Dinsel topluluklar ve özgürlükten kaçış

Popüler din anlayışında, dinsel topluluklar, inandıkları dinin, temel iman ve ahlak öğretilerini tam olarak algılayamadıklarından dolayı dine sonradan eklenen kültürel türevler üzerinden kendilerini rahatlatacak birtakım ritüeller üretmektedirler. Dinî inancın akıl ve düşünce boyutunun en aza indirilmesi ve mistik yönünün ise aşırı bir biçimde genişletilmesi sonucunda, özellikle sıkıntıları ve iç huzursuzlukları hafifletici bir ‘cezbe hali’ yaşatılmaktadır. Bu tür görüş ve uygulamalar, çoğunlukla tasavvuf düşüncesine ve anlayışına dayandırılır. Oysa tasavvuf düşüncesi, insan zihninin merak etmesine karşılık, bilinen pozitivist yöntemlerle bilme imkânı olmayan bazı belirsiz durumlar hakkında bir bilgi edinme yöntemidir. Bilimsel düşünce ve felsefi bilgi yöntemi, olayların ve olguların dış gerçekliğini (nasıl olduğunu) açıklarken, tasavvuf düşüncesi iç gerçekliğini (niçin olduğunu) açıklar ve sezgisel bilgiye ulaşmayı sağlar. Söz gelimi, bilim, belirli şartlarda iki hidrojen ile bir oksijen molekülünün suyu ‘nasıl’ meydana getirdiğini açıklar. Tasavvuf düşüncesi, suyun ‘niçin’ yaratıldığı merakını gidermek amacını güder. Tasavvufun amacı, derin düşüncedir ve asla ‘cezbe halinde’ hoş vakit geçirme ve haz alma değildir, Yunus Emre’ye göre tasavvuf (yani ledün ilmi) kendini bilme ilmidir. Fakat kendini layıkıyla bilmek için öncelikle doğal ve sosyal bilimleri bilmek gerekir (Kurtkan, 1977, 30-32).

*****

Prof.Dr. Feyzullah EROĞLU

İnsanlar, canlı türleri içinde içgüdü ve reflekslere dayalı davranışların dışında, belirli bir akıl ve zihin sistemine sahip olmalarından dolayı aynı zamanda inanan, düşünen ve davranışlarını seçebilen varlıklardır. Diğer canlılar, biyolojik ve genetik yapılarının dışına çıkma iradesine ve imkânına sahip olamadıklarından, yaşamlarını biyolojik süreçlerine dayalı davranışlarla devam ettirirler. İnsanlar, akıl ve zihin sahibi oldukları için irade ettikleri ve tasarladıkları yaşamı özgürce inşa etme fırsat ve imkânlarına da sahiptirler (Özakpınar, 1999, 15).

Potansiyel birer insan olarak doğan kişilerin, kavramsal ve olgusal olarak ‘insan’ olma yetkinliğine ulaşmalarının yolu, biyolojik ve sosyal bir varlık olmanın ötesinde, bilimsel düşünce ve iradeye dayalı özgür bireyler olmalarından geçmektedir. Allah’ın, insanları yaratmaktaki muradı da onların -başka hiçbir güce kulluk yapmadan- sadece kendisine ‘kulluk’ yaparak yeryüzündeki bütün güçlüler karşısında özgür olmalarını güvence altına almak ve dünyaya güzellikler katmak olmalıdır (Allah daha iyi bilir).

Kendin olmaktan vazgeçmek

İnsanın, kendi kökeni ile ilgili algı ve görüşleri kapsamında “kendilik bilinci”, düşünmeyi, aklı, duyguyu, dili, hafızayı ve bütün bunların ürünü olan ‘bilgiyi’ zorunlu kılmaktadır. İnsan, sıralanan bu ögelerin geliştirilmesi sürecinde, diğer varlıklardan ve kimliklerden ayrı bir birey olduğunun bilincine ulaşmış olur (Bıçak,2014,19).

Cemaat mensubu olma eğilimi, kendin olmaktan vazgeçmek ve kendine ait bireysel hak ve özgürlükleri doğrudan kullanma yetkisini, ergin birisi olunmasına rağmen bir başkasına ya da topluluğa devretmek anlamına gelmektedir. Henüz ergin olmayan çocuklar ve 18 yaş altındaki gençler için temel hak ve özgürlüklerin bir kısmının doğrudan kullanılması yasal olarak bir ‘velayet’ sistemi içinde gerçekleştirilir. Bu aşamayı geçmiş bir kişinin, normal şartlarda tamamen kendi inisiyatifinde olan bireysel hak ve özgürlüklerin kullanımını, gönüllü olarak başkalarına devretmesi, her şeyden önce gönüllü bir velayet altına girmesi demektir.

Cemaatçi davranışlar bağımlılık getirir

Cemaat tarzı oluşumlarda yer alan kişilerin, çoğunlukla bireyselleşme düzeylerinin düşük ve kendi olma bilinçlerinin zayıf olması nedeniyle biyolojik ve hukuki olarak birer ergin olmalarına rağmen, psikolojik olarak yeterince olgunlaşmamış bir kişiliği temsil ettikleri gözlenmektedir. Bu kişilerin, nerede, ne zaman, ne yapmaları gerektiğine dair karar vermeyle ilgili merak etmeye ve düşünmeye pek ihtiyaçları olmuyor. Cemaat tipi oluşumlarda, cemaat elemanları için çoğunlukla nerede, ne zaman, ne yapmaları gerektiği hakkındaki davranış kalıpları önceden belirlenmiş olmaktadır. “Yap gitsin”, “Ya da yapma dursun!” İllaki yeni bir şeyler yapmak gereken durum ve şartlar varsa, o zaman “büyüklerin” (şeyhin, hoca efendinin, liderin, genel başkanın… vb.) bir bildiği vardır! Onlar, ya talimat verir ya da ima eder; cemaat elemanları, müritler, partililer, yandaşlar, düşünmeden gereğini yerine getirirler! Ayrıca, cemaat kişisi, aklını ve zihnini eleştirel ve yaratıcı düşünce gibi yüksek bir düzeyde değil de, sadece kendinden istenileni yerine getirmeye çabalayan edilgen bir düzeye indirgemiş olarak kullanır.

Günümüzde, henüz yaşları ergin olmayan gençlerin bile daha fazla özgür olma talepleri varken, koca koca yetişkinlerin doğal ve yasal hakları olan bazı özgürlüklerden vazgeçmeleri çok travmatik bir durum olsa gerektir.

Popüler kültür “Acıyı bal eyliyor”

Popüler kültür ortamlarında insanların önemli bir kesimi, makro ve mikro düzeyde yaşadıkları sorunlara yeterli çözümler üretemedikleri için birçok hayal kırıklıkları yaşarlar. İnsanlar, engellenmeler karşısında çaresiz kaldıkça, içten içe yaşadıkları derin kaygılar ve öfkeler yüzünden çok ciddi bir iç huzursuzluğa ve sıkıntıya maruz kalmaktadırlar. Açıkçası, sorunların çözülmediği yerlerde yaşayan insanların bir kısmı acı çekmektedir. Popüler kültürün, özellikle sorunların çözülemediği ve hayal kırıklıklarının çok sık yaşandığı sosyal ortamlarda bulunması bir rastlantı değildir. Popüler kültür, sorunları çözmez, dertlere derman olmaz; ama acı çeken ve bunalmış insanları, yapay da olsa heyecanlandırır, onlara coşku ve haz verir.

Popüler kültürün, dengeli bir toplumsal gelişmeyi başaramamış geçiş toplumlarının, özellikle iki kültürel alanında kendine gitgide derinleşen bir yaşam alanı bulduğu gözlenmektedir. Bunlardan biri, öğretilerinden kopmuş din anlayışı; diğeri, temel düşüncelerinden ve ana ilkelerinden kopmuş ideolojiler ve siyaset kültürüdür.

Popüler din anlayışı haz verici bir süreçtir

Popüler din anlayışında, dinsel topluluklar, inandıkları dinin, temel iman ve ahlak öğretilerini tam olarak algılayamadıklarından dolayı dine sonradan eklenen kültürel türevler üzerinden kendilerini rahatlatacak birtakım ritüeller üretmektedirler. Dinî inancın akıl ve düşünce boyutunun en aza indirilmesi ve mistik yönünün ise aşırı bir biçimde genişletilmesi sonucunda, özellikle sıkıntıları ve iç huzursuzlukları hafifletici bir ‘cezbe hali’ yaşatılmaktadır. Bu tür görüş ve uygulamalar, çoğunlukla tasavvuf düşüncesine ve anlayışına dayandırılır. Oysa tasavvuf düşüncesi, insan zihninin merak etmesine karşılık, bilinen pozitivist yöntemlerle bilme imkânı olmayan bazı belirsiz durumlar hakkında bir bilgi edinme yöntemidir. Bilimsel düşünce ve felsefi bilgi yöntemi, olayların ve olguların dış gerçekliğini (nasıl olduğunu) açıklarken, tasavvuf düşüncesi iç gerçekliğini (niçin olduğunu) açıklar ve sezgisel bilgiye ulaşmayı sağlar. Söz gelimi, bilim, belirli şartlarda iki hidrojen ile bir oksijen molekülünün suyu ‘nasıl’ meydana getirdiğini açıklar. Tasavvuf düşüncesi, suyun ‘niçin’ yaratıldığı merakını gidermek amacını güder. Tasavvufun amacı, derin düşüncedir ve asla ‘cezbe halinde’ hoş vakit geçirme ve haz alma değildir, Yunus Emre’ye göre tasavvuf (yani ledün ilmi) kendini bilme ilmidir. Fakat kendini layıkıyla bilmek için öncelikle doğal ve sosyal bilimleri bilmek gerekir (Kurtkan, 1977, 30-32).

İnsanların pozitivist bilgi yöntemleriyle öğrenme imkânlarının olmadığı bazı olay ve olguların gerçekliğine sezgisel olarak erişme fırsatı veren tasavvuf düşüncesi, Kur’an’ın ‘düşünmeye’ dayalı anlam dünyasından koparılarak ve basitleştirilerek bir tür dinsel hoşluk ve haz aracı haline getirilmiştir. Kökeni antik Grek felsefesi ile eski Hindistan ve Ortadoğu kültürlerine dayanan mistisizmin birtakım inanç ve ayinleri, çeşitli tarikatlar aracılığıyla İslam diniyle ilişkilendirilmek suretiyle bir bilgi edinme yöntemi olan tasavvuf düşüncesi amacından saptırılmıştır (Merdin, 2015, 129-130). Bu anlamda, tarikatçılığın, farklı fraksiyonlara ayrılmak suretiyle çeşitli bölgesel kültürlerin etkisiyle de acıları dindirici ve haz verici birer ayin kültürüne dönüştürüldüğü çok açıktır. Ancak, bu rahatlatıcı ve haz verici zamanlar geçici bir keyif hâlidir; acı gerçekler bütün şiddetiyle ülkenin sokaklarında veya kapalı kapılar arkasında nice dramlar yaşanarak devam eder.

Bilimsel bilgiden ve gerçek tasavvuf düşüncesinden kopuk aşırı bir mistiklik(!) görüntüsü, insanlara “iyiliği emretmek” ve onları “kötülüklerden sakındırmak” gibi çetin bir ‘buyruğa’ uymak ve bu yönde mücadele etme sorumluluğundan bir tür içe kaçış olarak görülmelidir.

Popülist anlayışlar ve özgürlükten kaçış

Popüler din ve siyaset anlayışları başta olmak üzere otoriter toplum ve topluluk mensuplarında, çok sık gözlenen irade zayıflığı, sadece kişisel bir zayıflık değil, aynı zamanda kolektif bir geriliktir. Bilimsel düşünceye ve bilgiye yeterince ihtiyaç duymayan kişi ve topluluklarda, en yaygın kişisel ve toplumsal sonuç irade zayıflığı ve özgürlükten kaçış olmaktadır. Erich Fromm, “Özgürlükten Kaçış” adlı ünlü çalışmasında, hızlı sanayileşme ve sosyal değişmelerin etkisiyle gelenekçi sosyal yapılarda meydana gelen ani çözülmeler sonucunda kendilerini yalnız ve çaresiz hisseden kişilerin, kendilerince güvenilir olduğunu sandıkları birtakım otoriter yapılara sığındıklarından yani kaçışlarından söz etmektedir. Fromm’a göre, özgürlükten kaçış mekanizmalarının başında, kişilerin kendi varlıklarında yoksun oldukları gücü elde etmek için kendi bireysel ‘beninin’ bağımsızlığından vazgeçmesi ve ‘benini’ kendi dışında daha güçlü olarak algıladığı başka bir kişi ya da toplulukla kaynaştırması durumu gelmektedir (Fromm, 2019, 155). Bir defa başka birine ya da topluluğa mutlak bağlı kalınınca, çeşitli belirsizlikler karşısında nasıl davranmak gerektiği hakkında büsbütün düşünmekten ve sorumluluktan kaçılmış olunuyor.

Anlamak ve bilmek iradeyi harekete geçirir

Akıl ve zihinsel süreçlerin, insanın yaratılış amacına uygun olarak ve işlevsel anlamda işlediğinin ilk işareti, olaylar ve olgular karşısında bilimsel düşünce ve çıkarımlarda bulunarak bireysel irade ve özgürlük bilincine sahip olmaktır. Türk düşünürü Nureddin Topçu’ya göre, irade, “bizim dış dünyaya karşı koyduğumuz içsel kuvvettir”. Hareket ise iradenin bir tür dışa vurumu ve dıştaki eseridir (Topçu, 2004,17-18)).

Topçu’ya göre, hareket, özgür bir iradenin özgür eylemidir. İnsanların, din ve siyaset gibi sosyal kurumlarla olan ilişkilerini, bilimsel düşünce ve zihniyet ekseninde düzenlemeleri onları özgür kılacaktır.

Bıçak, Ayhan (2014): Tarih Metafiziği ya da Kendilik Bilinci, Dergâh Yayınları: 594, İstanbul

Fromm, Erich (2019): Özgürlükten Kaçış, Say Yayınları, İstanbul

Kurtkan, Amiran (1977): Sosyolojik Açıdan Tasavvuf ve Laiklik, Kutsun Yayınevi, İstanbul

Merdin, Saadettin (2015): İslam’ın Pavlusları 1, Felsefi Tasavvuf, Araştırma Yayınları: 103, Ankara

Özakpınar, Yılmaz (1999): İnsan İnanan Bir Varlık, Ötüken Neşriyat: 426, İstanbul

Topçu, Nureddin (2004): İradenin Davası, Devlet ve Demokrasi, Dergâh Yayınları: 174, İstanbul

———————————————

Kaynak:

https://millidusunce.com/misak/dini-topluluklar-ve-ozgurlukten-kacis/

 

Yazar
Kırmızılar

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen