünme’ yöntemlerine bağlanmak suretiyle, insanların ‘doğru veya yanlış’ gibi birçok davranış seçeneklerinden hangilerini seçmeleri gerektiğine ilişkin kararlarında, inanma ile düşünme eylemlerinin uyum içinde birlikte işlev görmesi düzenlenmiştir. Yani bu iki çatışmalı alan bir tutarlılık içinde çözümlenerek, daha işin başında böyle sorunların yaşanması engellenmiştir. Oysa, Peygamberin vefatı sonrasında Arapların soyut düşünceden uzak olmaları nedeniyle Kur’an’ın geniş bağlamlı mesajlarındaki anlam kümelerini, çoğunlukla yeniden canlanan eski inançlarına ilişkin alışkanlıkların çağrışımlarıyla anlamlandırma çabaları, Müslümanlık pratiğinde ‘inanma’ ile ‘düşünme’ eylemleri arasında çok ciddi bir açıklık üretmiştir.

Dinsiz toplum yoktur ama!

İnsanlık tarihi ile dinler tarihi neredeyse ortak bir zamana ve zemine sahiptir. İnsanlardan kişisel olarak herhangi bir inanca sahip olmayanlar olsa bile, hemen bütün insan topluluklarının ortak yaşamında dinlerin yeri olmuştur. Ancak, insanların doğa ve sosyal olayların gerçekliğini öğrenme imkânlarının artmasıyla giderek anlama kapasiteleri ve zihinsel gelişimleriyle birlikte yeni bilgi dalgaları ortaya çıkmıştır.  İnsan topluluklarının dinlerle olan ilişkilerinde çok yönlü değişimler yaşanmaya başlamıştır. Gelişmiş Batı toplumlarında, Rönesans, Aydınlanma ve Reformasyon sonrasında oldukça güçlenen sanatın, felsefenin ve bilimsel bilgilerin yükselişi, din adamlarının hegemonyasında olan inanç sistemlerinde ciddi bir arınmaya yol açmıştır. Batılılar, akıl ve bilimin aydınlatıcı gücünü kullanmak suretiyle Orta çağın dinselleştirilmiş yaşam biçiminden arındıktan sonra ancak, sosyo-ekonomik ve demokratik gelişmeye evrilmişlerdir. Dünyanın şu andaki kültür ve din coğrafyasına bakıldığı zaman, ‘inanma’ eylemlerini akıl ve bilim ile çatışmadan ve uyum içinde yürüten toplumların, akıl ve bilimi göz ardı eden toplumlara göre, çok ciddi bir güç biriktirdikleri gözlenmektedir.

Kur’an Her Şeyden Önce Akla Kılavuzdur

Kur’an, siyaset, ekonomi, hukuk, fizik, coğrafya vb. konularda bilgi sağlayan bir kitap değildir. Kur’an, insanların başka bilgi kaynaklarınca öğrenme imkânlarının hiç olmadığı ya da öğrenmesi uzun bir zamanı gerektiren, ancak toplumsal hayatlarında çok önemli rol oynayacak bilgileri içermektedir. Akletme ve düşünme zahmetinden kurtulmak için ihtiyaç duyulan her şeyin kutsal kitapta bulunduğunu iddia etmek, çok açık bir zihinsel tembellik ve kul sorumluluğundan kaçış psikolojisidir. Kur’an, Müslümanların ihtiyaç duyacakları bilgilerin hepsini içerseydi, o zaman ne diye kozmik evren üzerinde ‘gözlem yapmayı’, ‘akletmeyi’ ve ‘düşünmeyi’ bir buyruk olarak emretsindi! Allah, Kur’an’da bildirimde bulunduğu bilgi ve mesajların dışında, insan zihnine düşen her belirsizliğin ve sorunun cevabını akıl ve bilim yoluyla çözmelerine bırakmış olmalıdır (Allah daha iyisini bilir).

Kur’an’ı akıl ve bilim zihniyetiyle okumak ve anlamak yerine, geleneksel Arap kültürünün zihin kalıplarıyla anlam verme çabaları, İslâmiyet’in özünü temsil eden ve gerçek mesajları olan ‘tevhit’ ve ‘ahlak’ konularının geniş kitleler tarafından yeterince içselleştirilememesine neden olmuştur. Akıl ve bilimi inanmanın asli yöntemi olarak gören Kur’an’ın, eski Arap inançlarının kültürel olarak formatladığı zihin kalıplarıyla okunması ve anlamlandırılması sonucunda, söylemleri ve simgeleri İslâmî olsa da Müslümanların inanma eylemleri çoğunlukla eski inancın bastırılmış olan değerlerinin kolektif bilinçaltlarından yeniden ortaya çıkması tarzında gerçekleşmiştir.

İslam Dini ile Dinselliğin Yol Ayrımı

Teolojik bilgilere göre, vahiy kaynaklı olmalarına rağmen, Tevrat’ın ve İncil’in birbirinden farklı nüshaları bulunması nedeniyle bu kitaplara bölgesel kültürel öğelerin karışması ihtimali bulunmaktadır. Buna karşılık, İslâmiyet’in kutsal kitabı Kur’an’ın, tarihsel süreç içinde tek nüsha olması ve bütün zamanlarda da bu nüsha üzerinde ittifak halinde olunması nedeniyle başka kültürel öğelerin karışma durumu söz konusu değildir. Üstelik, Allah, “Kur’an’ı, biz indirdik, Onun koruyucusu da biziz” (Hicr, 9) ayeti ile bu kitabı kendisinin koruyacağını bildirmiştir.

‘İslam Dini’ ile başta Arap kültürü olmak üzere Müslüman coğrafyasındaki diğer kültürel öğelerin karışmasından ileri gelen ‘dinselliğin’, birbirlerinden ayırt edilmesinde iki önemli referans mevcuttur. Bunlardan birisi, bütün zamanlardaki gerçekliği evrensel olarak temsil niteliği bulunan ve hiçbir biçimde mesajlarında değişiklik olmayan Kur’an; ikincisi ise rasyonel düşünce ve bilimdir.

Yeryüzündeki Müslüman topluluklar, uzun bir süredir ve sürekli olarak kendi dini anlayış ve yaşantılarının tamamen Kur’an veya İslam’a uyduğunu iddia ederler. Kur’an’ın öğretilerinde hiçbir değişiklik olmadığı ve tek nüsha olmasına rağmen, bu toplulukların Müslümanlık anlayışları ve yorumları arasında çok büyük farklılıklar ve uçurumlar oluşmuştur. Her mezhep, cemaat, tarikat ve dinsel topluluğun, kendi meşreplerine göre ‘uydurulmuş’ hadisler üzerinden, başta Kur’an olmak üzere akıl ve bilim ile çelişen birçok Müslümanlık kültürleri üretilmiştir. Ayrıca, birbirlerinden çok farklı olduklarına dair yaptıkları açıklamalar ve savunmalar esnasında, gerçek Müslümanın kendileri olduğu, diğerlerinin ise “sapkın olduklarına” ilişkin çok ağır suçlamalarda bulunurlar. Gerçekten, bunlardan hangisi gerçek Müslümanlık? İşte, Kur’an, capcanlı ortada duruyor. Ancak, her mezhep, cemaat ve tarikat gibi Müslümanlık oluşumlar kendilerini, Allah’ın kitabından çok Peygambere atfedilen ve senedi sağlam olmayan hadislerle kanıtlamayı tercih ediyorlar.

Kur’an ile Yeniden Buluşmak

Müslüman toplumların Kur’an’ın ruhuna ve anlam bütünlüğüne tam olarak nüfuz edememiş olmasında, yönetici sınıf ve din adamları ittifakının, toplumun dini yaşantılarını ve tutumlarını daha rahat bir biçimde denetim altında tutma arzularının büyük bir payı var. Çünkü Kur’an’ın indiriliş mantığına ve anlam bütünlüğüne bakılırsa sıradan insanlara dahi güçlü bir özgürlük düşüncesi ve şahsiyet kazandıracak mesajlar taşımaktadır. Buna karşılık, yaklaşık 23 yıllık sürede vahiy yoluyla gelen âyetlerin indiriliş sırasına göre değil de karışık bir biçimde sıralanması, sıradan insanların bir bütün olarak Kur’an’ın içeriğini doğrudan anlamalarını güçleştirmektedir. Bu durumda, Müslümanların çoğu, Kur’an’ı anladığını ve bildiğini iddia eden din adamlarının anlatımlarına ve yazdıklarına güvenmek zorunda kalmıştır. Oysa, Kur’an, evrensel mesajlar içermesinin yanında zamanın olgularıyla bağlantılı ve sıradan insanların dahi anlayabileceği bir metodolojiye sahiptir. Söz gelimi, Mekke’de inen ayetlerin temel mesajı, despotik, sömürücü ve ahlaksız müşrik yönetimini ötelemek ve o dönemin yönetim zihniyetinin ‘yöneticilere’ kulluk yapan insanlarına, sadece ‘Allah’a kul olmaları’ yönünde bir şahsiyet kazandırmakla ilgilidir. Medine’de inen ayetler ise toplum içindeki ve toplumlar arası ilişkilere ‘medeni’ bir boyut kazandırma kapsamındaki konularla ilgilidir. ‘Örnek olay metodolojisi’ bağlamında, ayetlerin bir kısmı eski zamanlara atfedilen ‘kıssalar’, bir kısmı da dönemin olgularıyla ilgili olması nedeniyle herkesin anlayabileceği bir dil ve anlatım söz konusudur.

Arap Zihniyeti Kur’an’ı Anlamayı Zorlaştırıyor Mu?

Etkili iletişim sürecinde, belirli bir duygu ve düşünceyi (mesajı) alıcı muhataplara ulaştırırken, verilmek istenen anlamın istenildiği biçimde anlaşılmasını sağlamak için bu anlamlara en uygun kelime ve cümlelerin seçilmesi ve sıralanması gerekir. Bu bağlamda, paragraf içinde cümlelerin sıralanması, genel metin içinde paragrafların sıralanması, anlatılmak istenen mesajın karşı tarafta etkili bir biçimde anlaşılması bakımından son derece önemlidir. Söz gelimi, çok açık ve anlaşılır bir metnin paragraflarının yeri değiştirilse; her paragraftaki cümlelerin yerleri değiştirilse; önceki sonraya, sonraki öne çekilse; bu metin veya paragraftan anlam çıkarmak ya imkânsızlaşır ya da çok zor olur. Belirli bir tema hakkında bilgi tamamlanmadan, başka bir temaya ani geçişler olursa, paragraflar arası anlam bütünlüğünde karışıklık ortaya çıkabilir.

Kur’an, Hz. Muhammed’e toptan indirilmeyip yaklaşık 23 yıllık bir sürede, toplumdaki olaylara ve yaşanılan sorunlara göre “necm necm” hâlinde yani “bir kerede inen âyet grubu’ olarak inmiştir. Necm, bir âyet biçiminde olabileceği gibi daha fazla sayıda âyetten de oluşmuş olabilir (Yılmaz,2012,13). Kur’an’ın bir ayet grubu olarak gelmesi, günümüz yazı kültüründeki belirli bir anlam kümesini kapsayan cümlelerden oluşan ‘paragraf’ kavramıyla büyük ölçüde örtüşmektedir. Bu anlamda, İslâmiyet’in temel yasaları olarak Kur’an ayetlerinin, Peygambere iniş sırası ile Peygamberin onları Sahabeye tebliğ sırasının esas alınarak sıralanması, her Müslümanın okuma ve anlamasını kolaylaştırırdı.

Kur’an’ın Toplanma Süreci

Kur’an, Hz. Muhammed yaşarken tek bir kitap haline getirilmemişti. Peygamberin vefatı sonrasında, Peygambere vahiy kâtipliği yapan ve Kur’an ayetlerinin tümünü ezberlemiş olan sahabelerin bir kısmı, savaşlarda ölmeye başlamıştı. Hz. Ebubekir’in başlattığı Kur’an ayetlerini toplama çalışması, onun zamanında tamamlanmamış, Hz. Ömer döneminde devam etmiştir. Müslümanlar arasındaki şiddetli iktidar kavgalarının sonucunda Hz. Ömer’in öldürülmesinden sonra bu işlemler, Hz. Osman döneminde bir komisyon tarafından tamamlanabilmiştir (Tekin, 2019, 60).

Bugün kullanılmakta olan Resmi Mushaf’taki ayetlerin toplanması ve surelere ad verilmesi sürecinde, o dönemde çoğunlukla bütün ayetlerin, iniş sırasına bakılmaksızın acilen bir kitap halinde toplanması zorunluluğuna odaklanılmış olduğu anlaşılmaktadır. Geleneksel ilahiyatçı çevreler, Kur’an’ın toplam içeriğinde hiçbir değişiklik olmaksızın, ayet ve surelerin iniş sırasına göre yeniden sıralanmasına şiddetle karşı çıkmaktadırlar. Bu durumun doğal sonucu olarak, sıradan insanların Kur’an okumalarında, iniş esnasındaki önceki ayetler ile sonraki ayetler arasındaki anlam bütünlüğünün kurulması oldukça zorlaşmaktadır. Bu yüzden, geleneksel din anlayışının Kur’an okumalarında şiddetle savunduğu yol, ayetlerin anlamlarını öğrenmekten çok, çoğunlukla ‘lafzi’ okumalar veya ezberleme tarzındadır. Oysa, Kur’an’ın temel işlevi, insanlara doğru yolun gösterilmesi ve ona göre bir hayat sürülmesidir.

Sonuçta, Kur’an’dan ‘doğrudan doğruya ilham’ alınamayınca ve ayetlerin anlamları yeterince anlaşılamayınca, din adamları ve ‘ulema’ tarafından çoğu uydurma olduğu anlaşılan ‘rivayetler’ ve ‘kerametler’ devreye sokulmaktadır. Dünya Müslümanları, gerçekte inandıkları Kur’an ile kendi dillerinde yeniden buluşmalıdırlar.  Müslümanlar ile Kur’an arasındaki aracı kurum ve kişiler ile Arapça dayatması kalkmalı; akıl ve bilimin ışığında Kur’an yeniden okunmalı ve anlaşılmalıdır.

Kaynaklar;

Yılmaz, Hakkı (2012): Nüzul Sırasına Göre Necm Necm Kur’an’ın Türkçe Meali, İşaret Yayınları:131, İstanbul

Tekin, Arif (2019) : Kur’an’ın Tarihçesi ve Yazım Serüveni, Berfin Yayınları:256, İstanbul

—————————————————–

Kaynak:

https://millidusunce.com/misak/kuran-ile-yeniden-bulusmak/

Yazar
Kırmızılar

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen