Değerler Eğitimi Üzerine: Kendimle Eleştirel Bir Söyleşi

Gelenek, değerleri mutlaklaştırmak için onları dine bağlama ihtiyacı hissetmiştir. Biraz felsefe ve teoloji kitabı karıştırmak bunu görmek için yeterlidir. Değerler konusunda her kafadan ayrı ses çıkınca, değerler uzlaşısı dinsel otoritede aranmıştır. Ancak vakıa şudur ki dünyada pek çok din olduğu için, değerler alanında mutlak uzlaşı yine sağlanamamıştır. Hatta denilebilir ki dinler, mezheplere ve cemaatlere bölündüğünden, değerler alanı daha da çok parçalanmıştır. Kanımca değerleri dine bağlamak, kimilerinin dediği gibi görünmez bir gücün insan üzerindeki denetimi açısından olumlu işlev görmüştür ve görmektedir. Bunlara göre değerler alanı seküler bir alan olmaz; sekülerleşme değerleri yok eder; yaptırımdan yoksun bırakır. Bu nedenle eğitimde dinsel geleneksel değerler başat olmalıdır.

*****

Prof.Dr. Hasan AYDIN 

I

Değerler, kişiliğin oluşturucu unsurları arasındadır ve insan yapıp etmelerinin temeline oturmaktadır. İstem dışı davranışlar bir kenara bırakılırsa tüm davranışlarımızın, ister fark edelim ister fark etmeyelim, belli bir değerler dizgesine dayandığı açıktır. Bu anlamıyla, eyleyen bir varlık olarak insan açısından değerlerden kaçınmak olası olmadığı gibi, toplumsal bakımdan değerler eğitiminin yapılmadığı, değerlerin aktarılmadığı bir zaman diliminden de söz edilemez. Toplumsal yaşam değerlerle örülüdür; değerlerle süreklilik kazanır. Bu açıdan ister İlk Çağ, ister Orta Çağ, ister modern çağ toplumlarını ve o toplumlara mensup insanlarını ele alalım, onların yapıp etmelerine içkin bir değerler dizgesi ile karşılaşılır ve bu değerler dizgesini sonraki kuşaklara aktarmak için yaygın ve örgün eğitimde güçlü bir çaba ile karşılaşılır.

-O halde son dönemlerde değerler eğitimini daha sık duymamızın nedeni nedir?

Kanımca burada karmaşık bir nedenler örgüsüyle karşı karşıya olduğumuzu itiraf etmek gerekir. Bu karmaşıklığın temelinde, farklı kesimlerin farklı nedenler ileri sürmeleri olgusu yatmaktadır. Kimilerine bakarsanız -bunlar daha çok dini eğilimi ağır basan kesimlerdir- Rönesans’tan itibaren gelişmeye başlayan, Aydınlanma ve Sanayi Devrimi’yle zirve yapan modernizm ve modern yaşam, bireyciliğe, akılcılığa, nesnelliğe, bilimselliğe, laikliğe, ilerlemeye vb. vurgusuyla geleneksel değerleri bir kenara itmiş, geleneğin yerine uzlaşma yaratacak yenisini koyamadığı için bir değerler bunalımına, onların hoşlandıkları deyişle söylersem, ahlaki bunalıma yol açmıştır. Özellikle değer yargılarının, metafiziği öteleyen pozitivist düşünce içerisinde öznelleştirilmesi ve bir tür duygu bildirimine indirgenmesi, değerler alanının bilgi statüsünü sarsmış, bir değerler anarşizmine neden olmuştur. Bunda, amaç değerlerin bir kenara itilip kapitalizmin yol açtığı araç değerlerin yaygınlaşmasının da güçlü bir rolü olmuştur. Bu kesim, değerler eğitimi deyince aslında geleneksel-dini değerleri ihya etmeyi anlamaktadır. Batıda bu, kiliseye yer açmak, bizde ise Mustafa Kemal Atatürk’ün devrimleriyle yaşam bulan laikliği eleştirerek dini yapılara olanak sağlamak amacı gütmektedir. Dindar kesimlere göre, temel bunalım, dünyadan Tanrı’nın kovulması ya da F. W. Nietzsche’nin deyişiyle Tanrı’nın öldüğünün ilan edilmesidir. Tanrı ölmüşse ya da dünyadan kovulmuşsa yahut yoksa Dostoyevski’nin “Karamazov Kardeşler” romanında denildiği gibi “her şey mübah” demektir ve dünyada merhamet kalmamıştır. Bu yüzden merhametli bir dünya için geleneksel dinsel değerlerin ihya edilmesi gerekir. Aydınlanmacılara ve hümanistlere bakılırsa, modern dönemin asıl sorunu, modernizmden değil, modernizmin eleştirine girişen ve onun yerine hiçbir olumlu değer önermeyen, bir tür öznelcilik ve görecelilik hayaleti kılığında ortalıkta gezinen ve dinsel değerlerin yeniden gündeme gelmesine yol açan postmodernizmdir. Postmodernist hareket, modernizmin yaratmaya çalıştığı seküler nitelikli ulusal ve evrensel değerleri, baskıcı karakterini gündeme getirerek toplum mühendisliği kavramsallaştırmasıyla eleştirmeye yönelmiş, bireysel, yerel, etnik, dinsel, cinsel kimliklerin uzantısı olan çoğulcu ve çok-kültürcü bir anlayışa ön ayak olmaya çalışmıştır. Adeta yerelliği, kültürel ve bireysel farklılığı kutsamıştır. Bu bakımdan postmodernizmin güçlü bir fark ideolojine yol açtığı söylenebilir. Bu yönüyle postmodernizm insanı ve insanlığı birbirine bağlayan ortak değer bağlarının koparılmasına yol açmıştır. Hümanistlere göre, kültürel görecelilik, yerellik, cinsiyetçilik, farklılık vb. adı altında, dinsel geleneksel değerlerle mücadele sonucu bin bir emekle elde edilen evrensel hümanist değerlerin altı oyulmakta, değerler hiyerarşisi ve değerler alanında gelişmişlik ve gelişmemişlik gibi kültürel kategoriler yok sayılmakta, adeta tüm farklılıklar ayrıcalıklı kılınarak kutsanmaktadır. Her kültürün değerler dizgesi farklıdır denilerek, hiyerarşik, ayrımcı ve aşağı değerlerin eleştirisi olanaksızlaştırılmaktadır. Postmodernizmin eleştirisine odaklanan bu hümanist kesim, değerler eğitimi deyince daha çok insanları bir birine bağlayan ve insan olmaktan kaynaklanan aydınlanmacı hümanist değerlerin ortaya çıkarılıp işlenilmesini anlamaktadırlar. Değerler eğitimine de, bu işlevi yüklemektedir. Değerler tartışmasına feminist hareketlerin de katkısına değinmek gerekir. Feminist teorinin, insanlık tarihini erkek egemen bir tarih olarak okuması, gerek geleneksel gerekse modern değerlerin erilliğine vurgu yaparak onlara meydan okuması, kadın kimliğinin ve kadınsı değerlerin tanınması için çabaların artmasına yol açmıştır. Bir anlamda bu hareket, kadının ve kadın aklının gerek gelenek gerekse modernite tarafından yok sayılmasına savaş açmış gibi gözükmektedir ve kadınsı hümanist değerlerin ön plana çıkarılmasını talep etmektedir. Yine bu süreçte, Sanayi Devrimi sonrası kapitalizmin yarattığı çevre kirliğine karşı oluşan eleştirel tavırlara ve bu eksende yapılanan Yeşiller hareketinin, doğanın vahşice sömürülmesinin önüne geçmek için duyarlılık oluşturma çabalarına da değinmek gerekir. Tüm bunların yanında, modern kapitalizmin eleştirisine yoğunlaşan, kapitalizmin çıkar amacıyla dünya savaşlarına yol açmakla suçlayan sosyalist hareketlerin, insanın, insanı ve doğayı sömürmesinin önüne geçmek için alternatif bir toplum ve değer yaklaşımı ortaya koymaları, değerler eğitimi tartışmalarına güç kazandırmış gibi gözükmektedir. En azından Batı toplumlarında durumun bu minvalde olduğu anlaşılmaktadır.

Kabaca değindiğimiz bu eleştirel hareketlerin hemen hepsinin, yeni bir dünya kurmak için birtakım değerler dizgesi önerdiğini söylemek gerekir. Kanımca bu tartışmalardan ve bu tartışmalarda dile gelen gerekçelerden ve birikimlerden esinlenilerek, ilk kez 1995 yılında Birleşmiş Milletler’in 50. yıl dönümü kutlamaları için Brahma Kumaris’in hazırladığı “Daha İyi Bir Dünya İçin Değerlerimizi Paylaşalım” isimli bir proje, değerler eğimi konusunda somut adımların atılmasına yol açmıştır. Birleşmiş Milletler sözleşmesinin önsözündeki bir ilkeden geliştirilmiş olan tema, ‘temel insan haklarına, insan varlığının onuruna ve değerine olan inancı yeniden pekiştirmek için’ sloganıyla yola çıkmış gibi görünmektedir ve büyük ölçüde her kesimin üzerinde uzlaşabileceği düşünülen, mutluluk, dürüstlük, alçakgönüllülük, işbirliği, özgürlük, sevgi, barış, saygı, sorumluluk, sadelik, hoşgörü, birlik gibi değerlere odaklanmıştır. Halen UNESCO tarafından desteklenen ve Association for Living Values Education İnternational (ALIVE) adlı kar amacı gütmediği ileri belirtilen bir kuruluş tarafından farklı ülkelerde yürütülmekte olan programın amacı çocukların karar verebilen, toplumda saygın bir yeri olan, kişisel gelişimlerini sağlayan bireyler olmalarını kolaylaştırmayı ereklediği ileri sürülmektedir.

II

-Ülkemizde, değerler eğitimi tartışmasının doğmasında yukarıda saydığımız nedenlerden hangisi ya da hangileri daha çok etkili olmuştur?

Öncelikle şunu belirtmem gerekir ki son dönemlerde bilişim teknolojilerindeki gelişimle birlikte, Avrupa ve Amerika’da ne tartışılıyorsa izdüşümleri bizde de yankılanmaktadır. Ancak doğruyu söylemek gerekirse, bizdeki tartışmaların, güçlü sınıfsal ve toplumsal altyapısının olduğunu söylemek, örneğin feminist, sosyalist, hümanist ve çevreci hareketlerin çok fazla etkili olduğunu, bunların değerlere ilişkin taleplerinin çok fazla yankı bulduğunu iddia etmek oldukça zordur. Kanımca bizde, postmodernist tartışmalar da sığ kalmıştır; Batı’da moderniteye dönük eleştirilerin izdüşümlernin sadece Cumhuriyet Devrimi’nin kazanımlarına uygulandığı gözlenir. Bu türden eleştirilerle kimi sosyalist hareketlerde de karşılaşılır. Soldan esinlenen İslamcı kesim, eleştirilerini daha yoğun bir biçimde sürdürmektedir. Fakat bizdeki Cumhuriyet Devrimleri’ne yönelik eleştiriler ile birlikte değerler alanında postmodernist öznelcilik ve göreceliliğin sol cenahta daha çok yankılandığını; 1980 sonrası tırmanışa geçen neolibaral politikalar ve muhafazakârlaşma ile İslamcı kanatta ise, mutlak değerler ileri sürdüğü düşünülen dini değerlerin daha fazla ön plana çıkarıldığını söylemek olasıdır. Kimi sosyalist kesimler sınıfsal temellerinden koparak etnik, dinsel ve cinsel özgürlüklere yönelirken, İslamcı kanat daha çok laiklik ve laik değerlerin eleştirisine yönelmiş gibi gözükmektedir. En azından bana öyle görünmektedir. Türkiye’nin son dönemlerde en çok tartıştığı sorunun laiklik-din ilişkisi ile etnik ve cinsel temele dayanması tesadüf olmasa gerekir. Bizde etnik, dinsel ve cinsel hayalet yeniden uyanmış, bir değer olarak özgürlük tartışması adeta bunlara özgülenmiş durumdadır. Yine ülkemizde feminist, sınıfsallığını koruyan sosyalist, hümanist ve çevreci hareketlerin güçlü olamaması, değerler eğitimi denilince doğrudan dini değerlerin anlaşılmasına neden olmuş, laiklik eleştirisi, etnik, dinsel ve mezhepsel köken vurgusu değerler eğitiminin merkezine oturmuştur. Mili eğitim sistemi de bundan kendine düşen payı almış gibi gözükmektedir. Değerler eğitimi konusunda var olan yazını kabaca taramak, MEB’in yaptığı çeşitli etkinlikleri incelemek bu konuda güçlü veriler sağlayabilir diye düşünüyorum. Anlaşılan Türkiye’de değerler eğitimi laiklik eleştirisi temeline oturmakta, etnik, dinsel ve cinsel ayrımcılığa odaklanmakta ve etnik ve dinsel değerlerin bir tür ihyasını amaçlamaktadır.

III

-Değerler eğitimi alanında duyarlılığı gündeme getiren farklı akımların ortak değerler dizgesinde birleşmesi mümkün müdür?

Bu soruya evet demek pek olanaklı değildir. Bir sosyalistin değerler dizgesiyle bir İslamcının, bir feministin, bir liberalin, bir Cumhuriyetçinin vb. değerler dizgesi çoğu kez örtüşmemektedir. Söz gelimi pek çok İslamcı yazın, kadını, evde haremlik bir nesne dışarıda ise fitne olarak konumlandırmaktadır. Aslında İslamcı türban dayatmacılığının altında da bu yatmaktadır. Bu dayatma, kadını erkek nesnesi kılmaktadır, ona özgür bir kimlik sunmaktan korkmaktadır. Bu bakımdan bir feministin, İslamcının kadına bakışıyla uzlaşması olanaksızdır. Geçmişte devletin türban yasağına karşı, feministle İslamcılar birleşmiş gibi gözükse de İslamcı ideolojinin türban dayatmasına feministlerin olumlu yaklaşmayacağı açıktır. Sosyalist değerler ile dinsel değerlerin uzlaşacağını sanmak da bir yanılgıdan ibarettir. Anti kapitalist Müslümanların kimi söylemleri, bazı sosyalistlerin hoşuna gitse de en azından sosyalistlerin, değerlerin sınıfsal temeli, değerlerin değişimi ve evrimi gibi olgular ile, değer yozlaşmasında kapitalizme biçtikleri rolün İslamcılar dâhil pek çok kesim tarafından paylaşılacağını düşünmüyorum.

Şöyle diyebilirsiniz: Siz de postmodernistler gibi çok ayrıştırıyorsunuz, temel insan hakları, özgürlükler, adalet, eşitlik, mutluluk vb. taleplerde herkes birleşebilir. Ben bu umudun fiili değerler eğitimine bakarak iki nedenle yanılgılı olduğunu düşünüyorum. İlki, anılan kavramlara farklı kesimlerin farklı anlamlar yüklemeleri; ikincisi ise, yüklenen anlamların durağan değil dinamik oluşudur. Söz gelimi, bir İslamcın için özgürlük nedir? İslamcı din eleştirisi yapma özgürlüğüne izin verebilecek midir? Kadın ve erkek eşitliğini onaylayabilecek midir? Yine kendisi gibi inanmayanlara kafir demekten vazgeçecek midir? Farklı cinsel tercihlere pozitif yaklaşabilecek midir? Ya da bir kapitalist ya da liberal, adalet deyince o adaletin içine işçileri de gözeten eşitlikçi bir anlayış yerleştirebilecek midir? Burjuva değerlerinin eleştirisine izin verebilecek midir? Ben bu konuda çok fazla umutvar değilim açıkçası. Öte yandan mutluluk denilince herkesin üzerinde birleştiği bir mutluluk anlayışından söz edilebilir mi? Biri mutluluğu hazda, biri öte dünyada, birisi çıkarda, birisi araç diğeri amaç-ideal değerlerde vb. arayabilir. Kaldı ki mutluluk, özgürlük, adalet, eşitlik gibi kavramlar durağan da değildir. Bu kavramlara yüklenen anlamlar sınıfsal konuma ve tarihsel zemine göre farklılaşıyor. Orta Çağın adalet kavramına yüklediği anlamla bugünün adalet anlayışının aynı olduğu nasıl söylenebilir? Yine aynı dönemde yaşamalarına karşın bir sosyalistin eşitlikçi adalet imgesiyle bir liberalin sermaye yanlısı adalet tasarımının aynı olduğu nasıl söylenebilir? Postmodernistlerin yaptığı gibi şu denilebilir: Çoklu değerler dizgesini kabul ederiz; çok-kültürlülük, hoşgörü, tolerans, bireycilik gibi değerleri ön plana çıkartırız, sorun hallolur. İyi de ötekinin inancı sizi yok etmeye yönelmişse ne yapacaksınız? İŞİD, Taliban, Hizbullah gibi yapılar ya da sermaye sahiplerinin sömürgeci tutumları karşısında nasıl bir tavır alacaksınız? Ya da emeğinizi sömürmeye odaklanmış, kâr hırsıyla doğaya zarar veren kapitalist yapılar karşısında kendinizi ve doğayı nasıl koruyacaksınız? Doğayı talan edenlere nasıl hoşgörü ya da tolerans göstereceksiniz? Namus cinayeti, kan davası, recm cezası, idamlar, çocuk istismarı, kadın cinayetleri vb.’ye nasıl tahammül edeceksiniz? Etnik özgürlük için teröre başvuranlarla nasıl baş edeceksiniz? Postmodern görecelilik ve öznellik, bunlara tahammül etmeyi öneriyor gibi gözüküyor. Çünkü kültürel görecelilik ve öznellik doğası gereği, değerler alanında epistemik üstünlüğü yok sayar. Kültürel göreceliliği ve öznelliği eleştiri dışı bırakıp kutsar. Gerçekten bu konuda postmodern olabilir miyiz? Hiç sanmıyorum.

IV

-Değerleri dine dayandırmak mümkün müdür? Ve eğer bir eğitim sistemi değerleri dine dayandırırsa nasıl bir sonuç ortaya çıkar?

Gelenek, değerleri mutlaklaştırmak için onları dine bağlama ihtiyacı hissetmiştir. Biraz felsefe ve teoloji kitabı karıştırmak bunu görmek için yeterlidir. Değerler konusunda her kafadan ayrı ses çıkınca, değerler uzlaşısı dinsel otoritede aranmıştır. Ancak vakıa şudur ki dünyada pek çok din olduğu için, değerler alanında mutlak uzlaşı yine sağlanamamıştır. Hatta denilebilir ki dinler, mezheplere ve cemaatlere bölündüğünden, değerler alanı daha da çok parçalanmıştır. Kanımca değerleri dine bağlamak, kimilerinin dediği gibi görünmez bir gücün insan üzerindeki denetimi açısından olumlu işlev görmüştür ve görmektedir. Bunlara göre değerler alanı seküler bir alan olmaz; sekülerleşme değerleri yok eder; yaptırımdan yoksun bırakır. Bu nedenle eğitimde dinsel geleneksel değerler başat olmalıdır. Bizde 12 Eylül askeri darbesinden beri fiilen zorunlu din kültürü ve ahlak bilgisi dersleriyle yürürlükte olan bu bakış açısıdır. Ben bu türden bir bakışın ahlakiliğe değil, belli açılardan ahlaki yozlaşamaya hizmet ettiğini düşünenlerdenim. Gerekçelerimi paylaşmam gerekirse, ilk bakışta şunları söyleyebilirim: İlki, dini değerler öte dünya odaklıdır ve bu dünyanın imarına çok fazla hizmet etmezler. Bu dünya sadece ahiretin tarlasıdır ve önemsizdir. İkincisi, dini değerler, ödül ve ceza odaklıdır ve çıkarcıdır. Cennet ve cehennem mefhumları belirleyicidir. Bu J. Piaget’in deyişiyle söylersek, dinsel ahlak insani gelişim bakımından ahlaki özerkliğe uzanamamış insanlara ait bir yaklaşımdır. Kant’ın deyişiyle insanı araçsallaştıran bir yaklaşımdır ve hiç de ve evrensel ve insani değildir. Üçüncüsü, dini değerler ayrıştırıcıdır; kendi dini, mezhebi, cemaati dışındakilere karşı aynı değerler dizgesini önermez. Bunu görmek için, din ve mezhep savaşı ile cemaat liderlerinin birbirleri hakkındaki belden alta konuşmalarına bakmak yeterlidir. Dördüncüsü, değerlerin kaynağını insanın dışında aramak, onları dışsal buyruğa indirgemek demektir. Dışsal buyruklar, buyruk verici yadsındığında yok olur gider; hiçbir bağlayıcılığı kalmaz. Tanrı ölünce yaşasın kötülük denilmesine yol açar. Beşincisi, dinsel değerler baskıcıdırlar, ötekileştirir ve mahalle baskısının altında bu değerler yatar. Yedincisi, değerleri buyruğa indirger; aslında bu buyruklar sunulduğu biçimiyle soyuttur ve gerçek yaşamın girift koşullarında kılavuzluk etmezler. Mesela adil olacaksın der, ama adil olmak ne demektir? Bunun kesin bir yanıtını vermez verse de adalet anlayışı, evrensel tutamaklardan yoksundur. Sekizincisi, kutsal kitaplarda yer alan değerler, kutsal kitabın yazıldığı dönemin değerleridir. Bu kaçınılmazdır; felsefi antropolojinin ışığı altında bakılırsa, dinsel metinler ilk seslendiği toplumun bilişi, dili, kültürü, sınıfsal yapısı vb. tarafından belirlenmişlerdir. Bir örnek vermek gerekirse, tüm tek-tanrılı dinlerde kadın ikincildir; köleci toplumsal değerler ön plandadır; tarım toplumunu değerler dizgesi geniş bir yer tutar. Şimdi, durum bu minvalde ise, ki bana göre kesinlikle böyledir; bunu görmek için herhangi bir kutsal kitabı sorgulayarak okumak yeterlidir, değerleri dine dayandırmak, toplumu geriye mahkum etmek, değerlerdeki dinamizmi yok saymak, dinsel, mezhepsel, inançsal ayrımcılığa ve ötekileştirmelere çanak tutmak demektir. Bu anlamıyla değerlerin dine dayandırılamayacağını açıkça deklere etmek gerekir; çünkü dindeki yani kutsal kitaplardaki değerlerin çoğu zaten geride kalmış değerlerdir. Tevillerle onları ne kadar güncelleştirmeye çalışırsak çalışalım, durum değişmemektedir. Söz gelimi, adaleti bir değer olarak alırsak İslam literatürü, buna vurgu yapmasına rağmen, kadına erkeğin yarısı miras vermekte, iki kadının şahitliğini bir erkeğe eş saymakta, erkeğin kadınlar üzerinde yönetici olduğunu vurgulamakta, cariye edepsizlik yaparsa özgür kadına verilen cezanın yarısını önermektedir vb… Bunların bugünün adalet değeriyle ilişkisinin olmadığı açıktır; bu değerler tarihsel ve yereldir. Dinin en yetkin değerleri içerdiği vurgusu, değerleri tarihsel bir kitapla sınırladığı ve değerleri dogmatik bir inanç konusu haline getirdiği için de büyük sıkıntılara yol açmaktadır. İŞİD, Taliban, Hizbullah vb. Kurani değerleri uyguladığını söylemiyor mu? Bu değerler uğruna kadınları cariye yapıp, kendisinden farklı düşünenleri öldürmüyorlar mı? Her dogmatik inançlı kendisi dışındakilerin batıl, sadece kendisinin hak değerlere sahip olduğunu savlamıyor mu? Dinin ve mezhebin doğasında var bu. Eğitim bu türden anlayışlara çanak tutamaz; tutarsa, Türkiye özelinde söylüyorum, Orta Doğu’nun kan bataklığına saplanmamak için hiçbir neden kalmaz. Bugün bizde Orta Doğu’daki gibi hâlâ büyük dinsel ve mezhepsel kavgalar olmuyorsa, bunu, nispeten benimsemiş ama kökleşememiş laik değerlere borçluyuz diye düşünüyorum.

V

-Tüm bu söylediklerimden değerler eğimine eleştirel yaklaştığım gibi bir sonuç çıkarmak olasıdır. Şu halde değerler eğitimi bir yalandan mı ibarettir? Değerler eğitimi mümkün değil midir?

Buna bir çırpıda hayır demek olası değildir. Çünkü her eğitim sistemi, birtakım bilgi ve becerilerin yanında bazı değerleri de sunar. Özellikle ulus devletlerde yurttaş eğitimi adı altında pek çok değer işlenir ve çocuklara aşılanmaya çalışılır. İyi bir vatandaş olmaları için çaba sarf edilir. Toplumun normları öğretilir. Yine pek çok ülkede din eğitimi adı altında dinsel değerler eğitimi yapılmaktadır. Bu bir realitedir. Bunu yapmazsak, ulusal, dinsel ve mezhepsel kimliğimiz yok olur diye düşünülmektedir. Bunun manevi değerler adı altıda bir hayli propagandası da yapılmaktadır. Felsefi düzlemde bakarsak yapılan nedir? Açıkça itiraf etmem gerekirse yapılan şudur: Çıplak ve insani gizil güçlerle, insani olanaklarla dünyaya gelen çocukları bir ulusa, bir kültüre, bir dine ait kılmaya çalışmaktır. Benim değişimle eğip bükmektir. Bu tümüyle zararlı mıdır? Elbette hayır. Belli bir dili öğrenmek bile o dilin taşıdığı değerlere katılmaktır. Ancak bu tür bir değer aşılamasıyla çoğu kez insanın insana düşman edildiğinin, insanın insani yapısına yabancılaştırıldığının altının çizilmesi gerekir. Bu konuda eğitim içerisinde tarih, etnik savaşlar, dinsel, mezhepsel kavgaların bile kullanıldığı gözlenmektedir. Böyle değerler eğitimi yapılacağına hiç yapılmasa daha iyidir diye düşünüyorum. Bence bir eğitim sisteminin değerler alanında yapabileceği en iyi şey, değer aşılamaktan çok değer analizine yönelmek olmalıdır. Değer analizinde dört şey yapılabilir diye düşünüyorum: İlki, varolan değerlerin bir dökümünü yapmak; yani realitenin fotoğrafını çekmek. İkincisi, bu değerlerin tarihsel süreçte evrimini göstermek. Üçüncüsü, farklı toplumların, ideolojilerin, inanç sistemlerinin bu değerlere yaklaşımı belirlemek. Dördüncüsü, bu değerlerin içeriksel bir eleştirisini yapmaya olanak sağlamak. Eğer böylesi bir yol takip edilirse, en azından çıplak insan kimliğine eklemlenen ve insanı insana düşman eden pek çok kimliğin paranteze alınabileceği yeni bir duyarlılık geliştirilebilir. Daha insani bir duyarlılık eğitimi gerçekleştirilebilir. Bu oldukça zor bir iştir, ama uzun erimde, empati yeteneğinin geliştirilmesine, insaniliğin ve hümanizmin keşfedilmesine, farklılıkların aşılarak sırf halis insan kimliğinde birleşilmesine katkı sağlayabilir. Yani değerler eğitimi, ancak ve ancak değer analizine odaklı eleştirel bir değer eğitimi olabilir. Aksi durum, ötekileştirmelere yol açan, parçalayan, düşman eden bir değerler aşılmasına yol açar ve açıkçası açmaktadır da.

VI

-Türkiye eğitim sisteminde değerler eğitimi üzerinde bir istismar durumu var mıdır? Varsa bunu önlemeye dönük neler yapılabilir?

Buna hayır demek mümkün değildir. Her şeyden önce bizim eğitim sistemi, değerler eğitimi bakımından deyiş yerindeyse kişilik bölünmesi yaşamaktadır. Bizim eğitim sistemimiz, sosyal bilgilerde evrensel değerler, tarih derslerinde milli değerler, din derslerinde ise dini değerlere yönelmiş durumdadır. Bir derste değerlerin kaynağı insan ve toplumdur diye öğretilir, başka bir derste dindir diye ezberletilir. Bir derste değerler evrilir denilir, başka bir derste değerler mutlak diye belletilir. Son dönemlerde muhafazakârlaşma ve dindar gençlik yetiştirme hevesiyle, değerleri dine bağlayan yaklaşımda köktenci bir artış söz konusudur. Bu arada iktidar muhafazakâr diye, her okulun değerler eğitimi programı hazırlaması ve dini bütün insanlardan panel, konferans vb. konuda yardım alma yarışına girişmeleri tam bir yozlaşmışlığın ifadesi olarak görülebilir. Bir yandan AVM kültürü, diğer yanda muhafazakârlık; bir yanda bireyciliğin tetiklenmesi öte yandan geleneksel toplumsal değerlere sözde vurgu tam bir kaos görüntüsü vermektedir. Bu kaos, aslında tam da postmodern bir durumdur. Umarım eklenti kimlikleri paranteze almayı öğrenir ve insani yapımıza, ayrımcılık içermeyen saf insani halimize geri döneriz. Yine, umarım eğitim sistemimiz, sırf insan olmanın, insanı araçsallaştırmamanın önemini kavrayabilir bir düzeye ulaşabilir. Tabi bunun olması için, insanı olanaklar varlığı olarak gören eğitimbilimcilerin, sanatçıların, filozofların, sivil toplum örgütlerinin yılmadan faal olmaları, topluma yeni ufuk değerler önermeleri, yozlaşmış değerlerin eleştirisini yapıp aşılmalarını sağlamaları gerekiyor.

——————————————————————-

Kaynak:

https://www.gazetedurum.com.tr/yazar/Hasan-Aydin/degerler-egitimi-uzerine-kendimle-elestirel-bir-soylesi-19966

Yazar
Kırmızılar

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen