Tarihi Süreç İçerisinde “Yeni Avrasyacılık”

Rusya, tarih boyu otoriter veya totaliter nitelikli siyasal sisteme sahip olmuştur. Rusya’nın siyasal yapısı, Rus kimliğinin şekillenmesi ve dış politikasının belirlenmesinde etkili olan önemli unsurlar; Ortodoks-Hıristiyan kimliği, emperyal yayılmacı siyaset izlemesi, ülke ekonomisinin merkezi devletin sıkı kontrolünde tutulması, bürokratik yapının oldukça güçlü olması ve askeri gücünün her dönem yüksek seviyede tutulmasıdır. 

*****

Hüseyin UYSAL

Giriş

Rusya, tarih boyu otoriter veya totaliter nitelikli siyasal sisteme sahip olmuştur. Rusya’nın siyasal yapısı, Rus kimliğinin şekillenmesi ve dış politikasının belirlenmesinde etkili olan önemli unsurlar; Ortodoks-Hıristiyan kimliği, emperyal yayılmacı siyaset izlemesi, ülke ekonomisinin merkezi devletin sıkı kontrolünde tutulması, bürokratik yapının oldukça güçlü olması ve askeri gücünün her dönem yüksek seviyede tutulmasıdır.

Kimlik sorunsalı olarak da görülen bu unsurları ortaya çıkaran ise tarihsel süreçtir. Bu bağlamda geçmişte yaşanan üç kırılma dönemi olan Çarlık dönemi, Sovyet dönemi ve Rusya Federasyonu dönemi nasıl bir ulusal kimlik değişimi yasadığı sorusuna net açılımlar sunabilecektir. Bu tarihsel süreç incelendiğinde Rusya karşılaştığı buhranlı dönemlerde çeşitli ulusal kimlik krizlerinin yaşandığı görülmektedir. Bu kimlik krizlerinin aşılmasına yönelik olarak ortaya konulan felsefi çalışmalar sonucunda farklı dış politika akımları doğmuştur. Bu dış politika akımlarından farklı yönleri ile ayrışan sosyalist düşünce dışarıda bırakılacak olursa dönemsel olarak iki tanesi ön plana çıkmaktadır: Batıcılık ve Avrasyacılık.

Klasik Batıcılık Akımı

Batıcılık akımı temel felsefesi itibariyle Rusya’nın Batı kültürünün ayrılmaz bir parçası olduğu ve Rusya’nın geleceğinin Batı ile kader birliği yapmasına bağlı olduğu ön kabulüne dayanmaktadır. Klasik batıcılık hareketi I. Petro’nun Rusya’yı büyük güç haline getirme politikalarıyla başlamıştır. I. Petro’ya göre Rusya, “Batı”da yaşanan teknolojik gelişmelere ayak uydurarak “Avrupalı” düşmanları ile baş edebilecektir. Bu doğrultuda I. Petro Rusya’nın “Avrupalılaşması” için birçok reformu yaşama geçirerek batıcılık akımını başlatmıştır. Ancak Batıcılık Akımı SSCB’nin çözülüşüne kadar siyasal elitler ve aydınlar arasında köklü bir akıma dönüşmemiş, Rus kimliği ve yönelişi konusunda radikal bir tercih olarak kalmıştır (Dağı, 2002, s. 146).

Rusya’nın kültürel bakımdan Doğu’ya mı yoksa Batı’ya mı ait olduğu sorusu etrafında tartışmalar uzun süre devam etmiştir. Batıcılar, Rusya’nın Batı kültürünün önemli bir parçası olduğu kanısındadırlar; Rus edebiyatı ve müziği olmaksızın Batı medeniyeti ve kültürünün eksik kalacağını vurgulamaktadırlar. Onlara göre benzer bir kültürel paylaşımı Doğu toplumlarına ilişkin söylemek imkânsızdır.

Rusya’nın moderniteye Avrupa‘da ulaşacağı düşüncesi Batılılaşmacıların temel düşüncelerini ifade etmektedir. Böylece Rusya Batı’nın sosyal, siyasal ve ekonomik kurumlarını kendi bünyesine adapte ederek köylü bir toplum psikolojisini üstünden atabilecektir. Bundan dolayı Çarlık, Batı Avrupa benzeri bir ulus-devlet modelinin Batıya karsı rekabet gücünü yaratabileceğini kabul etmiştir. Böylece Çarlık bir yandan merkezileşme ve bürokratik rasyonalizasyonla yeni bir devlet aygıtı kurmaya, öte yandan da sanayileşme çabalarıyla Avrupai “büyük/güçlü” devlet olmanın gerekleri yerine getirilmeye çalışmaktadır.

Batılaşma düşüncesi daha sonra 19. yüzyılda Slavcılıkla beraber düşünsel alanda etkin olan görüşlerden biri haline gelmiştir. Kırım Savaşı Avrupa’ya ilişkin kızgınlık ve hayal kırıklığını gündeme getirerek Batıcılık akımının etkinliğini azaltmıştır. Ayrıca, sol devrimci düşüncenin etkili bir akıma dönüşmesi ve Ekim Devriminin ardından Batı ile çatışma halinde yeni bir rejimin kurulması, Batıcılığın tamamen geri plana itilmesine sebep olmuştur.

Rusya Federasyonu’nda tarihsel arka planı zayıf olan reformist/liberal hareket, Yeni Batıcılık Akımı kapsamında Rus siyasi yaşamında özellikle Batılı değerleri savunmaya çalışmış; demokratik ve pazar ekonomisine dayanan bir işbirliği ve kalkınma modeli öngörmüşlerdir.

Klasik Avrasyacılık Akımı

Klasik Avrasyacılık akımı Bolşevik Ekim Devrimi’ne muhalefet etmiş olan Rus aydınları tarafından, Avrupa’da sürgün hayatı yaşadıkları sırada ortaya atılmıştır. Nikolay Truvbetskoy (1890-1938), Peter Savitskiy (1895-1968), Georgiy Florovski (1893-1979), Georgiy Vernadskiy (1887-1973) gibi Rus aydınları, entelektüel birikimlerini harekete geçirerek, yayınladıkları eserlerde Rusya’nın tarihsel geçmişi, o dönemdeki durumu ve geleceği ile ilgili kayda değer bilimsel çalışma yapmışlardır (İmanov, 2008, s. 43-47).

Klasik Avrasyacılar Rusya’yı, Avrupa ve Asya’dan farklı (daha çok Asya’ya dönük) kendine özgü kültürel-coğrafî dünyası olan özel bir coğrafi alan (Avrasya) olarak görmekteydiler. Ekim Devrimini eleştirmekte, ancak bu gelişmeyi Avrupalılaşma sürecinin sonu olarak görmekte ve “Doğuya dönüş” için iyi bir başlangıç olarak değerlendirmekteydiler. Bunlara ek olarak, Ekim Devrimi sonrasında Rusya’da ortaya çıkan devlet yapısı ile sosyalist ve kapitalist ekonomik sistemler de eleştirilmekteydi. Bunların yerine fonksiyonel mülkiyet üzerine temellenen kamu-özel sistemi; kültürlerin ve dinlerin gelişeceği ve toplulukların Avrasyacı milliyetçilik etrafında birleşebileceği bir Rusya tasarlanmaktaydılar.

Klasik Avrasyacılara göre 1917 Bolşevik devrimi Rusya için yeni bir başlangıçtır. Din, dil, ırk ayrımı yapılmaksızın Rusya sınırları içerisinde yasayan tüm halkların kardeşliği hedeflenmiş ve yapılan propagandalarda bu konu islenmiştir. Ancak, Sovyet rejiminin Sosyalist ideolojiyi bir “homojenleştirme” aracı olarak kullanarak farklı uluslar arasında Sovyet üst kimliğini tesise yöneldiği görülmektedir. Bu doğrultuda Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) döneminde Moskova misyonunu diğer ülkelerde “sosyalist devrim” gerçekleştirerek, bu ülkelere rejim ihraç etme, olarak belirlemiştir. Soğuk Savaş döneminde SSCB’nin süper güç haline gelmesi ve dış politikasını sosyalist enternasyonalizm ve sınıf mücadelesi gibi ideolojik temellere oturtması gibi nedenlerden dolayı klasik dış politika akımları gölgede kalmıştır.

SSCB’nin çöküşünü takiben Rus ulusal güvenlik düşüncesinde değişik arayışlar yaşanırken de Batıcılık ve Batı eksenli öncelikler tekrar öne çıkmıştır. Arayışlar özellikle ulusal güvenlik ve dış politika alanında kendisini gösterirken, Rus dış politikasındaki temel eğilimler ilk olarak 28 Mart 1992’de dönemin Rusya Devlet Başkanı Boris Yeltsin’in danışmanı Sergey Stankeviç’in Nezavisimaya Gazeta gazetesinde yayınladığı makalesinde Batıcılık (Atlantikçilik) ve Avrasyacılık olarak tasnif edilmiştir (Stankevich, 1994, s. 39–43).

Yeni Batıcılık (Atlantikçilik) Akımı

Prestroyka (yeniden yapılanma) ve Glastnost (şeffaflık) politikalarının uygulamaya konması ve SSCB’nin ideolojik dayanaklarının cazibe merkezi olmaktan çıkmasıyla beraber, Rusya’da kökleri eskiye dayanan birçok tartışma yeniden gündeme gelmiştir. Rusya’nın yaşadığı aidiyet krizi ve Rus Dış Politikasının hangi idealler ekseninde şekilleneceği gibi konulara odaklanan bu tartışmalarda özellikle klasik batıcılık ve klasik Avrasyacılık akımlarının yeni versiyonları etkili olmuşlardır (Gazigil, 2005, s.137).

SSCB’nin emperyal taahhütlerinden vazgeçmesi emperyal kimlikte kırılmalara sebep olmuş ve “dış tehdit” ve “dış düşman” yani çevrelenmişlik psikozundan çıkılması, Rus toplumunda yeni ulusal kimlik arayışlarında demokratik yönelimin kapısını açmıştır. SSCB’nin dış politikadaki “ideolojik” kaygılarının sona ermesiyle Gorbaçov uluslararası sistemde kutuplaşma yerine Avrupa’da ekonomik, askeri ve siyasi işbirliği sağlayacak “Ortak Avrupa Evi” fikrini ortaya atmıştır. Bu fikir SSCB’yi karşılıklı bağımlılıkların arttığı küresel dünyaya daha da yakınlaştırmış ve artık sorunların BM ve AGİK gibi uluslararası kuruluşlar ve Doğu/Batı arasında sağlanacak işbirliğiyle giderileceği düşünülmüştür.

Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrası Rusya yine sancılı bir geçiş dönemi yaşamıştır. Âdemi merkeziyetçi idari yapı, piyasa ekonomisi ve çok partili siyasi sisteme geçiş iç politikada istikrarsızlıklara neden olmuştur. Özellikle planlı ekonomiden piyasa ekonomisine geçiş ve hızlı bir şekilde uygulamaya konulan özelleştirme programı sonucunda, çarpık bir ekonomik yapılanma oluşmuştur. Diğer yandan dış politikada da bir takım ikilemlerle karşılaşılmıştır. Bu durum Rusya’da aidiyet bunalımı yaşanmasına neden olmuştur. Böylece Yeni Batıcılar ve Yeni Avrasyacılar tarafından Rus Dış Politikasına yön verecek olan yeni “ideallerin” neler olması gerektiği ve Rusya Federasyonu’nun yaşadığı aidiyet krizine ilişkin bilimsel görüşler ortaya atılmıştır.

Atlantikçilerin temel dış politika yönelimi, Rusya’nın Batı ile ekonomik entegrasyonunun tamamlanması ve medeni dünyada ‘normal’ bir ülke olarak Rusya’nın yerini alması biçimindedir. Rusya’yı ‘normal’leştirmenin yolu Atlantikçilere göre ülkenin uluslararası sistemden siyasi ve ekonomik alanda izolasyonunu ortadan kaldırmaktan geçmektedir. Atlantikçiler Batı’yı değil, Doğu’yu tehdit olarak algılamakta, uzun dönemde Rusya’ya yönelik tehdidin istikrarsız bir bölge olan Orta Asya’dan, Afganistan’dan veya Çin’den gelebileceğini öngörmektedirler. Bu nedenle Rusya’nın Batı ittifakı içinde bir savunma politikası izlemesi gerektiğine inanmaktadırlar.

Rusya’daki çatışma durumunun güvenlik sorunlarını ön plana çıkardığını ve bu durumun da askeri gücün kullanımına yol açtığını ileri sürmüşlerdir. Bu nedenle çatışmacı dış politikadan vazgeçilmesini savunmaktadırlar. 1991 yılındaki olaylar sonrasında Rusya’nın yeni dış politikasında Batı’ya hızlı bir yaklaşım görülmüştür. Rusya’daki yeni demokratik güçler, özgür ve gelişmiş bir ülke kurmak için Batı ile işbirliğinin gerekli olduğu görüşünde idiler.

Atlantikçi görüşe göre, Rus diplomasisinin temel istikameti Batı olmalı, zira Rusya tarihsel olarak Batı/Hıristiyan medeniyeti içinde yer almaktadır. Dolayısıyla, Rus uluslararası stratejisinin temel misyonu, Batı ile ortaklık kurmak ve Avrupa Birliği, NATO, IMF, Dünya Bankası, OECD Teşkilatı, G-7 üyeliği gibi Batılı ekonomik, politik, askeri örgüt ve kuruluşlara katılmaktır. Kozirev’e göre, “Rusya, piyasa ekonomisine sahip, tanınmış demokratik devletler kulübüne, eşitlik esasına dayalı olarak katılmalıdır.”

Batıcılara göre, bu gibi ortaklıklar Rusya’da gerçekleştirilecek reformlar için güçlü bir uluslararası destek kaynağı olacaktır. Rusya’nın iç reformlarıyla ilgilenen, Boris Yeltsin iktidar döneminin başlarında bariz bir Batıcı olduğunu göstermiştir. Batıcılara göre, Rusya’nın gelecekteki gücü, klasik ‘büyüklük’ ölçüleriyle değil, ‘halkın refah düzeyi’ ile ölçülecektir. Onlara göre, Batı, artık Rusya için artık bir düşman değildir; olsa olsa Sovyetler Birliği’nin yıkılması sonrasında etkinlik kazanan bir kalkınma modelidir.

Kozyrev Batı yönelimli dış politika sürdüren Rusya için üç temel hedefin altını çizmiştir: “Bize göre 1992, 1917’den çok farklıdır, savaş yoluyla birbirini yok etmek isteyen devletler yerine insan hakları ve karşılıklı işbirliği anlayışında olan uygar bir uluslararası toplum var. Bizim hedefimiz de demokratik barışçıl bir şekilde bu uluslararası topluma üye olmak… Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) de bu anlayışa göre şekillenmeli, totaliter, baskıcı anlayış yerine doğal bağlarla daha uzun vadeli bir şekilde bir arada durmalıyız. Bağımsız devletler ve eşit ortaklar olarak bir araya gelmeyi öğrenmeliyiz… İkinci olarak nükleer silahların kontrolü üzerinde Rusya’nın özel bir sorumluluğu vardır. Ukrayna, Belarus ve Kazakistan gibi BDT ülkelerindeki nükleer silahlar buna dâhildir. Nükleer silahların azaltılması için ABD ile işbirliğine gitmek gerekmektedir… Üçüncü olarak Rusya’nın küresel ekonominin bir üyesi olabilmesi için Batı’nın finansal ve ekonomik yardımlarına ihtiyaç duymaktadır. Bu bağlamda Rusya IMF gibi etkin uluslararası örgütlere girmek istemekte, alınacak yardımlarla da toplumun yaşam standartlarını artıracaktır” (Dawisha, 1997, s. 34-35).

Batıcıların Batı’ya verdikleri bu öncelik Rusya Federasyonu’nun dış ilişkilerinde de kendini göstermiş, Kozirev daha Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) üyelerini ziyaret etmeden, Batılı ülkeleri ziyaret etmesi ilgi çekici olmuştur. Batıcıların Orta Asya Cumhuriyetlerini Rusya’ya yük olarak gördükleri gözlenmiştir. Yeni dönemde Rusya açısından en önemli tehdit olarak algılanan ve ulusal kimlik/milliyetçilik tartışmalarını da çok yakından etkileyen NATO’nun genişlemesine genelde olumlu yaklaşmışlar, Yeltsin döneminin politikalarını desteklemişlerdir.

1991-93 yılları arasında Atlantikçi ekolün etkisiyle Rusya’nın izlediği Batı yanlısı ve ‘yakın çevreye’ ilgisiz politika, 1993 yılında açıklanan ‘Dış Politika Konsepti’ çerçevesinde şekillenen ‘yakın çevre’ doktrini ile bütünüyle değişmiştir. Bu dönemde Rusya ‘yaşam sahası’ olarak gördüğü eski Sovyet coğrafyasını ekonomik, siyasi ve askeri araçlarla yeniden etki altına almaya çalışmıştır.

Yeltsin dönemi Rusya’sında Batıcılar ve Avrasyacılar arasında yaşanan düşünce farkları nedeniyle ideolojik bir tabana oturan iki yeni fikir ortaya çıkmıştır. Bunlar Rusya’nın Batı ile bir arada olmasını ve işbirliği geliştirmesini savunan Atlantistler (Batıcılar) ve hızlı Batılılasmaya karsı olduğu için, onun yerine Rusya’yı Asya ve Avrupa arasında bir köprü olarak gören Yeni Avrasyacılardır (Devederov, 2003, s. 8).

Sovyet sonrası dönemde Rus dış politika tartışmaları bu iki ana gurubun fikirleri çerçevesinde gelişmiştir. Bu bağlamda Yeltsin dönemi Rus dış politikası üç ana dönem göz önüne alınarak incelenebilir:

–    Birinci dönem Batı yanlısı çizginin öne çıktığı Sovyetler Birliği’nin dağılması ile Mayıs 1992 arasındaki dönem;

–    İkinci dönem Mayıs 1992 ile Nisan 1993 arasındaki hem Batı hem de BDT’ye yönelişi içeren ve Batı ile ilişkilerdeki kopukluk dönemi;

–    Üçüncü dönem Nisan 1993’te ilk kez resmi Dış Politika Konseptinin oluşturulmasıyla daha tutarlı bir tabana oturan ve Yeltsin’in devlet başkanlığı görevinden ayrılıncaya kadar hem Batı hem de yakın çevreye karsı giderek sertleşen dış politika tarzının benimsendiği dönem.

Yeni batıcılar arasında Rus Dış Politikası hakkında zamanla görüş ayrılıkları da ortaya çıkmıştır. Bazıları, ABD’nin dayattığı tek kutuplu sisteme karşı çıkmışlardır. Gorbaçov’un ortaya attığı “Ortak Avrupa Evi” düşüncesinde olduğu gibi, ABD yerine Avrupa merkezli bir Rus dış politikasını savunmuşlardır. Bir kısmı ise Batı’da Almanya egemen bir AB’nin ve Doğu’da da Çin ve Japonya’nın gücünün ancak ABD ile dengelenebileceğini iddia etmişlerdir. Bu grubun bazı üyeleri ise hâlâ batılı ülkeler (özellikle ABD) ile ilişkilerin geliştirilmesinin Rus çıkarları ile birebir örtüştüğünü iddia etmeye davam etmişlerdir.

Atlantikçilerin Rusya’nın yeni dönemde karsılaştığı sorunlara karşı Batı’dan siyasi ve ekonomik destek beklemesi, fakat desteğin istenilen düzeyde gerçekleşmemesi hayal kırıklığı yaratmıştır. Batılı devletlerin ve ABD’nin NATO’nun genişlemesine verdiği destek, Rus diasporasının haklarının garanti edilememesi ve Batı’nın hala Rusya’ya karşı duyduğu güvensizlik Rusya’da Batıcı söylemlerin zayıflamasına neden olmuştur. Atlantikçiler, ancak 1991’den 1993 yılına kadar Rus siyasi yaşamında etkin olabilmişlerdir.

SSCB’nin yıkılışını sindiremeyen çevreler, yeni batıcılık politikalarını “idealist” ve “romantik” olarak nitelendirmiş, batıcıları neredeyse hain ilan etmişlerdir. Bu ortamda Rusya’da çok sayıda siyasî parti ve akım ortaya çıkmıştır ki, bunlar arasında Yeltsin iktidarına ve politikasına en fazla karşı çıkan Avrasyacılar olmuştur. Rusya’nın tarihini ve geleceğini sorgulayan ve Rusya’ya Doğu kimliğini yakıştıran Avrasyacılığın temelinde, aslında başta ABD olmak üzere Batı karşıtlığı yatmaktadır. Yeltsin, muhalefetin bu baskısı altında dış politikada bazı değişikliklere gitmek zorunda kalmıştır. Başta Orta Asya cumhuriyetleri olmak üzere eski Sovyet cumhuriyetlerine daha fazla önem vermeye başlamış, NATO’nun Balkanlar politikasına ve genişleme planlarına da karşı çıkmıştır.

Rusya’nın dış politikasındaki bu ani değişikliğin bir başka nedeni ekonomik sorunlardır. Batı’yı kendisine model alan Rus yönetimi, ekonominin çöküşünü engelleyememiş ve bunun neticesinde Batı modelinin aslında Rusya için pek uygun olmadığını anlamıştır. Silahlı kuvvetler, güvenlik ve istihbarat birimleri ve eski komünistler, Rusya’nın Batı ile işbirliğine ve karşılıklı silahsızlanmaya gidilmesinden rahatsız olmuşlardır. Zira bu alanlara ayrılan bütçe her geçen gün azalmıştır. Dolayısıyla bu çevreler de Yeltsin’in dış politikadaki öncellikleri tekrar gözden geçirmesini talep etmişlerdir.

Yeltsin’in Batı karşısında izlediği teslimiyetçi dış politika da, halk arasında rahatsızlıklara yol açmıştır. İç politikada sorunlar yaşayan Yeltsin, dış politikada da halkın tepkisini almaktan çekinmiş ve bundan dolayı bir taraftan iktidarının başında yakınlaştığı Batı ile arasını açarken, diğer taraftan da SSCB’nin izlediği dış politikaya dönüş yapmıştır. Bu politikanın temelinde ise Orta Asya, Kafkaslar, Balkanlar ve Doğu Avrupa’da Moskova’nın varlığını arttırmak, Arap ülkeleri, Kuzey Kore ve Küba başta olmak üzere “geleneksel dostlar” ile ilişkileri geliştirmek gibi amaçlar öne çıkmıştır.

Putin’in de, esas itibari ile Batıcı ekolden olmasa bile, zaman zaman Batı taraftarı politikaları desteklediği bilinmektedir. Bunun temelde iki olası sebebinin olduğu düşünülmektedir: Putin’in ‘tepkisel anti-Amerikancılığı reddetmesi (Rusya’nın terör karşıtı kampta yer alması) ve enerji kaynaklarının satışı yoluyla Batı’nın sempatisini kazanmaya çalışmasıdır. Putin, bu bağlamda daha çok Batı Avrupa ile işbirliğine ağırlık vermiştir. Bu çerçevede; Kaliningrad’ın geleceği, uzun vadeli enerji projeleri, AB genişleme süreci, ileri teknoloji kazanma projeleri, ortak bir ekonomik bölgenin şekillendirilmesi gibi konularda Batı Avrupa ile işbirliği yapılmasını desteklemektedir.

Tüm bu hususlar değerlendirildiğinde yeni batıcıların batı’ya iyimser bakışlarına rağmen Liberalizm/Demokrasi alt yapısı olmayan bir ulusun hızla yürürlüğe giren ekonomik reformlarla karşı karşıya kalması, üretim düşerken işsizliğin ve enflasyonun artması hem kamuoyunda hem de Rus siyasal elitinde “Batıcılığa” karşı büyük bir tepki gelişmesine neden olduğu görülmektedir. Batı karşıtı grupların görüşlerine göre yeni batıcıların uyguladıkları dış ve ekonomi politikaları Rus halkından çok batı sermayesinin çıkarlarına hizmet etmektedir (Özdağ 1996, s.171). Ayrıca Rusya’nın yaşadığı ekonomik ve mali krizler ve bu doğrultuda yaşanan siyasal sorular karşısında, batılı kurumlardan beklenen ekonomik desteğin sağlanamaması, NATO’nun doğuya doğru genişlemesi, Bosna ve Kosova’ya yapılan müdahaleler, Rus diasporasının haklarının garanti edilmemesi ve batının Rusya’ya karşı güvensizlik duyması “Batıcılığa” karşı gösterilen tepkinin diğer nedenleridir. Bu gelişmeler, Yeni Avrasyacıların Rus Dış Politikasında öne çıkmasıyla sonuçlanmıştır. Bu grubun Avrasyacı ve ‘milliyetçi’ söylemi 1993’den itibaren Rus siyasi yaşamında etkin olmaya başlamış, dolayısıyla şeffaf bir yönetim ve demokratik bir pazar ekonomisi kurma hedefi zayıflamıştır (Dağı, 2002, s. 156).

Yeni Avrasyacılık Akımı

Yeltsin döneminde yaşanan sancılı geçiş dönemi sonucu ortaya çıkan âdemi merkeziyetçi idari yapı, çarpık piyasa ekonomisi ve çok partili siyasi sisteme geçiş sıkıntıları iç politikada istikrarsızlıklara neden olmuştur. Planlı ekonomiden piyasa ekonomisine geçiş ve hızlı bir şekilde uygulamaya konulan özelleştirme programı sonucunda, çarpık ve düzensiz bir ekonomik yapılanma oluşmuştur. Diğer yandan dış politikada da bir takım ikilemlerle karşılaşılmış, aidiyet bunalımı yaşanmıştır. Böylece Yeni Avrasyacılar tarafından Rus Dış Politikasına yön verecek yeni “ideallerin” neler olması gerektiği ve Rusya Federasyonu’nun yaşadığı aidiyet krizine ilişkin bilimsel görüşler baskın olarak ortaya atılmıştır.

Yeni Avrasyacılar Soğuk Savaş sonrası dönemde uluslararası sisteme hâkim olan ekonomik sistemden şiddetle rahatsızdırlar. Sovyet sonrası dönemde oluşan jeo-politik ve jeo-ekonomik boşluğun Trans-Atlantik merkezli kapitalizm tarafından doldurulmaya çalışılması; teknolojik ve ekonomik araçlarla ABD’nin siyasal ve kültürel hegemonyasının sürdürülmesi, uluslararası sistemin geneli ve Rusya’nın arka bahçesi olarak gördüğü Avrasya coğrafyası için büyük bir tehdit olarak görülmektedir. Ekonomik sistemle ilgili düşüncelerini, “sol” veya “sağ” oluşum üzerine yapılandırmayan Hareket, üçüncü bir yol ekseninde, Avrasya’nın kültürel, ekonomik ve siyasal alanda stratejik entegrasyon sağlanması gerektiğini iddia etmektedir.

Yeni Avrasyacılar, Realistler gibi güç dengesi ekseninde şekillenen uluslararası politikanın “sürekli dostluk” değil, “sürekli çıkar” olgusu doğrultusunda belirlendiğini iddia etmektedirler. Rus ulusal çıkarlarının korunabilmesinin, uluslararası sistemde Rusya’nın konumunun yeniden tanımlanmasına, siyasal ve askeri gücünün restore edilmesine bağlı olduğunu savunmaktadırlar. Bu yeniden tanımlanma sürecinde jeopolitik faktörler ön plana çıkarılmaktadır. Yeni Avrasyacılara göre jeopolitik, siyasal güç ve “büyük devlet” statüsünün vazgeçilmez bir unsurudur. Halford MacKinder gibi Rusya’yı Avrasya coğrafyasının ‘stratejik pivot’u olarak değerlendiren Yeni Avrasyacılar, Rus dış politikasının bu eksende şekillenmesinden yanadırlar.

Yeni Avrasyacılar, Klasik Avrasyacılar gibi kültürel ve coğrafi bütünsellikten hareket ederek, Avrasyacı düşünceyi jeo-stratejik ve jeopolitik bir unsur olarak Rus dış politikasına ve uluslararası ilişkiler sistemi içerisine bir olgu ve kuramsal yapı olarak yerleştirmeye çalışmaktadırlar (Özsağlam, 2006, s.118-119). Yeni Avrasyacıların temel hareket noktaları, Sovyet sonrası dönemde Moskova yönetiminin Batı ile iyi ilişkiler kurmak pahasına ülkenin tarihi, coğrafi ve kültürel kimliğine aykırı politikalar yürüttüğü, ulusal çıkarlarını göz ardı ettiği, iddiası idi (Özcan ve Kut, 2000, s. 438).

Aleksei Pushkov, Yeltsin yönetiminin icraatlarıyla ilgili olarak şu noktalara dikkat çekmektedir: “Son 10 yıl içerisinde Rus diplomasisi milli çıkarlara yönelik bir şekilde yürütülmedi. Yeltsin Rusya’sı BDT’yi güçlendirmeyi başaramadı yahut hiç istemedi. BDT, Rusya ile onun geleneksel rakipleri, öncelikle NATO üyesi ülkeler, arasında tampon rolü oynamalıydı. Ancak bu başarılamadı. Hazar Bölgesinde Rus dış politikası istikrarlı bir şekilde yürütülemedi. Taşıdığı jeopolitik önem göz ardı edilerek, BDT ülkelerinden Rus birlikleri çekildiler. Bu gün Azerbaycan’a karşı Rusya’nın elindeki tek koz Ermenistan’daki Rus birlikleridir. Diğer cumhuriyetlerde bu göz ardı edildi” ( Pushkov, 2001, s. 39).

Avrasyacı aydınlardan Alexi Arbatov Orta ve Doğu Avrupa’da Rusya’nın dışlanarak güvenliğinin sağlanmasının olanaksız olduğunu belirtmektedir. Arbatov, NATO’nun Doğu Avrupa’daki ülkeleri kendi bünyesine katmaya çalışmasının ise, Rus toplumunda milliyetçiliğin daha da yükselmesine ve Moskova’nın buna karşı tepki geliştirmesine neden olacağını iddia etmektedir (Arbatov, 1994, s.25-26). NATO’nun Rusya topraklarına doğru genişlemesi, Bosna ve Kosova müdahalelerinden rahatsız olan Yeni Avrasyacılar, bunların Rusya’yı Balkanlardan atmak için düzenlendiğine inanmaktadırlar. NATO’nun genişleme projeleriyle eşzamanlı olarak ABD’nin Karadeniz ve Orta Asya’da bazı BDT ülkeleriyle ortak askeri tatbikatlar düzenlemesini ve NATO’nun BDT ülkeleriyle ortaklık ilişkileri kurmasını, Rusya’nın yeniden “çevrelenmesi” olarak yorumlamaktadırlar (Mikoyan, 2000, s. 45).

Avrasya’da “uluslar üstü” yapıda kurulacak, etkin ve güçlü bir Rus devleti, hem iç hem de dış politikada önemli bir hedef olarak gösterilmektedir. Eski Sovyet coğrafyasını Rusya’nın doğal bir uzantısı olarak gören bu akım, emperyal/hegemonik Rus ulusal kimliğini de devreye sokarak, “yakın çevrede” nüfuz alanı kurma politikalarını meşrulaştırmaya çalışmaktadır. Avrasya’ya yöneliş için ekonomik gerekçeler de gösterilmektedir. Bu görüşe göre uluslararası sisteme uyum sağlamak adına uygulanan Batıcı politikalar zamanla Rusya’yı zayıflatacaktır. Yeni Avrasyacılara göre Batı, Rusya’nın hiçbir zaman dostu olmamış, aksine son yedi yüz yıl boyunca Rusya’yı çökertmeye çalışmıştır.

Zuganov, ‘Rusya bir devlet değil bir medeniyettir’ tespitini yaparak, devletin, yapısı ve işlevi konusunda Rusya’yı Batı’dan soyutlamış ve onu ‘özel’leştirmiştir. Yeni Batıcıları ütopik ve idealist olmakla suçlayan Yeni Avrasyacılar, Rus dış politikasının demokrasi ve insan hakları gibi nosyonları barındırmasına karşı çıkmaktadırlar. Demokrasi ve insan hakları gibi batılı değerlere dayanan çoğulculuk yerine; doğrudan devlet tarafından belirlenen, ulusal çıkarlara dayalı ‘tekil’ bir dış politikayı savunmaktadırlar. Zira Rusya tarihsel süreçte ne zaman Batı’nın demokratik modelini izlemeye kalkmışsa felaketten kurtulamamıştır. Hatta Sergei Baburin Batı demokrasisinin, çok uluslu bir uygarlığa sahip olan Rusya’ya bir model olarak sunulmasının arka planında, Batı’nın Rusya’yı yıkmak istemesi yattığını iddia etmektedir.

Rusya’nın önde gelen filozof ve jeopolitikçilerinden biri kabul edilen Aleksandr Gelyeviç Dugin, aynı zamanda Yeni Avrasyacılık akımının en önemli temsilcisidir. 1990 sonrası diğer düşünürler Avrasyacılığın bir veya birkaç yönü üzerinde yoğunlaşırken, yeni Avrasyacılığı etkin bir düşünce sistemi haline getirmeye çalışan Dugin, siyaset bilimi, felsefe, ekonomi, jeopolitik ve stratejik bilimler, din-devlet ilişkileri gibi alanlarda ve ülke içi, BDT coğrafyası ve kıtasal düzeyde sistemli bir bakış geliştirmiştir. Dugin kendi düşünce sistemini oluşturduğu dönemde jeopolitik teoriler, nasyonal-Bolşevizm gibi çeşitli akımlardan da etkilenmiştir. Çalışmalarında özellikle jeopolitik yaklaşımların önemli bir yeri vardır.

Dugin, çalışmalarında Liberalizm ve Batı karşıtlığı ön plana çıksa da, Amerika asıl hedef olarak gösterilmekte, Avrupa ile ise müttefik olunabileceğini,  AB, Japonya ve İslam dünyası ile ilişkilerin geliştirilmesini önermektedir. Dugin ayrıca, BDT ülkeleri arasında kurulacak uluslar üstü entegrasyonun (Avrasya Birliği) en önemli tepki olacağını belirtmektedir. Herkesin dinsel inancını ve kültürünü özgürce yaşayabileceği, iddia edilen bu oluşumda RF merkezi (lider) ülke olarak öne çıkarılmaktadır. Tasarlanan Avrasya Birliği’nin manevi değerler üzerine kurulacağını ve bu manevi değerlerin ortak coğrafya ve siyasal kültürün yanı sıra Ortodoks ve İslam dinlerinin diyalogları temelinde yükseleceğini iddia etmektedir.

Dugin; “Tarihin Rusya’ya yüklediği misyonun yerine getirilebilmesi, yani Anglo-Saxon Atlantikçi küreselleşmenin alaşağı edilmesi, Rusya (Heartland) ile diğer Avrasyacı kıyı güçlerin (Rimland) işbirliği yapması şartına bağlıdır. Dolayısıyla Rusya kendi sınırları dâhilinde Sovyet sonrası entegrasyonunu sağlıklı bir şekilde gerçekleştirip, Çarlık ve Sovyet dönemlerinde yapılan hatalardan arındırılmış bir realpolitik açılım olan “Yeni Avrasyacılık” fikrini Rimland ülkelerine benimsetmek zorundadır.” şeklinde ifade etmektedir.

Yeni Avrasyacılara göre; Sovyetler Birliği, ekonomik ya da siyasi bir başarısızlık sonucu değil, Rus askeri gücüne karşı duyulan korku ve Rus doğal kaynaklarına olan ihtiyaç gibi nedenlerden dolayı, Batı’nın komploları sonucu dağılmıştır. Batı ile ilişkiler de ‘dostluk’ değil, ancak ‘çıkar’ prensibine göre yeniden düzenlenmelidir. Yeni Avrasyacılar, ABD’nin sürdürmeye çalıştığı tek kutuplu sistemden rahatsızlık duymakta, Doğu Avrupa, Orta Asya gibi tarihsel açıdan Rusya’nın geleneksel nüfuz alanı olarak kabul edilen bölgelerin, ABD’nin kontrolüne girmesinden endişe etmektedirler. Güvenlik konularında Batıya kuşku ile baktıklarından, ABD ile özellikle askeri-güvenlik alanlarında bir ittifaka gidilmesine karşı çıkmaktadırlar ( Dağı, 2002 s. 167-169).

Avrasyacı yaklaşımın unsurlarının resmi politikada zirveye çıktığı zaman ise Yevgeni Primakov’un önce Dışişleri ve ardından da Başbakan olduğu Ocak 1996-Mayıs 1999 dönemidir. Bu dönemde dış politikaya egemen olan Primakov Doktrini, özünde Rusya’nın sadece bir gücün kontrolü altındaki tek kutuplu uluslararası düzenine karşı önleyici rolü üzerine kurulmuştur. Primakov’un dünya görüşü içinde fiili egemen rolüne rağmen ABD tek süper güç olarak kabul edilmemektedir. Avrasyacı yaklaşım unsurlarından “yakın çevreye” öncelik verme ve Amerikan hegemonyasından rahatsız olmanın 1993’de ilan edilen dış politika doktrininde yer aldığını görüyoruz. Rusya’nın “yakın çevrede” etkisini koruma çabaları, Balkanlarda Batının Miloşeviç karşıtı politikalarına karşı çıkışı, NATO’nun genişlemesine yönelik 1993’den itibaren giderek artan tepkileri, Çin’le, Hindistan’la ve İran’la geliştirilen ilişkiler Avrasyacı yaklaşımın resmi politikaya yansıyan unsurları olarak görülebilir. 2000’li yılların başında Rusya’da Vladimir Putin’in devlet başkanı olarak iktidara gelişi ile Avrasyacı bazı düşüncelerin yönetici elite yansıdığı gözlemlenmekledir.

Vladimir Putin’in devlet başkanı seçildikten sonra uluslararası arenada Rusya’nın etkisini artırma yönünde adımlar atacağına ve bundan böyle Rus dış politikasında önceliğin BDT coğrafyasına tanınacağına yönelik yaptığı açıklamaları Orta Asya ülkelerince dikkatle takip edilmiştir. Kremlin, bu ülkelerin güvenini kazanmak için cumhuriyetler için de önem arz eden konuları ön plana çıkarmıştır. Bu konuların başında uluslar arası terörizm ve uyuşturucu ticareti ile mücadele, bölge devletlerindeki iktidarları tehdit eden Batı’nın müdahalesine karşı koyma, ortak güvenlik ve ticaret alanlarının oluşturulması gibi politikalar gelmektedir.

Putin’in devlet başkanı yeminini ettikten sonra Türkmenistan ile Özbekistan’ı ziyaret etmesi (Mayıs 2000), bölgeye büyük önem verdiğini göstermektedir. Orta Asya ülkeleriyle ilişkilerinde işbirliği alanlarını ön plana çıkarması, Rusya’nın fazla beklemeden olumlu neticeler almasını ve bölgeye yeniden “dönüş”ünü sağlamıştır. Rusya, enerji kaynaklarından elde ettiği gelirlerle ekonomik krizi atlatmayı başarmış ve IMF’ye borçlarını tamamen kapatmıştır. Bu husus Rusya’nın bağımsız bir dış politika izlemesini ve ABD’nin tek kutuplu dünya düzenini sorgulamasını beraberinde getirmiştir. Ekonomik ve siyasi olarak güçlenen Rusya, Orta Asya ülkeleri için daha cazip bir ülke hâline gelmiştir. Nitekim Rusya, Putin döneminde Orta Asya ülkelerine yaptığı yatırımları ve destekleri arttırmış, bu ülkelerin Rusya’ya olan borçlarının bir kısmını silmiştir.

Rusya ile Orta Asya ülkelerini yakınlaştıran bir başka konu ise, bu ülkelerdeki rejimler meselesidir. Vladimir Putin, ülke içerisinde merkeziyetçi politika başlatarak Rusya’ya bağlı cumhuriyetlere Boris Yeltsin döneminde verilen hakları tek tek geri almıştır. Ayrıca Rusya’da Yeltsin döneminde gelişmeye başlayan demokrasi anlayışı ile demokratik müesseselere de son vermiş ve uluslararası terminolojiye “yönetilebilir demokrasi” terimini kazandırmıştır. Vladimir Putin’in bu siyaseti, benzer tutum sergileyen Orta Asya ülkelerinin liderlerinin gönlünü kazanmıştır. Zira bu politika, neredeyse bütün Orta Asya ülkelerinin muhalefetin siyasete katılmasını öngören Batı’nın demokrasi dayatması karşısında Rusya’ya “sığınmalarına” neden olmuştur.

Putin döneminde Avrasyacılık giderek güçlenmiştir. Bunun en iyi örnekleri, Putin’in doğu ülkelerine yaptığı ziyaretlerde görülebilir. Özellikle, Çin ile karşılıklı işbirliğinin artırılmasına yönelik adımlar, Hindistan, Türkiye ve diğer ülkelerle iyi ilişkiler kurulması dikkat çekicidir. Rusya Federasyonu, büyük hedefleri olan fakat bu hedeflere ulaşmada ekonomik gücü henüz yetersiz kalan bir ülkedir. Bu durum, onu çok boyutlu bir dış politika izlemeye itmektedir. Avrasyacılığın Rusya’daki başarısı, Rusya’nın ekonomik ve politik düzlemlerdeki dönüşümlerine bağlı olduğu kadar Fransa, Almanya, İran ve Türkiye gibi Avrasyacılığın Atlantik karşıtlığını destekleyici konumunda olabileceği düşünülen ülkelerin Avrasyacılık konusundaki yaklaşımlarına ve Atlantik karşısındaki tutumlarına bağlıdır.

Putin’in 1999’da Yeltsin’den görevi almasından bu yana Rus siyasetinde ciddi değişimler yaşanmıştır. Putin, ülkedeki iç sorunları eski parti mekanizmasının yardımları ile büyük ölçüde çözmüş gözüken bir avantajla eski Rus Avrasyacılığının da dâhil olduğu güç edinimi politikalarına daha çok zaman ayırmıştır. Artan petrol fiyatları, Rus ekonomisini rahatlatarak Putin’in hareket alanını genişletmiştir. Putin’in Orta Asya ülkelerinde siyasal edinimleri, Şanghay İşbirliği Örgütü’ndeki ilişkilerle Çin ve Güneydoğu Asya ülkelerine yaklaşımları, ABD’ye alternatif, dünyadaki tek kutupluktan kurtulmaya yönelik ikinci bir kutup yaratmayı amaçlamaktadır. AB ülkelerine ve özellikle Almanya’ya büyük önem verdiği gözüken Putin’in Avrasya’sı muhtemelen Lizbon’dan Vladivostok’a uzanmaktadır.

Yeni Avrasyacıların dış politikada söz sahibi olmalarıyla beraber Rusya, Asya’da iki önemli müttefik belirlemiştir: Çin ve İran. Özellikle Yeni Avrasyacılığın Rus dış politikasında artan etkisi Moskova-Pekin ilişkilerine de yansımıştır. Ayrıca ABD’nin tek kutuplu sistemdeki eylemlerinden rahatsız olan iki ülke adil, çok-kutuplu bir dünya düzeni istemiyle bazı konularda Batıya karşı ortak hareket etmişlerdir. Rusya, Çin’in yanı sıra Hindistan’ı da içerecek kapsamlı bir Avrasya bloğu oluşturmayı hedeflemiştir. Moskova-Pekin ilişkilerinde oluşan yakınlaşmanın en önemli sonucu daha sonra Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİO)’ne dönüştürülecek olan Şanghay Beşlisi’nin kurulmasıdır. Rusya, Çin, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan ve Özbekistan’ın asil üye, Hindistan, Pakistan, Moğolistan ve İran’ın gözlemci statüde olduğu ŞİÖ, bölgesel güvenliği sağlamayı üstlenen bir örgüt hâline gelme amacıyla kurulmuştur.

Tarihsel çıkış noktası itibariyle Avrasyacılık akımına dayanan Yeni Avrasyacılık üç açıdan tarihsel kökeninden farklılık arz etmektedir. Her şeyden önce, Yeni Avrasyacılık tarihi Avrasyacılıktan farklı olarak hedef alanını Avrupa’dan ABD’ye kaydırmıştır. İkinci olarak, tarihsel Avrasyacılığı esas itibariyle sağ görüşlü ve Sovyet devrimi karşıtı aydınlar oluşturmuştur. Buna karşılık Yeni Avrasyacılıkta basta Rusya Federasyonu Komünist Partisi olmak üzere çeşitli sol görüşler de aktif rol oynamaktadır. Son olarak, tarihî Avrasyacılık, Rusya’nın Avrasya olmasında Moğol-Türk işgalinin olumlu rol oynadığını ideologu Savitskiy tarafından dile getirecek kadar “Türk sempatizanı” iken, Yeni Avrasyacılıkta bunun tersi bir yaklaşım egemen olmuş, Türk unsuruna özellikle Türkiye bağlamında olumsuz bir değer yüklenmiştir (Jafarov, 2007, S.117).

Sonuç

İç politikada ise uygulanan reformlardan dolayı sancılı bir geçiş sürecinin yaşanması, Yeni Batıcıların elini zayıflatmıştır. Zira âdemi merkeziyetçi idari yapı, piyasa ekonomisi ve çok partili siyasi sisteme geçiş iç politikada istikrarsızlıklara neden olmuştur. Özellikle planlı ekonomiden piyasa ekonomisine geçiş ve hızlı bir şekilde uygulamaya konulan özelleştirme programı sonucunda, çarpık bir ekonomik yapılanma oluşmuştur. Sayıları oldukça az olan güçlü bir sermaye sınıfının yanı sıra, yoksul halk kitleleri ortaya çıkmıştır.

Ayrıca Asya ekonomik krizinin Rus ekonomisinde oluşturduğu hasar, sürecin daha da sarsıntılı geçmesine neden olmuştur. Diğer yandan yine bu geçiş sürecinde Rusya’da ortaya çıkan medya tekelleri, oligarklar ve suç örgütleri Rusya’da yeni tehdit unsurları haline gelmişlerdir. Uygulanan reformlar sonucunda piyasa ekonomisinin nimetlerinden faydalanamayan Rus toplumu, aşama aşama tüketim toplumu haline getirildiğinin farkına varmıştır.

İç ve dış politikada yaşanan bu gelişmelere paralel olarak Yeni Batıcıların Rus siyasal sistemindeki pozisyonlarını zamanla Yeni Avrasyacılar almıştır. Böylece Rus Dış Politikasının kodları yeniden belirlenmiştir. Batıyla ilişkiler enerji siyaseti üzerinden yeniden şekillendirilirken, Üçüncü Dünya’da eski Sovyet müttefiklerinin bir kısmı ile yeniden iyi ilişkiler geliştirilmiştir. Rusya Çin ve İran’la oluşturulmaya çalıştığı stratejik işbirliği, Avrupa’yla enerji temelli dostane ilişkileri vasıtasıyla ABD’ni Avrasya coğrafyasında dengeleme çabası içine girmiştir.

Rusya, yeni oluşturulmakta olan Avrasya Birliği’nin esas bağları ekonomik işbirliği olsa da Avrasyacı siyasi düşünce ve komünizm ideolojisinden sonra bu birliğin ülkeleri birleştiren çok önemli bir faktör olacağı düşünülmektedir. 18 Kasım 2011 tarihinde Rusya’nın başkenti Moskova’da gerçekleştirilen Gümrük Birliği zirvesinde Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev, Rusya Devlet Başkanı Dimitriy Medvedev ve Belarus Cumhurbaşkanı Aleksandır Lukaşenko bir araya gelerek Avrasya Ekonomik Topluluğu’na hazırlık için çalışacak Avrasya Ekonomik Komisyonu’nun kuruluşu ile ilgili belgeyi imzaladılar. Üç ülke arasında ekonomik konularda entegrasyon öngören yeni yapının 2012 başında aktif hale gelmesi bekleniyor. Bununla 2010 yılından bu yana kendi aralarında Gümrük Birliğine gitme kararı alan ve Gümrük Birliği kurallarını kendi sınırlarında uygulayan Rusya, Kazakistan ve Belarus, özellikle eski SSCB üyesi bölgedeki diğer devletlerin de katılımıyla “Avrasya Ortak Ekonomik Alanı”nı kurmayı hedefliyor. İleride Avrasya Birliği adını alması hedeflenen birliğe Kırgızistan, Tacikistan, Özbekistan, Azerbaycan, Ukrayna, Ermenistan ve Moldova’nın da aktif üye olması oldukça muhtemel olduğu değerlendirilmektedir. Bu gelişmeyi Rusya’nın eski Sovyet etki alanına dönüşü ve yeni bir güç merkezinin oluşturulması gibi yorumlamak daha doğru olur.

Ancak Rusya’nın zamanlaması oldukça dikkat çekici gözükmektedir. Avrasya Birliği’nin rakipleri AB borç krizi ile mücadele etmekte ve ABD’nin tüm dikkati Kuzey Afrika ve Orta Doğuya çevrilmiş durumdadır. 2012 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra Putin’li yeni döneme hazırlanan Rusya, eski Sovyet ülkelerini yeniden Moskova eksenli toparlayarak yeni bir güç merkezi oluşturmak ve bu ülkeleri yeni bir ekonomik oluşum ve yeni siyasi bir ideoloji olan Avrasyacılık etrafında kendine çekmeye çalışmaktadır.

 

Kaynaklar:

·     Arbatov Alexi G., “Russian Foreign Policy Priorities for the 1990’s”, Teresa P. Johnson (der.), Russian Security After the Gulf War, Washington: Prasseys, 1994, s.25-26

·     Dağı Zeynep, Kimlik, Milliyetçilik ve Dış Politika: Rusya’nın Dönüşümü, İstanbul: Boyut Kitapları, 2002, s. 146

·     Dawisha Karen, The International Dimension of Post-Communist Transition in Russia and the New States of Eurasia, New York: M.E. Sharpe, 1997, s. 34-35

·     Devederov Aleksandr, Rusya Ulusal Güvenlik Konsepti ve Rus-Amerikan ilişkilerine Etkisi -1991’den günümüze-, (Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi, 2003), s.8

·     Gazigil Orhan, “Rusyada Avrasyacılık Düşüncesi ve Yeni Alternatif Arayışları”, Avrasya Etütleri, 2005, Yıl:12, Sayı: 27-28, s.137

·     Gencer Özcan ve Kut Şule, En Uzun On Yıl: Türkiye’nin Ulusal Güvenlik ve Dış Politika Gündeminde Doksanlı Yıllar, İstanbul: Büke Yayınları, 2000, 2. Baskı, s. 438

·     İmanov Vügar, Avrasyacılık: Rusya’nın Kimlik Arayışı, İstanbul: Küre Yayınları, 2008, s. 43-47

·     Nazim Jafarov, Rusya’da Ulusal Güvenlik Anlayışının Dönüşümü (1991–2006), Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi, 2007, S.117

·     Özdağ Ümit, “SSCB’den Rusya Federasyonuna (1985-1993)”, Avrasya Dosyası, Kış 1996, Cilt: 3, Sayı: 4, s. 171

·     Özsağlam Muhittin Tolga, “Geçmişten Günümüze Avrasyacılık”, Kıbrıs Yazıları, Sayı: 3, Yaz-Güz 2006, s.118-119

·     Pushkov Aleksei, “Rusya ve Yeni Dünya Düzeni”, Yılmaz Tezkan (çev. ve haz.), Kadim Komşumuz Yeni Rusya, Ülke Kitapları, 2001, s. 39

·     Sergei A. Mikoyan, “Rusya, ABD ve Avrasya’da Bölgesel İhtilaf”, Yılmaz Tezkan (çev. ve haz.), Menfaatler Çatışması Ortasında Türkiye, Ülke Kitapları, 2000, s. 45

·     Stankevich Sergei, ‘Rusya Kendisini Arıyor’, Avrasya Dosyası: Rusya Özel, Cilt 1, Sayı 1 (İlkbahar 1994), s. 39–43

——————————————————————-

academia.edu

Yazar
Kırmızılar

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen