Türk Milliyetçiliğinin Politik Gelişimine Dair

Tam boy görmek için tıklayın.

Orhun Abideleri, Türk milletinin ilk yazılı bel­geleridir. Bu belgelerde bugünkü mânâda milletini sevme ve yüceltme duygularının yanı sıra milliyetçi­lik alanında kullanılan halk/millet, dil-din-ırk-kutsal toprak ve devlet gibi kavramların hepsini görebiliriz. Bu kavramların temsil yetkisi gücünü Tanrı’dan alan kağandadır ve dokunulmazlık zırhı vardır. Bu devle­tin ideolojisi de bellidir. “Gün Doğusundan Gün Batısına kadar bütün milletleri tek bayrak altında toplamak” İlk İslâmî eser olan Kutadgu Bilig de başından sonuna kadar devleti idare etmeyle ilgilidir. Türklerin İslâmiyetle tanışmasıyla ideolojinin “âleme nizam vermek” ve “İlay-ı Kelimetullah”ı gerçekleş­tirmek gibi dinî bir çerçeveye büründüğünü görebili­riz. Bir inancı bırakıp yeni bir dine girmek, aynı zamanda bir kültür dairesinden çıkıp, diğer bir kültür dairesine girmek demektir. Bu tabiî ki, dile de yansı­yacaktır. Kendini bilen zamanın aydınları ana dilleri­ni korumayı düşünmüş ve bu konuda eserler vermiş­lerdir. Kaşgarlı Mahmud’un 11.yy’da Araplara Türk­çe öğretmek için yazdığı Divan ü Lügati’t-Türk, Fahreddin Mübarekşah’ın 12.yy.’da kaleme aldığı Şecere-i Ensâb, 15.yy.’da Nevaî’nin Türkçe’nin Fars­ça’dan üstün olduğunu göstermek için yazdığı Muhakemetü’l-Lugateyn’i ve Âşık Paşa’nın Garib- ııâınesi hep bu babdandır.

Tarihi seyir içersinde, 17.yy.’da yaşayan iki yazar kendi kanaatime göre önemlidir. Bunlardan ilki Hive Hanı Ebu’l-Gazi Bahadır Han’dır ki Şecere-i Terâkiıneve Şecere-i Türk adlı eserler vermiş ve bu eserlerde Türk milletinin Oğuz Han’ a kadar ulaşan soy kütüğünü ortaya koyarak, milletinin tarihi ile ‘şuurlu bir övünç duymuştur. İkincisi Vanî Mehmet, Efendi’dir.

Yazar, Arâisü’l-Kur’an ve Nefâisü’I-Furkan adlı bir eser kaleme alarak muhtelif ırklardan mürekkep Osmanlı ulemasının körüklediği Arap hayranlığı ve Türk düşmanlığına ilmi sebeplerle isyan etmiş, diğer tefsircilerin Ye’cüc-Me’cüc’ü Türkleştirmelerine mu­kabil Ye’cüc-Mecüc’e karşı demir ve bakırdan set yaptıran Zülkarneyn’in Oğuz Han olduğunu savun­muştur.

  1. ‘dan başlayarak Osmanlı Devleti sürekli toprak kaybediyordu. Toprak kaybeden sadece Osmanlı değildi. Doğuda da Ruslar Türk hanlıklarını işgale başlamışlardı. Bu noktada ilk tepki Tanzimat edebiyatının ilk nesli olan Şinasi-Namık Kemal-Ziya Paşa ekolünden gelmiştir. Bu neslin edebiyata getir­diği yeniliklerin dışında, şüphesiz iki başarısı vardır. Bunlar, vatan-millet-hürriyet gibi kavramların bu konuda hiç bir terbiye almamış topluma sokarak daha sonraki milliyetçi gelişmeler için bir nebze hazırlan­mış bir kitle hazırlamaları ve Tanzimatçıları batılı­laşma içinde kendi benliklerini kaybettikleri ve gay­rimüslim tebaaya verilen haklarla Türk-Müslüman hakimiyetini sarstıkları yolundaki itirazlarıdır. Tanzimatla birlikte başlayan Vahdet-i Osmaniye (Osmanlı Birliği) siyaseti, 1876’dan sonra Namık Kemal’le birlikte Vahdet-i İslamiye (İslam Birliği) siyasetine dönüşmüştür. Bu yüzyılda Avrupa’daki Türkoloji çalışmaları Türkiye’de de etkisini göster­miş, Ahmet Vefik Paşa’yla başlayan İlmî milliyetçilik Süleyman Paşa, Şeyh Süleyman Efendi, Ali Süavi, Ahmet Cevdet, Ahmet Mithat Efendi Veled Çelebi Şemseddin Sami ve Bursalı Tahir’le devam etmiştir. I. Meşrutiyet Devri çok kısa sürmüş, bundan sonra imparatorluk 30 yıl sürecek Abdülhamid Devri’ne girmiştir. Abdülhamid yöntemini esas itibariyle Os­manlılık politikasını savunmasına karşılık Panislâmizme de kaymıştır.
  2. ‘ın 2. yarısında Osmanlı Devleti’ndeki mil­liyetçilik hareketlerine eş anlamlı uyanışları Türk Dünyası’nın diğer bölgelerinde de görmekteyiz. Mir­za Fethali Ahunzâde, Sâbir, Abdülkayyum Naşiri, Şehabattin Mercani, Ayaz Îshakî, Abdullah Tukay, İsmail Gaspıralı, Zeki Velidi (Togan), Ali Merdan (Topçubaşı), Ahmet Ağoğlu, Hüseyinzâde Ali Bey uyanış hareketinin ilk akla gelen isimlerindendir. O zamanın kültür merkezleri olan Kazan ve Azerbay­can’da derin yankılar bulan, bazan mahallileşme bâzan batılılaşma şeklinde görünen hareket, hayatın bütün safhalarına yayılarak Türkler arasında okuma yazma oranını arttırmış, yabancı dil bilen, batı mede­niyetine vakıf, aynı zamanda diline ve tarihine sahip çıkan bir aydın kitlesi ortaya çıkarmıştır. Bu aydınlar arasında özellikle İsmail Gaspıralı, Yusuf Akçura, Hüseyinzâde Ali Bey ve Ağaoğlu Ahmed harekete yeni ivmeler kazandırdıkları için bütün Türk Dünya­sını özellikle Osmanlı Devletindeki aydınlan etkile­mişlerdir. İsmail Gaspıralı, Türk kavimlerinin kültür seviyesini yükseltmek, kalkınmayı Türkoloji ilmi Şarkiyat’ın bir alt dalı olarak bir tecessüsten öte, düşmanı tanımak, araştırmak ve kontrol altına almak amacıyla Batıklar tarafından temelleri atılan bir ilimdir. Ruslar, İngilizler, Almanlar vd. bu ilmin Türk Dünyasını bölmek ve emperyalist emellerini gerçekleştirmek için kullanmışlardır. Bu ilim, bugün Türk Dünyasını kültürel alanda birleştirmek için rahatlıkla kullanılabilir, engelleyen eski ve geri kal­mış zihniyet ve müesseseleri yıkmak, Türk milleti arasında müşterek kültürü kurmak düşüncesiyle “Dilde, Fikirde İşte Birlik” şiarıyla 1883 yılında Tercüman adlı bir gazete çıkarmış, gazetenin etki­siyle Usul-i Cedit hareketi, Avrupa tarzında düzen­lenmiş ilkokullarda ilk eğitimin mahalli lehçelerde olmasını ve bunun üç sene sürmesini, dördüncü seneden itibaren eğitimin umumî edebi Türk dili olan sadeleştirilmiş İstanbul şivesiyle yapılmasını savunu­yordu. Bugün Türk Cumhuriyetleri ve Toplulukların­da açılan okulların ve Türkiye’nin Türk asıllı öğren­cileri okutmasının esin kaynağının İsmail Gaspıralı olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Hüseyinzâde Ali Bey, Ziya Gökalp’i derinden etkilemiş olan Türkleş­mek – İslamlaşmak-Avrupalılaşmak fikrinin sahibidir ve mezhep ayrılığının ortadan kaldırılması konusun­da Ağaoğlu Ahmet Beyle birlikte kamuoyunu aydın­latmaya çalışmışlardır. Bugün Türk milliyetçileri, özellikle bu iki aydının fikirlerini tefsir edip, gün­celleştirerek ve 12 Eylül öncesi mücadelenin ortaya çıkardığı olumsuzlukları da azaltarak Türkiye öl- çe inde harekete yeni ivmeler ve güç kazandırabi­lirler. Eğer Türkiye 21.yy.’da bütün Türk Dünyası’na önderlik etmek istiyorsa önce kendi içinde barışık yaşamalıdır. Diğer önemli bir şahsiyet Türk fikir hayatına “Üç Tarz-ı Siyaset” makalesiyle imzasını atan Yusuf Akçura’dır. Akçura, bu makalesinde Osmanlı Devletinin dağılmasını önleyecek olan Osmancılık-İslanıcılık-Türkçülük siyasetlerini de­ğerlendirir. Akçura’ya göre “İlk iki siyaset denenmiş, başarılı olamamış ve Türk birliği Osmanlı İmpara­torluğundaki Türkleri din ve ırk bakımından birleşti­recek, ayrıca Türk aslından olmayan bir derecede Türkleşmiş unsurlar da Türklükle temsil edilecektir. Dünyaya yayılmamış bulunan Türklerin birleşerek büyük bir milleti siyasiye meydana getirmesinde Osmanlı Devleti asıl rolü oynayacaktır. Akçura’nın en önemli özelliği devletin hangi siyasetle idare edileceğini belirtmesidir. .

1908’de başlayan II. Meşrutiyet tamamıyla Jön Türklerin eseri olmuştur. Jön Türkler ve kuruluş amacıyla Osmanlı siyasetini izleyen Ittihad ve Terak­ki daha sonraları kısmen Türkçülüğe (İttihad ve Terakki’nin genel merkez üyesi olan Ziya Gökalp’in de etkisiyle) meyletmişler, fakat siyaseten Akçura’nın Üç Tarz-ı Siyaset’i arasında gidip gelmişlerdir. Za­manın en güçlü siyasi partisi olan İttihad ve Terakki Fırkası, gayr-i müslim ve gayr-i Türklerin Osmanlı Devletinden ayrılma temayülleri sonucunda Türkçü­lük siyasetini benimsemek zorunda kalmıştır. Böyle- ce edebî, tarihî ve romantik Türkçülük akımının yanında bütün Türkleri içine alan siyasi bir milliyet­çilik akımı doğmuştur. Buna rağmen, İttihad ve Terakki’nin Osmanlı Birliği ve İslam Birliği fikrinden vazgeçtikleri söylenemez. Meşrutiyet havasıyla ve Rusya’dan gelen Türk aydınlarının da katılımıyla Kasım 1908’de Türk Derneği kurulmuştur. İlmi ve medeni milliyetçilik prensiplerinden hareket eden dernek 1911 yılında Türk Ocağı’nın fiilen kurulma­sıyla kapanmıştır. Aynı tarihte Selanik’te Genç Ka­lemler dergisi etrafında Ömer Seyfeddin, Ali Canip, Ziya Gökalp, Aka Gündüz, Mehmed Fuad gibi ay­dınlar dil milliyetçiliği akımının mihenk taşlarından olmuşlardır. Bunların içinde Ziya Gökalp Türkçülüğe önce Turancılıkla başlayarak Türkçülüğün sosyolojik temellerini ortaya koyan ilk şahsiyet olmuştur.

Ziya Gökalp’e göre “Türkçülük, Türk milletini yükseltmek demektir. Millet ne ırkı, ne kavmi, ne coğrafi, ne siyasî, ne de idari bir zümredir. Millet, Lisanca, dince, ahlakça ve edebiyatça müşterek, aynı terbiyeyi almış fertlerden mürekkep bir harsî zümre­dir. “Türkçülüğün Türkiyecilik-Türkmencilik (Oğuzculuk) ve Turancılık gibi üç büyük mefkûresi (ülküsü ) olmalıdır. Turan, istikbalde diğer Türklerin Oğuz­larla bütünleşeceği Kızıl-Elma’dır. Bu bir hayal dahi olsa Türkçülük için kuvvet menbadır. Ziya Gökalp’in İçtimaî mefkûresi “Türk milletindenim, İslâm ümmetindenim, Garp medeniyetindenim” cümlesiyle özet­lenebilir. Bu mefkure daha sonraları “Türk’üz, Müs­lüman’ız, Uygarız” şeklinde sloganlaştırılmıştır. Gökalp’in milliyetçilik anlayışı şovenist veya mutaas­sıp değildir. Gökalp’in kültürel temeller üzerine oturttuğu millet ve milliyetçilik anlayışı kapsayıcı ve gelişmeci bir muhtevaya sahiptir. Çünkü, O Türk milletinin atlattığı badirenin toplum içinde dayanış­mayı ve iş birliğini zorunlu kıldığına inanmıştır.

Dağılma aşamasındaki Osmanlı Devletinin için­deki azınlık örgütlerinin bölücü faaliyetlerinin yaygın olduğu bir zamanda Türk Ocağının kurulması ve Türk Ocaklıların Kurtuluş Savaşına destek vermeleri millî birlik açısından önemli olmuştur. Anadolu’daki bu mücadele, Batıda modernleşmeci ve demokrat bir muhtevaya sahip olarak gelişen milliyetçiliğin bozu­larak emperyalizme dönüşmesine karşı kalkınmacı ve bağımsızlıkçı bir milliyetçiliğin gelişimini simgeli­yordu. İçeride ise, biraz da tarihi zorunluluk olarak milli bir devletin inşasına yöneliniyordu. Milliyetçi/Türkçü aydınlar bu yeni durumun Türk milletinin yaşama ve kalkınma azmini temsil ettiğine ve bunun da son tarihi fırsat olduğuna inanarak yeni kurumla­rın ve politikaların savunucuları olmuşlardır. Buna bağlı olarak Cumhuriyetin kurucularının öncelikli amacı yeni milli devlete ve bu devletin hedeflerine meşrutiyet sağlayacak bir ideolojinin yaratılması ve Osmanlının son döneminden itibaren gelişmeye başlayan milli bilincin kökleştirilmesi olmuştur. Ziya Gökalp ile Yusuf Akçura’nın öncülüğündeki Türk- çti/Milliyetçi fikir akımı bu açıdan belli başlı esin kaynaklarıydı. Atatürk, üniter bir millet-devlet for­mülünde kara kılarak Anadolu insanında mensubiyet duygusu yaratıp, vatandaşlık şuuru vererek çağdaş­laşma yolunu açan yeni bir kimlik kazandırmak iste­miştir.

1920’lerin ikinci yansında oluşmaya başlayan ve 1930’larda giderek netleşen Kemalizm (!) batıcı lâik yönü ağır basan entelektüellerin katkılarıyla yeni bir milliyetçilik ve modernleşme anlayışı yaratmıştır. Nitekim 1931 ve 193 5 CHP programlarıyla resmile­şen milliyet anlayışı, dil ve kültür birliği ile bir ülkü etrafında toplanmayı içeriyordu. Milliyetçilik ise, millî birliği sağlamayı ve yeni cumhuriyeti korumayı temel almaya başlamıştı. Türk milliyetçiliğinin ö- nemli bir parçası olan Anadolu dışındaki Türklerle ilgilenmek, kültür birliğini ve dayanışmayı gerçek­leştirmek şeklindeki Turan idealleri gözle görülmez olmuştu. Milliyetçilik anlayışının bir diğer önemli parçası olan din olgusu için de aynı şey geçerliydi. Bunlara son olarak Osmanlı döneminin yok sayılması da eklenmiştir. Bu düşünceler ve radikal kültürel programlar, Atatürk’ün bir kısım arkadaşları ve milli­yetçi aydınlar tarafından farklı bir siyasetle karşılan­mış, bu durum “batıcı-milliyetçi” ve “muhafazakâr- milliyetçi” gibi kavramlarla tanımlanabilecek bir yol ayrımına sebep olmuştur. Neticede Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kurulması ve bu fırkada Türk Ocaklarının yer alması, Tek Parti İktidarınca hoş karşılanmayarak Türk Ocakları 1931 yılında kapatıl­mış, bütün mallan CHP’nin gençlik kollan gibi çalı­şan Halkevleri’ne devredilmiştir. Resmi anlayışı yetersiz bulan Türk milliyetçilerinin 1944 yılma kadar Orhun, Birlik, Çığır, Gökbörü vb. dergiler etrafında kümelendiğini görmekteyiz. Bu dergiler etrafından şekillenen yeni milliyetçilik anlayışı Türk ırkının tarihi sembollerine ve kan birliğine önem vermekte, Turan idealini canlı tutmaya çalışmaktadır.

Atatürk’ün ölümünden sonra Tek Parti yönetimi­nin dış politikası, bağımsızlık anlayışı ve milli kültür politikalarının değişmesi ile devlet idaresinde sol bürokratların kadrolaşması tepkilere yol açmıştır. Bu kadrolaşma ve marksistlerin bazen hümanizm, bazen batıcılık ve ilimcilik adı altındaki faaliyetleri sonu­cunda Nihal Atsız, Orhun Dergisi’nde ilki Mart 1944, İkincisi 21 Mart 1944’te olmak üzere dönemin Başbakanı Şükrü Saraçoğlu’na iki açık mektup gön­dermiştir. Atsız, ilk mektubunda tehlikeye dikkat çekmiş, ikinci mektubunda ise, isim isim bazı komü­nistlerin faaliyetleri üzerinde durmuştur. Bu mek­tuplar iktidarı rahatsız etmiş, sonucunda Sabahattin Ali’nin Atsız’ı mahkemeye vermesiyle başlayan dava şekil değiştirerek Türkçülük/Turancılık davası şekli­ne dönüşmüştür. Yargılanan 23 kişi dava sonucunda beraat etmiştir. Bu davanın en önemli özelliği Türk milliyetçilerinin devlet idaresiyle resmen ilk defa karşı karşıya gelmeleri ve 3 Mayıs’taki gösterilerin Türkçülük adına yapılan ilk gösteriler olmasıdır. Dikkati çeken diğer bir husus da, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün 19 Mayıs dolayısıyla yaptığı konuş­mada bu hareketleri zararlı bulmasının komünistleri şımartmasıdır. Ama bu tavırlar milliyetçileri bir taraftan Özleyiş, Toprak, Altın Işık, Meşale, Hareket, Milli Birlik, Ergenekon, Türkeli, Türke Doğru, Bay­rak, Kürşad gibi dergiler etrafında toplarken bir taraftan da Türk Kültür Ocağı, Türk Gençlik Teşkila­tı, Türk Kültür Çalışmaları Derneği, Genç Türkler gibi derneklerin çatısı altında şuurlanmaya itmiştir. 1946’da Milli Türk Talebe Birliği’ni 1949’da Türk Ocaklarının tekrar faaliyete geçmesi harekete ivme kazandırmıştır. Dağınıklıktan şikayet eden Türk milliyetçileri, birlikte hareket etme noktasında birleşince önce 1950 Nisanında Milliyetçiler Federasyon kurulmuş, 1951 yılında dernekler birleşme karan olarak adını Türk Milliyetçiler Derneği olarak değiş­tirmiştir. Türk Milliyetçiler Derneği’nin bütün Türki­ye sathında hızla teşkilatlanması ve halkın teveccü­hünü kazanması hem DP’lileri hem solcuları ürküt­müş, sonunda Adnan Menderes, 1953’teki Antep konuşmasında milliyetçilik hareketlerini gizli ve ayrımcı bir hareket olarak göstermiş; bunun üzerine dernek kapatılarak mallarına el konmuştur. Türk milliyetçileri bundan sonraki faaliyetlerine 1953’te kurulan Milliyetçiler Derneği ve 1956 yılında kuru­lan Türkiye Komünizmle Mücadele Derneği’nin çatısı altında devam edeceklerdir. Genç Cumhuriye­tin ilk iki partisi, cumhuriyetin temellerini kuran ideolojiye sırf iktidar hırsından dolayı mı karşı çık­mıştı? Sorusu hep beynimi kurcalamıştır. Ayrıca bunun etkisiyle midir bilinmez. 12 Mart ve 12 Eylül sonrası devletin çıkardığı bölücü faaliyetlerle ilgili yayınlarda Türkçülük-Turancılık bölücü faaliyetler kapsamında ele alınmıştır. Devlet erkini elinde tu­tanlar, söylem olarak Türk milliyetçiliğini kullanma­larına karşılık, ideolojiye neden karşı çıkmaktadırlar?

1944’ü saymazsak Türk milliyetçiliğinin siyasi planda ortaya çıkışını, 1960 ihtilalinde tasfiye edile­rek, yurtdışına çıkartılan Alparslan Türkeş ve bir kısım arkadaşlarının CKMP’ye katılmasıyla görebili­riz. Türkeş, 1965 yılında partiye başkan olmuş, 1969’da Adana’da yapılan genel kurulda parti adını Milliyetçi Hareket Partisi olarak değiştirmiştir. MHP, bu tarihten itibaren o zamana kadar ağırlık olarak fikrî ve kültürel faaliyetler şeklinde devam edegelen milliyetçi hareketin temel değerlerinin ve amaçlarının siyasi hayatta aktif bir şekilde savunulması rolünü üstlenmiştir. MHP ideolojisinin iki önemli bileşeni vardır. Bunlardan birincisi, daha önce Ziya Gökalp tarafından “Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaş­mak” şeklinde formüle edilen Türk milletinin kültü­rel ve milli değerlerini koruma ülküsünün Tiirk-İslam Ülküsü şeklinde sembolize edilmesidir. Böylece MHP, dinin toplum içindeki önemini belirterek bu sentezi Ziya Gökalp’ten sonra teori alanından eylem planı içinde aktarmıştır. İkincisini ise, sosyal, siyasi ve ekonomik yapıya ve problemlere ait bakış açısını belirleyen 9 temel prensipten müteşekkil “Milli Doktrin-9 Işık” oluşturur. İlk bakışta CHP’nin 6 Ok’una karşı bir program gibi görünen 9 Işık’ın “Millet Sek­törü” “Tarım Kentleri”, “Tek Meclis-Tek Başkan” “İşçi Fabrikaya Ortak” gibi bugün bile uygulanabilecek programları gerek MHP’nin siyasal güç olup, politik güç olmamasından, gerekse 12 Eylül öncesi müca­dele ortamından dolayı hayata geçirilememiştir.

MHP sadece bir siyasî parti olarak kalmamış, toplumu temsil eden bütün yapılanmalar içinde teş­kilatlanmıştır. Bilhassa gençlik teşkilatını temsil eden Ülkü Ocakları, komünistlerin örtülü istila girişimine karşı milli refleksi temsil etmişlerdir. Bu refleks 12 Eylül ihtilalcileri tarafından yanlış anlaşılarak ferdi suçlarla ilgili davalara MHP ve Ülkücü Kuruluşların yöneticileri de dahil edilmişlerdir. Bu dava sonucun­da idarecilerin tamamı beraat etmelerine karşılık, ülkücüler devleti de sorgulamaya başlamışlardır. Bu sorgulamaya biraz da şahsiyet katılınca Büyük Birlik Partisi ayrılığı doğmuştur. BBP, sivil-toplumcu- katılımcı bir programla ve din olgusuna biraz daha ağırlık vererek ortaya çıkmasına rağmen şimdilik MHP’den bir farklılığı görülmemiştir. 4 Nisan 1997’de MHP lideri Türkeş’in vefat etmesiyle uzun bir kongre dönemi yaşanmış, sonunda genel başkan­lığa Dr. Devlet Bahçeli seçilmiştir. MHP’nin yeni yönetimi ise, bir taraftan Parti Okulu’nda üyelerini eğitirken, bir taraftan da Araştırma Geliştirme Merkezi’nde 18 ayrı dalda bir program geliştirmeye baş­lamıştır. MHP, muarızlarına cevap vermekten kendi­ni kurtarabilir, iyi adaylarla, programını halka anlata­bilir, dernek özelliğinden kurtulup bir siyasi parti hüviyetine bürünürse konjonktürün getirdiği avan­tajlarla etkili olabilir. Fakat, Türk milliyetçileri ne kadar fikir üretirlerse üretsinler (şu anda üretilmiyor) Mecliste temsil edilemedikçe yapılan işlerin bir fay­dası olmayacak ve “Globalleşme” adı verilen yeni sömürü düzeninde 21.yy. Türk asrı olamayacaktır.

YAZARIN NOTU: Aslı bir kitapçık şeklinde olan bu makaleyi Yayın Ku­rulunun isteği üzerine kısaltmak zorunda kaldım. Aslında her paragraf bir kitap haline getirilebilir. Kanaatime göre, bir hareket öncelikle bibliyografyasını ve önderlerinin biyografisi­ni ele almalıdır, ki nasıl doğduğunu ve nereye gittiğini irdele­yebilsin.

Seçilmiş Bibliyografya

Ali Ergin Oba, Türk Milliyetçiliğinin Doğuşu, Ankara, 1995.

Ali Kemal Meram, Türkçülük ve Türkçülük Mücadeleleri, İstanbul, 1969.

Alparslan Türkeş, Yeni Ufuklara Doğru, Ank.1979.

—— , Temel Görüşler, İstanbul, 1972/

Aydın Taneri, Türk Kavramının Gelişmesi Ankara, 1993.

Ayhan Tuğcuğil, Türk Milliyetçiliği Fikir Sistemi, Ankara, 1980.

Erol Güngör, Türk Kültürü ve Milliyetçilik İstanbul, 1975.

Hilmi Ziya Ülken, Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi, İstanbul, 1966.

Hüseyin Namık Orkun, Türkçülüğün Tarihi, Ankara, 1944.

İlhan Darendelioğlu, Türkiye’de Milliyetçilik Hareketleri, İstanbul, 1977

Mehmet Nihat-Emre Cemiloğlu, Türk Siyasi Hayatında Milliyetçi Hareket, Ankara, 1995.

Necmeddin Hacıeminoğlu, Milliyetçilik, Ülkücülük, Ay­dınlar, Ankara. 1975. ,

Nihal Atsız, Türk Ülküsü, İstanbul, 1992.

Nevzat Kösoğlu, Türk Kültürü ve Milliyetçilik İstanbul, 1996.

Süleyman Seyfi Öğün, Modernleşme, Milliyetçilik ve Tür­kiye, İstanbul, 1995.

Suavi Aydın, Modernleşme ve Milliyetçilik Ankara, 1993.

Yusuf Akçura, Türkçülük, Türkçülüğün Tarihi Gelişimi, İstanbul, 1978.

Ziya Gökalp, Türkleşmek, İslamlaşmak ve Muasırlaşmak, İstanbul, 1977.

……… , Türkçülüğün Esasları İstanbul, 1978.

İLK YAYIMLANDIĞI YER: Türk Yurdu Dergisi, Mart-Nisan-Mayıs 1999, Sayı: 139-140-141, s. 134-137

Yazar
Fatih KİRİŞÇİOĞLU

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen