İlay AKSOY[1]
ABD Başkanı Donald Trump, “Make Amerika Great Again” yani, “Amerika’yı Yeniden Harika Yapalım” sloganıyla başkanlığının ikinci dönemine 20 Ocak 2025 tarihinde başlamış oldu.
Başladığı günden itibaren özellikle dış politikada birçok radikal ve tartışma yaratan kararlara imza atmış olsa da ikinci döneminde en keskin, katı ve kararlı durduğu tek konu var o da tartışmasız göç konusudur.
Trump, ülkesine kontrolsüz giren milyonlarca insanın ondan önceki başkanların anlattığı gibi “çok kültürlülük” bir zenginlik olarak değil, bizzat “çok kutuplaşma” ve kayıt dışı çalışan milyonlarca insan “ekonomik avantaj” değil, tam tersi ulusal egemenliğe, toplumsal düzene ve kamu güvenliğine yönelik olağanüstü bir ‘tehdit’ olarak görüyor.
ABD’nin nüfusu yaklaşık 350 milyondur, ancak tahmin edilen verilere göre ülkeye kaçak yollarla giriş yapmış ve en az 7 yıl tespit edilmeden yaşayan yaklaşık 18 milyon insan bulunmaktadır.
İşte bu hafta başı Başkan Trump, ülkesine kaçak girenlere karşı adeta savaş açtı. Savaş açarken de, belki de Amerikan sosyal yardım sisteminin şu ana kadar karşılaştığı en büyük yolsuzluk skandalını da ortaya çıkartmış oldu.
Trump Hükümeti, ilk olarak “neo-con”ların, yani “yeni muhafazakarların”, liberallerin ve sol cenahın sürekli öne sürdüğü “yabancılar yerli halka nazaran çok daha düşük oranla suç işliyor” kavramını çökerterek savaşına başladı.
Hükümet, Amerikan yetkililerinin izni ve kontrolü dışında ülkeye izinsiz giriş yapan 18 milyon kişinin, esasında kaçak girerek Amerikan kanunlarına karşı ilk suçu işlemiş olduklarını beyan etti.
İşte bu nedenle ilk olarak 2 Aralık tarihinden itibaren 19 ülkeden gelenlerin iltica başvuru yapma haklarını tamamen dondurdu.
Artık Afganistan, Burma, Burundi, Çad, Küba, Ekvator Ginesi,
Eritre, Haiti, İran, Laos, Libya, Kongo Cumhuriyeti,
Sierre Leone, Somali, Sudan, Togo, Türkmenistan, Venezuela ve Yemen’den Amerika’ya kaçak girenler “yüksek risk” kategorisine girdiğinden ilticaya başvurma hakları bulunmuyor ve direkt sınır dışı edilecekler.
Sınır dışı etme kanunlarında da çok köklü değişikliğe gidildi.
Öncellikle ülkeye kaçak girenler, mahkemeye çıkartılmadan artık direk sınır dışı edilebilecek.
İkincisi, belirlenen 19 ülkenin dışında iltica başvurusu yapmaya hak kazanan kişiler ise bekleme merkezlerinde tutulacak ancak geçirdikleri süreyi eskisi gibi ücretsiz değil, Amerikan devletine para ödeyerek geçirecekler.
Zira hükümetin açıkladığı rakamlara göre bir kişinin barınma merkezinde bekleme süresi 44 gündür ve günlük maliyeti de 152 Amerikan Dolarıdır, yani ülkeye kaçak giren bir kişinin iltica başvurusu olumlu veya olumsuz sonuçlanmasının maliyeti Amerikan halkına ortalama 6,700 Dolardır.
Amerikan Göç Politikaları Enstitüsü’nün yayınladığı rapora göre Trump yönetimin ilk on ayında barınma merkezinde kalan insan sayısının iki katına çıktığını ve bunun yıllık olarak federal bütçeye 14 milyar dolar ek maliyet getirdiğini açıkladı.
Enstitü, aynı zamanda barınma merkezleri için ayrılan bütçenin tüm federal hapishaneler için ayrılan bütçeden %62 daha fazla olduğunu da belirtiyor.
Ülkeye kaçak girenlerin maliyetlerinin ne kadar ağır olduğunu, sadece hapishane ve barınma merkezilerin sayıları ile tutuklu bulunan kişi sayılarını kıyasladığımızda durumun ne kadar vahim olduğunu daha iyi anlayabiliyoruz.
Zira Amerika’da şu an 56.945 kaçak kişi, 436 barınma merkezinde bulunurken, eyalet, federal ve şehir düzeyinde 1,2 milyon mahkûm 4.000 hapishane şu an bulunmaktadır.
Üstelik ülkeye kaçak giren yabancıları daha hızlı sınır dışı edebilmek için, kırsalda bulunan ve az sayıda mahkûmu olan hapishaneleri, askeri üsleri ve çadır kentleri de barınma merkezleri haline getiriliyor.
Bunun yanı sıra sınırlarına yakın olan Meksika veya Guatemala gibi 15 farklı ülkede Amerika, kaçakların beklemesi için özel barınma merkezlerin kullanılması için de anlaşmaları bulunuyor.
Amerikan Federal Göç Merkezinin yayınladığı rapora göre kaçak göç ile mücadelenin, sadece 2023 yılında Amerika’ya 150,7 milyar dolar maliyeti olduğunu belirtiyor.
Merkez, aynı zamanda vergi ödeyen her Amerikan vatandaşı yıllık olarak devlete ödediği vergiden 1.156 doları göç ile mücadeleye gittiğini ve ülkeye kaçak giren ancak yasalar gereği Amerika’da doğduğundan dolayı vatandaşlık hakkı kazanan çocukların yıllık kişi başı devlete maliyeti 8.776 dolar olduğunu da açıklıyor.
Trump hükümetinin getirdiği üçüncü düzenleme ise artık ülkeye kabul edilecek olan yabancı sayısında yıllık kabul kotası getiriyor olmasıdır.
10949 sayılı bildiriyle, Amerika’da artık seyahat ve giriş kısıtlamaları başlatıldı.
Böylelikle, Şubat 2026’dan itibaren Amerika yıllık sadece 7.500 yabancıyı kabul edecektir.
Ayrıca, belli iş alanlarında, sığınmacılara, iltica edenlere veya mülteci sıfatını taşıyanlara tanınan 540 günlük resmi çalışma izinlerini de sonlandırıyor. Daha önce bu imkândan yararlanan ancak yenilemek için başvuru yapan yabancıların da başvuruları durduruldu.
Beşinci uygulama ise vatandaşlık kanunlarında da çok köklü değişikliğe gidilmeye çalışılıyor.
Bu hafta Ohio Senatörü Bernie Moreno, “Exclusive Citizenship Act” yani, “Özel vatandaşlık” kanunu meclise sundu.
Bu yasa teklifi kabul edilirse artık Amerika, çift vatandaşlık uygulamasını sonlandıracak.
Bu yasanın özündeki esas amaç ise, Amerikan vatandaşlığını sonradan elde eden kişilerin Amerika devletinin vatandaşlarına sunduğu imkânlarından katkı sağlamadan yararlanabilmesinin ve istismar edilmesinin önüne geçmektir.
Altıncı uygulama ise 3 Şubat 2026 tarihinden itibaren 340.000 geçici koruma altında olan Haitilinin statülerini artık sonlandırılıyor olmasıdır. Bu statüyü taşıyanlar artık sınır dışı edilme sürecine girmiş olacak.
Yedinci uygulama ise Amerika’da okuyan yabancı öğrencilere getirildi.
Belli ülkeler, örneğin Çin’den gelen öğrencilerin öğrenci vizesi alması zorlaştırılırken, Amerika’da bulunan ancak suça bulaşan ve vatandaş olmayan yabancı öğrencilerin öğrenci ve oturma vizeleri de iptal edilerek, sınır dışı edilecekler.
Sekizinci getirilen çok önemli uygulama ise yabancıların oluşturduğu yüksek nüfuslu gettolarda, eyalet polisleri tarafından değil, federal polisler tarafından güvenlik operasyonlarının başlatılacak olmasıdır.
Bu operasyonların ilki bu hafta 260.000 Somali vatandaşın yaşadığı Minnesota’da başlatıldı. Amerika’da kaçak bulunan Somalileri tespit etmek için eş zamanlı birçok sokağa ve eve operasyonlar düzenlendi.
Hafta ortasında Minnesota’da yapılan baskınlar sonucunda federal polisler sadece kaçak insanları tespit etmekle kalmadı, aynı zamanda, federal hükümetin, Minnesota eyaletinin sosyal yardım sistemi ve sağlık giderlerinin karşılanması için göndermiş olduğu para üzerinden 1 milyar dolar yolsuzluk yapıldığını da tespit etti.
Yürütülen yolsuzluk soruşturmasında ağırlıklı Somali vatandaşına yapılan konut yardım programlarında, çocuklara yönelik otizm ve davranışsal müdahale hizmetlerinde, acil durum ve gıda yardımları gibi birçok sosyal yardım programları üzerinden çok kapsamlı dolandırıcılık yapıldığı tespit edildi.
İddia edilen suistimaller arasında sağlanmayan hizmetler için sahte veya abartılı faturalandırma (örneğin “hayalet hizmetler”), çocukları hizmetlere kaydettirmek için sahte otizm teşhisi koyma, hayali klinikler veya hiç gerçekleşmeyen bakımlar için devlete fatura kesmek üzere kurulan şirketler bulunuyor.
Ancak bu çok ciddi yolsuzluk skandalın yanı sıra belki de en büyük sorun teşkil eden iddialardan birisi ise paraların birçok sivil toplum örgütleri ve araştırmacıların üzerinden çalınmış olması ve sonradan da gayriresmi para transferi yöntemleriyle Somali’de El Kaide’nin uzantısı olan terör grubu Eş-Şebab terör örgütüne gönderilmiş olmasıdır.
Ortaya çıkan çok boyutlu skandalın merkezinde bir de ayrıca Amerika’nın ilk Somalili milletvekili olan İlhan Omar bulunuyor.
Yürütülen soruşturmadaki iddia göre Omar kampanya sürecinde “Feeding Our Future” adlı sivil toplum örgütünden yüklü miktarda bağış aldığı tespit edilmesi sonrası çok yoğun tartışmalar başladı.
Söz konusu olan sivil toplum örgütü, özellikle pandemi sürecinde çocuklara yemek dağıtmak için federal hükümetten yüz milyonlarca dolar ödenek aldığını ancak taahhüt edilen yemek sayılarını teslim etmediği gibi anlaşmanın dışında da ek yemekler dağıttığını iddia ederek kestiği ilaveten şişirilmiş faturalar karşısında da ödeme aldığı tespit edildi.
Trump’ın kontrolsüz göçe karşı açtığı savaşta bir de 5 Aralık tarihinde yayınladığı 34 sayfalık Ulusal Güvenlik Stratejisi raporu da büyük önem taşıyor.
Bu raporda, Trump özellikle Avrupa ülkelerine ve NATO’nun geleceğine dair çok sert ve sıra dışı uyarılarda bulunuyor.
Raporda Avrupa, mevcut göç politikasına devam ettiği takdirde “medeniyet silinmesi” ile karşı karşıya geleceğini ve çok yakın tarihte güvenilir bir Amerikan müttefiki olma statüsünü kaybedeceğini vurguluyor.
Raporda, “Uzun vadede, en geç birkaç on yıl içinde bazı NATO üyelerinin çoğunluğunun Avrupalı olmaması oldukça olasılıktır. Bu nedenle, dünyadaki yerlerine veya Amerika ile ittifaklarına, NATO tüzüğünü imzalayanlara aynı şeklide mi bakacakları sorusu açık bir sorudur” diye belirtiyor.
Şimdi gördüğünüz gibi, kontrolsüz göç, yüksek nüfuslu kitlesel göç artık bir toz pembe “hümanizim” tablosu olmaktan çıkıp ciddi küresel güvenlik krizi haline gelmiştir.
Bu durumda, Amerika’nın Avrupa için yaptığı tarihi uyarı, bölgenin en yüksek ve farklı soylardan yabancı nüfusu barındıran Türkiye için de geçerli değil mi?
Yani artık Amerika bu kadar sert reformalar uygulamaya başlamışken ve Avrupa’yı da başlaması için zorlarken, Türkiye de mevcut siyasi iklimden yararlanıp devletimizin bugün ve uzun vadeli bekası için çok benzeri tedbirler neden almamakta ısrar ediyor?
—————————————
Kaynak:
https://www.yenicaggazetesi.com.tr/trump-kitlesel-goce-karsi-savas-acti-biz-niye-acmiyoruz-985571h.htm
[1] Yeniçağ Gazetesi, [email protected]
