İyi bir Müslüman neden çevre dostu olmalı?

Nimete saygısızlığın en önemli iki göstergesi, israf ve savurganlıktır (tebzîr). İsraf, ihtiyacı fazlası ile gidermek, savurganlık ise ihtiyaç yokken ya da kötülüğe veya boşa harcamaktır. Her ikisi de nankörlüktür ve yasaklanmıştır.9 Toplumsal hayatta ortak kullanıma açık olan çevreyi israf ölçüsünde kullanmak, başkasının hakkından çalmak, savurganlık (tebzir) ise başkasının hakkını gasp etmektir.

*****

Prof. Dr. Saffet KÖSE[i]

Gelişen teknolojik imkânlar, bir taraftan hayata konfor katıyor, diğer taraftan doğanın dikkatsiz, duyarsız ve hoyratça kullanımı sebebiyle insanın hızlıca kirlettiği ya da tükettiği çevreye verilen zararlar artık toprak, su, hava ve diğer varlıklar tarafından tolere edilemez hale geliyor. Bu riskler bütün coğrafyalarda ve herkes tarafından hissediliyor, doğanın ve doğal olanın isyanı tüm çıplaklığıyla görülüyor.

Kur’ân vahyinin geldiği devirlerde, teknolojik imkânlar bugünkü seviyeye ulaşmadığı için doğa hasarı onarabiliyordu, dolayısıyla sorunlar bugünkü kadar dikkat çeken bir düzeye ulaşmamıştı. Bununla birlikte İslam’ın iki ana kaynağı Kur’ân-ı Kerîm ve Hz. Peygamber’in sünnetinde çevrenin korunması konusunda çağları aşan, zamandan mekândan bağımsız günümüzde daha da iyi anlaşılabilecek önemli esaslar mevcut.

İslam’da çevre bilincinin temeli: Emanet

İslâmî düşüncede çevre ve doğayı koruma yükümlülüğün başında emanet bilinci gelir. Bu kavramı çevreyi de içine alacak şekilde düşünmek gerekir. Zira göklerin, yerin ve bu ikisinde bulunan her şeyin mülkiyeti Allah’a aittir.1

Allah, insan ne istemişse onu vermiştir ve bu nimetler sayılamayacak kadar çoktur. Bununla birlikte insan çok zalim ve nankördür.2 Nimete saygısız davranışlar, onu maddi ve manevi anlamda külfete dönüştürür.

Emanet, onu elinde bulundurana ait olmayan ve usulüne uygun şekilde korumayı gerekli kılan şeyleri kapsar. İnsanın, emrine verilen (teshîr) evrende emanet bilinci ve hilafet duyarlılığı içinde hareket etmesi esaslı bir görevidir. Zira Kur’ân-ı Kerîm, emanete riayeti mümin olmanın gereği sayar.3 Hz. Peygamber de emanete riayetsizliği ihanet olarak belirler4 ve sosyal sonucunu da kargaşanın, bozulmanın, dolayısıyla toplumsal kıyametin, yani kargaşanın işareti görür.5

İnsanın fani oluşu ve evreni kendisinden sonra gelecek nesillerle nöbetleşe kullanması, emanetin diğer bir sonucudur. Dolayısıyla evrendeki ortaklarına bulunduğu yerleri doğal işleyişinde ve temiz bir şekilde teslim edebilmesi emanetin kul hakkını ilgilendiren boyutudur.

Temiz tutmak ve zarar vermemek

Temiz tutmak ve zarar vermemek çevreyi ilgilendiren diğer iki husustur. Hz. Peygamber (s.a.s.): “Allah temizdir, temizliği sever, cömerttir, cömertliği sever. Onun için avlularınızı ve boş alanlarınızı temiz tutunuz”6 buyurur.

Ayrıca doğayı yok etmemek, bozmamak, tahrip ve tahrif etmemek, asli kimliğini değiştirmemek, israf ve savurganlığa kaçmamak, dengeleri altüst etmemek, kısacası zarar vermemek gerekir. Hz. Peygamber’in her türlü zararı yasaklayan hadisi,7 çevreyi de içine alır. Bunlar, varlığı olduğu gibi korumanın dolayısıyla çevreye saygının bir ifadesi olmakla birlikte bozulanı ıslah etmek, kullanıma elverişsiz olanı imar etmek, kirlettiğini temizlemek, bozduğu dengeyi düzeltmek, yaratılışını değiştirdiğini aslına döndürmek “zarar vermeme” ilkesinin bir gereğidir.

Nimetin kıymeti

Çevre ile ilgili diğer bir ilke, nimetin kıymetini bilip şükretmektir. Buna göre evren, içindekiler ile birlikte insanın emrine verilmiş (teshîr) nimetlerden oluşur. Nimeti lütuf bilip şükretmek ve korumak esastır, aksi bir tutum nankörlük ve saygısızlık olarak kabul edilir.8

Nimete saygısızlığın en önemli iki göstergesi, israf ve savurganlıktır (tebzîr). İsraf, ihtiyacı fazlası ile gidermek, savurganlık ise ihtiyaç yokken ya da kötülüğe veya boşa harcamaktır. Her ikisi de nankörlüktür ve yasaklanmıştır.9 Toplumsal hayatta ortak kullanıma açık olan çevreyi israf ölçüsünde kullanmak, başkasının hakkından çalmak, savurganlık (tebzir) ise başkasının hakkını gasp etmektir.

Bu yasağın temel amacı, herkesin ortak olduğu doğanın nimetlerini kullanırken hem diğer insanların hakkına tecavüz etmemek hem de o nimetin varlığını sürdürmesine özen göstererek doğal dengeyi koruma ihtiyacıdır. Hz. Peygamber’in bir nehirden abdest alırken dahi suyun fazla kullanılmasını israf sayması bu açıdan anlamlıdır.10

Bir başka örnek olarak zikretmek gerekirse izin verilen avlanma,11 zarar vermeme şartına bağlıdır.12 Bu bağlamda av sırasında ihtiyacı aşmamak, canlı popülasyonuna zarar vermemek, üreme zamanını dikkate almak, dengeyi gözetmek, şefkat ilkesine sadık kalmak, yaşam alanlarını daraltmamak ve kirletmemek yükümlülükler arasındadır.13

İslam’da çevre ile ilgili temel bir ilke: Şefkat

Çevre ile ilgili diğer bir ilke şefkattir. Şefkat, İslam ahlakının sosyal kimliği olan İslam medeniyetinin en merkezi kavramıdır.

İslam ahlakı iki unsura dayanır. Birincisi, Allah’ın emir ve yasaklarına saygı ikincisi de varlık ile ilişkiyi şefkat üzerine kurmaktır. Şefkat, İslam’ın ana dinamiği olan merhametin pratiğe yansımasıdır. Bu da incitmemek (rikkat) ve iyilikle muamele etmek (ihsan) şeklinde iki unsurdan oluşur.

Hz. Peygamber, bir kuşun yavrularını alan şahsın etrafında annelerinin dolandığını görünce o şahsa, yavruları üzerinden kuşa eziyet etmemesini ve onları annesine bırakmasını emreder.14 İslam medeniyet tarihinde çeşitli hayvanlara hizmet için kurulan yüzlerce vakıf şefkatin örneklerinden birisi olduğu gibi can taşıyan varlığa hizmetin, doğal dengeye olan duyarlılığın da bir ifadesidir.

Doğal dengeyi gözetmek

Doğal düzene saygının ifadesi olarak dengeyi (mîzân) gözetmek çevre duyarlılığı konusundaki diğer bir İslami ilkedir. Evrende her şey bir ölçüye göre yaratılmış ve bir denge-düzen içinde işler.15 İnsandan istenen, yaratılış gerçekliğine bağlı doğal dengeyi bozmaması, kendi mikro aleminde gözettiği tutumlar ile makro düzenin parçası olarak külli ahenge katılmasıdır.16

Gaye ilkesi çevre ile ilgili diğer bir esastır. Kur’ân-ı Kerîm, her şeyin bir gayeye bağlı olarak yaratıldığını, Allah Te‘âlâ’nın hiçbir şeyi boşuna yaratmadığını açık biçimde beyan eder.17 Bu gerçeklik her bir varlığın doğal düzen içinde bir görevinin ya da işlevinin olduğunu anlatır. Doğal düzen içindeki bir canlının ya da varlığın yok edilerek ya da vazifesi engellenerek tabii yapıyı bozmak çevre felaketlerinin sebeplerindendir. Bu sonuç da eylemin büyüklüğü ile doğru orantılıdır.

Can taşıyan varlığa saygı ve ona hizmet ilkesi de çevreye karşı vazifeyi belirler. Şu hadis bunu çarpıcı şekilde anlatır: “Kötü birisi öldüğünde insanlar, şehirler, ağaçlar ve hayvanlar ondan kurtulup rahata erer.”18

Hz. Peygamber’in susuzluktan telef olmak üzere iken kuyudan ayakkabısı ile su getirip sulayarak bir köpeğin hayata tutunmasını sağlayan birisinin bu davranışı sebebiyle cenneti hak ettiğini,19 bir kediyi aç bırakıp ölüme terk edenin cehennemlik olduğunu bildirmesi,20 canlı hayvanı atış için hedef yapanları lânetlemesi21 çevreyi ortak kullandığımız varlıklara duyulan saygının bir ifadesidir.

Şu olay oldukça aydınlatıcıdır: Bir Müslüman dağ başında sadece abdeste yetecek kadar mevcut suyunu tam abdeste niyetlendiği sırada susuzluktan yanmış, ölmeye ramak kalmış sincap, kaplumbağa gibi bir orman hayvanı geldiğinde ona vermek zorundadır. Çünkü onun canı namaza önceliklidir. Zira böyle bir durumda su yok hükmündedir ve abdest emri teyemmüme dönüşür.22

Fesaddan kaçınma

Çevre söz konusu olduğunda fesâddan kaçınma esaslı bir ilkedir. Kur’ân-ı Kerîm’de ve Hz. Peygamber’in hadislerinde doğal yapının bozulması fesâd kavramıyla ifade edilir ve hem sosyal düzenin hem de fiziki âlemin bozulmasını kapsar. Tam karşılığı kokuşmuşluk, asli kimliğin kaybı, bu sebeple de iticilik ve işe yaramazlıktır. Bu noktada Kur’ân-ı Kerîm uyarıda bulunur ve doğal dengeyi bozmanın sonucunu haber verir: “İnsanların kendi elleriyle yapıp-ettikleri yüzünden karasıyla deniziyle her tarafta fesâd (kokuşma) ortaya çıktı. Allah belki bu yaptıklarından vazgeçip ders alırlar diye eylemlerinin sonuçlarından bir kısmını onlara tattırıyor.”23 Bu fesâd sebebiyle insanın yaşam alanı daralmakta, yaşam kalitesi düşmekte, imkânlar azalmakta, bir kısmı da sağlık ile ödenmektedir.

“Allah’ın yaratışını değiştirmek”, doğal olanı ve doğal dengeyi bozan sebeplerden birisi olarak dikkat çekicidir. Yaratışı değiştirmek, varlığı asli kimliğinden çıkarıp fıtrat yasasına aykırı biçimde bir başka varlığa dönüştürmek anlamına gelir. Kur’ân-ı Kerîm bunun şeytanca bir tutum olduğuna vurguda bulunur.24 Özellikle son dönemlerde gıda maddelerindeki bu türden tartışmalar dikkat çekicidir.

Küresel anlamda çevreyi koruma eğitimi: Hac

İbadetler, çevreye duyarlılık içeren ve bu yönden Müslümanları eğitmeyi amaçlayan unsurlar ile doludur. Söz gelimi haccın aynı zamanda küresel anlamda çevreyi koruma ve hiçbir canlıya zarar vermeme eğitimini de içine aldığını ifade etmek gerekir.

Harem bölgesinde ve ihram giyildiği andan itibaren bir otun koparılması ya da bir böceğin öldürülmesinin bile yasaklanması bu yönde bir nefis terbiyesidir. Hz. Peygamber ve arkadaşları umre yolunda böyle bir sınav ile karşılaşmışlardır.25 Allah’ın mü’minlerin dindarlıktaki samimiyetini çevre üzerinden denemesi ilginçtir.

Kurban kesim işlemi tamamlandıktan sonra çevre temizliğine riayet edilmesi, hayvanın yenilmeyen ya da kullanılmayacak olan parçalarının derin şekilde toprağa gömülmesi gerekir. Bu husus, hayvana ve ibadete karşı saygının bir gereği olduğu kadar sağlık kuralları, çevre temizliği açısından da son derece önemlidir.26

Sabah kalktığında elini suya daldırmayı yasaklayan27 Hz. Peygamber’in suyu kirletecek tutumlardan kaçınılmasını istediğini anlamak zor değildir. Daha hafif olanın yasaklanması daha büyüğünün evleviyetle yasak olduğu anlamına geldiğinden; nehirlere, denizlere kirli ya da zehirli atıkları atıp canlıların hayatını riske sokmanın ya da bunları kaçak şekilde toprağa gömüp yer altı sularını zehirleyerek insanların ve diğer canlıların sağlığını tehlikeye maruz bırakmanın, denizlerde ya da okyanuslarda nükleer denemeler yaparak tüm insanlığa saygısızlık etmenin yasaklanmış olduğu sonucuna ulaşmanın mümkün olduğu söylenebilir.

Parklar, piknik alanları, mola yerleri, ormanlar, su kenarları gibi insanların ortak alanları ve çevrenin temizliği konusunda titizlik isteyen Hz. Peygamber buraları kirletmenin lanete vesile davranış olduğunu bildirmiş;28 “Allah güzeldir, güzeli sever; temizdir, temizi sever, çevrenizi temiz tutun” buyurmuştur.29

Hz. Peygamber’in “yeryüzü benim için mescid ve tertemiz kılındı”30 hadisinden her tarafta namaz kılınabileceği ve temiz toprak ile teyemmüm yapılabileceği anlaşılsa da işaret yoluyla yeryüzüne Allah’ın evi gibi bakılmasına ve namaz ile manevi kirleri temizleyen teyemmüm için temiz şekilde hazır tutulmasına dair bir işaretin bulunduğunu da söylemek mümkündür. Nitekim mescidi süpüren bir kadına özel ilgi göstermiş, vefatını haber vermeyen arkadaşlarına sitem etmiş, sonra da onları alıp kabri başında dua etmiştir.31

Tedbirli olmak

Hz. Peygamber çevreyi tahrip edecek konularda tedbirli davranılmasını ister. Medîne’de sönmeden bırakılan bir ateşin yangına sebep olup evi küle çevirdiğini görünce uyarmış ve ateşe karşı tedbirli olunmasını isteyerek şöyle buyurmuştur: “Ateş size düşmandır, onu söndürün”32 Bu uyarı risklere / tehlikelere karşı tedbirli davranmayı emreden ayetin bir pratiğidir.33 Hz. Peygamber tehlikenin güçlü ihtimal olduğu hallerde tedbirin elden bırakılmasının Allah’ın korumasından uzaklaşmak anlamına geldiğini ifade eder.34

Bugün piknik alanlarında söndürülmeden bırakılan ateş ya da atılan bir izmaritin sebep olduğu orman yangınları, dere yataklarına yapılan evlerin sel baskınlarında felaketlere sebep olduğu dikkate alınırsa bu uyarının anlamı daha iyi anlaşılır.

İslam ve ağaç sevgisi

Hz. Peygamber ormanların korunmasını istemiş, koruluklar tayin etmiştir. Medine bunlardandır. Korulukların bitki örtüsünün tahrip edilmesini, ağaçlarının kesilmesini ve hayvanlarının avlanmasını, oradaki canlıların öldürülmesini yasaklamıştır.35 Koruluktaki ağaç ve hayvanların şehrin süsü olduğunu belirterek şöyle buyurmuştur: “Halkın, onlarla iç içe sevgi içinde yaşaması ve hoşça vakit geçirerek yaşaması için şehri zînetleriyle baş başa bırakın.”36

Kıyametin kopma anı gelse de ağaç dikmekten geri kalınmamasını emretmiş;37 kontrolsüz ve ihtiyaç yokken ağaç kesilmesini yasaklamış,38 kesilen ağacın yerine onun bedeli (diyet) olarak yeni fidanların dikilmesini istemiştir.39 Hatta Hz. Peygamber ağaçların yapraklarının hayvanlara silkelenmesi halinde bile kabalık ve şiddet gösteren bir vuruşla değil, bu eylemin rıfk (nezaket ve zarafet) ile yapılmasını istemiş,40 koyunlarına yaprak indirmek için sopa ile ağaca sert biçimde vuran şahsı yanına çağırarak uyarmış ve bunu nezaket ve zarafetle yapmasını istemiştir.41

Hz. Peygamber (s.a.s.) yol üstleri gibi hayvanların eyleştikleri alanlarda ibadet amacıyla bile olsa mümkün oldukça bulunmama ve oraları kirletmeme konusunda uyarıda bulunmuş, buraları kirletmenin lanete vesile bir tutum olduğunu belirtmiştir.42 Böyle bir ikaz, insanın yırtıcı ve zehirli hayvanlardan korunma amacı taşısa da onların alanlarına girmeme ve onları rahatsız etmemeyi de içerir. Bugün oto yollarda yapılan ve hayvanların hareket alanını genişleten ekolojik köprüler bu çerçevede olumlu bir uygulama örneği olarak düşünülebilir.

Ölümden sonra da

Hz. Peygamber’in insan öldükten sonra amel defterini açık tutacak eylemlerden birisinin dikilen ağaçlar olduğunu ve onların meyvesinden yiyen ya da gölgesinde dinlenen canlılar oldukça sevap yazılmaya devam edileceğini bildirmesi,43 ağaç dikmeye teşvik olduğu kadar, diğer varlıklar yanında ağaçların Allah’ı tesbih etmesi, zikirde bulunmasına dair hadisler44 de onları koruma ve saygı duymanın bir ifadesidir. Çünkü bir bitkinin meşru bir sebep yok iken ortadan kaldırılması Allah’ın zikrine engel bir davranış olarak yorumlanabilir. Zira ağaçların zikri sebebiyle Allah’ın azabı hafiflediğinden ya da kaktığından mezarlıkların ağaçlandırılması yönünde işaret buyurmuştur.

Kendisi içinde yatanların azap gördüğünü haber verdiği iki kabrin ortasına bir hurma dalı getirterek onu ikiye ayırarak kabirlerin üzerine koymuş ve onların yaş kaldığı sürece azabın hafifleyeceğini anlatmıştır.45 Bu sebeple ağaç ve diğer canlılar İslam inancı açısından çok büyük bir değere sahip olduğundan Hz. Peygamber savaşı meşru kılan bir sebep ortaya çıktığında ve onu önleyebilecek mekanizmalar tükendiğinde ordu komutanlarına verdiği talimatlarda sivil hedeflerin ve çevrenin korunması konusunda duyarlılık gösterilmesini bu bağlamda ağaçlar, hayvanlar ve sulara zarar verilmemesini istemiştir.46 Ağacın temiz hava, heyelanı önleyici gücü, yeşil rengi ile tabiata sağladığı güzellik ona verilmesi gereken değerin bir başka ifadesidir.

Sonuç olarak yeryüzünün imarı insanın asli görevlerinden biridir.47 Bu dikkate alındığında, çevreyi ifsad eden nükleer denemeler; atmosferi kirleten gaz salımı; hava, su ve toprak gibi hayati maddelerin özensizlikten kaynaklanan tutumlarla kirletilmesi, dengesiz ilaç ve hormon kullanımından doğan tahribat gibi insan eli ile meydana gelen fesâdın sebep olduğu sel baskınları, küresel ısınma, yangınlar, heyelan, kuraklık, bazı canlı türlerinin yok oluşu, yaratılışın değiştirilmesi sonucu organik madde kaybı gibi felaketler dünyamızı yaşanmaz hale getiren ve kıyameti hazırlayan sebeplerdir.

  1. Bakara, 2/107; Âl-i İmrân, 3/189; Mâide, 5/17-18, 40, 120; Hadîd, 57/2, 5; Bürûc, 85/9) ve bütün nimetleriyle insanın istifadesine sunulmuştur (Bakara, 2/164; İbrahim, 14, 32-34; Nahl, 16/5-18; Mü’minûn, 23/84-89; Nûr, 24/42; Ankebût, 29/62-63; Lokman, 31/20; Rahman, 55/10
  2. İbrahim, 14/34; Nahl, 16/18
  3. Mü’minûn, 23/8; Meâric, 70/32
  4. Buhârî, “Îmân”, 24; Müslim, “Îmân”, 107, 108
  5. Buhârî, “ʿİlim”, 2
  6. Tirmizî, “Edeb”, 41; Ebû Ya‘lâ el-Mevsılî, el-Müsned, II, 122
  7. İbn Mâce, “Ahkâm”, 17; Mâlik, el-Muvatta’, “Akdiye”, 31
  8. İsrâ’, 17/27, 67; Hacc, 22/38
  9. Nisâ, 4/6; İsrâ’, 17/27; Furkân, 25/67
  10. İbn Mâce, “Tahâret”, 48
  11. Maide, 5/6
  12. Mecelle, md. 1254
  13. mübahın eza-cefa vermeme şartına bağlı olduğu konusunda bk. Ali Haydar, Dürerü’l-hükkâm, I, 74
  14. Ebû Dâvûd, “Cihâd”, 112, “Edeb”, 164; Ahmed b. Hanbel, I, 404
  15. Kamer, 54/49; Mülk, 67/1-3
  16. Rahman, 55/5-21
  17. Âl-i İmrân, 3/191; Sâd, 38/27
  18. Buhârî, “Rikâk”, 42; Müslim, “Cenâiz”, 61
  19. Buhârî, “Mezâlim”, 23; Müslim, “Selâm”, 153-155
  20. Buhârî, “Bedʾü’l-halk”, 16, “Enbiyâʾ”, 54; Müslim, “Birr”, 133-135
  21. Buhârî, “Ẕebâʾiḥ”, 25; Müslim, “Sayd”, 58, 60
  22. Fahreddin er-Razi, Mefâtîhu’l-gayb, Beyrut 1420, XI, 310
  23. Rûm, 21/41
  24. Nisâ’, 4/119
  25. Mâide, 5/94). Kur’ân-ı Kerîm İsrailoğullarının böyle bir sınavdan geçtiğini ve kaybettiklerini (A‘râf, 7/163) haber vererek bundan ders çıkarılmasını ister (Bakara, 2/65-66
  26. Ali Bardakoğlu, “Kurban”, DİA, XXVI, Ankara 2002, s. 440
  27. Müslim, “Tahâret”, 87; Ebû Dâvûd, “Tahâret”, 49
  28. Ebû Dâvûd, “Tahâret”, 14; İbn Mace, “Taharet”, 21
  29. Tirmizî, “Edeb”, 41
  30. Buhârî, “Humus”, 8; Müslim, “Mesâcid”, 3, 5
  31. Buhârî, “Cenâiz”, 5, 55, 66; Müslim, “Cenâiz”, 71
  32. Müslim, “Eşribe”, 101).
  33. Nisâ’, 4/102
  34. Ebu Dâvûd, “Edeb”, 104
  35. Ebû Dâvûd, “Hacc”, 96
  36. Tahâvî, Şerhu me‘âni’l-âsâr, Beyrut 1414/1994, IV, 194
  37. Ahmed b. Hanbel, III, 191, 183
  38. Ebû Dâvûd, Edeb, 158-159
  39. Belazurî, Fütûhu’l-büldân, Beyrut 1988, s. 19
  40. Ebû Dâvûd, “Hacc”, 95; Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ, V, 328
  41. İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ğâbe, Beyrut, ts. [Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye], VI, 351
  42. İbn Mâce, “Tahâret”, 21; Ahmed b. Hanbel, III, 305, 382
  43. Müslim, “Müsâkât”, 7
  44. İbn Mâce, “Ezan”, 5; “Menâsik”, 15, ayrıca bk. İsrâ’, 17/44
  45. Buhârî, “Vudû’”, 55-56; Müslim, “Tahâret”, 111
  46. Müslim, “Cihâd”, 2; Ebû Dâvûd, “Cihâd”, 82; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, I, 300; IV, 240; V, 358; Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ (nşr. Muhammed A. Atâ), Beyrut 1414/1994, IX, 84, nr. 17949; 90-91, nr. 17966
  47. Hûd, 11/61

———————————

[i] Prof. Dr. Saffet Köse – Balıkesir’de doğru (1964). Balıkesir İmam Hatip Lisesi (1982) ve Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesini bitirdi. İslam hukuku alanında aynı üniversitede yüksek lisans (1988) ve doktorasını (1994) tamamladı. Türkiye Diyanet Vakfına bağlı İSAM’da çalıştı (1986-92). Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde İslam hukuku araştırma görevlisi olarak vazifeye başladı (1992). Ocak1994’te doktorasını tamamladı, 1996’da yardımcı doçent, 1997’de doçent, 2003’te de Profesör oldu. 2013’te İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi İslami İlimler Fakültesinin kurucu dekanı olarak atandı. 2018’de Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın tensipleriyle aynı üniversitenin rektörlüğüne atanmış olup halen bu görevine devam ediyor. Telif, tercüme ve tahkikli neşir olmak üzere ulusal ve uluslararası birçok yayını bulunmakta, İslam Hukuku Araştırmaları Dergisi’nin editörlüğünü yapmakta (1-39), çeşitli sivil toplum örgütlerinde görevleri bulunuyor. İngilizce ve Arapça biliyor.

Yazar
Kırmızılar

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen