Türkiye Cumhuriyetinin İkinci Asrına Girerken, Yeni Bir Hayat Kurma Teklifi: Türk Milliyetçiliği

Devlet-i Aliyye’nin inkıraz hüznüne gözyaşı, Türkiye cumhuriyetinin kuruluşuna ter döken cümle gazi ve şehidlerimize rahmetle, minnetle… İkinci yüzyıla vira bismillah… 

Türk milliyetçiliği, Osmanlı devletinin inkıraza uğramasının fark edildiği yıllardan itibaren başlayan devlet kurtarma çabalarının ilk fikir hamulesidir. Osmanlıcılıkla başlayıp, İslamcılıkla devam eden mücadelenin akıbetinde Türkçülükle devleti kurtarmanın ya da yeni bir devlet kurmanın adıdır Türk milliyetçiliği. 

Türk milliyetçiliği üzerine çalışan özellikle liberal, sol, sosyalist, sosyal demokrat gibi farklı adlarla tanımlansalar da Türk düşmanlığı ortak paydasında buluşabilen birçok “yaban” düşünce adamları, onun menşeini, neredeyse teokratik bir tabu haline getirdikleri Fransız ihtilâline bağlarlar. Bu hükme kendini İslamcı olarak tanımlayan modernist Müslümanlarda dâhildir. Ki modernist Müslümanlarda ne yazık ki zaman zaman bu Türk düşmanları ile aynı parsaya düşmekten ya gocunmazlar, ya da bilerek aynı yerde durmaktan keyif alırlar. 

Türk milliyetçiliğini, Fransız ihtilâline bağlamak, bağlayan kişi ya da zümrelerin isabetsiz bir hatası değilse, kasıtlı bir cehalettir. Çünkü, Fransız ihtilâlinin oluşuna sebep olan hadiseler ya da fikirler ile Türk milliyetçiliğinin hiçbir bağı kurulamaz. Bunu fark edebilmek için bu toprakların tarihini, edebiyatını, vicdanını, irfanını hâsılı tarihi şuurunu ermek bilmek gerek. 

Fransız ihtilâli bir sınıf mücadelesidir. Devamlı bir “hasma” dayanır, hasmını imha hedefi vardır. Türk milliyetçiliği ise bir sınıfın menfaatleri için harekete geçmemiştir. Bir “düşmanı” imha hesabı yoktur. O parçalanmaya çalışılan bir devletin, sürgüne, soykırıma tabi tutulan bir milletin korunması adına şekillenmiş bir maşeri vicdanın harekete geçirilmesi olarak neşv-ü nema bulmuştur. Yıkıcı, kahredici, ötekileştirici bir nefret değil; koruyucu, kollayıcı, ihya ve inşa edici bir şuurdur. Böyle bir (uğrulanma) motivasyon zaten bir tarihi derinliğe sahip, bir medeniyet havzasına dayanan Türk milletinin tabi hakkıdır.

Türk milliyetçiliği, Osmanlı mülkleri pârelenirken çok esnek, aynı zamanda oldukça dinamik ve ufuklu zaviyelerden çözümler teklif edebilmiş, hiçbir zorbalığa meyletmeden, kabalığa ihtiyaç duymadan, akılcı, makul ve vicdani tekliflerde ve tercihlerde bulunmuş bir fikir hareketidir.  Öyle ki milletin zihnen tamamen çöktüğü, devletin müesses yapıları itibariyle pay-i mal edildiğinin düşünüldüğü bir zamanda böyle güzel irtifada kalabilmeyi becerebilmiştir de. 

Türk milliyetçileri, devleti, yani önce milletin “zümrüt-ü anka”sı, “Devlet-i Osmaniyye”yi devam ettirmeyi denemiş, bu hedefe varmak için kimsenin kanıyla, diniyle uğraşmayı düşünmemiştir bile. Gayri Müslim ya da Müslim hiçbir kimseyi dışlamamış, devletin devamı adına, onu terk etmeyen herkesle bir arada bulunmaktan gocunmamışlardır. Son Osmanlı devlet heyetlerine bakıldığında, Ermeni, Arap, Rum, Yahudi… Her türden kişinin devlet yönetiminde yer aldıkları görülecektir. İttihat Terakki Fırkasının ilk kurucularının kim oldukları incelenirse de bu keyfiyet ayan beyan görülecektir zaten. O teşkilatın ilk kurucuları olarak kabul edilen kişilerin Osmanlı coğrafyasının hangi köşelerinden, hangi etnik yapılarından geldikleri incelenirse bu hareketin ne kadar insanî ve aklî değerlere bağlı olduğu anlaşılacaktır.

Türk milliyetçiliği 20.asır başlarında oldukça faal ve yaygın olan “ezen”, “ezilen”, “işçi”, köylü gibi retoriklere göre de oluşmamış sadece devletin, tarihin, medeniyetin, yani milletin korunması adına gösterilen bir nefs-i müdafadır. Bundan dolayı Türk milliyetçiliği dünyanın hiçbir yerindeki ulusalcı, faşist, komünist, siyonist temelli hareketlerle mukayese edilemeyecek derecede hürriyetçi ve medeniyetçi bir düşünce faaliyetidir. 

Türk Devletini paylaşmak ve milletini imha etmek niyetiyle başlatılan birinci dünya harbi ve devam eden süreçte verilen milli mücadele böyle bir vicdanî, insanî esaslara dayandığı için Türk milliyetçiliğinin nâsiyesinde soykırımı bırakın, savaş kuralları dışında bir şiddet varlığı dahi görülmez. Daha sonraları Ermenileri piyon olarak kullanan Fransızların, İngilizlerin, Amerikalıların akıl vermesiyle siyasi bir dava haline getirilen Ermeni meselesi bile, devleti arkadan vuran vatan hainlerinin, daha emin bir yere taşınması adına müracaat edilmek mecburiyetinde kalınan bir tehcir faaliyetidir. 

Bu vasat içinde Türk milliyetçiliği, öncelikle Osmanlılığı, sonra İslamlığı ve en nihayetinde Türklüğü esas alarak yeniden ayağa kalkabilecek usulleri muhataplarına teklif edebilmiştir. Bunların hiçbirisinde yani yüzyıllık bir süreçte bu var oluş hamlelerini yaparken çevre muhataplarına bu teklifleri getirdikten sonra, onay ya da destek alamayınca da onları katletmek, çevrelerini yakıp yıkmak gibi müptezelliklere tevessül etmemiştir. Bu hareket tarzını hem Avrupa, hem Afrika hem de Asya topraklarında takip etmiştir. Coğrafi muhitlerde bunu yaptığı gibi dini ve milli topluluklara da aynı müşfik davranışları göstermekten imtina etmemiştir.  En son zamana kadar hâkim güç olmasına rağmen asla küçüklüklere tenezzül etmemiş, adam gibi geri çekilmesini bilmiştir. Türklerin çekildikleri yerlerde asayişsizlik, en kötüsü de soykırım yapmak gibi aşağılık işlere tenezzül etmedikleri târihen sabittir. Hatta Balkanlarda, Yunan çoğunlukların olduğu bölgelerde ve savaş esirleri olarak İngilizlerin toplama kamplarında nice eziyetlere ve soykırıma uğradıkları da tarihi gerçekliklerdir.

Buna karşın Avrupalıların neler yaptıkları ise onlarca örneklerle malumdur. En son 1990’lı yıllarda yani daha dün denecek bir zamanda, Müslüman Boşnaklara, Avrupa’nın göbeğinde yapılanlar ortadadır. Afrika beldelerinde yaptıkları denî hareketlerden bahsetmeye bile gerek yok. Boşnaklara elbirliği ile yaptıkları soykırımla, bir kere daha ne kadar vahşi olduklarını, vâz ettikleri refah, bayındırlık, demokrasi gibi mefhumların sadece kendi etnik ve dini yapıları için müstehak gördüklerini onlarca defa ispat etmişlerdir. Batılılara göre bu mefhumlar kendilerine hizmet ettiği sürece anlamlıdır. Bunu fikir ortamlarında ifade etmekte çekinmeyecek kadar da nobrandırlar.

Türk milliyetçiliği halen bile bir öteki düşmanlığına eyvallah etmeyen hâlâ hem millî, hem dinî, hem de her türlü yapıdan insanlara barış ve adalet teklifine, bir arada yaşama diğergamlığına, hasbîliğine devam etmektedir. Türkiye cumhuriyeti devleti ve milleti otuz yıldır muhatap olduğu terör hadiselerinde binlerce insanına, çok büyük akçe kayıplarına rağmen P*k ile onların iddia ettiği Kürt topluluklarını aynı kefeye koymayıp hala terör ile arasına mesafe koyan insanlara asla kem söz etmemekte, ötekileştirme yapmamaktadır.

Türk milliyetçiliği bu manada hem Osmanlı coğrafyasına huzurun yeniden gelmesi adına hem de bütün dünyada barış ve mutluluğun tesisi adına önemli bir imkân sunmaktadır. Özellikle Müslüman beldelerin bunu anlaması ve Türk devletine olan bakışlarını değiştirmeleri elzemdir. Müslüman toplumlar, Allah’ın Kur’an da ifade etiği üzere Müslümanların kardeş olduğunu hatırlamalılar ve Türk devletine destek olmaları halinde hep beraber yeni bir mutlu ve müreffeh bir hayat kurmanın mümkün olacağını görmeliler. Yoksa belki Türk devleti yine varlığını devam ettirecek ruh ve irade emniyetine sahiptir ama Türk devleti ile beraber olma marifetini gösteremeyecek Müslüman toplulukların hayatiyetlerini devam ettiremeyecekleri ortadadır. Irak, Suriye, Filistin’de yaşananlar el’an gözümüzün önünde cereyan ediyor. 

Türk devletlerinin Büyük Selçuklu Devleti ile başlayan süreçte her daim Müslümanların hâmisi ve bayraktarı oldukları ve gücünü devam ettirdiği her vakitte böyle bir şuur ile hareket ettikleri tarihin her döneminden anlaşılacaktır. Bu şuurun yeniden harekete geçebilmesi için Birinci Dünya harbinde Müslüman Arapların yaptığı hatanın fark edilmesi ve bu hatanın giderilerek Türk devletinin yanında olmaları ile Dünyada Müslümanlar yeniden hakları olan şerefli bireyler olarak varlıklarını devam ettireceklerdir. Yoksa düşülen bu zillet durumu devam edip gidecektir.   

[i] Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Öğretim üyesi

Yazar
Cüneyt CESUR

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen