Türk Milliyetçilerinin Cemaat ve Tarikatlarla muhataplığı

Bu metinde, Cemaat ve tarikatlar hususunda söylenecek birkaç cümle ile Türk milliyetçiliğinin ve Türk milliyetçilerinin ahvaline dair bir anlama gayreti ortaya konulacaktır.  

Âcizane modern Türk devletinin, (önceden Türk devleti denilince bağımsız tek Türk devleti olan Türkiye cumhuriyeti akla gelirdi ama Sovyetler Birliğinin dağılıp müstakil yeni Türk devletleri meydana çıkınca bu tabiri kullanmak kadük hale geldiği için, modern Türkiye Cumhuriyeti demek lazım) kurucusunun Fatih Sultan Mehmet Han olduğunu düşünürüm. 

20.asır başında verilen millî mücadele sonrasında Selçuklu ve Osmanlı devletlerinin yok sayılarak, Etilerden, Hititlerden nesep devşirilmeye çalışılması da mübarek Türk milletinin engin feraseti ile aşıldı şükür. Şimdilerde Eti bisküvi ve Eti holding haricinde “Etili” pek kimse kalmadı. Hitit ise herhalde Çorum üniversitesinin adıyla yaşıyor. Birde Bülent Ecevit vardı. Rahmetliyi Dündar Kök kardeşim “son Hititli” diye yirmi yıl evvelinde hicvetmişti de, hâlâ o güzel hiciv yâdımdan gitmez. 

Çok şükür bazı sokak, bulvar laik ve Atatürkçüleri haricinde milletimizin Selçuklu ve Osmanlı aidiyetinden rahatsız olan kalmadı gibi. CHP bile artık en azından siyasi ikballeri gereği ayarsız cümleler etmiyorlar. Gerçi inşa ettikleri Vahideddin imgesi üzerinden vurmaya çalışıyorlar ama o kadar da olsun.

Benim esas lafı getirmek istediğim yer Türk milliyetçiliği. Şimdi cemaat ve tarikat kavramları gündeme geldiğinde özellikle laiklik ve Atatürkçülük bulaşığı olan Türk milliyetçileri kendilerini kaybedercesine bu iki kavrama ve muhtemelen farkında olmadan (inşallah öyledir) İslami kişi ya da müesseselere olmadık sözler ediyorlar. Mesela Şah-ı Nakşibendi ‘den mülhem var olan Nakşibendi tarikatı mevzu olunca rahatsızlığını izhar etmeyen aynı kitle Ahmed Yesevi, Hacı Bektaş-ı Veli, Hacı Bayram-ı Veli gibi isimlere de acayip bir hürmet gösterir cümleler ediyorlar. Hâlbuki bu isimlerin hepsi Türk tasavvuf tarihinin içinde olan insanlar. Hatta Şah-ı Nakşibend bütün tasavvuf camiasının temel taşlarından ve Türkistanlı bir velî. Tahmin ediyorum ki o velinin Türkistanlı olduğu bile birçoklarınca bilinmiyor. Kimin söylediğini şimdi hatırlamıyorum ama “Tasavvuf ‘u Türk edebiyatından çıkarırsanız boş bir çuvala benzer.” cümlesi tasavvufi cereyanların Türk milleti için ne kadar önemli olduğunu ifadeye yeter.  Bu cümlenin kaynağını hatırlamıyorum ama İngiliz tarihçi Thomas Eliot’un “Edebiyat Üzerine Düşünceler” kitabında okuduğum “Hristiyanlığı Avrupa Birliği’nin içinden çıkarırsanız boş bir çuvala benzer” cümlesini hiç unutmadım. Demek ki din bahsi sağlıklı, kendini inkâr etmeyen bütün kişi ya da toplumlarda çok kıymetli. 

İslâm Türk tarihine baktığımızda bütün macera cemaat ve tarikat kavramları üzerinden yürümüş. Yani Selçuklu ve Osmanlı devletlerinin müesseseleşmesinin, medeniyet inşa etmesinin temel taşlarından iki yapı cemaat ve tarikatlar. Bugün bazı laik ve Atatürkçü “toplulukları” çok rahatsız etse de bu iki kavram Türk milletinin yapı taşları. Yani şimdiki ifadelerle bildiğimiz “sivil toplum kuruluşları” canım. Yani STK. 

Laik ve Atatürkçülerin rahatsızlıkları esasen anlaşılabilir ve kabul edilebilir ama Türk milliyetçisi olduğunu ifade eden, eli kalem tutan, umur görmüş, “devletlularla” olmuş abiler, dostlar ve dahi bu uğurda daha yeni yola çıkmış olan, kardeşlere ne demeli?

Türk milliyetçiliğinin zirve mütefekkirlerinden rahmetli Erol Güngör ‘ün “İslâm’ın Bugünkü Meseleleri”, “Türk Tasavvufunun Meseleleri” isimli kitapları başta olmak üzere, bütün eserlerinden acaba kaç kişinin haberi var. Tâbi umudum haberleri olmadığı üzerine bir hüsn-ü zan kabul ile böyle düşünüyorum. Haberleri olmasına rağmen eğer böyle düşünüyorlarsa durum daha sarpa sarar zira. 

Hiç bir cemaat ya da tarikat ile kendimi tanımlamadım. Türk milliyetçiliğinin bütün İslam âleminin hamisi olduğu gibi bir tarafgirliğim var ama benim bu halim hiç bir cemaat ve tarikatın varlığını inkâra hele düşmanlığa ruhsat vermez. Birçok cemaat ve tarikattan herkesin olduğu gibi benimde dostlarım var ve yüz yüze bakıyoruz. Yüzlerine dost görünüp arkalarından menfî konuşmak da bir ahlaksızlık. 

Türkiye’de cemaat ve tarikat yapılarının bu kadar güçlenmesinin ve onlar bahane edilerek tenkit edilen son iktidar sürecinin banilerinin müsebbibinin cemaat ve tarikatların gayretinden ziyade geçtiğimiz seksen yıllık laik, Kemalist uygulamaların olduğunu da söylemek lazım. 

Mesele uzun ama seksen yıllık Laik, Kemalist otoriteler milletin dinî imanı ile uğraşmak yerine, memleketi bayındır hâle getirebilselerdi zannediyorum ne bugünkü cemaat ve tarikatlar bu kadar faal olabilirdi ne de ahali tarikat ve cemaatlere ihtiyaç duyardı. 

Yıllarca memleketin dışında üniversite okumaya giden çocuklar cemaat ve tarikatların barınma faaliyetleri, aşevleri gibi sosyal çalışmaları olmasaydı, tarikat ve cemaatler bu kadar taban bulabilir miydi? Hiç zannetmiyorum. Bunları kim inkâr edebilir. Hâli vakti yerinde olan kimselerden bahsetmiyorum. O hâli vakti yerinde olup da memlekette hacı hoca bilinenlerin çocuklarının İstanbul’da neler yaptığına şahitliklerim de var. Yani mesele toplumsal ihtiyaçlarla alakalı. Laik ve Kemalist sahip zümre Türk milletine, onun değerleriyle beraber baktı, adil ve bayındır bir toplumsal düzeni kurdu da, ahali gene de “davulcuya ya da zurnacıya” mı kaçtı? 

Geldiğimiz noktada Laik ve Kemalist uygulamalar toplum tarafından kabul görmemiştir. O zaman Türk milliyetçilerine ne oluyor ki bu enkazı savunma durumuna düşüyor. Esasen laik, Kemalist uygulamalara ilk tavır koyanlar da Türk milliyetçileri değil midir? Öyle olmasaydı Atatürk niye Türk Ocakları’nı 1933 yılında kapattı. Bugün muhalif olarak bilinen birçok fikir kulüplerinin miladı Türk milliyetçilerine dayanır. Ellili yıllarda yoğunlaşan sivilleşme ile ilk kurulan dernekler Türk milliyetçi dernekleridir. 

Türkiye Cumhuriyeti’nin başı ne zaman dara düşse elinden tutanları Türk milliyetçileridir ve o Türk milliyetçilerinin başka bir sıfata, kimliğe asla ihtiyacı olamaz. Onun için Türk milliyetçileri kim olduğunun farkına varmalı, milletinin değerleri ile barışık, kimseleri yermeden, kovmadan ama devletinin de başkalaşmasına da asla göz yummadan fikri müktesebatına sahip çıkmak mecburiyetindedir.

Cemaat ve tarikatlardan Türk düşmanları faydalanıyor, devlet düşmanları faydalanıyor, halk faydalanıyor, hükümet adayları, mahalli siyasetçiler, iktisadi teşebbüsler… Vesselam herkesler, her şeyler faydalanıyor ama Türk milliyetçilerinden onlara düşmanlık beslemeleri isteniyor. Niçin ve kim adına? Türk milliyetçileri onun bunun emir eri olan kafasız, fikirsiz, ufuksuz sokak çeteleri midirler ki kendi kararlarını veremesinler.

Demem o ki cemaat ve tarikatlara peşin düşmanlık Türk milliyetçiliğinin işi olamaz. Bu müesseselerde yer alanlara ve bu müesseselerin hukuki ve meşru faaliyetlerine öcü muamelesi yapmak bırakın her şeyi insanlığa sığmaz. Ama Fatih’in hocası Akşemseddin ‘e dediği gibi kılıcın yani “devletin” hakkını da her şeyin üstünde tutacak bir devlet Türk milliyetçiliğinin temel vazifesidir. 

Son söz olarak; milliyetçilik milletinin her ferdine ve onun bütün değerlerine sahip çıkmak demektir. Bu bağlamda cemaat ve tarikat müesseselerine peşin bir düşmanlık ya da husumet içinde olmak Türk milliyetçiliği ile uyuşmaz. Milletin değerleriyle çatışan milliyetçilik sağlıksız yerlere götürür bizi ve milletsiz bir milliyetçilik ortaya çıkar ki bunun en güzel misali Atatürk milliyetçiliğidir. Böyle bir milliyetçilik garabetine de emekli bir subay olan Selim Kaptanoğlu’nun 12 Eylül cuntasının mahkemelerinde verdiği ifadesiyle “askerlerden ve ilkokul çocuklarından başka kimse inanmaz.” İnanmadı da. 

Peki ne yapılmalı? Türkiye’deki bütün cemaat ya da tarikatler hasım görülmeden devletin kontrolünde faaliyetlerini yürütebilmeli. Devlet bunu takip etmeli, onların oluşturduğu sinerjinin milletin ve devletin menfaatine yönelmesini sağlamalı ki Türk milletinin düşmanları bu tür yapılardan bir gün devlet düşmanı kişiler ya da topluluklar devşirmesin. O yapılarında böyle bir niyet karşılığında hesap verebilir, saf berrak niyetlerle faaliyetlerine devam etmeleri gerektiğini anlayacakları, anlamazlar ise devlet tarafından kendilerine anlatılacağını bildirmek lazım. 

Türk milliyetçilerinin cemaat ve tarikat muhataplığı böyle bir zeminde olmalıdır. Onlara karşı gereksiz, mesnetsiz ve nafile husumetler içinde olmak ne Türk milliyetçiliğine, ne Türk milliyetçilerine ne de Türk milletine bir fayda vermeyecektir. Türk milliyetçileri Türk devletinde ve milletinde var olan maddi ve manevi bütün değerlere hürmetkâr olmalı, o değerleri devlet ve milletin hayrına idare eden temel çatı olması gerektiğinin farkına varmalıdır.

Yazar
Cüneyt CESUR

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen